9 sonuçtan 1 ile 9 arası

Konu: İnsanlardan Bir İnsan Olarak Fethullah Gülen

    Share
  1. #1
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart İnsanlardan Bir İnsan Olarak Fethullah Gülen

    “İNSANLARDAN BİR İNSAN” OLARAK

    FETHULLAH GÜLEN



    Elinizdeki çalışmanın arz yazısında da ifade edildiği gibi, şahıslar hakkında yazmak, oldukça zor bir teşebbüs ve uğraşıdır. Özellikle bu şahıs, pek çok yönleri ve derinlikleri bulunan, kamuoyunun yakından tanıdığı ve pek çok insanın sevip, saygı duyduğu bir şahıs ise, bu iş daha da zorlaşır ve nazik bir hâl alır.

    Çalışmamızın ilk 4 bölümünde Fethullah Gülen’i, daha çok dışa yansıyan yanlarıyla, özellikle yazdıklarına ve başkalarının değerlendirmelerine daya*narak, düşünceleri, aksiyonu ve İslâmî anlayışıyla tanıtmaya çalıştık. Şimdi, yine bir gözlemci olarak kalmaya devam ederek, onu şahsiyet ve karakteri, insanlar içinde bir insan olmasıyla tanımaya teşebbüs edeceğiz.

    GÜLEN’İN KARAKTERİNDE ÖNE ÇIKAN ÜÇ UNSUR

    Birinci bölümde de arz edildiği gibi Fethullah Gülen, Erzurum ili, Hasankale (Pasinler) ilçesinin 50-60 hanelik Korucuk köyünde dünyaya geldi. Hem anne hem baba yönünden oldukça dindar, zeki, hisleri itibariyle son derece gelişmiş bir evde neşet eden Gülen’in şuuraltı, bilhassa babaannesi Munise hanımın, daha sonra babası, annesi ve büyükbabasının, aile dışında Alvarlı Muhammed Lütfi efendinin derin tesirleri altında oluştu. Bu şuuraltını besleyen ve bilâhare Gülen’in şahsiyetinin en belirgin vasıfları olarak gelişecek üç unsur bilhassa öne çıktı. Bunlardan birincisi, bütün ailede görülen çok derin ve kalbî dinî bağlılık ve yaşayış; ikincisi, Peygamber ve Sahâbe sevgisi başta olmak üzere, aile içinde ve bütün varlığa karşı duyulan derin bir sevgi ve alâka; üçüncüsü ise, gerek ailenin fakirliğinden, gerekse özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve daha sonra çektiği çileler ve maruz kaldığı mağduriyetlerden ve Gülen’in çocukluğunda bir saat arayla büyük baba ile büyük annenin, ayrıca birkaç kardeşin ve Muhammed Lutfi efendinin vefatlarından kaynaklanan, daha sonra ise, İslâm’ın garipliği, Müslümanların ve Türk insanının son asırlarda üst üste uğradığı felâketler ve daha başka acılarla beslenen çile, ızdırap ve gözyaşıdır.

    Fethullah Gülen’in şahsiyetindeki sözünü ettiğimiz üç unsura geçmeden önce, onda bu üç unsurun oluşmasında aile ve ilk yakın çevresinin tesirine çok kısa olarak da olsa bakmakta fayda var:

    Gülen’in ailesi içindeki bağlar çok kuvvetlidir. Eşi hakkında, “ya Rabbi, beni onsuz yaşatma” diye dua eden babaannesi Munise hanımla büyükbabası Şamil ağa, aynı gece bir saat arayla vefat eder. Gülen, ilk görev yeri olan Edirne’ye gidince, ikinci küçük kardeşi Mesih Gülen, ağabeyi 4 yıl sonra askerlik görevi esnasında aldığı hava değişimi münasebetiyle Erzurum’a dönünceye kadar âdeta kimseyle konuşmama ‘orucu’na girer. Bizzat Gülen, büyükbabası ve büyükannesinin vefatı üzerine, uzun bir süre gece-gündüz, “ya Rabbi, ne olur, benim de canımı al da, dedeme ve nineme kavuşayım” diye dua dua yalvarır. Çok küçük yaşta vefat eden bir kardeşinin kabri başında senelerce gözyaşı döker.

    Fethullah Gülen, eski Müslüman-Türk aile ve cemiyetine hakim olan bu sevgi hâlesini şu sözlerle resmetmektedir: “Biz, gözlerimizde sevginin zaferleri, kulaklarımızda onun davulunun, kösünün sesi bir atmosferde yetiştik. Gönüllerimiz hep onun bayrağının dalgalanma heyecanıyla attı. Sevgiyle o kadar içli-dışlı olduk ki, neticede hayatımızı bütün bütün ona bağlayıp ruhumuzu da ona adadık. Artık biz yaşarsak sevgiyle yaşar, ölürsek sevgiyle ölürüz.” (Sızıntı, Eylül 1999)

    Vatikan İstanbul Temsilcisi Monsenyör Georges Marovitch, Gülen’in ruhundaki sevgiyi keşfetmiş bir insan olarak, bir bayramlaşma merasiminde şöyle diyordu: “Gülen, inançlar ve kültürler arası diyaloga hizmet eden, barış ve sevgi insanıdır. O, bütün dinlere açık bir şahsiyettir... Sevgi ve hoşgörü esaslarına dayalı gerçek İslâmiyet’i onun sayesinde tanıdık... Etrafıma bakıyorum, toplumun her kesiminden insanları burada görüyorum ve soruyorum: Nedir bizleri buraya çeken? Hıristiyan, Müslüman, Yahudi kardeşlerimizi burada toplayan nedir? Nasıl ki Mevlâna, Konya’ya yüz milyonları çekti. Bir zat var burada, sevgiyle konuşuyor ve hepimizi kendisine çekiyor. Bu muhterem zat, bizlere sevgiden bahsediyor. Bu sevgidir bizi buraya getiren. Onun için bu zata dua ediyorum, hepimizin duasına ihtiyacı var. Dünyamıza büyük bir örnektir bu zat. Bazıları diyor ki, ne var bu zatın arkasında? Onun tek silahı var, o da Allah sevgisidir.” (Ergün, 270)

    Gülen, kendisine karşı medya vasıtasıyla girişilen kasetli linç operas*yonundan sonra Türkiye’de diyalog köprülerinin yıkılıp, toplumun ve devletin tam bir kaosa itilmesi karşısında duyduğu iç ızdırap ve infiali, yine sevgi çağrısıyla bastırıyor ve yine kendisi olarak konuşuyordu:

    Öyleyse gelin, bütün varlık ve eşya, varlık ve eşyanın arkasındaki ruhanîler ve melekler gibi biz de, el ele, gönül gönüle birbirimizi candan kucaklayalım ve iradelerimizin hakkını eda etme azmiyle, içimizdeki kin, nefret, ihtiras, düşmanlık, şehvet… gibi hayvanî hisleri söküp atarak, ruhanîlerin o tertemiz havasına dem tutmaya çalışalım; kalbî ve ruhî hayat ufkuna otağlar kurarak Hak yakınlığına açık duralım ve içlerimize akan arz u semanın güzelliklerinden, lâhut âleminin o el değmemiş güllerinden, çiçeklerinden hazırladığımız buketlerle sevgiye ve güzelliğe aç gönüllere bayram şölenleri yaşatalım..

