Sayfa 4/4 İlkİlk ... 234
33 sonuçtan 31 ile 33 arası

Konu: Fethullah gülen ile new york sohbeti

  1. #31
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah gülen ile new york sohbeti

    İslam dünyasının sorunları


    Bununla birlikte, gerek İslâm dünyasında, gerekse başka yerlerde eğer terör hadiseleri var ise ve devam ediyorsa, önce bunun sağlıklı bir teşhisi yapılmalı, sonra da bu teşhise göre tedavi cihetine gidilmelidir. Bu noktada, İslâm dünyasında bazı ferdlerin teröre bulaşması ya da bulaştırılmasının ve dünyada terörün ciddî bir problem olmasının başlıca sebepleri olarak şunlar söylenebilir:

    a) İslâm dünyası, 20'nci yüzyıla mazlumlar, mağdurlar ve sömürgeler diyarı olarak girmiş ve bu asrın ilk yarısı, 19'uncu asırdan da devam etmek üzere, İslâm dünyasının hemen her tarafında kurtuluş ve istiklâl savaşlarına sahne olmuştur. Bu savaşlarda İslâm, daima halkı birleştiren ve harekete geçiren önemli bir faktör vazifesi görmüş, bu savaşlar, istilâcı güçlere karşı verildiği için, İslâm ile millî istiklâliyet ve kurtuluş aynîleşmiştir. Daha sonra bu dünyada millî devletler teşekkül edince, bu devletler pek çok yerde halkı ile uyuşamamış, iyi bir eğitimle halka İslâm'ı asıl hüviyet ve mahiyetiyle öğretmek gerekirken, halktan kopuk ve onun değerlerine, geleneklerine ters hareket etmiş ve bu, İslâm'ı, idarelere karşı halkın elinde bir dayanak, bir sığınak haline getirmiştir. Dolayısıyla da İslâm, çok defa bir ideoloji olarak algılanmaya başlamıştır.

    b) İslâm dünyasının pek çok yerinde halktan kopuk, halkı aşağılayan ve oligarşi hakimiyeti manzarası arz eden idareler, ülkelerinin refahı için çalışmaktan ve halk-devlet kaynaşmasını sağlamaktan çok, kendilerinin ve mensubu bulundukları ailelerin, hanedanların ayakta kalması için çalışmış, bunun için de halk nazarında zalim ve menfur bir konuma düşmüşler; fakir ve eğitimsiz halk kitleleri de kendi idarelerine karşı düşman hale gelmişlerdir.

    c) İslâm dünyasında da, başka milletlerde de terörün temelinde hep fakirlik, cehalet ve eğitimsizlik olmuştur. Pek çok yerde kabile ve aşiret düzeni aşılamamış ve bu tür yerlerde halkın büyük çoğunluğu, bir zaman ülkelerini istilâ etmiş bulunan Batılı gelişmiş ülkeleri, kendi başlarındaki idarecilerin hâmileri ve destekçileri olarak görmüş, dolayısıyla ülkelerinde maruz bulundukları mağduriyet ve mazlumiyetten birinci derecede bu ülkeleri sorumlu tutmuşlardır.

    d) Bugün, dünyada umumi kabûl gören demokrasi, temel insan hakları, bilgi ve eğitimin yaygınlaştırılması, ekonomik refah; üretim, tüketim ve gelir dağılımında sınıflar oluşmasına meydan vermeyecek şekilde eşitlik, hakkâniyet, adalet gibi değerler, ne Müslüman ülkelerde, ne de Üçüncü Dünya denilen diğer bölgelerde hiçbir zaman tam gerçekleşmemiştir. Şüphesiz bir bir durumdan birinci derecede sorumlu olanlar, yine o ülkelerin idarecileri ve onların destekçisi, hattâ idareye vaziyet etmelerinde en önemli yardımcıları olarak görülen gelişmiş Batılı ülkelerdir. Dolayısıyla, her ne kadar bu ülkeler bu kabil değerlerin şampiyonluğunu yapsalar da, Üçüncü Dünya ülkelerinin halkları nezdinde samimi bulunmamakta ve bu değerlerin istismarcısı olarak değerlendirilmektedirler.

    e) Bugün, daha önce kısmen ve kısaca temas edildiği üzere, bilhassa haberleşme ve seyahat vasıtalarının olabildiğince gelişmesi sonucu büyük bir köy ölçüsünde küçülen dünyada artık, herkes herkesin ve her ülke diğerinin komşusu durumundadır. Bu münasebetler arasında, çok küçük azınlığı teşkil eden bazı komşuların refah içinde yüzmesi, buna karşılık büyük ekseriyetin fakir, hattâ çok fakir olması, bu fakirliğin en önemli sebeplerinden biri olarak, daha hassas yollarla ve örtülü şekilde devam ettiğine inanılan beynelmilel koloniyalizm veya sömürgeciliğin görülmesi; bunlardan ayrı olarak, aynı büyük çoğunluğun pek çok temel ihtiyaçlarını karşılamaktan aciz bulunması, şüphesiz bu çoğunlukta kin, iğbirar ve düşmanlık duygularının gelişmesine yol açmıştır.

    f) Ayrıca günümüzde, en azından kanun kadar kanunsuzluğun da âdeta bir kanun haline geldiği bir vakıadır. Hemen her ülkede olduğu gibi, yolsuzluklar, aldatma, kolaydan kazanma arzusu, bencillik, ferdiyetçilik, beynelmilel kumar, başta esrar ve silah olmak üzere, beynelmilel kaçakçılık ve bütün bunların vücut verdiği mafya teşkilatlanmaları, bunlar gibi, birbirleriyle öldüresiye rekabet içinde bulunan büyük holdingler, tröstler ve karteller, bütün bunların besledikleri kanlı katil ve kaba kuvvet temsilcisi fedaî grupları, terörizmin beynelmilel bir hâl almasında, asla göz ardı edilmemesi gereken bir diğer önemli faktör olsa gerek.

    g) Belki bütün bu saydıklarımdan daha önemli olarak, bütün dünyada dinin, dinî değerlerin, maneviyatın ve dine dayalı ahlâkın ciddî ölçülerde aşınmış/aşındırılmış olması, terörizmin de, insanlığı tehdit eden daha başka büyük içtimaî rahatsızlıkların da en önemli kaynağını oluşturmaktadır. Dünya, manevî bir buhran geçirmektedir; insanlığın bütün aslî dayanakları bir bir yıkılmış ve çökertilmiştir. Bunalım felsefeleri, satanizm, her gün bir yenisi türeyen, temelde materyalist, natüralist, görünüşte sahte manevî akımlar ve bunların vücut verdiği sözüm ona tarikatlar, intiharlar.. evet bunlar yıllardır dünyamızı sıtmaya tutulmuş gibi sarsan birer büyük sârî hastalık durumundadır. Ümidini yitiren, geçmişi büyük bir mezar, geleceği dipsiz bir boşluk olarak gören ve yaşamayı manâsız bulan insanlar hakkında, neden intihar ediyorlar, neden insan öldürüyorlar, neden uyuşturucu kullanıyorlar gibi sorular sormak "tecâhül u ârifâne"den değilse kör bir cehalettendir.

    h) Bu mevzuda söylenebilecek son söz şu olsa gerek: Bugüne kadar terörizmin bütün milletler tarafından, hattâ Birleşmiş Milletler'ce dahi kabûl edilmiş ortak bir tarif ve tavsifinin yapılmamış olması ciddi bir eksikliktir. Hangi hareketler terörizme dahildir, hangileri değildir; kim teröristtir, kim terörist değildir? Bu soruların cevabını herkes kendisine göre vermektedir. Bazısı için terörist olan, bir başkası için hürriyet savaşçısı, kimisi için idealist savaşçı olan, daha başkası için terörist kabul edilebilmektedir. Eğer beynelmilel sahada terörizme karşı bir mücadele verilecekse -ki, bu mevzuda mutlaka samimi bir mücadele verilmelidir- önce, en azından BM'ce kabul edilmiş bir terörizm tarifinin yapılması elzem görülmektedir. Bu yapılabildiği takdirde, herkesin kabul edebileceği ve kimsenin kimseyi suçlamayacağı bir terör mücadelesi beynelmilel meşruiyet kazanacak ve belki de bu, terörizmin önlenmesinde önemli bir ilk adım teşkil edecektir.

    Dünyamızdaki asıl mühim problemler veya bunların sebepleri olarak zikrettiğimiz bu hususlardan sonra, herhalde onların çözümleri üzerinde durmak gereksizdir. Çünkü problemlerin teşhisi, bizzat onların çözümünü de ihtiva etmektedir.




  2. #32
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah gülen ile new york sohbeti

    İçtimaî hayatın ana dokusu

    İçtimai hayatın ana dokusu din, kanun, hikmet ve kuvvet üzerine oturur. Dinsiz bir insan ve toplum uzun süre ayakta kalamayacağı gibi, başkalarına faydalı da olamaz. Aslında, biz kabul etsek de etmesek de din, bizim dışımızda tesbit edilip, hayatımıza katılmış en esaslı bir unsurdur. Biz, iradeyle serfirâz en mükemmel varlıklar da olsak, hayatımızı çevreleyen ve mahkûmu bulunduğumuz çok önemli unsurlar vardır. Meselâ, dünyaya gelip gelmememiz, ne zaman geleceğimiz ve dünyadan ne zaman ve nereden alınacağımız, bütün bunlar bizim dışımızda tayin ve tesbit edilir. Aynı şekilde, annemiz ve babamız başta olmak üzere aile ferdlerimiz, neş'et ettiğimiz yer, ırk, renk ve fizikî yapımızın tayin ve tesbitinde de bizim hiçbir dahlimiz yoktur. Dahası vücudumuz dahi tamamen irademiz dışında çalışır; acıkmamıza, susamamıza, uyumamıza mani olamayız.

    Temel ihtiyaçlarımızla birlikte, onları tatmin etme yol ve vasıtaları gibi hususlar da tarafımızdan tesbit edilmiş değildir. Yeme ve içme gibi en basit günlük faaliyetlerimizde bile bizim hissemiz, yiyecek ve içeceklerimizi temin için çalışma ve yiyip-içme azminden ibarettir; yani, bu konuda da müdahalemiz ancak 100'de 1 nisbetindedir. Demek oluyor ki biz, istesek de istemesek de bir takım cebrî şartlarla muhat bulunuyoruz. Din de, aynen bu cebrî şartlar gibidir. Biz kabul etsek de etmesek de din, bizim için maddî ihtiyaçlardan daha öte bir manâ ve ehemmiyet arz eden manevî ihtiyaçlarımızı, yalnızca kendi adına değil, maddî hayatımızla birlikte, ferdî, ailevî ve içtimaî hayatımızı tanzimde çok önemli bir yeri bulunması hasebiyle yerine başka hiçbir şeyin konamayacağı en aslî bir unsurdur.

    Din, hayatımızı bazı yönleriyle tanzim etme prensipleri olan kanunları tesbit ve tatbikte de son derece önemli bir yere sahiptir. Çünkü, kanunlar ve onları tatbik, bizatihî hedef değildir; onlar, insana ve cemiyete hizmet ettiği ölçüde değerlidirler. Dolayısıyla, kanunları yaparken, her şeyden önce bütün hususiyetleriyle insanı çok iyi tanımak, onun aslî fıtratını nazara almak; ayrıca, parçaları şuur ve irade sahibi insanlar olan cemiyeti, onun bütün ihtiyaçlarını ve bu ihtiyaçları giderme yollarının vasıtalarını, hem bu bütünün atomları mesabesindeki insanların ferd ferd kendi aralarındaki münasebetleri yanında cemiyetin şahs-ı manevîsi ile olan rabıtalarını da çok iyi bilmek gerekir. İşte, insanı ve insanlardan meydana gelen cemiyeti tanımada din, farklı bir önemi hâizdir. Çünkü, insanı yaratan da, dini vaz' eden de Allah'tır; bu açıdan, insanı ve cemiyeti tanımada dinin faydası, hiçbir zaman göz ardı edilemeyecek derecede yüksektir.



    Dinin toplum düzenindeki önemi

    İkinci olarak, kanunları uygulamada kuvvetin inkârı mümkün olmayan bir önemi var ise de, kuvvetten daha öte dinin önemi de inkar edilemeyecek seviyededir. Çünkü din, insana, kendisini sürekli gören, kontrol eden, sadece her yaptığından değil, düşündüğü her şeyden ve bütün niyet ve maksatlarından haberdar olan, Kendisinden hiçbir şeyin gizlenemeyeceği bir Zât'ın varlığına iman temeli üzerine oturur. Ve bu iman, insanda çok fıtrîdir ve her zaman kendini hissettirecek şekilde onun vicdanında meknîdir.

    Ayrıca din, insana, dünyada kanundan, hükümetten, kuvvetten kaçmak mümkün olsa da, Allah'ın görmesi ve işitmesinin dışına çıkmanın mümkün olmayacağı esasından hareketle her ferde, dünyada bütün yaptıklarından sorumlu olup, bunlardan dolayı bir başka dünyada sorguya çekileceğini ve bu sorguda kazanıp kaybetmesine göre ebedî saadet veya cezayı hak edeceğini de öğretir. Doğrusu, insanı eğitmede ve onu kötülükler değil, iyilikler ve faziletler manzumesi haline getirmede, bu inancın yerini beşerî hiçbir şeyin doldurması düşünülemez.

    Üçüncü olarak, din ve onun bilhassa ahlâk kaideleri, insanı eğitmede, yine yerini beşerî hiçbir şeyin dolduramayacağı bir ehemmiyeti hâizdir. Bu ahlâk kaideleri, tarih boyu bütün insanlarca kabûl edilen, kimsenin karşı çıkamayacağı, zamana da mekâna da meydan okuyan kaidelerdir. Bunların insanda gerekli tesiri yapması, yine dinî inanca ve onun yaşanmasına bağlıdır. Kanunları gerektiği gibi uygulamada ve onlardan arzu edilen neticeyi almada, bu ahlâk kaidelerinin yeri ve insanı eğitmedeki önemi asla inkâr edilemez.



    -Günümüz Batı dünyasında ve toplumlarında din sizin vurguladığınız kadar önem taşıyor mu?

    Burada, Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş ülkelerde dinin içtimaî hayatta yeri olmadığı gibi bir itirazda bulunulabilir. Önce hemen belirtelim ki, bu itiraz doğru değildir ve bu ülkeler, dinlerine bağlı ve sahiptirler. Daha önce arz ettiğimiz gibi, son iki asırdır bütün dünyada dinî değerlerde bir aşınma söz konusu olsa da, günümüzde insanlık, yeniden dini aramakta, dine yönelmektedir. Batı Avrupa'da halk, dine karşı belli ölçüde lâkayt olsa da, idareciler çoğunlukla dindardırlar. Hattâ içlerinde, her zaman en üst seviyede mutaassıp dindarlar bulunmuştur ve bulunmaktadır. Ayrıca, bu ülkelerin hemen hepsinde lâiklik hakim olmakla birlikte, hiçbir zaman içtimaî, hattâ siyasi hayatta dinden faydalanmama gibi bir anlayış söz konusu olmamıştır.

    Hıristiyanlığın, Avrupa'da modern içtimaî yapının teşekkülünde en mühim unsur olduğunu bizzat Batılı tarihçiler ifade etmektedirler. Onlara göre, bugüne kadar Hıristiyanlık, mukaddesâtı tezyif yasaları, dinî tatiller ve toplu dualar gibi, siyasî ve içtimaî sahanın içine giren ve bilhassâ bazı hususlarda hep tayin edici rolünü oynayagelmiştir. Ayrıca, ABD ve Kanada gibi ülkelerde, her şeye rağmen halk çoğunluğu dinine bağlıdır ve dindarlık gerek halk arasında, gerekse devlet kademelerinde ciddî saygı görmektedir. Kısaca din, Batılı ülkelerde, gerek iç ve gerekse dış politikada hâlâ belli bir ağırlığa sahiptir. Bu ülkelerde yürürlükte olan kanunlara baktığımızda da, dinin tesirini görmek mümkündür. Meselâ, ABD'de bir insanın ölümüne sebep olma gibi suçlarda verilen tazminat cezaları, İslâm'ın bu suçlar karşılığı tesbit buyurduğu tazminat miktarını çok zaman aşabilmektedir.

    İkinci olarak, her milletin, kendi karakterinden, tarihinden, kültüründen gelen farklı hususiyetleri vardır. Türk insanı, asırlardır Müslüman'dır ve onu İslâm'dan koparmak mümkün değildir. Onun İslâm'dan uzaklaşması ise, Türkiye için hiçbir zaman huzura, gelişmeye değil, aksine tereddîye sebep olagelmiştir. Çünkü İslâmiyet, başka dinler gibi değildir. Bir Yahudi'nin Hz. İsa'ya, dolayısıyla İncil'e ve Hz. Muhammed'le birlikte Kur'an'a inanması gerekmez. Yani bir Yahudi, bunlara inanmasa da dindar sayılabilir. Bir Hıristiyan da, yine Hz. Muhammed'e (s.a.s.) ve Kur'an'a inanmasa da dindar kabul edilebilir. Çünkü bu dinler, kendilerinden sonraki İlâhî sistemleri, kitapları şümullerine almazlar. Bu sebeple, Yahudilik ve Hıristiyanlık'tan çıkan geniş İlâhî din yelpazesinde kendine bir yer bulabilir; bu yelpazede sığınacağı bir kitap, bir peygamber her zaman vardır ve dolayısıyla o bütün bütün tefessüh etmez; bir mütefekkirin benzetmesiyle, bozulmuş süt gibi olur ve bir ölçüde işe yarar. Bir başka benzetme ile, çok odalı bir sarayın herhangi bir odasına sığınabilir ve oradaki ışıkla aydınlanabilir. Buna karşılık, İslâm, bütün dinleri içine alır. Son olarak ve temelde Kur'an'a ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (s.a.s.) olmak üzere, bütün önceki peygamberlere ve kitaplara inanmak, İslâm'ın esasıdır. Yani İslâm, câmîdir. Saray misaline göre, sarayın tamamını aydınlatan elektrik tesisatı veya onun ana şalteri gibidir. Ondan çıkan, bütün sarayı, bütün dünyayı ve hayatı karartır; artık daha fazla aydınlanacak ışık bulamaz; bozulmuş tereyağı gibi bir hal alır, dolayısıyla anarşist olur ve derken nizam tanımaz hale gelir. Müslümanların mahkûmiyet asırları olan son 3 asırda, hattâ, İslâm'ın yüzünün, kendilerini ona nisbet eden bazıları tarafından karartıldığı, düşmanlarınca kara gösterildiği tarihin şu son diliminde bile, başka dinlerden İslâm'a katılmalar küçümsenmeyecek derecede devam ettiği halde, İslâmiyet'i bırakıp da başka dinlere girenlerin halâ çok az olması, bu konuda bir fikir vermeye yeterlidir sanırım. Dolayısıyla hem Türkiye'nin hem de dünyanın düzenini, nizamını isteyenler, İslâm'a sahip çıkmalı ve onu, yanlış anlayıp, uygulayanların insafına terketmemelidirler.

    Sağlıklı bir cemiyetin dokusunda kanunlar, hikmete de râm olmalı, yani insanın aslî fıtratına, tabiatın yapısına, kısaca yaratılış kanunlarına ters düşmemeli; milletin karakterini, millî-dinî değerlerini nazara almalı; akl-ı selimin ve sağ duyunun itirazlarından sakınmalı ve ekseriyetin kabulüne açık bulundurulmalıdırlar. Din, tarih, gelenekler ve millî değerler gibi, sosyolojinin, antropolojinin, hattâ fiziğin, kimyanın ana prensipleri ve kaideleri de kanunların tesbit ve vaz'ında çok önemlidir. Hukuk tek başına bir ilim değil, dini, tarihi, felsefeyi, sosyolojiyi, tarih sosyolojisini, psikolojiyi, antropolojiyi, fiziği, kimyayı vb. da içine alan bir ilimdir ve öyle kabul edilmelidir. Aksi takdirde yapılan düzenlemeler, milletin üzerinde iğreti duran, sık sık genişletme veya kısaltma gerektiren, bazen rengi bazen deseni bazen büyüklüğü uygun düşmeyen, çok defa yırtılıp sökülüp yama ve dikiş isteyen bir elbise gibi olur ki, toplum bünyesine fayda yerine zarar verir.


  3. #33
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah gülen ile new york sohbeti

    Kuvvet tek başına hedef ve değer olamaz


    Cemiyetin dokusunda çok önemli bir diğer unsur da kuvvettir. Şüphesiz kuvvetin de bir hikmet-i vücudu vardır; kuvvet olmadan kanunları uygulamak mümkün bulunmadığı gibi, ülke güvenliğini, bilhassa da dışa karşı korumak mümkün değildir. Ayrıca, ülke içinde düzeni, intizamı sağlamada da kuvvetin kendine has bir yeri vardır ve ona saygı duyulmalıdır. Ne var ki kuvvet, bizatihî bir değer ve hedef değildir; hedef olamaz ve olmamalı da. Kuvvet, kanunun, hakkın ve adaletin emrinde olduğu sürece mübecceldir; hırslarına ve bencilliklerine mağlûp bir azınlığın elinde çılgınlaşmış kuvvet, ne hak tanır ne adalet; ne kanun bilir ne de hikmet. Hakkın kuvvete feda edilmesi, menfaat mülâhazasının bütün değerlerin önüne çıkması, katı ırkçılık düşüncesinin evrensel değerlerin yerini alması, millî ve milletlerarası problemlerin kaba kuvvetle çözülmeye çalışılması, her zaman insanlık için bir problem olmuştur. Problemlerin, sadece kuvvete dayanarak çözülmeye çalışıldığı yerde akıldan, muhakemeden, hak, adalet ve kanundan söz etmek mümkün değildir. Aksine bunların yerinde kanunsuzluk, haksızlık ve zulüm vardır. Kuvvet, hakkın elinde, mantık ve muhakeme rehberliğinde bir kısım problemleri çözebilecek potansiyel bir güç sayılsa da, his yörüngeli kaba düşüncenin elinde her zaman bir tahrip aleti olagelmiştir. İskender'in başını döndürüp bakışlarını bulandıran, Napolyon'un dehasını delik-deşik eden, Hitler'i çağın deli tekesi haline getiren, her şeyi yapabilirim zannı içinde hareket eden ve hak, adalet, kanun, akıl ve muhakemeye değer vermeyen kuvvetin çılgınlığıdır. Günümüzde yaşanan kaoslar zincirinin ve her biri birer anafor halindeki hadiselerin arkasında bu azgınlaşmış kuvvetin olduğunu söylemek mübâlağa olmasa gerek. Kuvveti temsil edenlerin hakka teslim olacakları, onları takip eden yığınların da gündelik endişelerin anaforlarından sıyrılarak, yaşadıkları dünyayı hak ölçüleriyle değerlendirecekleri güne kadar da mevcut kaoslar devam edeceğe benzer.



    -Dünyanın bugünkü dengesinde ABD'nin teröre karşı giderek yayılma eğilimi taşıyan bir savaşı sözkonusu. Bu konuda görüşünüz ne?



    Esasen, buraya kadar temel prensipler ve umumî kaideler halinde arz etmeye çalıştığımız hususlar, bir başka şekilde hadiselere inip, ferdî yorumlara ihtiyaç hissettirmeyecek açıklıktadır. Bununla beraber, son hadiselerle ilgili olarak illâ da müşahhas bazı şeyler söylemek gerekirse, şunlar söylenebilir:

    Defalarca tekrarladığım, fakat bazılarınca farklı yorumlara çekilen sosyolojik bir gerçeği yeniden ifade edecek olursak, dünya üzerinde denge vazifesi gören bir güç her zaman bulunmuştur ve bulunacaktır. Bu güç, bir zaman Roma idi; sonra İslâm, önce Araplar elinde, sonra Müslüman Türkler vesilesiyle böyle bir güç olma fonksiyonu gördü. 19'uncu asırdan itibaren Anglo-Saxon dünya, yeryüzü muvazenesini ele geçirdi ve bunu önce Britanya İmparatorluğu eliyle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra da Amerika gücüyle yürütmeye başladı.

    Cenab-ı Allah (c.c.), Kur'an-ı Kerim'de, mülkü dilediğine verip, dilediğinden aldığını, dilediğini aziz, dilediği zelil kıldığını belirttiği gibi, galibiyetleri, mağlûbiyetleri, hakimiyet ve mahkûmiyetleri de toplumlar, milletler arasında döndürüp durduğunu ifade buyurmaktadır. Yani zaman, düz bir hat değil şeklinde değil, dairevî bir yörünge takip ederek ilerlemektedir; aynen dünyanın güneş etrafında dönerek mesafe alması veya güneş sisteminin yine döne döne bir hedefe doğru yürümesi gibi, zaman veya tarih de, böyle dairevî hatlar çizerek izâfî bir sona doğru ilerlemektedir. Bu, Cenab-ı Allah'ın bir takdiri olmakla beraber, elbette bunda, insan iradesinin ve insanın bu irade ile ortaya koyduğu performans ve davranışların da bir tesiri vardır.

    Biz, kâinatta olup bitenlere bakarak, varlığı yaratan ve idare edenin icraatını keşfediyor ve bunlara 'kanun' adını veriyoruz. Cenab-ı Allah'ın din olarak tecelli eden kanunları olduğu gibi, kâinât ve insan hayatındaki icraatının unvanları olarak da kanunları vardır. Yine, nasıl dine, onun kanunları diyebileceğimiz hükümlerine itaat edip etmemenin insan için büyük ölçüde Âhiret'e, kısmen de dünyaya bakan neticeleri, mükâfat veya cezası söz konusudur; öyle de, fizik, kimya, biyoloji ve astronomi gibi ilimlerin mevzuu olan bu kanunlara itaat edip etmemenin de, büyük ölçüde bu dünyaya, kısmen de Âhiret'e bakan neticeleri, mükâfat veya cezası vardır. Meselâ, hayata ait kanunlardan olarak, sabrın neticesi ekseriya maksada ulaşma, sabırsızlığın sonucu takılıp yollarda kalma; sa'y ü gayretin neticesi servet, tembelliğin neticesi fakirlik; sistemli ve metotlu çalışmanın neticesi muvaffakiyet, sistemsiz ve metotsuz çalışmanın neticesi ise ekseriya başarısızlıktır. Cenab-ı Allah, dünyada büyük ölçüde, kişilere, toplumlara, milletlere ve devletlere bu nev'i kanunlara itaat edip etmemeye göre muamelede bulunur; devletler ve milletler de ona göre dünya muvazenesinde bir yere sahip olurlar.



    ABD hakimiyetini hak ve adalete dayandırmalı


    Günümüzde devletler muvazenesindeki hakim konum Amerika'ya aittir. Ne var ki, bu hakimiyetin devamı, onun hakkaniyet ve adalet temelleri üzerinde sürdürülmesine bağlıdır. Amerika'da sistemin çarkı şu anda iyi dönüyor görünmektedir. Ancak, her gündüzün bir gecesi, her bahar ve yazın da bir kışı olduğu gibi; eğer bu sistem, bir sistem körlüğüne yol açar; Amerika, dünyada şampiyonluğunu yaptığı demokrasi, insan hakları ve hürriyetleri gibi değerlere bağlı kalma hususunda yanlış davranışlara girer; kaderin şu anda eline verdiği hakimiyeti adalet ve hakkaniyet kaideleri üzerinde devam ettirmezse, onun da gündüzünün geceye, yazının da gidip bir kışa dayanması kaçınılmaz olacaktır. Yukarıda da arz edildiği üzere, hiçbir sistem kuvvete dayalı olarak uzun süre ayakta kalamaz. Hak ve adalete dayanmayan kuvvet, er-geç zulme sapar ve bu da, onun sonunu hazırlar.

    Bugün dünya, yine yukarıda kısmen temas edildiği üzere, büyük problemlerle sarsılmaktadır. Bunlara ek olarak, çok eski medeniyetlere ve şu anda büyük nüfus kesafetine sahip Çin ve Hindistan gibi ülkeler bir uyanışın içindedir. Asya'da bunların yanısıra Rusya yine önemli bir güçtür. Avrupa, ne ölçüde başarabileceği ve ne kadar uzun ömürlü olacağı belli olmamakla beraber, birleşik bir devlet olma yolundadır.

    Ayrıca, Asya ve Afrika'nın kendilerini asırların mağduru gören ülkeleri de, her zaman hesaba katılması gereken bir potansiyele sahiptirler. Böyle bir dünyada kuvvete dayalı bir hakimiyet tesis etmek de, onu devam ettirmek de kolay değildir. Dilerim Amerika, yapmaması gereken bir hatayı yaparak, dünyadaki dengeleri alt üst edip dünyayı kan seylaplarına çevirecek bir gelişmeye kapı açmasın...





    Gittikçe küçülen dünyada baskı rejimlerine yer yok


    Dünyanın gittikçe küçülüp, bir köy halini alması, bilhassa çok hızlı gelişen haberleşme teknolojisi, kuvvete dayalı hakimiyet gibi, baskı rejimlerine de daha fazla şans tanımayacak bir keyfiyet arz etmektedir. İnsan, soylu bir varlıktır; ne esir, ne de ecir olmaya uzun süre tahammül edebilir. Bütün devletlerin, idareyi ve kuvveti elinde bulunduranların, halka hizmet eden, "bir halkın efendisi, ona hizmet edendir" düsturuna göre hareket eden bir idare tesis etmeleri ve böyle bir idare edinmeleri kendileri açısından da elzemdir. Her insan ferdi, insan nev'i ölçüsünde şeref, onur ve haysiyete sahiptir. Ona Yaratıcı'nın verdiği bu şeref, onur ve haysiyet tanınmadıkça, herhangi bir ülkede de, dünyada da barışın, huzurun sağlanması mümkün olmayacaktır. İnsanların inanmaları, inandıkları gibi yaşamaları, kendileri gibi düşünmeleri, düşündüklerini ifade edebilmeleri, haberleşmeleri, seyahat edebilmeleri onların temel haklarıdır. Hayat, emniyet, sağlık, çalışıp kazanma ve aile kurup çoğalma gibi en temel haklarını elde edemeyen ve bunları garanti altına alamayan; ayrıca, üretim, tüketim ve paylaşım kadar, hak, adalet, denge gibi cemiyeti ayakta tutan aslî değerlerin korunmadığı bir toplumda ve toplumlarda sevgi, saygı, yardımlaşma gibi faziletler geliştirilemez. Bu ölçüde fakir bir dünyada hakimiyetin uzun süre ayakta kalmasına da imkânı yoktur. Aslında, bütün bunlardan mahrum bir idare ve hakimiyet, kendisini sürekli güvensiz hissedecek ve en büyük huzursuzluğu da kendisi çekecektir.

    Dünya, her ne kadar gittikçe bir köyü andırsa da, bu köyde farklı inançlar, renkler, ırklar, âdetler, gelenekler yaşamaya devam edecektir. Her insan ferdi, kendi başına bir âlemdir; dolayısıyla bütün insanları, bir kalıptan çıkmış eşyâ gibi birbirine benzetmek, muhali talep demektir. Bu sebeple, bu (global) köyün huzuru, bütün bu farklılıkların tanınmasında, tabiî kabul edilmesinde ve bunlardan dolayı kimsenin birbirine farklı gözle bakmamasında, yani global bir hoşgörü ve diyalogda yatmaktadır. Aksi halde dünyanın, çatışmaların, didişmelerin, vuruşmaların ve en kanlı savaşların ağında kendini yiyip bitirmesi ve kendi sonunu hazırlaması kaçınılmaz olacaktır.

    Bu merhalede Türkiye için de söylenecek birkaç söz olmakla birlikte, ülkemizde yar de ağyar da pek alıngan olduğundan ve bir de hakkımda açılmış bulunan bir davadan ötürü şimdilik sükut durmayı tercih edeceğim.


    Nevval Sevindi

    DTCF Antropoloji mezunu olan yazar, geçmişle bugünü bağlama tutkusunu arkeoloji ve Grekçe mastır çalışmalarında sürdürdü. Dört yıl İran’da kaldıktan sonra Türkiye’ye dönerek İmar İskân Bakanlığı’nda ve Dünya Bankası projesi olan Çukurova Bölge Kalkınma Projesi’nde çalıştı. 1989’dan beri serbest gazetecilik yapmaktadır. Yeni Yüzyıl gazetesinde çalışan yazar aynı zamanda televizyon programcılığı ve Pimapen Kültürevi’nin yöneticiliğini de sürdürmektedir. Daha önce yayımlanan kitapları: Aşkın Ölümcül Etkileri, İki Ülke İki Devrim: Türkiye–İran, Kent ve Kültür.




Sayfa 4/4 İlkİlk ... 234

Benzer Konular

  1. Fethullah Gülen Bir Aksiyon İnsanı
    By BaRLa in forum Bediüzzaman Talebeleri
    Cevaplar: 60
    Son Mesaj: 23.06.09, 18:42
  2. fethullah gülen şiirleri
    By SiLa in forum Bediüzzaman, Çalışmaları
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.06.09, 20:31
  3. Fethullah Gülen Turnalara Tutun da Gel
    By SiLa in forum Bediüzzaman'ın Hayatı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.06.09, 19:31
  4. Fethullah Gülen Hocaefendi(1941 - .... )
    By Konyevi Nisa in forum İslam Büyüklerimiz ve Alimlerimiz..
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 04.07.08, 13:52

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •