Sayfa 3/4 İlkİlk 1234 SonSon
33 sonuçtan 21 ile 30 arası

Konu: Fethullah gülen ile new york sohbeti

  1. #21
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah gülen ile new york sohbeti

    GURBET

    Beynim tıpkı bir sorular harmanı,
    Hislerim ölgün, cevaplarım sisli;
    Gezer dururum yorgun ve avare.

    Sarmış bir buğulu hüzün dört bir yanı,
    Kalbim annemin kalbi gibi hisli;
    Her hâlim garibliğime emâre…

    Kulaklarımda hep bir gurbet şiiri,
    Her nağmemde bir poyraz serinliği…
    Düşüncem “veda” diyor bu yerlere,

    Ülkemden ayrıldığım günden beri,
    Gömdüm sineme sevinci, neş’eyi;
    Hasretim şimdi o mavi günlere…

    Gurbet yağıyor ufkuma muttasıl,
    Bu semada hiçbir şimşek çakmıyor;
    Aysbergler gibi sopsoğuk sokaklara.

    İnsan, eşya ve varlık fasıl fasıl,
    Irmaklar bize doğru akmıyor.
    İhtilâç içinde kalabalıklar.

    Bu yerde kalbe ilhamlar inmiyor,
    Kapalı kapıları gökler–yerler.
    Ve madde katılığında her biri…

    Burda rûha güzellikler sinmiyor,
    Tüter gözümde o bizim bahçeler;
    Nerde o yemyeşil bahar günleri?

    Doğ ey ışık doğ gönlümün içinden!
    Tasayla dolaştığım bu ellerde;
    Bana rûhumun sırlarını duyur!

    Bir ses sun o eski bestelerinden,
    Şu hüzünlü şafakta perde perde.
    Açlıkla kıvranan rûhumu doyur!


  2. #22
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah gülen ile new york sohbeti

    Global Hoşgörü 11 Eylül Sonrası


    Dünya 11 Eylül saldırısından sonra yeni bir döneme girdi. Bu dönem ABD'nin teröre karşı dünya çapında savaş ilan ettiği yeni bir çağın başlangıcı. Halen bu sürecin içinde ve başındayız. Bu Yeni Dünya'nın nasıl kurulacağı ise henüz tam belli değil. Ancak belli olan bazı olgular var. Radikal İslam ABD'nin terörle savaşında başlıca hedeflerden birisi. Batı dünyası, İslam dünyası ile ilişkilerini hem geliştirmek ve iyileştirmek istiyor, hem de İslam dünyasına karşı belli bir çekince ve önyargı ile yaklaşıyor. Ortadoğu'da İsrail-Filistin çatışması giderek daha şiddetli ve kanlı bir görüntüye bürünürken Ortadoğu'daki Arap ve İslam ülkelerinde Batı'ya ve ABD'ye karşı tepkiler de şiddetleniyor. ABD Başkanı George Bush'un şer ülkesi ilan ettiği 3 ülkeden ikisi, Irak ve İran hem Türkiye'nin komşusu hem de İslamiyet Adına dünya sahnesine çıkan ülkeler. Bu nedenle önümüzdeki Dönem, 11 Eylül sonrası başlayan İslam tartışmalarının daha da hızlanacağı söylenebilir.

    Fethullah Gülen 11 Eylül terör saldırıları ve daha sonra başlayan terörle savaş sırasında ABD'deydi. Kendisiyle 3 yıl önce yaptığım New York Sohbeti o sırada Yeni Yüzyıl Gazetesinde yayımlanırken çok ses getirmişti. Çünkü Fethullah Gülen bu söyleşide şiddet ve korkuya dayalı Arap İslam anlayışı ile sevgiye dayalı Türk İslam anlayışının altını çizmiş, siyasal İslam'ı şiddetle eleştirmişti. Şiddete dayalı Arap kültürü İslam'ın üstüne terör gölgesini düşürürken, Fethullah Gülen'in 3 yıl önce sözünü ettiği "Anadolu Müslümanlığı" anlayışı Türk modelini Batı'nın gözünde önemli bir yere taşıdı. Medeniyetleri buluşturan yer İstanbul oldu bu nedenle.





    Bu anlamda Fethullah Gülen'in şimdi bir "klasik" değeri taşıyan New York Sohbeti, adeta 11 Eylül'den önce 11 Eylül'ün panzehirinin nerede olduğunu ilan ediyordu.

    New York Sohbetini yeniden yayınlarken, bununla yetinmek istemedim ve Fethullah Gülen'den 11 Eylül dönemi, terörle mücadele, globalleşme ve kurulan yeni Dünya Düzeni hakkındaki görüşlerini de rica ettim. Kendisi çok nazik bir insan olarak beni kırmayarak, ciddi sağlık problemlerine rağmen bu güncel konularda çok değerli görüşlerini bana iletti. Böylece ortaya Fethullah Gülen'in "11 Eylül, terörizm, globalleşme, İslam ülkelerinin durumu, ABD'nin yeni misyonu ve zorlukları" gibi güncel konularda önemli saptamalarını ve ilginç değerlendirmelerini içeren yepyeni bir metin çıktı. Hepsini ilk kez burada okuyacaksınız. New York Sohbeti'ndeki bakışı ve o sırada "Anadolu Müslümanlığı" diye tanımlanan kavramı 3 yıl sonra 11 Eylül sonrası perspektifle daha da açan bu yeni metne Fethullah Gülen'in özgün bir deyiminden esinlenerek "Global Hoşgörü" adını verdim.

    Böylece Fethullah Gülen ile New York Sohbeti ve Global Hoşgörü birbirini tamamlayan iki söyleşi haline geldi. Fethullah Gülen'in yoksul İslam ülkelerinin bugünkü durumundan özünde Batı ülkelerini sorumlu tutan bakışı ve globalleşmenin yoksullukla elele gitmesi halinde ortaya çıkacak tehlikelere dikkat çekişi, en az globalizm-karşıtlarının söylemleri kadar cesur saptamaları içeriyor. Yeni dönemde ABD dahil, Batı ülkelerinin yalnızca kuvvete güvenerek bir düzen kurma arayışının yaratacağı tehlikelere ise Fethullah Gülen adeta bir Anadolu bilgesinin olgun deneyimi ile daha şimdiden dikkat çekiyor ve uyarıyor. "Kör kuvvet kaos ve zulüm doğurur" diyen Fethullah Hoca, herkesi hak, adalet ve hukukun üstünlüğüne çağırıyor.

    New York Sohbetinin ana fikirlerinden birisi olan "Müslüman terörist olamaz ve adam öldüremez" sözü Fethullah Gülen'in 11 Eylül sonrası değerlendirmelerinde de ağırlık noktası olarak ortaya çıkıyor. Batı dünyasının İslam anlayışını yakın mercek altına aldığı ve öğrenmeye Çalıştığı bir dönemde Fethullah Gülen'in görüş Ve düşünceleri Anadolu'nun bin yıllık tasavvuf geleneğinden Süzülüp gelen, herşeyin odak noktasına "İnsan"ı koyan ve Tüm çözümleri "İnsan"da arayan derin İslam anlayışının özgün ve çarpıcı bir örneği. Fethullah Gülen'in 11 Eylül sonrası kurulmakta olan Yeni Dünya'ya ilişkin değerlendirmelerinin yalnızca Türkiye için değil, tüm dünya için ilginç ve önemli saptamalar içerdiği kanısındayız. Bu görüşleri Türkiye kamuoyuna aktarmama yardımcı olduğu için Fethullah Gülen'e teşekkürlerimi sunarım.

    Nevval Sevindi




  3. #23
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah gülen ile new york sohbeti

    YENİ BİR DÜNYA KURULURKEN


    -Sayın Fethullah Gülen Türkiye'nin bir yıldır içinde bulunduğu ekonomik kriz toplumda genel bir umutsuzluk havası yarattı. 11 Eylül sonrası terörle savaş ve Türkiye'nin yakın bölgesinde Irak operasyonuna dönük senaryolarla birlikte iyimser beklentiler azaldı. Sizin bu konudaki görüşleriniz nedir?

    Ümit, hayata onu verenin penceresinden bakıp, ona göre yaşayanlar için hiç pörsümez bir aksiyon dinamiği; kendisini değil, daima başkalarını düşünenler, gerçek saadeti başkalarının saadetinde görüp, yaşamayı yaşatmakta bulanlar için en tükenmez bir azık; zaman, mekân, madde, nefis ve menfaat mahbeslerini aşmışlık içinde, kalb ve ruhun derece-i hayatında ömür sürüp, kutlu bir mefkûreye dilbeste olmuşlar için eksilmez bir güç kaynağıdır. O bakımdan, başkalarının "artık her şey bitti" zannına kapıldığı, bir milletin kaddinin bütün bütün büküldüğü; zelzeleye, fırtınaya, sele kapılmış azim ve iradelerin sönüp gittiği; makama, mansıba, servete sâmâna, havl ve kuvvetin gerçek sahibinden başka güç ve kuvvetlere bel bağlamış, gerçeği bulamamaktan dolayı ufukta batıp giden yıldız, ay ve güneşlere gönül vermiş olanların hüsrana maruz kaldığı bir zamanda, sözü edilen keyfiyet ve kıvamdaki kimselerin ümidi öyle dâsitânî bir hâl alır ki, onlar, her halükârda kâinata meydan okuyabilir; ellibin defa çarkları, düzenleri bozulsa da sarsılmadan yollarına devam eder ve yoklukta varlık cilvesi gösterip, ölü ruhlara can, bükülmüş dizlere fer olurlar. Bir batılı, "Başkalarının müdafaadan ümidini kestiği bir zamanda, Türk Milleti'nin taarruzu başlar" der. Moğol istilası ve Anadolu'nun parça parça oluşundan sonraki yeni ve taptaze sürgün, Çubuk ovasındaki mağlûbiyetin arkasından gelen derlenip toparlanış ve daha bir şahlanış, tükenme noktasında yazılan ve tarihin görüp göreceği emsalsiz destanlardan Çanakkale ve nihayet Kurtuluş Savaşı, insana, milletimizin tarihteki asıl fonksiyonunun, sanki ümit ve iman temelinde sürekli diriliş destanları yazma olduğu intibaını verir. Dolayısıyla, şahsen bugün, bir yandan çok ciddî rahatsızlıklarıma şükür içinde sabretmeye çalışıyor; canımdan çok sevdiğim ve suyuna, havasına, taşına, toprağına, semasına ve gül yüzlü insanlarına hasret kaldığım ülkemden uzak bulunmanın dipsiz bir boşluk halinde ruhuma yansıyan gurbetini yaşıyor; çoklarının nazarında artık yaşanmaz görülen memleketimde olup bitenleri, sathî ve kısmen de olsa, endişeyle, fakat ümitle izliyor ve A.B.D.'nin, yaşlı dünyamızın altına bir manivela gibi giren son teşebbüslerinin takip edeceği istikamete ciddî atf-ı nazar ederken, beri yandan, dünyanın ve insanlığın yarını adına ümidimi, hiç solmayan yapraklar gibi taze tutuyor ve yarınlara yine tebessümle bakıyorum.


  4. #24
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah gülen ile new york sohbeti

    Ümidin asıl kaynağı:

    İnsanlık vazifesi



    Bir mü'min için ümitli olmaya ve hayata da, geleceğe de tebessümle bakmaya mani hiçbir şey yoktur. Yoktur, çünkü mü'min, dünya ve şahsı adına beklentileri olan bir insan değildir. Mü'min, Allah'la pazarlık içinde olamaz; O'nunla, "Ben bunu yaparsam, Sen de şunu yapar mısın?" gibi bir pazarlık içine giremez ve O'nu tecrübe edemez. Tam tersine Allah, kulunu tecrübe eder ve ona, "Şöyle yaparsan dünyadaki karşılığın şu, Âhiret'teki karşılığın da budur" der. Bu anlayıştır ki, mü'minde, "Ben, bana düşen vazifeyi yapmakla mükellefim; bunun karşılığında Cenab-ı Allah'ın nasıl muamelede bulunacağına ben karışamam." inancını yerleştirir. Dolayısıyla o, her şartta ve dönemde kendi vazifesini yapmaya bakar.

    Her zaman için bize düşen, insan olarak vazifemizi yapmaktır. Bu vazife, insan olmanın gerektirdiği bir vazifedir. Varlık ağacı, insanı meyve vermek için yaratılmış, yeryüzü insan için döşenmiş ve gök, ona bir kubbe, güneş bu kubbede, onun dünyasını aydınlatan bir lamba kılınmıştır. İnsanın dışındaki bütün varlıklar, vazifelerini hakkıyla ve kusursuz yerine getirmektedir, dolayısıyla da insan elinin uzanmadığı alanlarda mutlak bir sükûn, huzur ve saadet hükümrandır. Göklerde sayısız denebilecek kadar küçük-büyük onca ecrâm-ı semâviyeye rağmen, o müthiş hareketlilik içinde bir sükûn ve sükûnet söz konusudur ve orada hiçbir karışıklık ve düzensizlikten söz etmek mümkün değildir. Yerde, cemâdât âleminden nebâtât âlemine, oradan hayvanât âlemine kadar bütün varlıklar, mevcûdiyet yörüngelerinde üzerlerine düşeni yerine getirmekte ve yeryüzünde bir barış, sükûnet ve saadet korosu teşkil etmektedirler. Buna karşılık insan, diğer varlıklarda bulunmayan his, şuur ve irade gibi önemli latifelerle donanımına rağmen bu koroyu bozabilecek mahiyettedir. Fakat onun bu koroyu bozması, her varlıktan önce kendi aleyhine olmaktadır. Bu itibarla ona düşen, bu koroya iradesiyle katılmak, iradesini oradaki sükûn, barış ve saadeti bozmama istikametinde kullanmak ve söz konusu sükûn, barış ve saadetin temelini, sebebini keşfedip, ona göre davranmaktır.

    Evet biz, insan olmanın gerektirdiği vazifeyi yapmakla mükellefiz. Bu vazifeyi hakkıyla yerine getirdiğimiz zaman, ötesi bizi çok da alâkadar etmez. Dolayısıyla, eğer biz, bize düşen vazifeyi gerektiği ölçüde yerine getiriyorsak ve bu yolda istikametimizin doğruluğundan eminsek, o zaman herhangi bir endişeye de mahal yok demektir. Zaten, Allah'a iman ve kulluk, insanlığa hizmet vazifesi de dünya üzerindeki çatışmalardan, siyasî çekişmelerden müteessir olmayacaktır ve olmaması gereken bir vazifedir; çünkü bu hizmetin hedefinde dünya, makam-mansıp, siyaset gibi şeyler, hiçbir zaman söz konusu değildir ve olamaz da. Aslında, bu vazife ve onu gerektiği ölçüde yerine getirme anlayışı, bizleri değişik cereyanlara kapılıp gitmekten korumaktadır. Çizgi, yol ve bu yolda takip edilmesi gereken istikamet belli olduğu gibi, hedef de bellidir. Dolayısıyla, "gökler ölüm yağdırsa, yer ölüm püskürtse", denizler kandan, irinden çukurlara dönse, hakîkî müminsek biz, yine ümidimizden bir şey kaybetmeden yolumuza devam eder dururuz. Olup biten her hadiseye ezelî ve ebedî hikmetin bir şuaı olarak bakar; ondaki gerçek sebepleri araştırır ve her hadiseden bir ders çıkarmaya çalışır; her hadisede Yüce Yaratıcı'nın beyanının doğruluğunu görür ve O'nu bir defa daha bulmuş ve duymuş olmanın şükrüyle iki büklüm olur, iyi birer kul olmaya yöneliriz.

    Allah'ın her bir âlemdeki icraatının unvanları olarak fiziğin, kimyanın, astronominin, astrofiziğin, biyolojinin kanunları bulunduğu gibi, tarihin de kanunları vardır. Bu kanunlar, tarihî materyalizmin ve Batı'daki bir takım tarih felsefelerinin iddialarının aksine, insana bakan yanları açısından, adı geçen ilimlerin kanunları gibi mutlak değil ise de, Meşîet-i İlâhiye'ye bakan yönleri açısından mutlaktır; yani ne yaparsak yapalım, ne ile karşılaşacağımız büyük ölçüde bellidir ve Allah, bunları, gönderdiği peygamberler ve indirdiği kitaplar ile bildirmiştir. Dolayısıyla, eğer biz mü'minler olarak, takip ettiğimiz yolda bir takım tersliklere, istenmeyen hadiselere, tökezlemelere maruz kalıyorsak, bunları, katiyen birer ümitsizlik sâiki görmemeli, aksine Allah'ın bizimle muamelesi saymalı ve şevk u târap içinde yolumuza devam etmeliyiz. Kısaca, zahiren müsbet de görünse menfi de görünse, her hadise bize O'ndan bir mesaj, yolumuzda bir ışık, ümidlerimize fer ve gönüllerimizde de heyecan vesilesidir.


  5. #25
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah gülen ile new york sohbeti

    -Peki ancak, ümit ve inancın ötesinde ülkemizde ve dünyada köklü sorunların çözümü için yeterli birikim ve donanım var mı?



    Günümüzde belki çokları, ferdî ve bütün yönleriyle içtimaî problemlerin temelinde kanunların yetersizliğini, kaynakların kıtlığını, personel azlığını, ilmî ve teknik kifayetsizliği.. gibi faktörleri sebep olarak ileri sürebilirler. Şüphesiz, bütün bunların söz konusu problemlerde ve onların çözüme kavuşturulamamasında kendilerine ait birer yeri vardır. Ancak şurası da bir gerçektir ki, ferd insandan ibaret olduğu gibi, cemiyet de insanlardan teşekkül etmektedir; dolayısıyla da denebilir ki, bütün problemler insanda başlayıp, insanda bitmektedir. Problemleri çıkaran nasıl bizzat insanın kendisi ise, onları giderebilecek olan da yine odur. Unutmamak lâzımdır ki, kanunları yapan da uygulayan da; kaynakları üreten de, kullanan da, personelin kendisi de, ilmi yapan, herşeyi teknolojiye bağlayan ve bunları herhangi bir şekilde, yanlış veya doğru, yeterli veya yetersiz kullanan da yine insandır. Bu itibarla da, bütün meselelerin başında insanı tanımak ve onun eğitimi gelmektedir desek mübalağa etmiş sayılmayız.

    Mehmet Âkif, insan için:

    Senin mâhiyetin hattâ meleklerden de ulvîdir;

    Avâlim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir. der. Evet o, görünüşte ve fiziğiyle küçük bir 'cirim' ise de, mahiyeti meleklerden daha yücedir. Çünkü onda, Allah'ın kâinata varlık veren bütün isimleri tecelli etmektedir; bundan dolayı onda bütün âlemler, yaratılmış bütün varlık bir öz halinde mevcuttur denebilir. Nasıl meyve, ağacın hayatını, bütün unsurlarını kendinde bir şekilde barındıran özü, hülâsası ve neticesidir; aynı şekilde insan da, yaratılış ağacının meyvesi olarak, yaratılışın gayesidir, neticesidir ve varlığın bütün şubelerini kendinde barındıran bir hülâsadır. Zaten her felsefî ve ilmî görüşün temel mevzuu ve kalkış noktası da öncelikle insan olmuştur. Bu kâinatta, fiziğiyle, metafiziğiyle hemen bütün ilimler insan temeli üzerine oturur ve insanın dışındaki her şeyin, onunla münasebeti nisbetinde bir ağırlığı ve kıymeti vardır.






  6. #26
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah gülen ile new york sohbeti

    Bütün meselelerin kaynağı ve çözüm sahası insandır


    İnsan, her şeyi ile anlaşılması güç bir varlıktır. Çünkü onda bütün âlemler, başta bütün yaratılmış varlıklar özleriyle ve bir manada mahiyetleriyle mevcut bulunduğu için, bir zâviyeden varlığı anlamak insanı tanımaktan; diğer bir açıdan da, insanı tanımak varlığı anlamaktan geçer. Aslında insanı anlamak, bizzat insanın birinci vazifesidir; çünkü insan, aynı zamanda Yaratıcı'yı tanımaya açılan penceredir. Bu sebeple, her insanın ilk ve en birinci vazifesi, kendini keşfedip tanıması, sonra da aydınlanan mahiyet adesesiyle dönüp Rabb'ine yönelmesidir. Ne acıdır ki, çoğumuz itibariyle, en fazla ihmal ettiğimiz husus da budur. Evet, sık sık kendini kritiğe tabi tutan kaç insan gösterilebilir? Kaç insan gösterilebilir ki, zaafları-kabiliyetleri, boşlukları-güç kaynakları, kaybettikleri ve kazandıklarıyla her gün bir kaç kez yeniden kendini keşfediyor ve kendi derinliklerinde dolaşıyor? Geçici bir hayret, geçici bir tecessüsle değil, hattâ fenalıklarını deşeleyip kendini aşağılamak suretiyle de değil; belki, benliğini araştırma ve tanıma ihtiyacıyla, nefsini karşısındaki bir kanepeye oturtup, sonra da insaflı, hâzık ve rasyonel bir hekimin hastasını muayene etmesi gibi, onu gerçekçi bir anlayışla ele alıp teşhise çalışan kaç insan gösterilebilir? Aslında işte bu yapılamadığı içindir ki, beşer, şu "yitirilmiş cennet"te aradığı saadeti, daha doğrusu, yitirilmiş cennetini bir türlü bulamamaktadır.



    Kendini keşfedemeyen insan tutarsızdır


    Kendinden habersiz yaşayan ve kendini keşfedememiş bu dar ufukların, başkalarını ve başka şeyleri bilmeleri imkânsız ve onlar hakkındaki hükümleri de sathî ve tutarsızdır. İnsanın ne olduğu, daha yaratılırken her şey olmaya müsait ve a'lâ-yı illiyyînden (insanın ulaşabileceği en yüksek zirve) esfel-i sâfilîne (onun düşebileceği en derin çukur) kadar hem nâmütenâhî yükselmelere, hem de en korkunç alçalmalara yuvarlanmaya müsait bulunması ve mahiyetine hem ruhanîlik, hem de nefsanîlik nüvelerinin (çekirdek) yerleştirilmesinde; tabiatının ezeliyet hedefli ve peygamber yörüngeli bir gayeye yönlendirilebilmesinde ya da yönlendirilemeyişinde; ruhundaki insanî cevherlerin idrak edilişinde veya edilemeyişinde; özündeki potansiyel gücün sezilip değerlendirilmesinde veya değerlendirilemeyişinde; ledünnî derinlikleri araştırılırken kalbin katmanlarına inilişinde veya inilemeyişinde; iradesinin hakkını verişinde veya veremeyişinde; şuurunun perde arkası esrarını sezişinde veya sezemeyişinde, hissin mâverâiliğe (madde ötesi) yönelişinde veya yönelemeyişinde; vicdan mekanizmasının işleyiş keyfiyetinin bilinişinde veya bilinemeyişinde aranmalıdır.

    İnsanın insanlığı, fâni olan hayvanî cesedinde değil, ebediyete meftun ve müştak olan ruhunda yatar. Bu itibarladır ki o, ruhuyla ihmale uğrayıp, sadece bedeniyle ele alındığı zamanlarda katiyen doyma noktasına ulaşamamış ve tatmin edilememiştir. İnsanı bedeniyle ele alan ve ona cismaniyet buudlarıyla yaklaşan düşünce, protoplazmanın yaratılışından bu güne kadar bütün tekâmül vakalarını sadece ve sadece biyolojik bir gelişme olarak görmüş, transformizm vadilerinde dolaşmış, evolüsyonla zifaf olmuş ve dolayısıyla da insanoğlunu hep hayvan seviyesine indirmiş, onu hayvanlar arasında aramış ve tabii antropolojiyi de bir tavla nizamnâmesi haline getirmiştir. Durum böyle olunca, kendini hayvanlardan bir hayvan sayan insanın gaye-i hayali ve kıymet idealleri de; fayda, keyif, eğlence, şahsî çıkar olmuştur, daha doğrusu o hayvanî bir mutluluğu aşamamıştır. Bu itibarla da, ona fayda sağlayan faaliyet türü, bu keyfiyet ve bu neşeyi temin eden teknoloji ve bu cismanî refaha hizmet eden imkânlar ona ait değerler listesinin başına geçmiş ve hemen her şeyin önünde, her şeye fâik kıymetlere bağlanmıştır.




  7. #27
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah gülen ile new york sohbeti

    İnsanın hürriyeti onu Ahlakla yüzyüze getirir


    İnsanda ilk göze çarpan husus, daha onun dünyaya gelişiyle kendini belli eder. Onun dışında her canlı dünyaya ayak basarken, başka bir âlemde yetiştirilmiş gibi, hayat kanunlarına âşina ve en mükemmel insiyaklarla gelir. Dünyaya gelir gelmez de veya en geç birkaç saat içinde ayağa kalkar; birkaç gün ve en fazla bir hafta içinde de bütün hayat şerâitini öğrenir. İnsan ise, en muhteşem ve mübeccel bir varlık olmasına rağmen, bütün bu insiyaklardan ve hayat için gerekli fonksiyonlardan mahrum olarak anne kucağında kendini bulur; ortalama bir yıl içinde yürümeye başlar ve temyiz yaşına bilmem kaç sene sonra ulaşır; onun terbiye ve talimi (eğitim ve öğretim) ise ölünceye kadar devam eder. Evet, onun hayvanî mevcudiyetinin mekanik nizamını aşan her şey; akıl, zihin, irade, hürriyet, his ve iç müşahede sayesinde burada teşekkül eder. Sözün özü o, iç ve dış bütünlüğüne bu suretle kavuşur; benliğinin esrarına da ancak bu yolla erer.

    Bundan başka insanda, kanun ve prensiplerden hareket ederek, umumî olandan hususî halleri çıkaran bir kabiliyet diyeceğimiz akıl, kendi hareketlerini kendisinin tayin etmesi, faal bir akıl yoluyla 'otonomi'ye malik olması, bu sayede canlı-cansız bütün tabiatın üstüne çıkması, hareketlerini kontrol etme ve hesabını verme kabiliyetini kazanma.. gibi hususların kaynağı hürriyet, ondaki diğer önemli vasıflardandır. Evet, insan iradesinden kaynaklanan hürriyet, yani cebrî bir determinizmin hakim olduğu 'tabiat' içinde, onu aşan ve determinizm bukağısından âzade bulunan insandaki bu muhtar yön, tabiattaki kanunların dışında kalan bu hususiyet, insanı bir dizi ahlâk prensipleriyle karşı karşıya getirir; derken insanı 'yüce bir âlem'e muhatap kılar ve onu böyle bir muhatap olmanın yol açtığı sorumlulukları yerine getirme ve dış telkin, iç müşahede ile iyiyi kötüyü birbirinden ayırma mevkiine yükseltir.