    Gel, gel aramıza katıl; biz Hakk’a gönül vermiş aşk insanlarıyız. Gel, gel bize katıl da sevgi kapısından içeriye giriver, giriver ve evimizde bizimle beraber otur... Gel, birbirimizle içten konuşalım; (gönüllerimizle sarmaş dolaş olalım da), kulaklardan, gözlerden gizli konuşalım. Güller gibi dudaksız ve sessiz gülüşelim; tıpkı düşünce gibi, dudaksız-dilsiz görüşelim… Madem ki hepimiz biriz, birbirimize dilsiz-dudaksız seslenelim. Madem ki ellerimiz kenetli, gel bu halden bahisler açalım; el-ayak, gönül hareketlerini daha iyi anlar, öyle ise gel dilimizi tutalım, titreyen gönüllerimizle konuşalım. (Sızıntı, Eylül 1999)


  2. #2
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: İnsanlardan bir insan olarak Fethullah Gülen

    Allah’a kullukta ölçü: Kendini varlıklar içinde en hakir görme

    Fethullah Gülen için Allah’a kulluk, her şeyin önünde gelir. Bu kulluğun son ve son olduğu için de en mükemmel nizamnamesi İslâm’dır; dolayısıyla o, şüphesiz İslâm’ın üzerine titrer. Çok küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i okumayı öğrenip, onu ilk defa hatmetmesine, yani baştan sona okumuş olmasına ve o günden bu yana belki tek bir namazı kazaya kalmamış bulunmasına, geceleri de hiçbir zaman teheccüd namazından mahrum olmamasına rağmen o, Allah’a gerektiği gibi kulluk vazifesini asla yapamadığına inanır. Kişide Allah marifetinin artmasına paralel, kendini insanların en küçüğü, en günahkârı olarak görme duygusu da artar. Bu bakımdan, kendisini bütün insanların en hakiri, varlık içinde en günahkârı olarak gören Fethullah Gülen, Allah’a münacatlarını zaman zaman şiirle de dile getirir:

    Yâreli dilim zahmine rahmeyle İlâhî!

    Aç kapını lûtfet bu günahkâre İlâhî!

    Yüzüm süreyim eşiğine kovma ne olur;

    Yeter artık dolaştığım âvâre İlâhî!

    Yıllarca bâb-ı kereminde inleyip durdum;

    Ah u efgânım hicrâna emâre İlâhî!

    Gerçi isyanla âlûde yaşadım her zaman;

    Yine de keremler kıl bu nâçâre İlâhî!

    Yakma nâr-ı ağyâre, yanayım ocağında;

    Püryân-ı aşk olup, erem şikâre İlâhî!

    Dağlar kadar isyanımla nihayet kapına,

    Döndüm tasmalı boynumla, bîçâre İlâhî!

    Kıtmîre lûtfet dursun artık efgân u zârı;

    Varam her cilvesi bin-şevk Settâr’e İlâhî!.. (Kırık Mızrap 1-2, 98–9)


  3. #3
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: İnsanlardan bir insan olarak Fethullah Gülen

    Peygamber ve Sahâbe sevgisi

    Fethullah Gülen’de bu Allah marifet ve aşkı, O’nun karşısında kendini bütün yaratıkların en günahkârı olarak görmenin yanısıra, Peygamber ve sonra Sahâbe sevgisi, onun şahsiyet ve karakterinin en önemli özelliğidir. Tam bir Peygamber ve Sahâbe âşıkı olan Fethullah Gülen’in, Allah Rasûlü’ne olan aşk, hasret ve yalvarışlarını da şiire döktüğü olur:

    Sen’i seven her ruh uludur ya Rasûlellah!

    Gönlü-gözü onun doludur ya Rasûlellah!

    Cemâlin pertevinden zerre şevk alan billâh,

    Kapının ayrılmaz kuludur ya Rasûlellâh!

    Beklemez bir başka iltifat Sana erenler,

    Semtin iltifat buğuludur ya Rasûlellâh!

    Gönül gözleriyle bir kere seni görenler:

    Onlar, ruhların bir koludur ya Rasûlellâh!

    Uçuşur ikliminde altın kanatlı kuşlar;

    İklimin, kuşların yoludur ya Rasûlellâh!

    Cennet yamaçları gibidir orda ufuklar;

    Cemâlin bu ufkun tülüdür ya Rasûlellâh!

    Sana ermek imanlı gönüllerin rüyası;

    Seni bilmeyenler ölüdür ya Rasûlellâh!

    Vuslatın, bu garip kıtmîrin her dem hülyası,

    Bu, benim gönlümün gülüdür ya Rasûlellâh! (a.g.e., 90-91)


  4. #4
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: İnsanlardan bir insan olarak Fethullah Gülen

    Geçmişin hicranı, hâlin ızdırabı ve geleceğin ümitleri

    Fethullah Gülen, şüphesiz eleştirilere kapalı bir insan değildir. Fakat şu da bir gerçektir ki, Gülen, niyeti ile sorgulanamaz. Sohbetinde oturmuş, az da olsa yanında kalmış olmasa da, 22 yıldır yazdığı yazılara şöyle bir bakan, aradaki bazı fasılalara rağmen 15 yaşından 50 küsur yaşına kadar verdiği vaazların bir veya ikisini dinlemiş olan biri bile, ondaki dinî hassasiyeti hemen takdir edecektir. Gülen, hayatını, Allah’a kulluk çizgisinde Allah’ın İsmi’nin yüceltilmesine, dolayısıyla, mümkün olsa ve İlâhî Hikmet ve Meşiet izin verse, herkesin hidayetle şereflenmesine, yani bir manâda kendini insanlara hizmete adamış bir insandır. Onun bu konudaki niyeti ve samimiyetinin üzerine tek bir zerre şüphe toprağı saçılamaz.

    Kur’ân-ı Kerim, birkaç yerde Peygamber Efendimiz’i, “insanlar, getirdiğin bu mesaja inansınlar diye, onların peşlerinden koşturup duruyorsun; bu mesaja neden inanmazlar, nasıl inanmazlar diye peşlerinde kendini helâk edeceksin!” (Kehf/18: 6) şeklinde şefkatle uyarır. Çünkü, insanları İslâm’a ulaştırmak onun elinde değildi; onun vazifesi tebliğ etmek, yani Allah’ın mesajını insanlara tam olarak duyurmak, vicdanlarında “evet” deyip, akılları ve kalpleriyle de tasdik edinceye veya nefisleriyle reddedinceye kadar nasıl anlatmak gerekiyorsa o şekilde anlatmaktı. İşte Fethullah Gülen’i, aynı ızdırap ve sancıyı, aynı çile ve sızıyı, hiç şüphesiz bir peygamber seviyesinde olmasa da, kendi çapında duyan bir insan olarak, bu noktada tanımaya çalışmak gerekir. O, karşısındaki bir insana, “Sizin hidayetiniz ve bu hidayet (Hakk’ın doğru yolu) üzerinde sebatınız için günde 100 kere ölüp tekrar dirilip, dirilip tekrar ölmeye razıyım” diyecek derecede, insanların Allah’a giden yolu bulup, bu yolda sebat ederek Âhiret’e göçmesi ve ebedî hayatlarını kurtarmasına kendini adamış bir insandır. Bu, Allah marifet ve aşkının onun gönlünde köpürttüğü duygular kadar, insanlar için, ya sonsuz bir mutluluk, ya da dayanılmaz azap çukurlarında geçecek ebedî hayatın önemi ve Allah’tan dolayı, O’nun yarattıklarına duyduğu sevgi sebebiyledir.

    Her insan, yaratılışı gereği, önce çevresine, sonra da derece derece daha geniş çevreye, derken ülkesine ve milletine karşı öncelikli bir alâka duyar. Bu noktada denebilir ki, Gülen’in en yakın çevresi Türkiye ve Türk insanı, ikinci çevresi Türk dünyası, İslâm dünyası ve bütün insanlıktır. Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrahim (a.s.) hakkında, “İbrahim, tek başına bir ümmetti” (Nahl/16: 120) buyurur. Yani Hz. İbrahim, hiçbir zaman kendini düşünen değil, bütünüyle milletini düşünen, peygamber olarak gönderildiği toplumu düşünen, bütün varlığını onlara, daha sonra da insanlığın geleceğine adamış bir insandı. Bundandır ki, kendisinden sonra gelen hemen bütün peygamberler onun neslinden geldi. Bu âyeti izah sadedinde bir mütefekkir, “Kimin himmeti (bütün düşüncesi ve gayreti) milleti ise, o, tek başına bir millettir” der. Allah marifetini kazanmış ve İslâm’a gerçekten gönül vermiş zatlar, Gülen’in yazılarının pek çoğunda görülebileceği gibi, kendilerini değil, Allah sebebiyle O’nun yarattıklarını düşünürler. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) hakkında, “Seni başka bir şey için değil, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiyâ/21: 107) âyetinde de ifade buyurulduğu üzere, kendilerini, Allah’ın rahmeti, Allah’a iman, Allah marifet ve aşkından dolayı O’nun yarattıklarına adamış olan bu zatlar, Allah’ın rahmetinin tecelli merkezi, O’nun rahmetinin diğer varlıklara aksetmesinde birer ayna gibidirler. Onlar, başka bir şey için yaşamaz; kalpleri ancak Allah ve dolayısıyla O’nun yarattığı varlıkların O’na ulaşması, O’na imanla ebedî hayatlarını kurtarmaları hedefi istikametinde atar; düşünceleri bu hedef üzerinde yoğunlaşır. İşte Fethullah Gülen, şüphesiz o kendisine hiçbir makam ve misyon biçmese ve kendisini bütün varlıklardan daha aşağı da görse – ki, Ezurumlu İbrahim Hakkı hazretleri, “kendisini bütün varlıkların dûnunda (aşağısında) görmeyene irşad vazifesi verilmez” der; çünkü onlar, omuzlarını diğer insanların ayaklarının altına koyacaklardır – bütün hayatını, varlığını bu hedefe adamış biri olarak, tabiatıyla önce Türk insanının, sonra da bütün insanlığın aynı hedefe yönelmesini arzular. O, Allah’a teslim olmuş bir Müslüman olarak, Türk Milleti’nin ve dünyasının, sonra bütün insanlığın dünyadaki gerçek kurtuluşunda da Allah’a imanı, O’nu marifet ve aşkını kazanmayı ve hayatın da, karakterin de bu temel üzerinde örgülenmesini en önemli unsur olarak görür. Onun kendisiyle yaptığı bir muhasebede, bu hususu bütün derinliğiyle görmek mümkündür:

    Ey nefis!

    Herkesin derdini vicdanında öyle derince duyup yaşamalısın ki, artık bu konuda kimsenin senden hiçbir beklentisi kalmasın; onların acılarını öylesine içten hissedip ağlamalısın ki, ağlamaya durmuş bütün gözlerin yaşları kurusun; onlar için öyle yanıp yakınmalısın ki, ızdıraptan ciğeri kebap olmuş böyle biri karşısında, bütün muzdaripler acılarını unutsun.

    Ey nefis!

    Mumlar gibi yan, eri, başkalarını aydınlat, ama kat’iyen bu büyük fedakârlığı kendi çıkarlarına bağlama! Dolaplar gibi dön ve inle, bütün yanan yüreklerin ateşini söndür, ama kendini hiç düşünme! Bir buhurdanlık gibi için için hep kavrul, çevrene güzel kokular neşret, ama halinden asla şikâyet etme! (Sızıntı, Ocak 2000)

    Fethullah Gülen’in maddî-manevî bütün varlığında bu gayenin çilesi, ızdırabı apaçık görülebilir. Bu çile ve ızdırap, onun yazılarında ve sohbetlerinde hemen ilk göze çarpan husustur. Ayrıca, şanlı, fakat tali’siz bir devlet ve muhteşem bir medeniyetin çöküşünün hicranı, Türkiye’nin ve Türk insanının halâ kendine gelememiş olmasının derdi ve her şeye rağmen gelecek adına beklenen ümitler, bu çile ve ızdırabın ayrılmaz boyutlarıdır. Denebilir ki, Gülen’in hayatının her karesini, Allah’a iman, Allah marifet ve aşkı tezgâhında geçmişin hicranı, hâlin ızdırabı ve geleceğin ümitleri dokur. Bunu, düz yazıları kadar, pek çok şiirlerinde de görmek mümkündür:

    Yine hicran dolu günleri andım,

    Yıllar gözyaşına karışıp gitmiş.

    Ürperdim ve yerimde kalakaldım,

    Dostlar düşmanlarla barışıp gitmiş.

    Yüzerken millet derin uykularda,

    Kaybolup gitti değerler ardarda...

    Kan-ter var mazinin şakaklarında,

    Demir bukağılar ayaklarında,

    Acı bir tebessüm dudaklarında,

    Ne kızıl bir ruhla çarpışıp gitmiş...

    Hâlâ ufukta yer yer karanlıklar;

    Gecenin arkasında gündüzler var...

    … (a.g.e., 171–72)

    Fethullah Gülen, bir hicran, hasret, ızdırap ve ümit insanı olarak, son derece ince bir gönüle sahip olmakla, gözyaşı onda çok defa bir boşalma ameliyesidir. Bizzat kendisi gözyaşını saf şiire benzettiği için, çok rahatlıkla diyebiliriz ki, onun şiirleri de, hicran, hasret, ızdırap ve ümit damlalarından oluşan gözyaşlarıdır:

    Bir akşam üstüydü geçmişteki bahçelerde,

    Veda ediyordu hasretle güller hayata..

    Küskündü çemenler ve çemenzar kâinata;

    Kapanıyordu her yandan akşam perde perde..

    Ve serin bir poyraz esiyordu bahçelerde...



    Acı acı uğulduyordu her yanda rüzgâr,

    Hazanla buruktu papatyalar, karanfiller..

    İrem bağlarına denk o sihirli bahçeler;

    Kalmamıştı bahçelerde tılsımlı lâleler,

    Hep kabus gibi esiyordu esince rüzgâr...



    Geceler başıboş ve derinleşen saatler,

    Çılgıncaydı o esnada karanlığın hızı,

    Bitevî yarasaların keyfi gül kırmızı..

    Ve derin hicranlarla kıvranıyordum yer yer,

    Aczimize göklerin açıldığı saatler.

    Derken sabâ esmeye başladı bir aralık,

    Diriliş kokusu geliyordu ötelerden:

    Bir zaman güneşlerin kol gezdiği yerlerden;

    Yırtılıyordu artık perde perde karanlık..

    Ve gök kapılarında mübarek bir aralık.. (a.g.e., 144–46)

    Fethullah Gülen, dert, ızdırap ve gözyaşını, ilk insandan bu yana bütün problemlerin çözümünde ve bütün peygamberlerin kullandığı en büyük anahtar olarak görür ve öyle takdim eder:

    Dertli Nebi, tufan Peygamberi, gözyaşları ile âlemi sele vermedi mi? Yaratılış esrarına ilk dokunan Mevlâ’nın Halil’i, “Hasbî, Hasbî” diyerek gözyaşlarıyla ateşi berd ü selâm (serin ve emniyetli) etmedi mi?

    O incelerden ince, Hak esrarının merkezleştiği, Faraklit müjdecisi Ruhullah’ın hali hep ağlamak değil miydi?

    Ve son durakta, en doğru yolun başında, büyük muammanın keşşafı, yaratılışın özü aziz Ruh, kördüğümü çözer gibi bu esrarı gözyaşlarıyla çözmedi mi? Ta ana kucağında bin niyaz ile “Ümmetî, Ümmetî...” dediği andan, ba’sü badelmevt’e ve ötesine kadar hep aynı şey için inlemedi mi? (Sızıntı, Eylül 1979)

    Fethullah Gülen’i az yakından olmasa bile, sadece yazılarından tanıyan biri bile, onun doğduğu veya kendini bildiği andan itibaren bir şeb-i yelda, kabuslar ve bazen de “tatlı rüyalar”la dolu bitmez bir kış gecesi yaşadığına hemen hükmedecektir. Gerçi o, şiirinde uzun kış gecelerini tasvir etse de, onun hayatının romanı, sergüzeşti ‘kış geceleri’dir:

    Kış gecelerinde oturmuş düşünüyorum,

    Art arda inanç ve ümit, sarsıntı ve kaos.

    Kış gecelerinde terliyor ve üşüyorum,

    Hülyalarda sallantı ve rüyalarda kabus...

    Bülbüllerde sessizlik, çiçeklerde bekleyiş;

    Sevinç-hüzün iç içe, gönlümün itiyadı...

    Ekseriya tekdüze, ara-sıra tekleyiş;

    Bahar nâraları yanında hazan feryadı.

    Bazen musikî gibi tatlı esiyor rüzgâr,

    Fıkırdıyor her şey: kuş, böcek, ağaç ve yaprak;

    Bazen serin bir poyrazla sarsılıyor bahar,

    Yeisle geriniyor dere, tepe, taş, toprak...

    Soluyor gül çehrelerinde güzellik renk renk,

    Azmin şakaklarında eski günlerin teri;

    Gurbet tütüyor her yanda, sarsılıyor âhenk,

    Bir ürperten belirsizlik kaplıyor her yeri!

    … (Kırık Mızrap 1-2, 167–68)


  5. #5
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: İnsanlardan bir insan olarak Fethullah Gülen

    DİĞER KARAKTER ÖZELLİKLERİ VE GÜNLÜK HAYATIYLA GÜLEN

    Zıt özelliklerden örülü denge karakteri


    Varlıklar arasında insanın apayrı bir yeri vardır. Farklı farklı ve iç içe âlemlerden, dünyalardan oluşan kâinatta, kâinata varlık kazandıran Allah’ın İsimleri, her bir âlemde ayrı tecelli eder. Bu dünyada bile, aynı İsimler sosyal alanda bir ayrı, ilimler sahasında bir ayrı, Din sahasında bir ayrı tecelli halindedir. Buna, aynı gerçeğin, farklı alıcılara göre farklı renk, ton ve şekillerde görünmesi olarak da bakılabilir. Kısaca insan dahil, kâinatta ne varsa, her şey, her hadise, Allah’ın İsimleri’nin tecellisinin neticesidir. Meselâ, bir çiçekte O’nun Şekillendiren (Musavvir), Renk Veren (Mülevvin), Güzel (Cemîl), En Güzel Şekilde Yaratan (Ahsenü’l-Hâlikîn) gibi isimleri, her bir çiçeğin kapasitesine ve özelliklerine göre tecelli halinde olduğu gibi, fırtınalı bir deniz Mutlak Celâl Sahibi, Mutlak Kudret Sahibi (Celîl, Kadîr), canlıların beslenmesi Rızıklandıran (Razzâk), anneler başta olmak üzere, varlıklardaki şefkat ve merhamet Mutlak Merhamet Sahibi (Rahîm) isimlerini gösterir. İnsanda ise, denebilir ki, Allah’ın bütün isimleri tecelli eder. O, Allah’ın görmesiyle veya gördürmesiyle görür, işitmesi veya işittirmesiyle işitir; O’nun Kudretiyle kudret, İlmi’yle ilim, İradesi’yle de irade sahibidir. Nasıl Cenab-ı Allah’ın, birbirine zıt eserleri olan, fakat hepsi âhenktar şekilde bir bütünlük oluşturan İsimleri ve onların tecellileri varsa, aynı şekilde, insandaki farklı ve birbirine zıt, fakat birbirini bütünleyen sıfat, kabiliyet ve tezahürlerin kaynağı da yine bu İsimlerdir. Cenab-ı Allah’ta sonsuz merhamet ve şefkatle sonsuzca cezalandırıcı olma ilk anda bağdaştırılamayabilir. Fakat, her bir ismin kendine has tecelli yeri ve sahası, yani, merhamet ve şefkat gibi, cezalandırmanın da tecelli alanı söz konusudur; Bu isimler, insana da aynı şekilde yansıdığından, insanda birbirine zıt duyguların oluşmasına sebep olurlar. Öfke ile merhamet, şefkat ile cezalandırma hissi insanda aynı anda bulunur. İnsana düşen, bütün bu zıt duyguları yerinde ve gereken dozajda kullanmak ve ortaya zıtlardan bir âhenk dantelası çıkarmaktır.

    Aynı şekilde, insanın görme, işitme, tatma, hissetme ve koklama gibi zahirî duyularının her biri, nasıl kendine has fonksiyonu var ve dolayısıyla kendine has ‘gıda’larla tatmin istiyorsa, aynı şekilde onun iç duyu ve fakültelerinin her birinin de yine kendine özgü fonksiyonu vardır ve dolayısıyla kendine özgü doyum ister. Hepsini birden ‘zihin’ kavramında toplayabileceğimiz aklın, düşüncenin, hafıza, muhakeme ve öğrenmenin insan için ifade ettikleri kendilerine has manâ ve ifa ettikleri kendilerine has fonksiyon, dolayısıyla, yine kendilerine has cevelan zemini ve beslenme ortamı söz konusudur. Bunun gibi, insan, duyguları ve kalp, ruh gibi daha iç fakülteleri de, yine kendilerine özgü fonksiyonu gördükleri ve buna göre beslendikleri ölçüde iç âhengini sağlayabilir ve bu şekilde iç huzuru yakalayabilir. Evet, akıl-kalp veya zihin-ruh arasındaki gerekli irtibat kurulduğu ve iç âhenk sağlandığı, ayrıca kuvvet, gadap ve şehvet gibi dışa dönük yönleri doğru istikamette kullanıldığı zaman, insan, hareketlerine ‘hikmet’ çerçevesinde yön verir ve dengeli bir hayat yaşar. Kısaca, insan kendi içinde ‘adalet’i, dengeyi, orta yolu bulduğu zamandır ki, başkalarıyla münasebetlerinde de âdil ve dengeli olur. Aksi halde, akıl ruh hesabına veya ruh akıl hesabına, akıl-ruh kuvvet, şehvet veya beden hesabına devreden çıkacak olursa, ortaya ‘yarım’ veya ‘çeyrek’ insanlar çıkar ve aynı durum tabiatıyla topluma da yansır. Bu bakımdan, komple bir insanın yetiştirilmesi, bir başka ifade ile, insanın komple bir eğitimden geçmesi, neticede insan ve toplumda denge, adalet ve huzurun sağlanması, insanın bütün duyu, duygu ve fakülteleriyle ele alınmasında yatmaktadır.

    Fethullah Gülen gibi, insanlara tesir edebilen şahıslarda, İlâhî İsimlerin tecellilerini alma ve yansıtma kapasitesi, normal insanların üstündedir. Bu, zihnî ve ruhî meleke veya fakültelerde böyle olduğu gibi, duygularda, öfke, arzu, şehvet gibi fakültelerde de böyledir. Meselâ Fethullah Gülen, yaratılıştan enerjik, çok hareketli, izzet sahibi, cesur ve gözüpek, nizam ve intizam taraftarı, fevkalâde hassas, ayrıca çok ciddî bir tarih şuuruna sahip ve hamasî hislerle dopdolu birisidir. Bunun yanısıra o, ailevî karakteri içinde yakınlarına oldukça bağlı, son derece hassas, her varlığa karşı sevgi dolu ve “sonbaharda bir yaprağın dalından kopup düştüğünü görsem, kolum kopmuş kadar acı duyarım” diyecek, bir çukura kaçmış karıncayı çıkarmak için yarım saat uğraşacak, namaz esnasında İlâhî huzurla tam konsantre olduğu esnada bile bir çocuğun ağlamasını işitse, içine bayılma gelecek derecede şefkatli ve merhametlidir de. Bu şefkat, merhamet, yakınlarına bağlılığı ve sevgiyle dopdolu oluşuyla, doğumuyla birlikte tadıp tanıdığı mahrumiyetler, zarif ve hassas babasının maruz kaldığı dost cefaları ve göçler, nihayet çocuk ruhunu en derininden yaralayan bir kardeşinin, ayrıca dedesinin ve babaannesinin aynı anda vefatları birleşince, çocukluğundan itibaren bütün benliğinde, daha sonra İslâm’ın aldığı yaralar ve insanlığın dertleriyle büyüdükçe büyüyen çok derin ızdıraplar mayalamıştır. Bu tür farklı tesirler dengelenmediği takdirde, çok kez insanlarda şahsiyet kırılmalarına yol açsa da, Allah Fethullah Gülen’i, karakterindeki bütün bu yanları ve yetişmesindeki tesirleri bir denge halinde bütünleştirmeye muvaffak kılmıştır.

    Kader, Fethullah Gülen’i, aynı anda dînî ilimlerin, yine aynı anda ruh terbiyesinin, ayrıca ‘pozitif’ ilimler denilen fenlerin, bunların yanısıra edebiyat, tarih ve felsefenin içine çekti. Baba ocağında başlayan tahsili, Erzurum’da devam etti. Yine evinde başlayıp, Muhammed Lütfi Efendi’nin dizi dibinde devam eden manevî eğitimi, dinî tahsili gibi, ömrü boyunca hiç kesilmedi. Tahsil çağlarında tanıdığı Risale-i Nurlar da buna belli bir katkıda bulundu. Neticede, Yaratıcı’nın hamuruna koyduğu istidatları, çağa uygun bir denge içinde gelişmeğe durdu. İlk okulda başlayan ‘modern’ eğitimini, bilhassa fen, felsefe, edebiyat ve tarih gibi alanlarda kendisi devam ettirdi; bir yandan Fiziğinden Kimyasına, Biyolojisinden Astronomisine kadar, modern bilimlerin ana prensiplerine derin bir vukufiyet kazanırken, bir yandan da Camus, Sartre, Marcuse gibi varoluşçu filozoflar ve daha başka Doğu ve Batı felsefesinin ana kaynaklarıyla tanıştı. Bütün bunlar, ortaya coşkun bir aşk ve derin bir marifetle birlikte, engin bir ilim, ihatalı bir mantık ve muhakeme ve aynı zamanda bir hikmet, heyecan, fakat her şeyi dengeleyebilen bir basiret ve firaset; sonra duruluk, yumuşaklık ve cömertlik, teslimiyet, ızdırap ve inleme, iffet ve takva, şefkat, merhamet ve hoşgörü ve bütün bunlara karşılık, sınırsız bir hamâset, ümit, ideal ve ölçülü bir disiplinle birlikte, derin bir sabır timsalini, kamuoyunun Fethullah Hoca olarak tanıyacağı ve bilhassa yakından tanıyanları tarafından Hocaefendi olarak anılacak bir eğitim ve hareket insanını çıkardı.


  6. #6
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: İnsanlardan bir insan olarak Fethullah Gülen

    Tevazu, kendini hiç görme ve “insanlardan bir insan olma”

    Fethullah Gülen’in, en önemli bir diğer özelliği tevazuudur. Hem yapısının, hem de aldığı terbiyenin bir neticesi olarak düşünebileceğimiz bu tevazu, onun şahsiyetinin en bariz vasıflarındandır. Liderlik, önde olmak gibi dünyevî sevdalardan fersah fersah uzak bu “derviş profili”, Fethullah Gülen’de kendini unutma veya, çok kullandığı tabirle, “sıfırlama” şeklinde ortaya çıkar.

    Fethullah Gülen, “bu dünyayı yıkıp, yerine cennet gibi bir dünya getirip kursanız, çekilip bir ağacın dibinde oturacak ve ‘bunları yapan ben değilim’ düşüncesi içinde, insanlık adına yapıp ettiklerinizi bir kenara koyarak, ‘bütün bunlar, Allah’ın yardımı ve güzel insanların himmeti ile olan şeyler’ diye düşüneceksiniz” ikazında bulunur. “Kendimi hiç bir zaman itibarın hiç bir şekline lâyık görmedim. Samimi olarak insanlığa hizmet etmekten başka bir düşüncem de olmadı” diyen Fethullah Gülen, elini öpmek isteyenlere izin vermez; kendisine gösterilen saygı ve itibardan olabildiğince rahatsız olur. İnsanların, karşısında tabiî olmalarını arzu eder; sunilikten, olduğundan başka görünme tavırlarından, kalpte olmayanı dille söylemekten nefret eder. Yüksek, kibar ve ölçülü tavır ve davranışlardan her zaman hoşlansa da, bunlar, bir insanın artık tabiatı haline gelmişse hoşlanır. Buna karşılık, kaba fakat samimi söz ve tavırlardan da incinmez. Kendisine bir başarı veya hizmet isnadından, bir toplulukta öne çıkarılmaktan büyük rahatsızlık duyar ve kendinden önceki büyük insanların vefalı bir tâbisi olarak kalmayı her zaman tercih eder. “İnsanlardan bir insan” olmak, öyle kalmak, onu en çok memnun edecek hususlardandır. Bu bakımdan, zaman zaman, “estetik ameliyatla yüzün ve şeklin değiştirilmesine dinimiz müsaade etse, tanınmamak için bunu yaparım” der.

    “Nefis cümleden ednâ, vazife cümleden a’lâ” ve “herkes yahşî men yaman; herkes buğday men saman” anlayış ve tavrını tabiatı haline getirmiş bulunan Fethullah Gülen, yapılmasında teşvikte bulunduğu hizmetlerin kendisine mal edilmesini, “Yaradan’a karşı büyük bir saygısızlık, o hizmetlerde emeği geçmiş insanlara haksızlık, vazifeye karşı da ihanet” olarak görür. Başkalarına yaptığı iyilikleri bir iyilik olarak görmediği gibi, hem bu iyilikleri, hem de başkalarından gördüğü kötülükleri, eza ve cefayı, bir bilgisayarın hafızasından bir dosyanın silinmesi gibi hafızasından iradî olarak siler. Yanında kimsenin hakkında söz söylenmesini istemez ve “bilhassa ehl-i iman hakkında Âhiret’e içimde hiçbir menfî duygu olmadan gitmek istiyorum” diye, sık sık ikazda bulunur. Dünyevî makamlar yerine Allah’ın hoşnutluğunun gözetilmesi gerektiğini vurgular ve özellikle din ve ülke hizmetlerinin maddî-manevî hiçbir çıkar duygusuna âlet edilmemesi gerektiği üzerinde durur. “Bu hizmetler karşısında Cennet ve velîlik bile beklenmemeli; benim yanıma, başka düşünce ile, hattâ Abdülkadir Geylanî olabilir miyim düşüncesiyle bile gelen, gelmesin” der. Etrafındaki insanlarda az bir dünyevî makam, şan, şöhret arzusu görse, hissetse, çok derinden yaralanır, ciddi olarak gönül koyar ve bazen tavır aldığı da olur.


  7. #7
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: İnsanlardan bir insan olarak Fethullah Gülen

    Sohbet üslubu ve muhataplarıyla münasebeti

    Fethullah Gülen, yanlışlara karşı olabildiğince duyarlı, doğruların en küçüğünü bile takdir eden hassas yapısıyla, insanlarla zihin ve gönül alışverişinde bulunmayı sever. Mütevazi ve mahcup yapısına paralel olarak, genellikle kendisine soru sorulmadıkça konuşmaz. Bunun bir başka sebebi, alıcı olmayan, merak etmeyen, zihnî, tefekkürî derdi bulunmayan insanlara herhalde bir şey anlatılamayacağı veya anlatmanın gereksizliği de olabilir. Gerek sorulan sorulara cevap verirken, gerekse bir konuda konuşur veya hatırlatmada bulunurken, malûmat satma, kendini peyleme gibi duygulardan nefret ettiği gibi, kendisi de, sorunun aydınlığa kavuşması kadar, irşadı esas ve dolayısıyla muhatabı dikkate alır. Yani, gerek soruyu soran, gerekse dinleyici konumunda bulunan diğer insanlar, sorunun aydınlatılmış olması kadar, cevaptan istifade etmeli ve onunla bir meselelerini çözmüş olmalı, ayrıca bu cevap, onların kalp hayatında bir tesir icra etmelidir. Bu bakımdan, cevap bazen, sorulan sorunun tam karşılığı olarak değil de, soruyu soranın ve diğer muhatapların en çok istifade edeceği şekilde gelebilir. Bunun yanısıra, Fethullah Gülen, çok defa bir sorudan hareketle muhataplara söylemek istediği bazı şeyleri söyler; bunlar, o soruyla doğrudan alâkalı olmayabilir; fakat cevapla bir mesaj verilmekte, bir hatırlatma yapılmakta, bir uyarıda bulunulmakta veya bir başka mesele çözülmektedir.

    Fethullah Gülen, insanlarda gördüğü hataları hatırlatmak ve düzeltmek için daha çok ortaya konuşur ve bundan herkesin nasibini almasını arzular. Kişilerin hatalarını yüzlerine vurmaz. Fakat, hatasının yüzüne söylenmesinden memnun olacak, en azından rahatsız olmayacak insanlara, bunları usulünce söyleyebilir. Çok defa da, bu tür insanları, kendi ifadesiyle, “yazı tahtası” gibi kullanır; yani, sanki hatayı onlar yapmış gibi onları ikaz eder, fakat muhatabı başkadır. O muhatabın da, bu şekilde dersini almasını bekler. Daha önce de arz edildiği gibi, Gülen, bilhassa konuşmalarında telmih, istiare, kinaye, tevriye gibi sanatları çokça kullanır ve bu şekilde, hem söze farklı ve birden fazla manâyı, hem de fonksiyonu aynı anda yüklemiş olur. Dolayısıyla, onun üslubunu anlamayan veya kendisini ilk dinleyenlerin iltifat zannedecekleri bir sözle ikazda bulunurken, ikaz zannedecekleri bir sözle de iltifatta bulunuyor olabilir. Onun en ağır sözleri, “siz bilirsiniz; rehberim; siz, bunu benden daha iyi bilirsiniz; zaten sizin yanınızda benim bunlardan bahsetmem gerekmez” gibi ifadelerdir. Bunlar bilinmez ve anlaşılmazsa, sözleri zaman zaman dinleyiciler tarafından farklı yorumlanabilir. Bu konuda yanlıştan kaçınmak için, onun düşünce yapısını, bakış açısını, üslûbunu ve dilini en azından belli ölçülerde kavramış olmak gerekir.

    Fethullah Gülen, konuşurken zaman zaman konuya uygun fıkralar da anlatır; zaman zaman lâtife yaptığı da olur. Fakat, kimse ile lâubali olmaz. Çok eskiden tanıştığı ve hemen hemen kendisiyle aynı yaşta bulunan Erdoğan Tüzün bey, Gülen 30 küsur yıl önce İzmir’de Kestanepazarı Kur’an Kursu’nda daracık tahta bir kulübede hayatını geçirirken 6 ay kadar yanında kaldığını, bu daracık kulübede yatağını ona verirken, kendisinin kapı önünde yattığını ve bu 6 aylık süre içinde, ikisi de genç birer insan oldukları halde, kendisiyle bir defa bile lâubali olmadığını hayret ve hayranlıkla anlatmıştı.

    Fethullah Gülen, iyi niyet ve samimiyetle söylenmiş her sözü dinler; bir söz veya hareketten hoşlandığında ya dudaklarında, ya da yüzünde bir tebessüm belirir; duruma göre bazen de bir iltifatla mukabelede bulunur. Hoşlanmadığı söz karşısında, eğer bu sözde bilhassa yapmacıklık, riya ve kendini gösterme arzusu, ifade edilen fikir veya teklifte garaz varsa, bu defa yüzünde sanki bulutlanma olur.

    Arkadaşlarına, eşyaya ve hatıralara karşı vefası

    Fethullah Gülen, gerek arkadaşlarına, gerekse kullandığı eşyaya, kısa süreli bile olsa kaldığı yere, kısaca kendisiyle teması olan her şeye karşı vefalıdır. “Bir zaman bir yolculuk esnasında bir ağacın altında bir mola vermiş olsak, mola verdiğimiz aynı arkadaşlarla birlikte oradan yıllar sonra bile geçsek ve bu arkadaşlar, ‘burada bir zaman mola vermiştik’ diye hatırlamasalar gönül korum” der. Bunun gibi, bir zaman kaldığı bir yerin dekorunun bile değişmesini arzu etmez; oranın aynen korunmasını arzular. Gülen, birisinin kalbini kırdığını hissetse veya bir başka sebeple birisinin kalbinin kırıldığını anlasa, bunu kendine has ve her bir kişiye karşı nasıl yapmak gerekiyorsa o şekilde tamire çalışır.


  8. #8
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: İnsanlardan bir insan olarak Fethullah Gülen

    Cömertliği ve hediyeleşmesi

    Fethullah Gülen, oldukça cömerttir. “Ben, aile ve çevre itibariyle hep cömertlik adına kahramanlıkların sergilendiği bir zeminde yetiştim. Öyle ki, hayatımda âdeta hiç cimri tanımadım. Bir şeyi alıp saklayan insan olmadığım için de, verme deyince tir tir titreyen kimseleri veya mal biriktirip de infak etmeme gibi ruh haletinin ne olduğunu hiç anlayamadım. Cömertlik öyle bir haslettir ki, insan fasık dahi olsa, onun vesilesiyle Cennet’e girebilir. Cennet’e girmek için, Cennet yolunda olmak gerekir. İnsanı ona götürecek yollardan biri de cömertliktir” (Fasıldan Fasıla 3, 47–8) diyen Gülen’in, denebilir ki bir, en fazla iki takımdan fazla elbisesi olmaz. Fazla elbise, gömlek, çorap, kazak, pardesü gibi giyeceklerini hemen hediye eder. Bunun dışında, bir insanda beğendiği bir hâl, Allah yolunda hizmet adına ihlâs ve samimiyet temelinde bir başarı, duygu ve düşüncede bir iç açıcılık görse, o zaman da bunu farklı hediyelerle ödüllendirir. Gözlemlerim kadarıyla, verdiği her bir hediyenin ayrı bir manâsı vardır. Gülen, hediye verdiği gibi hediye de kabûl eder; verilen hediyeleri ise çok defa karşılıksız bırakmaz. Bunun gibi, kendisine gelen çok sayıdaki mektupları da cevapsız bırakmamaya çalışır.

    Okuması ve edebiyatla münasebeti

    Gülen, çok okuyan bir insandır. Ruhunun altedilmez görünen dertler ve ızdıraplarla çok dövülmediği zamanlarda günde ortalama 150-200 sayfa okur. Çocukluğunda Siyer, yani Peygamber Efendimiz’in hayatı ve Sahâbe menkıbeleriyle başlayan okuma hayatı, sonraki yıllarda ilmî, fikrî, felsefî kitaplarla devam etmiş, bu arada Doğu klasiklerininin yanısıra, askerde bir komutanının tavsiyesi üzerine, hemen hemen önemli bütün Batı klasiklerini de okumuştur. O, Mevlâna, Sâdî, Hâfız, Molla Câmî, Firdevsî, Enverî gibi Doğu klasiklerinin üstadlarını nasıl okumuş ve tanıyorsa, Shakespeare’i, Balzac’ı, Voltaire’i, Rousseau’yu, Kant’ı, Zola’yı, Geothe’yi, Camus’yu, Sartre’ı da öyle tanır. Bunlardan başka, Bernard Russel’i, Pushkin’i, Tolstoy’u ve daha başkalarını da bilir. Yine, sohbet ve yazılarında zaman zaman Bacon’ın Mantık’ından Russel’in Nazarî Mantık’ına, Pascal’dan Hegel’in Diyalektiğine, Dante’nin İlahî Komedyasından Picasso’daki obje-suje ilişkisine kadar çok değişik referanslara atıflarda bulunur. Türk edebiyatından ise, Fuzuli, Baki, Nef’î, Şeyh Galip, Leyla Hanım gibi klasik edebiyatımızın devlerinin yanısıra, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Mehmet Akif Ersoy, Sezai Karakoç başta olmak üzere, Namık Kemal, Şinasi, Tevfik Fikret gibi bilhassa önde gelen şair ve yazarları iyi tanır. Fakat, Fethullah Gülen’in ana yoğunlaşma sahası İslâmî ilimler olduğundan, daha çok Kur’an’ın anlamı, tefsiri, belâğatı, nükteleri, hadis-i şerifler ve yorumları, Allah marifeti, kalp halleri ve İslâmî yaşantı üzerinde durur ve bu sahalarda sohbeti tercih eder. Bununla birlikte, başta edebiyat olmak üzere, musikî gibi güzel sanatlardan da hoşlandığı için, bu sahalarda da sohbeti sever.

    Fethullah Gülen, başka işleri mani olmadığı sürece, hemen her gün değişik ilim dallarında insanlarla mütalâada bulunur, çalışır, okur. Bir Ramazan ayında, bazı arkadaşlarıyla, İslâm hadis külliyatının en genişi olan ve 46.000’den fazla hadis ihtiva eden Müttaki’l-Hindî’nin 16 ciltlik Kenzü’l-Ummâl’ini baştan sona mütalâa etmişlerdi. Bunun gibi, aynı yoğunlukta olmasa da, İslâm fıkhı, tefsir, tasavvuf ve belâğat külliyatının bazı önemli eserlerini de, bazılarını birkaç defa olmak üzere okumuş ve müzakere etmişlerdir.


  9. #9
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: İnsanlardan bir insan olarak Fethullah Gülen

    Giyimi, hareketleri, yemesi, hastalıkları ve günlük hayatı

    Fethullah Gülen, zevk-i selim sahibi bir insan olarak, temiz, düzgün ve güzel giyinir. Hemen her giydiğinin kendisine son derece yakıştığı görülür. Talebelik yıllarında iken de ütüsüz pantolon giymediğini, ütü bulamadığı zaman, akşam yatarken pantolonunu yatağının altına koyduğunu anlatır. Hattâ bir arkadaşının böyle davranmayı takvalı olmakla bağdaştıramaması karşısında, bunun sebebini halâ anlayamadığını söyler. Temiz ve düzgün giyindiği gibi, yüzünde hiçbir zaman dikkat çekici uzunlukta sakal bulunmaz; traşına önem verir. Bilhassa yürüyüşü kendine hastır. Dik yürür; adımlarını geniş ve uzun atar; kollarını tam aşağıda, fakat sağlam tutar ve fazla sallamaz. Hareketli, heyecanlı yapısı ve bilhassa her türlü problemi hemen çözmede gösterdiği hassasiyetten dolayı, kap rahatsızlığının şimdiki seviyede olmadığı birkaç yıl öncesine kadar bazen merdivenleri ikişer-üçer çıktığı olurdu. Sağlığının elverdiği günlerde, merdivenleri birer birer çıkmaya tahammülü olmadığını söyler.

    Fethullah Gülen, az yer; fakat şeker rahatsızlığından dolayı ara öğün alma mecburiyeti hisseder; fakat bu öğünde de yediği son derece azdır. Gülen, kendisinin de söylediği ve tanıyanlarının da ifade ettiği üzere, gençlik günlerinden beri çok fazla ilaç kullanmaktadır. Bir defasında, belki yapılmaması gereken bir dua olduğu, hattâ bu konuda çok itimat ettiği bir âlim-fâzıl zat ikaz da buyurduğu halde, gençliğinde, “Ya Rabbi, benim vücuduma öyle rahatsızlıklar ver ki, gençlik duygu ve arzularına vakit bulamayayım” diye dua ettiğini söylemişti. Denebilir ki, hemen bütün hastalıklar vücudunda yerleşmiş, her biri belli bir süre konuk kaldıktan sonra gitmiş, yerlerine başkaları gelmiştir. Gençliğinde, el, yüz ve ayakları dahil, bütün vücudunda yara tipi rahatsızlıklar meydana gelmiş, çok acı veren bu rahatsızlıkları Gülen, 15 yıla yakın bir süre çekmiştir.

    Fethullah Gülen, askerde iken siroza dönüşen ciddî bir sarılık geçirmiş. Sindirim rahatsızlıkları, hayatının hiçbir döneminde eksik olmamış. Yine bir dönem, sağ bacağı tahammül edilmez derecede ağrılar yapmış. Bu rahatsızlığından da bir sohbet esnasında şöyle bahsetmişlerdi:

    Ayağa kalkamıyor, hattâ oturamıyordum. Abdest alırken arkadaşlar yardım ediyorlardı. İzmir’de ortopedist bir doktor getirdiler. Çok sert ve mizacı ters bir adamdı. Muayene esnasında da sert davrandı ve canımı çok acıttı. Ameliyat gerektiğini söyledi. Fakat sertliği ve haşinliği çok canımı sıkmıştı. “Allah, beni sana muhtaç etmeyecek ve bu hastalığıma şifa verecek” dedim. Doktor da kızdı gitti. Bir başka gün de hastanede muayene ettiler. Çıktığımda, doktorların kendi aralarında konuşmalarını duydum. Ayağın kesilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Önce içimden bir ürperti geçti. Sonra, Epiktetos gibi kendi kendime, “Fethullah, bugüne kadar iki ayağın vardı ve Allah’ın lûtfettiği bu iki ayağı kullanıyordun. Yâ Rabbi, bundan sonra Sana tek ayakla kulluk ederim. Sana hamdolsun!” dedim.

    Hastaneden geldikten sonra, ağrıyan yerlerine bir süre zeytin yağı sürüyor, tavsiye edilen tedaviye devam ediyor ve bildikleri dualardan okuyorlar. Allah, o rahatsızlığına da şifa veriyor.

    Gülen, şeker rahatsızlığını 12 Eylül sürecinde hissediyor. Kalp rahatsızlıkları da aynı dönemde ortaya çıkıyor. Şu son dönemde, bu rahatsızlıklarının bir komplikasyonu olarak bilhassa sağ kolunda şiddetli ağrılar, parmak mafsallarında şişme oluyor. Bu sebeple, parmaklarını tam olarak bükemedikleri için, ellerini kullanmada ızdırap çekiyorlar.

    Fethullah Gülen’in bir diğer tipik ve kronik rahatsızlığı, çok fazla terlemesidir. 4 rekatlık bir namaz, yatağını düzeltme, hafif bir hareket, onun ter içinde kalmasına yeter. Bilhassa çok ağır geçen grip rahatsızlıklarında, çok fazla ter atar. Bir gecede – ki, onun belki ancak yarım saatinde uyuyabildiği uyku süresi ancak 2 saat kadardır – defalarca atlet değiştirdiği olur. Yine çok tipik bir vakıa olarak, vücudunun üst yanı böylesine terlerken, alt tarafı da alabildiğine üşür. Ayaklarına, cereyanla ısıtılan çoraplardan giydiği, üzerine battaniye sardığı ve bu şekilde yatağa girdiği halde, bir türlü ısınamadığını söyler.

    Fethullah Gülen, şeker, tansiyon ve kalp rahatsızlıklarının arttığı son zamanlara kadar, kendi yemek ve çamaşırı gibi, misafirlerine yemeği de elleriyle yapardı. Çocukluğunda ev işlerinde, süt sağmaya varıncaya kadar annesine yardım etmekten ve daha sonra yalnız kalmak, İzmir’de ilk yıllarında Kestanepazarı Kur’ân Kursu’nda hem öğretmen, hem belletici olarak çalışmak gibi hayatının belli hususiyetlerinden gelen bir maharetle çok güzel yemekler yapar. Patatesten 10 çeşit yemek yaptığını söyler.

    Fethullah Gülen, çoğu geceler hemen hemen hiç uyuyamaz. Bilhassa bu yalnızlık anlarında, gönül verdiği ve varlığını adadığı gayesi yolunda karşısına çıkan problemler, ülkesinin ve insanlığın dertleri, başka insanlardan kendisine ulaştırılan hususi meseleler, bazılarında görüp hissettiği ama onlardan beklemediği ve İslâm’a, Allah’la münasebete yakıştıramadığı söz, tavır ve davranışlar, onu gecelerde daha çok rahatsız eder. Bir de, yukarıda ifade edildiği gibi, sürekli terlemesine yol açan hastalıkları, onu bilhassa geceleri hiç yalnız ve rahat bırakmaz. Bütün bunlara rağmen, sabrı ve tahammülü hayret verici derecededir. Sabah namazından sonra bazen istirahate çekilse de, bazen kitap okur, konu müzakere eder ve bu şekilde öğleye kadar istirahat etmediği olur.

    Fethullah Gülen, bu çağın, insanlar arasında da, kendi başına da derin bir yalnızlık ve sükût içinde kendi kaderini yaşayan garibidir. Hakkında, benim için objektif ama başkalarına subjektif gelecek ve yanlış anlamalara yol açabilecek gözlemlerimi kendimde tutarak, bu bahsi de burada kapamamız gerekiyor.



Benzer Konular

  1. Fethullah Gülen Bir Aksiyon İnsanı
    By BaRLa in forum Bediüzzaman Talebeleri
    Cevaplar: 60
    Son Mesaj: 23.06.09, 18:42
  2. fethullah gülen şiirleri
    By SiLa in forum Bediüzzaman, Çalışmaları
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.06.09, 20:31
  3. Fethullah Gülen Turnalara Tutun da Gel
    By SiLa in forum Bediüzzaman'ın Hayatı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.06.09, 19:31
  4. Fethullah Gülen Hocaefendi(1941 - .... )
    By Konyevi Nisa in forum İslam Büyüklerimiz ve Alimlerimiz..
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 04.07.08, 13:52

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •