BAZI ÇAĞDAŞ KAVRAMLAR VE ÖNEMLİ, GÜNCEL KONULARDAKİ GÖRÜŞ VE DÜŞÜNCELERİYLE FETHULLAH GÜLEN
Fethullah Gülen, bir aksiyoner, ilim adamı, nefis terbiyecisi ve eğitimci olduğu kadar, aynı zamanda bir entelektüeldir de. Çok geniş sahada yazan ve önceki bölümde eserlerini verdiğimiz Fethullah Gülen, günümüzün en çok tartışılan ve en güncel konularında da görüş ve düşüncelerini değişik zaman*larda ortaya koymuştur. Bu bölümde, onun ilim (ilimle, aynı zamanda modern bilimi de kastediyoruz), teknoloji ve birkaç asrın en tartışmalı konusu olan din-ilim münasebeti, ayrıca insana, insan haklarına, hümanizme, kadın ve ‘kadın hakları’na bakışı, bunların yanısıra, devlet, demokrasi, siyaset, terör ve temiz toplum konularındaki düşüncelerini ele alacağız.
İLİM/BİLİM, TEKNOLOJİ VE DİN-İLİM MÜNASEBETİ
Fethullah Gülen’in, üzerinde en çok yazdığı konulardan biri ilim, teknoloji ve din-ilim münasebeti olmuştur.
İlim nedir?
Gülen’in düşüncesinde, “bir coşkun sel gibi kükreyerek istikbale akan ve yerinde göz kamaştıran bir bahçeye de benzetebileceğimiz, her yanından canlılık fışkıran bu dünya, insanın mütalâasına sunulmuş bir kitap, temaşasına arz edilmiş bir meşher ve nihayet müdahale etme hakkıyla bizlere sunulmuş bir emanettir.” Bu emanet karşısında insanın vazifesi ise, “mütalâasına sunulan bu kitabı okuyup perde önünü ve perde arkasını kavrayıp yorumlamak; bu sırlı meşheri (sergi) tetkik edip ihtiva ve ifade ettiği manâları değerlendirmek ve bu emaneti bugünkü-yarınki insanların yararlanabileceği şekilde işletmek iradesidir.” İşte “varlık ve insan arasındaki bu münasebete, onun keşfine ve idrakine ilim” diyoruz.
İlim, Gülen’e göre bir diğer açıdan, belki daha doğru bir ifadeyle, yuka*rıdaki tarifin daha derin bir boyutu olarak, “zekânın hiçbir çıkar gözetmeden sonsuzluğa yönlendirilmesi, mutlak hakikatin keşfedilmesi istikametinde var*lığın tekrar ber tekrar yorumlanması ve hedefe ulaşma konusunda gerekli koordinatların yerli yerinde kullanılmasıdır.” (Sızıntı, Nisan 1996)
İlim ve insan
Fethullah Gülen’in düşüncesinde, gerek önemi, gerekse insanla olan müna*sebeti ve onun hayatının anlamını, yeryüzündeki fonksiyonunu tanıma adına, ilmin Batı’da üzerinde hiç durulmamış, İslâm tarihinde ve dünyasında çok az kişinin keşfedebildiği bir yanı vardır ki, Gülen, buna önemle dikkat çeker. Ona göre ilim, insanı diğer varlıklardan ayıran ve onların önüne geçiren en önemli faktördür. Çünkü insan, ilim sayesinde meleklere rüçhaniyet kazanmış ve tabiata, onu imar adına belli ölçülerde müdahale ile yeryüzünü imar etmesi manâsında hilâfet misyonuyla taçlandırılmıştır.
Allah, melekler de dahil olmak üzere, yarattıkları içinde başka hiçbir varlığa vermediği bir şeyi, yani bütün eşyanın ve varlıkların isimlerini, onlara ad koyma, bir başka ifade ile, onları tanıma, dolayısıyla onlardan istifade etme ve öğrenme kabiliyetini insana vermiş ve onu, bu yönüyle bütün varlıklara üstün kılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, ilk insan olarak Âdem’e isimlerin ve onların sahipleri olan eşyanın öğretilmesi olarak anlatılan bu olgu, Hz. Âdem’de (a.s.) bir fihrist halinde olmasına mukabil, daha sonra misyonu çerçevesinde her bir peygamberle fasıl fasıl açılmış, insanın ihtiyacı sebebiyle ilim adamlarının çalışmalarına Allah’ın mükâfatı olarak gelen keşif ve icatlarla her bir fasıl daha geniş ve derin boyutlar kazanmıştır. Hz. Âdem’e fihrist halinde verilen, sonraki peygamberlerle fasıl fasıl açılan bilgi ve onu edinme kabiliyeti, son peygamber Hz. Muhammed’de (s.a.s.) bütün tafsilatıyla tecelli etmiş, dolayısıyla ilmin ve onun ürünü olan tekniğin devasâ boyutlarda gelişmesi, bu son Nebî’den sonra gerçekleşmiştir ve gerçekleşecektir. Bu gerçekleşme, İslâm’ın ilk 5 asrında olduğu gibi ve ileride de olacağı gibi, ister O’nun çizgisinde Müslümanlar eliyle, isterse Müslümanlardan faydalanma neticesinde ilme uyanan Batılılar eliyle vuku bulmuş olsun farketmez. Her halûkârda, peygamberliğinden Kıyamet’e kadar kâinatın damarlarında akan her bereket, son Nebî’ye aittir. (Prizma 1, 199-200)
İlim ve insanla münasebeti açısından bir diğer önemli nokta, insanla hayvanlar arasında görülen önemli bir farklılıkta kendini ortaya koyar. Hayvan, yeryüzüne sanki bir başka âlemde öğretilmiş gibi gelir veya gönderilir. O, genellikle doğar doğmaz ayağa kalkar; hayat şartlarına çok kısa zamanda adapte olur, çevresini tanır ve insanın daha ayağa kalkmayı bile başaramadığı bir çağda bütünüyle hayata atılır. İnsan ise, doğduktan sonra ancak 1 yaşında yürümesini öğrenir; belli bir çağa kadar etrafına muhtaçtır. 15 yaşında ancak kendine fay*dalı ve zararlı olanın önemli kısmını öğrenebilir; bunun dışında öğrenmesi ölünceye kadar devam eder. Demek ki, hayvan öğrenmek ve öğrenme ile mükemmelleşmek için değil, vazifesini, Yaratıcısına olan kulluk görevini doğrudan doğruya yerine getirmek için dünyaya gelir. Oysa insan, öğrenmek, ilim ile imanı birleştirerek terbiye görmek ve mükemmelleşmek ve bu çerçevede varlık görevini ifa etmek mevkiindedir. Şu halde ilim, insan hayatının ve varlığının en önemli iki boyutundan biridir. (Sızıntı, Temmuz 1979)