ÖTELER ÜZERİNDEKİ
KANAVİÇE
Zümrüt gibi yemyeşil tepelerin üstünde,
Neş’elerimizi gıcıklayan ses ve soluk;
Dört bir yanda Cennet çeşmeleri oluk oluk..
Sarıyor her an rûhları ayrı bir mutluluk
Ebedî vuslata açılan kapı önünde...
En sihirli renkleriyle gül, papatya, zambak,
Menekşe, yâsemin ve yapraklarda jâleler;
Mahmur bakışlarıyla sümbüller ve lâleler;
Renk-ışık arası gelip giden pervâneler,
Uçuşup cilveler çakıyorlar yaprak yaprak.
Güzelliklerin akıp gönlümü sarışında,
Pusular kurup bekleyen yanılmaz rehberim:
Duygular. Onlarla sezer onlarla severim;
Onlarla apayrı bir kâinat hissederim
Temâşâ ettiğim âlemin her karışında.
Rûhun sıçrayıp sonsuza açıldığı yerde,
Belirir hayalimde mânâlardan birer iz,
Gâipten gönlüme bir şeyler fısıldar sessiz,
Anlaşılmaz bir dille ki harfsiz, kelimesiz,
Sanki gök kapıları gıcırdar az ilerde...
Bu noktada durup varlığı dinlerken insan,
Gönlünde hep Sonsuz’un nağmelerini duyar;
Ovalar, obalar ve sahillerde her bahar,
Bir zamanlar yitirdiği Cennetleri arar;
Duygularında yan yana ümit ve de hicran...
Mecnun gibi rastgeldiği her şeyi kucaklar;
Otu, ağacı, taşı, toprağı, canlıları..
Ve hülyâlarındaki renkli hâtıraları,
Sonra bir bir aralanan tatlı rüyâları,
Bir ömür boyu teselli der onlarla yaşar.