İslam dünyasının sorunları
Bununla birlikte, gerek İslâm dünyasında, gerekse başka yerlerde eğer terör hadiseleri var ise ve devam ediyorsa, önce bunun sağlıklı bir teşhisi yapılmalı, sonra da bu teşhise göre tedavi cihetine gidilmelidir. Bu noktada, İslâm dünyasında bazı ferdlerin teröre bulaşması ya da bulaştırılmasının ve dünyada terörün ciddî bir problem olmasının başlıca sebepleri olarak şunlar söylenebilir:
a) İslâm dünyası, 20'nci yüzyıla mazlumlar, mağdurlar ve sömürgeler diyarı olarak girmiş ve bu asrın ilk yarısı, 19'uncu asırdan da devam etmek üzere, İslâm dünyasının hemen her tarafında kurtuluş ve istiklâl savaşlarına sahne olmuştur. Bu savaşlarda İslâm, daima halkı birleştiren ve harekete geçiren önemli bir faktör vazifesi görmüş, bu savaşlar, istilâcı güçlere karşı verildiği için, İslâm ile millî istiklâliyet ve kurtuluş aynîleşmiştir. Daha sonra bu dünyada millî devletler teşekkül edince, bu devletler pek çok yerde halkı ile uyuşamamış, iyi bir eğitimle halka İslâm'ı asıl hüviyet ve mahiyetiyle öğretmek gerekirken, halktan kopuk ve onun değerlerine, geleneklerine ters hareket etmiş ve bu, İslâm'ı, idarelere karşı halkın elinde bir dayanak, bir sığınak haline getirmiştir. Dolayısıyla da İslâm, çok defa bir ideoloji olarak algılanmaya başlamıştır.
b) İslâm dünyasının pek çok yerinde halktan kopuk, halkı aşağılayan ve oligarşi hakimiyeti manzarası arz eden idareler, ülkelerinin refahı için çalışmaktan ve halk-devlet kaynaşmasını sağlamaktan çok, kendilerinin ve mensubu bulundukları ailelerin, hanedanların ayakta kalması için çalışmış, bunun için de halk nazarında zalim ve menfur bir konuma düşmüşler; fakir ve eğitimsiz halk kitleleri de kendi idarelerine karşı düşman hale gelmişlerdir.
c) İslâm dünyasında da, başka milletlerde de terörün temelinde hep fakirlik, cehalet ve eğitimsizlik olmuştur. Pek çok yerde kabile ve aşiret düzeni aşılamamış ve bu tür yerlerde halkın büyük çoğunluğu, bir zaman ülkelerini istilâ etmiş bulunan Batılı gelişmiş ülkeleri, kendi başlarındaki idarecilerin hâmileri ve destekçileri olarak görmüş, dolayısıyla ülkelerinde maruz bulundukları mağduriyet ve mazlumiyetten birinci derecede bu ülkeleri sorumlu tutmuşlardır.
d) Bugün, dünyada umumi kabûl gören demokrasi, temel insan hakları, bilgi ve eğitimin yaygınlaştırılması, ekonomik refah; üretim, tüketim ve gelir dağılımında sınıflar oluşmasına meydan vermeyecek şekilde eşitlik, hakkâniyet, adalet gibi değerler, ne Müslüman ülkelerde, ne de Üçüncü Dünya denilen diğer bölgelerde hiçbir zaman tam gerçekleşmemiştir. Şüphesiz bir bir durumdan birinci derecede sorumlu olanlar, yine o ülkelerin idarecileri ve onların destekçisi, hattâ idareye vaziyet etmelerinde en önemli yardımcıları olarak görülen gelişmiş Batılı ülkelerdir. Dolayısıyla, her ne kadar bu ülkeler bu kabil değerlerin şampiyonluğunu yapsalar da, Üçüncü Dünya ülkelerinin halkları nezdinde samimi bulunmamakta ve bu değerlerin istismarcısı olarak değerlendirilmektedirler.
e) Bugün, daha önce kısmen ve kısaca temas edildiği üzere, bilhassa haberleşme ve seyahat vasıtalarının olabildiğince gelişmesi sonucu büyük bir köy ölçüsünde küçülen dünyada artık, herkes herkesin ve her ülke diğerinin komşusu durumundadır. Bu münasebetler arasında, çok küçük azınlığı teşkil eden bazı komşuların refah içinde yüzmesi, buna karşılık büyük ekseriyetin fakir, hattâ çok fakir olması, bu fakirliğin en önemli sebeplerinden biri olarak, daha hassas yollarla ve örtülü şekilde devam ettiğine inanılan beynelmilel koloniyalizm veya sömürgeciliğin görülmesi; bunlardan ayrı olarak, aynı büyük çoğunluğun pek çok temel ihtiyaçlarını karşılamaktan aciz bulunması, şüphesiz bu çoğunlukta kin, iğbirar ve düşmanlık duygularının gelişmesine yol açmıştır.
f) Ayrıca günümüzde, en azından kanun kadar kanunsuzluğun da âdeta bir kanun haline geldiği bir vakıadır. Hemen her ülkede olduğu gibi, yolsuzluklar, aldatma, kolaydan kazanma arzusu, bencillik, ferdiyetçilik, beynelmilel kumar, başta esrar ve silah olmak üzere, beynelmilel kaçakçılık ve bütün bunların vücut verdiği mafya teşkilatlanmaları, bunlar gibi, birbirleriyle öldüresiye rekabet içinde bulunan büyük holdingler, tröstler ve karteller, bütün bunların besledikleri kanlı katil ve kaba kuvvet temsilcisi fedaî grupları, terörizmin beynelmilel bir hâl almasında, asla göz ardı edilmemesi gereken bir diğer önemli faktör olsa gerek.
g) Belki bütün bu saydıklarımdan daha önemli olarak, bütün dünyada dinin, dinî değerlerin, maneviyatın ve dine dayalı ahlâkın ciddî ölçülerde aşınmış/aşındırılmış olması, terörizmin de, insanlığı tehdit eden daha başka büyük içtimaî rahatsızlıkların da en önemli kaynağını oluşturmaktadır. Dünya, manevî bir buhran geçirmektedir; insanlığın bütün aslî dayanakları bir bir yıkılmış ve çökertilmiştir. Bunalım felsefeleri, satanizm, her gün bir yenisi türeyen, temelde materyalist, natüralist, görünüşte sahte manevî akımlar ve bunların vücut verdiği sözüm ona tarikatlar, intiharlar.. evet bunlar yıllardır dünyamızı sıtmaya tutulmuş gibi sarsan birer büyük sârî hastalık durumundadır. Ümidini yitiren, geçmişi büyük bir mezar, geleceği dipsiz bir boşluk olarak gören ve yaşamayı manâsız bulan insanlar hakkında, neden intihar ediyorlar, neden insan öldürüyorlar, neden uyuşturucu kullanıyorlar gibi sorular sormak "tecâhül u ârifâne"den değilse kör bir cehalettendir.
h) Bu mevzuda söylenebilecek son söz şu olsa gerek: Bugüne kadar terörizmin bütün milletler tarafından, hattâ Birleşmiş Milletler'ce dahi kabûl edilmiş ortak bir tarif ve tavsifinin yapılmamış olması ciddi bir eksikliktir. Hangi hareketler terörizme dahildir, hangileri değildir; kim teröristtir, kim terörist değildir? Bu soruların cevabını herkes kendisine göre vermektedir. Bazısı için terörist olan, bir başkası için hürriyet savaşçısı, kimisi için idealist savaşçı olan, daha başkası için terörist kabul edilebilmektedir. Eğer beynelmilel sahada terörizme karşı bir mücadele verilecekse -ki, bu mevzuda mutlaka samimi bir mücadele verilmelidir- önce, en azından BM'ce kabul edilmiş bir terörizm tarifinin yapılması elzem görülmektedir. Bu yapılabildiği takdirde, herkesin kabul edebileceği ve kimsenin kimseyi suçlamayacağı bir terör mücadelesi beynelmilel meşruiyet kazanacak ve belki de bu, terörizmin önlenmesinde önemli bir ilk adım teşkil edecektir.
Dünyamızdaki asıl mühim problemler veya bunların sebepleri olarak zikrettiğimiz bu hususlardan sonra, herhalde onların çözümleri üzerinde durmak gereksizdir. Çünkü problemlerin teşhisi, bizzat onların çözümünü de ihtiva etmektedir.