MÜELLİFİNİN MESNEVÎ’DE TEMESSÜL EDEN
RUHÎ SEYAHATİ
– Buna benzer bir seyahati Mesnevî’de görüyor muyuz?
Fırtınalı bir seyahat. Bu seyahati, belki hayatının başından beri yapmış. Kendisinin de, kendi potansiyelinin de farkında. Bu potansiyelin harekete geçmesi için fırtınalı bir seyahat gerek. O, kelebek olma yolunda sürekli metamorfoz geçiren bir yusufçuk gibi, kademe kademe kendi metamorfozunu yaşamakta. Ve, bu vetirede, misyonu gereği gelmiş-gelecek bütün muhataplarına ne vermesi gerekiyorsa, hepsini kendinde hissediyor, tecrübe ediyor, sonra da kaleme alıyor. Yazdıklarından o kadar emindir ki, sürekli notlar düşüyor, sözlerinin, yazdıklarının siyak ve sibakına (öncesine ve sonrasına) göre, yeni yeni pınarlar açıyor. Çok emin konuşuyor; çok üstün bir gayret içinde bulunuyor ve yakaladığı her gerçeği hakka’l-yakin seviyesinde yakalamışçasına çevresine güvenle sunuyor.
KUR’AN’DA VE MESNEVÎ TÜRÜ ESERLERDEKİ TEKRARLAR
– Kur’an’da olduğu gibi, bu zâtın yazdıklarında da tekrarlar var diye tenkidde bulunanlar, acaba bu noktayı kavrayamadıkları için mi bu tenkidi yapıyorlar?
Anlayamıyorlar. Tekrar diye serrişte edilen hususlar tam tekrar değildir. Hakikatlerin, yere, zamana, mevzuya ve muhataba göre bir yanının, bir buudunun takdimidir. Sonra, mesele çok mühimdir. Üzerinde tekrar tekrar durulması gerekir. Tekrar gibi görünen yerleri bile her gün dönüp dönüp okusanız, hiç usanç vermez. Her defasında kalbinizde, zihninizde yeni bir ufuk, yeni bir kapı açar. Çok büyük bir mimar, çok büyük bir beyin yapıcı. Buna rağmen ben, sadece onları okuyun iddiasında hiç bulunmadım. İmam-ı Gazâlî de okunmalı, başkaları da okunmalı. Bir zaman, gözü sadece İmam-ı Gazâli’yi görürken, daha sonra tavsiyem üzerine Nurları okuyunca, “Artık İhya’yı elime almak gelmiyor” diyen biri gibi davranmadım hiç. Belki içinde bulunduğu şartlar gereği cebr-i mutavassıt içinde görünen İmam-ı Gazalî’yi yer yer kalbimden tenkid ettiğim, “Ey koca İmam, böyle denir mi?” dediğim olmuştur. Mevlânâ’nın çok sözlerini hazmedemediğim olmuştur. Benim gibi akideye çok önem veren birinin, Muhyiddin-i Arabî’yi hazmetmesi de zordur. Fakat, burada, Efendimiz’i bütün peygamberlerin önüne koyarken, nasıl Hz. Musa’yı, Hz. İsa’yı görmezlikten gelme hata ise, aynı şekilde, İmam-ı Gazâlî’yi de, Mevlânâ’yı da, Muhyiddin-i Arabî ve emsallerini de görmezlikten gelmek de öyle bir hatadır. O zat, İmam-ı Rabbanî için “üstadım” diyor; Mevlânâ’yı husûsî üstadlarından sayıyor; Sahâbe’ye denk olabilecek insanlar aradığında, Muhyiddin-i Arabî’yi zikrediyor ve “Neden, Muhyiddin-i Arabî gibi insanlar, Sahabe seviyesine çıkamıyor? diye kendime sordum” diyor. Bir trafik memuru gibi bizi yönlendiriyor. Fakat onu anlamak ve ondan istifade etmek için, ona çok güvenmek, çok itimad etmek lâzım. Bu takdirde sizi kabûllenir, kucaklar ve vereceğini verir.
10.30 civarında sohbet sona erdi.
***
Hava birkaç gündür olduğu gibi, bugün de çok kapalı ve yağışlı. Kış havası derecesinde de soğuk. Sohbetten sonra, burada bulunan bir-kaç kişi günlük rutin hayatına dönüyor. Hocaefendi de rahatsız olduğu için sık sık dinleniyor. Hastalığının müsaadesi ölçüsünde odasında kendi çalışmalarıyla meşgul oluyor. Bu sıralarda, Kırık Mızrap adlı şiir kitabının 2. cildi olarak yayınlanacak kitabın son tashihlerini yapıyor. Arada çıkıp, odalara geliyor ve şeker rahatsızlığından dolayı mutadı üzere, saat 12.00’de çok küçük ikinci bir kahvaltı alıyorlar.
Saat 13.25’te öğle namazına duruldu ve 13.45’te yemeğe oturuldu. Yemekten sonra oturmadılar ve odasına çekildiler. Biz, yarım saat kadar burada bulunan bir-iki arkadaş Yağmur dergisinin son sayısındaki şiirleri okuduk ve şiir üzerine sohbet ettik.
Saat 17.50’de ikindi namazına duruldu. 18.05’de Hocaefendi namazdan kalktı ve hem sohbet salonu, hem de mescid görevi yapan geniş odada, kaldıkları odanın kapısına yakın yerde duran koltuğa oturdular. Kahve içme esnasında bir soru üzerine, İbn-i Beşiş’e* ait çok anlamlı ve çok derin salât ü selâmdaki “ve’c‘alillâhümme’l-hıcâbe’l-a’zama…” ile başlayan ifadelerin manâsını verdiler: “Allah’ım, Sen’in o en büyük perdedârını (s.a.v.) rûhumun hayatı kıl. O’nun rûhunu hakikatımın sırrı eyle ve O’nun hakikatını benim âlemlerimin toplayıcısı, bütün dünyamın kapsayıcısı kıl!.” Bu ifadelerin ve bu salât ü selâmın sırlarla dolu olduğunu ve üzerinde çok yorum yapıldığını buyurdular.
***