Nebîler Sultanı (sav)’nın hareket tarzını iyi kavramak şarttır:
Bu vazifeyi tekniğine uygun eda edebilmek için, hak neticeye ulaşmayı yine hak vesilelerle ta’kip etmek, Muhammedî yolun hususiyetidir ve bilhassa bizler için çok önemlidir. Efendimizin, hayatında bir kere olsun tutarsız, isabetsiz bir söz veya davranışı olmamıştır. Onun içindir ki, hayatında hiçbir zaman geriye adım atma lüzumunu duymamıştır.
Müslümanlık bir hak da’vâ ise, ki öyledir, onun cihanın dörtbir yanında şehbâl açması da, bâtıl vesilelerle değil, hak vesilelerle olacaktır. Neticeye götürücü her vesileyi mübah görmek ve batıl vasıtalarla netice aramak kâfirce bir sıfattır. Komünizmin en başta gelen vasıflarından biri, neticeye götüren her vesileyi mübah sayması olmuştur. Ne var ki, bâtıl vesilelerle alınan neticelerin ne kadar zararlı olduğunu zaman gösterecektir... Aslında, muhteşem gibi görünen bu batıl sistem temelinden sarsılmaya başlamıştır bile..
-Yeri gelmişken arz edelim: Ne Asr-ı Saadet’te Efendiler Efendisi döneminde, ne Sahabe, Tâbiîn devrinde ve ne de daha sonrakiler arasında duvarlara yazılar yazma, slogan atma, boykot ve yürüyüş bilinmiyordu.-
Huzursuzluk çıkararak huzur sağlanmaz. Gönüllerin salâh ve huzuru, gönüllere girmekten ve Gönüller Sultanı’nın hareket tarzına tabi olmaktan geçer. Muhabbetten husumete vakit bulamamak, sulh ve asayişin müdafii ve muhafızı olmak ve emniyet kuvvetleriyle Mehmetçiğin yardımcısı olarak kalmak, gönüllere girmeyi dert edinenler için çok önemlidir. Bizim vazifemiz, başkalarının küfür, dalâlet ve günahlarının kritiğini yapmak değil, bilakis kendi nefislerimizin muhasebesini yapıp, vazifemizi hakkıyla eda edebilme kaygısıdır. Zaten, başkalarının dalâletiyle fazla meşgul olmayıp, kendi halimizi ıslaha çalışmamız âyetin emridir. (Mâide, 5/105) Evet, biz kendimizi ıslaha çalıştığımız sürece başkalarının dalâleti bize zarar vermeyecektir. Bu bakımdan, müsbetin ve güzelin nâşiri olmak mecburiyetindeyiz. Siyer ve Magazî kitaplarını okuduğunuzda göreceksiniz ki, Efendimiz, ehl-i iman ile ehl-i küfr arasında kuvvet dengesi olmadığı zamanlarda daima gönüllere girme yollarını aramış ve taden ta
ye intikal etmiştir. Taif’i düşünün.! Bilhassa, her an uğrunda ölüme atılmaya hazır yüzlerce sahabe varken, Rasûlül- lah’ın Hudeybiye’de ismini bizzat kendi eliyle sildiğini düşünün! Ziyaret etmek üzere Kâbe’nin yanıbaşına kadar geldikden sonra, niyet ve düşüncelerine rağmen geriye dönüşlerini düşünün..! İhtidâ edip İslâmiyet’e girenleri geriye çevirmesini düşünün.. ve sonra, Hudeybiye’nin, aradan geçen birkaç yıl içinde hak ve hakikatın neşri adına nasıl bir ‘Feth-i mübin’ olduğunu düşünün! Sonra, onca hain nazarlara rağmen, Efendimiz’in uygulamaya koyduğu hareket stratejisini kavrayamayan ve on binlik İslâm ordusuyla karşılaşınca da, çaresizlik ve şoke olmuşluk içinde ister-istemez iman eden Ebû Süfyan ve arkadaşlarını düşünün..! Düşünün ve o zahirî sessizlik altındaki müthiş aksiyonu hayret ve hayranlıkla seyretmeye çalışın..! Evet, Kur’ân’ın ifâdesiyle, ektiği tohumların bir miktar karlar altında kaldıktan sonra başak verdiğini gören çiftçinin hayret ve hayranlığı gibidir bu. Ve yine bu, Kehf Sûresi’nde kullanılan sırlı kelime ‘telâttuf’un neticesidir.(Kehf, 18/19)