    İnsan için en önemli hususiyetlerinden biri de düşüncedir. İnsan, bizzat kendi düşünce dünyasına göre şekillenen bir varlıktır. O, nasıl düşünüyorsa, istidadı ölçüsünde öyle olmaya namzettir. Evet, insan, belli bir düşünceye göre eşya ve hadiselere bakışı devam ettiği sürece, karakter ve ruh yapısı itibariyle, yavaş yavaş giderek o düşünce çizgisinde bir hüviyet kazanır. Toprağa atılmış bir tohum için toprak, hava, yağmur ve güneş ne ifade ediyorsa, düşünce ile birlikte niyet ve içten arzu, aşkın bir talep, yani iştiyak da, insanda çekirdekler halinde bulunan istidatlar için aynı şeyi ifade eder. Düşünce ve niyet, insanda güzel ahlâk ve karakterin gelişmesinde de aynı derecede müessirdir; otlar, ağaçlar tohumlardan, kuşlar, kuşçuklar da yumurtalardan çıktıkları gibi, yüksek ruh ve kusursuz karakterler de, güzel düşünce ve temiz niyetlerden meydana gelirler.

    Düşünce bir tohum, davranışlarımız onun tomurcukları, sevinç ve kederlerimiz de meyveleridir. "Güzel gören güzel düşünür;" güzel düşünen, ruhunda iyi şeylerin tohumlarını inkişaf ettirir ve sinesinde kurduğu cennetlerde yaşar gider. Herkesten ve her şeyden şikâyet eden, etrafına ruhunda kurduğu karanlık dünyaların menfezlerinden bakan karanlık ruhlar ise, hiçbir zaman iyiyi göremez, güzel düşünemez ve hayatlarından lezzet alamazlar.




  8. #28
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah gülen ile new york sohbeti

    BİREY: MUTLAK, HÜR VE MUHTAR

    Evet, insanı hayvanî mevcudiyetin üstüne çıkaran, onu genel manâda sebep-sonuç kanunlarına göre cereyan eden tabiat karşısında otonom yapan, sonra da onu, "Mutlak, Hür ve Muhtar" olan bir mevcuda bağlayan ayırıcı özellik, onun aklî bir varlık olmasında, irade ve iç müşahedeye malik bulunmasında aranmalıdır.

    İnsanı hayvanlardan ayıran bir diğer ve çok önemli fark da şudur: İnsanın dışındaki her varlık, kendi faydası, kendi çıkarı ve kâinattakı denge arkasında koşturulur; insandır ki, hem kendini, hem de bütün varlığı, hatta cihanları aşan bir manâ ve ruhu takip eder. Hayvanlarda din duygusu, ahlâk endişesi, fazilet mücadelesi, sanat gayreti yoktur. Kapıları sadece insan kalbine, insan duygularına açılan bu zümrütten sarayların biricik konuğu insandır. Evet o, din ile ikiz olarak doğmuş, ahlâkla sarılıp sarmalanmış, ömrünü fazilet takibine vakfetmiş ve kendini sanatla anlatabilmiş tek canlıdır. Ayrıca o, yüksek duygularla mücehhez, fazilete istidatlı, ebediyete tutkun bir varlıktır. En sefil görünen bir insan ruhunda dahi ebediyet düşüncesi, güzellik aşkı ve fazilet hissinden meydana gelen gökkuşağı gibi bir iklim mevcuttur. En iptidaî vasıtalarla yapıp ortaya koyduğu basit eserlerden, ifade ettikleri manâ ve değerlerle gidip ta sonsuzluğa ulaşan sanat harikalarına kadar her ses ve soluk, her renk ve çizgi, her şekil ve motif, onun fıtrat menşûrundan dökülen ve yine onun derinliklerinden kopup gelen ona mahsus tayflardır.



    İnsanın yaratılış gayesi, gerçek insanlığı ve eğitim


    İnsan, Yaratıcı'nın halifesi olarak bütün varlığa hükmetme ve her şeyin efendisi olma mevkiinde yaratılmıştır. Yani o, yeryüzünde çevresini tanıyacak, kâinatı okuyacak ve böylece kurduğu ilimlerle, şahsî arzu ve menfaatlerini tatmin ve başkalarına üstün olmanın çok ötesinde Allah'ın izni çerçevesinde, imar adına 'tabiat'a müdahalede bulunacak, yeryüzünde mamureler meydana getirecek ve insanlar arasında adaleti gerçekleştirecektir. O, bütün bir ömür boyu, imanıyla duygu ve düşüncelerini planlayacak, ferdî ve içtimaî hayatını düzene sokacak, genel muameleleriyle aile ve toplum münasebetlerini dengeleyecek; arzın derinliklerinden semanın enginliklerine kadar her yerde türünün bayrağını dalgalandırıp, iradesinin hakkını eda etmeye çalışacak; çalışacak ve yeryüzünü imar ederek, varlıkla kendi arasındaki âhengi koruyacak, arz ve semanın zenginliklerini arkasına alarak, Yaradan'ın emri ve izni dairesinde hayatın rengini, şeklini, şivesini sürekli daha bir insanî seviyeye yükseltmeye gayret edecektir.

    Allah, böylesine önemli bir vazife ile dünyaya gönderdiği insanın yaratılış hamuruna veya toprağına, bu yüksek payenin gerektirdiği bütün vasıfları birer nüve halinde yerleştirmiştir. Onu Kendi gözdesi, varlığının en parlak aynası, topyekün kâinatların özü, üsaresi olarak bu âleme gönderen Zat, o, varlığa müdahale ederken ve hilâfet vazifesini yerine getirirken aşamayacağı herhangi bir engelle karşılaşmasın, eşya ile münasebetlerinde çelişkiler yaşamasın, hadiselerin koridorlarında rahat dolaşabilsin, mahiyetine dercedilmiş bulunan istidatları inkişaf ettirmede zorlanmasın, ebedlere kadar uzayıp giden arzularını, emellerini gerçekleştirmede beklenmedik manialara takılmasın diye ona, kâinatların ruhundaki esrarı keşfetme, dünyanın bağrındaki gizli kuvvet, kudret ve potansiyel imkânları ortaya çıkarma; her şeyi yerli yerinde kullanarak Kendisi'nin İlim, İrade, Kudret vb. sıfatlarına şuurlu bir temsilci olma hak, salâhiyet ve kabiliyetini de vermiştir.

    Bu nüvelerin neşv ü nema bulup, meyveli, tertemiz birer ağaç haline gelmesi ve böylece insanın yüksek bir karakter kazanarak ikinci bir varlığa ermesi, sistemli düşünmesine, sürekli çalışmasına ve ara vermeden, kalbî ve ruhî hayatında derinleşmesine bağlanmıştır. Bu ise, ancak iyi ve sağlıklı bir eğitimle mümkün olabilecek çetin bir iştir. Bu çetin iş başarılamazsa, bu nüveler çürür, kokuşur ve insanın kalbini de, zihnini de birer yılan-çıyan yuvası veya mezbelelik haline getirir.



    --Yine de siz insandan umut kesmeyen, onun bir fazilet savaşçısı olduğuna inanan birisiniz. Oysa televizyonlar, savaşlar bizi umutsuz kılıyor, kızdırıyor... Kendimize bile dönüp ; "bu millet adam olmaz" diyoruz.

    Evet, insan, yüksek duygularla mücehhez, fazilete istidatlı, ebediyete tutkun bir varlıktır. En sefil görünen bir insan ruhunda dahi ebediyet düşüncesi, güzellik aşkı ve fazilet hissinden meydana gelen gökkuşağı gibi bir iklim mevcuttur ki, onun yükselip ölümsüzlüğe ermesi de işte mahiyetindeki bu istidatların geliştirilip ortaya çıkarılmasına bağlıdır/bağlanmıştır.

    Onda, geleceğin büyük bir şahsiyeti olma nüvelerinden ibaret olan bu istidatlar, ancak talim ve terbiye ile inkişaf ettirilebilir. İç müşahede ve murakabe ile buudlaştırılır. Aksine, onu insiyaklarına terk etmek ise, en mükemmel şey olmaya açık bu nüveyi veya nüveler topluluğunu, en pespâye, en sefil ve en acınacak halde bırakmak demektir.

    Aslan, kendisi için çok gerekli olan pençesiyle, sığır boynuzuyla, köpek de dişiyle dünyaya geldikleri halde, insan, bütün müdafaa ve taarruz vasıtalarını kendi hazırlama durumunda buraya gönderilir. Hayatı için gerekli olan her şeyi celb etmede, zararlı her şeyi de defetmede, basiret ve zekâsıyla, irade ve aklıyla hazırladığı ve icat ettiği şeyleri kullanacak, bunlarla ferdî ve insanî dünyasını; huzur dolu insanî dünyasını kuracaktır. Sonra da ortaya koyduğu eserleri, gönül ve fikir dünyasında kurduğu, yaşattığı değerleri gelecek nesillerin istifadesine sunmayı planlayacaktır. Böyle yapacaktır; zira o, yine hayvanların tersine, sadece içinde bulunduğu ânı yaşamamaktadır. Geçmiş ve gelecek zamanlar, onun nazarında diri ve mevcudiyetinden birer parçadırlar.

    Bilinmelidir ki, insan, ruhunun enginliği, kalbinin derinliği ve vicdanının duruluğu ile insandır. Onu sadece aklıyla, şuuruyla, şuuraltıyla, hayvanî ihsaslarıyla veya içtimaî temayülleriyle ele alanlar, onun özüyle alâkalı hiçbir şey söyleyememiş ve onun hakkında ciddi hiçbir şey ortaya koyamamışlardır. Bir şey söyleyip, bir şey ortaya koymak şöyle dursun, onu iyice müphemleştirmiş, muğlaklaştırmış ve âdeta bir ucûbe haline getirmişlerdir. Oysa ki insanın mahiyetinde, onun aklını, şuurunu, şuuraltını, içtimâî temayüllerini de aşan ve bütün bunları yönlendirecek biz öz vardır ki, eğer kendisi ister, kader de yoluna su serperse, bununla o, hem kendini, hem de bütün cihanları aşabilecek bir iç dinamizme ve sırlı bir güce ulaşır. Şayet o, özünde bulunan bu sırlı, sihirli güç ve imkânları, bütün o güçlerin, o kuvvetlerin, o imkânların gerçek kaynağına yönlendirebilirse, işte o zaman kendini de aşar, fâniliği de aşar ve varlığın kokan, çürüyen, dağılan bütün değersiz parçalarına, değerler üstü manâ ve mahiyet kazandırarak, onları ebediyete namzet hale getirebilir.


  9. #29
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah gülen ile new york sohbeti

    EĞİTİM EĞİTİM EĞİTİM


    Bu itibarla, insana verilmesi gereken eğitim veya terbiye, onun, hayvanî temayüllerinin tesiri altında kalıp gayesinden, insanlığından ayrılmasını önlemeye ma'tuf bir eğitim olmalıdır. Bu eğitim, onun hareket ve faaliyetlerinin hududunu tayin ederek, başıboş bırakılmamasını ve yozlaşmamasını sağlayacaktır ve yine bu eğitim, insanın beraber dünyaya getirdiği kabiliyetleri de inkişaf ettirip insan ruhunda meknî ve saklı potansiyelin ortaya çıkmasına yardım edecektir. Aslında, insanda hep iyinin ve güzelin nüveleri vardır. Şehvet, öfke ve intikam gibi şeyler bile bir bakıma, dolaylı güzellikler için onun mâhiyetine yerleştirilmiş fidanlıklar mahiyetindedir.. Şurası da unutulmamalıdır ki, müsbet-menfî her şeyde görülen güzellik, bir terbiye mahsûlü olduğu gibi, bizzat insanın insan olması da yine eğitime dayanmaktadır; akıl, irade ve iç müşahedeye bütün fonksiyonlarını eda ettirecek bir eğitime.

    Âdi sebepler planında varlığın tâbi olduğu cebrî kanunlarla, insanın iradî genel davranışları arasındaki uyumu, ancak ve ancak kâinatları bir meşher, bir kitap gibi hazırlayıp insanoğlunun istifadesine sunan Zat bilir. Böyle bir bilgi kaynağından gelen mesajlar çerçevesinde dinî emirlere uyum, tekvinî (ilmî) esasların esrarına vâkıf olmanın ve onlarla hem-âhenk bulunmanın da biricik yoludur. Evet insan, ancak bu sayede, bütün varlığın bağlı bulunduğu kanunlarla çatışmadan ve boşluklar yaşamadan kurtulur ve kendi evinde, kendi sarayında bulunmanın huzurunu duyar. Aksine, bir insanın Yaratıcısından kopması ve O'ndan uzaklaşması, onu üst üste kopma-uzaklaşma, varlık ve hadiselerle çatışma fâsit dairesi (kısır döngü) içine çekecektir ki, neticede böyle birinin iflâh olması mümkün değildir



    -İnsana ait temel problemler önemli ve çözülmesi gereken bir konu. Ancak bir de günümüz problemleri denilen sorunlar var. Bu konuda Ne düşünüyorsunuz?





    Evet, artık günümüzün problemleri derken, bir ülkenin problemlerini değil, ferdin veya insanın problemlerini müzakere etmek mevkiindeyiz. Ve bugün bu problemler, her şeyden önce, insanın tanınmamasından kaynaklanan bir değerler problemidir ve bunun dışındaki diğer bütün meseleler de bu ana problemden kaynaklanmaktadır.

    İnsanoğlu, bilhassa Rönesans'tan bu yana bir çok ilmî ve teknolojik gelişmeye imza atmış, özellikle günümüzde haberleşme ve seyahat vasıtalarının başdöndürücü bir hız kazanmasıyla dünya, tam bir sürat, bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz'in haber verdiği üzere, dünyanın küçülmesi, zamanın alabildiğine büzülmesi manasına "tekârüb-ü zaman ve mekan" çağına girmiştir. Evet, bu asrın bir sürat asrı olduğunda şüphe yoktur. Böyle sürat yörüngeli bir dünyanın, hemen her yanıyla çok değişik şeyler getirdiği veya vadettiği de bir gerçektir. Bir zümre için refah, mutluluk, rahat ve rehâvet.. herkes için tasarı ve aksiyon arasındaki sürenin daralması, mesafelerin büzülmesi, hızla hedefe ulaşılabilmesi veya beklenmedik şekilde bunun engellenmesi.. birdenbire harplerin zuhuru ya da süratle uzlaşmaların gerçekleşmesi.. evet, böyle bir gelişme çerçevesinde kim bilir, belki de ileride hadiselerin ışık hızıyla cereyan ettiği bir dünya ile tanışacağız; tasavvur ve tahayyüllerimizi aşan böyle bir dünyanın vâridâtı ve tehditleri şimdilik kurgu bilimlerin mevzuu olsa da biz, hakka ve adalete teslim olmamış böyle bir hızdan ürpermeliyiz.!



    Küçük azınlığın patenti dünya refahına hizmet ediyor mu?


    Bilimin araştırmalarını, medeniyetin harikalarını, teknolojinin ürünlerini takdir etmemek mümkün değildir. Fakat, bunca gayretin ve zihnî emeğin mahsulü olan bu bilim, teknoloji ve onların getirdiği sürat ve globalleşme, bunlardan daha önemli gayelerin emrine verilebilmiş midir? Her gün daha da sıkıştırılarak bir köy haline getirilen mekân, büzüştürülüp sıfırlaştırılmaya çalışılan zaman, kendilerinin üstünde bir gayeye hizmet etmekte midir; yoksa bunlar, bizatihî birer gaye haline mi gelmiştir; veya, çok büyük çoğunluğun rağmına, bunların "patent" hakkını elinde tutan çok küçük bir azınlığın dünya hayatı adına refahına mı hizmet etmektedir? Kâinâtın en ücra köşelerine ulaşma, bütün eşya ve varlığı hallaç etme, dünyayı köyümüz ve mahallemiz gibi tanıma, en gizli şeylerden dahi haberdar olma, eğer gerçek insanî değerlerimiz, insanî ihtiyaçlarımız ve insanî arzularımızın önünde ise, insanî mahremiyetleri ve değerleri önüne katıp götürüyorsa, bunların olduğu bir dünyada mı, yoksa, bunların bulunmadığı, fakat insanın çok daha mesut, ferdî ve içtimaî hayat ve münasebetlerin insanî değerler üzerine oturduğu önceki dönemlerin dünyasında mı yaşamak daha tercihe şayandır; doğrusu düşünmeye değer...

    Bilim, teknoloji ve sürat, hiçbir zaman insanoğlunun en birinci ihtiyacı olmadı ve değildir de. Fakat, 'idealist'çe düşüncelerle bilim ve tekniğe karşı çıkma da katiyen doğru değildir; böyle bir karşı çıkış, olsa olsa ütopik bir tavır olabilir. Makinaya küfür savurmanın, fabrikaya lânet yağdırmanın insanlığa kazandıracağı bir şey olamaz. Bunlara lânet yağdırılsa da makina hep işleyecek, fabrika da tütüp duracaktır. Bu sebeple denebilir ki, şu-bu değil, önemli olan, bilim ve tekniğin hangi ellerde olduğu, neye ve hangi maksada hizmet ettiği keyfiyetidir. Bilim ve teknik, sorumsuz bir azınlığın elinde dünyayı cehenneme çevirmesine mukabil meleğin elindeki silahtan kimse zarar görmemiştir ve görmez de.

    İnsanlık, ne çekmişse, hakkı kuvvette görenlerden, doyma bilmeyen hırslardan çekmiştir. İnsanı, insanî hedeflere yönlendirdiği, bu hedefleri gerçekleştirmeye gayret ettiği, beraberinde huzur ve mutluluk getirdiği, hasretleri dindirip hicranları sona erdirdiği, vakit fevt-etmeden her arızanın üzerine yürüyüp dünyadaki umûmî âhenge ve devletlerarası muvâzeneye hizmet ettiği, dünyevî-uhrevî problemlerin çözümüne katkıda bulunduğu, ilmî araştırma ve ilmî tesbitleri hızlandırdığı ölçüde bilim de, teknoloji de, bunların getirdiği sürat de mübeccel ve mukaddestir. Bunlardan tecrid edilerek, bizatihî bir değer haline geldiği veya çok küçük bir azınlığın refahına hizmet ettiği zaman ise onun olmaması olmasından daha iyidir.



    Sermaye ve kaba kuvvetin hakimiyeti felakete götürür

    --Yeni dünya düzeni kurulurken teknolojiye sahip olanlar , bilimde önde olanlar "kral" mı olacak? İyiliğe, insana, daha mutlu olmamıza hizmet etsin etmesin, teknik ve bilim yetecek mi?

    Bence, bilim de, teknoloji de işte bu zâviyeden değerlendirilmelidir. Acaba bugün, bilim ve teknoloji neye hizmet etmektedir? Ferdler arasındaki, ferdle toplum, ya da toplumla devlet arasındaki münasebetlere mi; karşılıklı sevgi, saygı ve her türlü iyilikte yardımlaşma, yani; hoşgörü, herkesi kendi konumunda kabûl, doğruluk, vefâ, hakka hürmete mi; yoksa hile, aldatma, suizan, iftira ve başkalarının günahlarını, hatalarını araştırma, mahremiyetlerini ihlâl ve hususi hayatlarına müdahaleye mi?.. herkesin inanç, hayat, şahsî mülkiyet, çoğalma, hem akıl, hem beden sağlığı gibi korunması gereken esaslara içten saygı duyma, iyi niyet, karşılıklı anlayış; devletler ve milletler arasındaki münasebetler de hak, adalet, paylaşma, sömürüden kaçınma, temel insan hak ve hürriyetlerine saygıya mı?.. yoksa sermaye ve kaba kuvvetin hakimiyetine mi?!. Eğer, bilim ve teknoloji birinci şıktaki hususların arkasında ve menfîlikler üzerinde duracaksa o, geleceğin kâbusu demektir. Evet eğer, günümüzde beynelmilel geçerliliği bulunan ve globalleşmenin üzerine oturduğu hakim değerler, zikrettiğimiz birinci şıkta yer alanlar ise, o zaman, şu anda, dünya üzerinde yaşayan insanların yarısının günde 2 dolarla, bir milyarının ise daha alt seviyede bir gelirle idare etmek mecburiyetinde bulunması, dörtte birinin sağlıklı içme suyundan mahrum olması, AIDS gibi en korkunç hastalıkların süratle yayılma gösterip insanlığı tehdit etmesi; insan için en önemli bir ihtiyaç olan sağlığın çok pahalı bir sanayi kolu haline gelmesi, global çevre kirliliği ve ısınma problemi, azımsanmayacak bir nüfusun her türlü demokratik haklardan mahrum yaşaması, dünyanın pek çok yerinde âdeta bir idare ve hayat tarzı manzarası arz eden insan hakları ihlâlleri ve önlenemeyen mahallî ve beynelmilel terör hadiseleri bütün insanlık için birer korkulu rüya olmaya devam edecektir.




  10. #30
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah gülen ile new york sohbeti

    Müslüman terörist olamaz


    -11 Eylül sonrası İslam ve terör arasındaki ilişki bütün dünyada çok tartışıldı. Bu konuda ne diyorsunuz?

    Burada sırası gelmişken terör vakıasına temasta da fayda mülâhaza etmekteyim. Önce hemen şu noktayı belirtmeliyim ki, Allah'ın gönderdiği din, bunun adı ister Yahudilik, ister Hıristiyanlık, isterse İslâm olsun, terörü, bırakın emretmeyi, ona müsaade etmesi bile düşünülemez. Bir defa, Allah nazarında hayat çok önemlidir. Bütün varlık, hayatı netice vermek üzere programlanmıştır. Hayat, bir şeyi her şeye mâlik kılan ilâhî bir sırrın adıdır. Hayatsız bir cisim, dağ da olsa yetimdir ve çevresiyle münasebeti, oturduğu saha ile sınırlıdır. Buna karşılık, hayatdar bir cisim, bir bal arısı bile olsa, bütün yeryüzüne "benim bahçem" diyebilir, bütün çiçeklere dostları nazarıyla bakabilir. Hatta onun, güneşten havaya, ondan da insana kadar daha pek çok varlıkla alışverişi ve münasebeti vardır. Dolayısıyla hayat, Cenab-ı Allah'ın bütün isimlerinin temerküz noktası ve hepsinin bir arada tecelli mihrakıdır. Hayata böylesine önem veren Allah, gönderdiği din ile, onu korumayı, korunması gereken beş aslî değerden biri saymıştır.

    Öyle ki, İslâm, her bir insan ferdini, başka varlıklara göre bir tür olarak gördüğü için, tek bir insanı öldürmeyi bütün insanları öldürme, tek bir insanın hayatını kurtarmayı da bütün insanların hayatını kurtarma olarak kabul etmiştir. Ayrıca, hak konusunda, "hakkın küçüğü büyüğü olmaz" diyerek, ferdin hakkı ile toplumun hakkını eşit görmüş, bunlardan birini diğerine feda etmemiş, o kadar ki, "bir gemide dokuz cani, bir masum bulunsa, o masum orada oldukça, dokuz caniyi cezalandırmak için o geminin batırılamayacağı" hükmünü getirmiştir.


    Terör İslami gayede vasıta olamaz


    İkinci olarak, İslâm, müslüman fertlerin hareket ve faaliyetlerinde hedefin meşru olmasını şart koştuğu gibi, bu hedefe giden yolun da meşru olması gerektiğini hassasiyetle vurgular ve meşru bir hedefe gayr-ı meşru yolla gidenlerin maksatlarının aksiyle tokatlanacaklarını hatırlatır. Bu açıdan diyebiliriz ki, terör, herhangi bir İslâmî gayeyi gerçekleştirmede asla vasıta olmaz. Kaldı ki İslâm, bir insanlık realitesi ve beşer tarihinin en göze çarpan bir vakıası olmasına rağmen, savaşı da hoş görmemiş, onu, evveliyetle müdafaa maksadına bağlamış, sonra da, bizzat Kur'an'da geçen "fitne katilden beterdir" prensibi çerçevesinde, savaşları ve temelde savaşa yol açan kargaşaları, düzensizlikleri, zulmü, bozgunculuğu önlemek için meşru saymış; saymış ve onun için insanlık tarihinde ilk defa çok önemli sınırlamalar ve prensipler getirmiştir.

    "Allah korkusunu sakın kalbinizden çıkarmayın. Unutmayın ki, Allah'ın tevfîki olmadan hiçbir şey yapamazsınız. İslâm'ın huzur ve sevgi dini olduğunu daima hatırlayın.

    Rasûlullah'ın (s.a.s.) cesaret, yiğitlik ve takvası sizin için daima model olmalı. Ekili tarlaları ve meyve bahçelerini çiğnemeyin. Mabetlerde yaşayan rahiplere, keşişlere, kendilerini Allah'a vermişlere saygı gösterin ve onları incitmeyin. Sivilleri öldürmeyin, kadınlara karşı münasebetsiz davranmayın ve mağlûpların duygularını yaralamayın. Yerli halktan hediye kabûl etmeyin. Askerlerinizi, yerlilerin evlerinde barındırmaya kalkmayın. Beş vakit namazınızı sakın ola ki geçirmeyin. Allah'tan korkun ve unutmayın ki, ölüm, herhangi bir zamanda, savaş cephesinden binlerce mil uzakta bir yerde de gelip sizi bulabilir. O halde, daima ölüme karşı hazır olun." gibi emirler, tarihte hemen bütün İslâm devlet başkanlarının cepheye gönderdikleri komutanlara hatırlattıkları prensipler olarak tarihe geçmiş ve aynen tatbik edilmiştir. Mecbur kaldığında, ancak bir devletin, belli prensipler çerçevesinde uygulayabileceği savaşı, fertler veya örgütler başlatamayacağı gibi, kuralsız, insanlığın korunması gereken değerlerine yönelik ve tamamen emniyeti yok edici terör hadisesinin de İslâm'da yeri olmayacağı açıktır. Bu bakımdan, terörist hakîki bir Müslüman olamayacağı gibi, Müslüman da terörist olamaz. Müslüman terörist olamaz; çünkü İslâm, dünyada en ağır cezayı, insan hayatına ve insanların emniyetine kasdetmeye; Âhiret'te en ağır cezayı da Allah'ı inkâr ve O'na şirk koşmakla birlikte, yine insanı öldürmeye vermiş, kasden cana kıyanların Cehennem'de ebedî kalacakları tehdidinde bulunmuştur. Karşılığında böyle bir cezanın konduğu bir fiili, bir insan Müslüman iken ve üzerinde iman-İslâm sıfatları varken katiyen işleyemez. Dolayısıyla, ne teröristin hakîki Müslüman, ne de Müslüman'ın terörist olması mümkün değildir.




Sayfa 3/4 İlkİlk 1234 SonSon

Benzer Konular

  1. Fethullah Gülen Bir Aksiyon İnsanı
    By BaRLa in forum Bediüzzaman Talebeleri
    Cevaplar: 60
    Son Mesaj: 23.06.09, 18:42
  2. fethullah gülen şiirleri
    By SiLa in forum Bediüzzaman, Çalışmaları
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.06.09, 20:31
  3. Fethullah Gülen Turnalara Tutun da Gel
    By SiLa in forum Bediüzzaman'ın Hayatı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.06.09, 19:31
  4. Fethullah Gülen Hocaefendi(1941 - .... )
    By Konyevi Nisa in forum İslam Büyüklerimiz ve Alimlerimiz..
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 04.07.08, 13:52

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •