Sayfa 1/8 123 ... SonSon
72 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Fethullah Gülen’le Amerika’da Bir Ay

    Share
  1. #1
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Fethullah Gülen’le Amerika’da Bir Ay

    http://www.kevserdenizi.net/forum/be...r-baslari.html TIKLAYIN

    Fethullah Gülen’le Amerika’da Bir Ay

    TAKDİM

    Fethullah Gülen hocaefendi’yi, İzmir’de vaz’ vermeye başladığı günlerden itibaren, bu vaz’ları ve daha sonra yazıları ve faaliyetleriyle birlikte uzaktan ve kısmen tanıma imkânım olmuşsa da, kendileriyle tanışma 19 Mayıs 1989’da gerçekleşti. Daha sonra zaman zaman sohbetlerine katılma imkânı oldu. Bu sohbetler, Fıkıh’tan Tefsir’e, Tefsir’den Hadis’e, Hadis’ten Tasavvuf’a, Tasavvuf’tan tarihe, tarihten edebiyata, edebiyattan felsefeye ve güzel sanatlara, oradan temel prensipleriyle tabiî veya pozitif ilimlere kadar hemen her sahayı kapsayan bir özelliğe sahiptir.

    Fethullah Gülen hocaefendi, 21 Mart 1999 günü, gerek medyaya yansıdığı üzere, gerekse kısmen bildiğim kadarıyla, Türkiye’de Hocaefendi’nin sağlığıyla ilgilenen bir hastanenin ABD’deki Mayo Kliniği’nden Ocak ayında aldığı bir randevu sebebiyle ABD’ye geldi. Özellikle sağlık problemlerinden dolayı orada kalmaya devam ediyor. Kaldığı binanın dışına bile çıkmadığını söylemek, yalan olmadığı gibi, mübalâğa da olmayacaktır. Burada, âdeta bir inziva hayatı yaşıyor o. Evet, ilk 2000, diğeri 2001 içinde iki defa 15’er gün için tuttuğum bu notları alırken yanlarında kaldığım sürece, diyebilirim ki, hiç binadan dışarı çıkmadılar. Kaldıkları şehrin dışına çıkma ise, sadece muayene ve kontrol maksatlı olarak vuku bulmuş.

    Elinizdeki notları, arz edildiği üzere, kendilerini iki defalık ziyaretlerimde aldım. Hocaefendi, engin tevazusuyla, söylediklerine herhangi bir değer atfetmediği için, onların kaydedilmesini arzu etmiyor. Fakat, çok istifade ettiğim o sohbetlerin, oradaki birkaç kişiyle sınırlı kalmaması için, Hocaefendi’ye fark ettirmemeye çalışarak önce onları kısa notlar halinde, fakat daha sonra tamamlanabilecek şekilde kaydettim; bilâhare de, sohbetlerden sonra tamamladım. Her iki ziyaretimde de 15’er günden biraz fazla kalmış olmakla birlikte, bazı notlar 4-5 günü kapsadığı halde, Hocaefendi’nin rahatsızlıkları yüzünden, bir günlük sohbet kadar tuttuğundan, bir günlük not gibi değerlendirdim. Fakat, sadece sohbet notlarıyla sınırlı kalmayıp, Hocaefendi’nin ABD’deki günlük hayatını da yansıtmaya çalıştım.

    Fethullah Gülen’le Amerika’da Bir Ay ismiyle yayına arz edilen bu kitap, inşa-Allah bir boşluğu kapatır ve duyulan bir ihtiyacı kısmen de olsa giderebilir reca ve ümidindeyim.

    İsmail Ünal



  2. #2
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah Gülen’le Amerika’da Bir Ay

    İLK 15 GÜN

    1. BÖLÜM

    İLK 15 GÜN


    Fethullah Gülen hocaefendi’nin uzun süredir bir tanıdığı olarak, buraya ilk Şikago’dan geldim. Şu anda bir-kaç gündür buradayım. Burada kaldığım sürece günlük tutmaya ve burada yapılan sohbetleri kâğıda dökmeye çalışacağım. Burada 6-7 kişiyiz. Hocaefendi’nin doktoru, yıllardır özel hizmetlerini gören bir kişi, Hocaefendi’nin bir talebesi ve burada ikamet eden yakından bir-iki insan. Sohbetleri arada bir kendileri açıyor; çok defa ise sorulan sorulara cevap veriyorlar.

    Hocaefendi, şüphesiz konuşma sevdalısı bir insan değil. Fakat, hayatının bir anını bile boş geçirmemiş, sorumluluk sahibi ve vazife şuurunda bir insan olarak, okuma, yazma, anlatma, dinleme, kısaca, sorumluluğunu hissettiği her konuda üzerine düşeni yapma mecburiyeti duyuyor. Onun “Mes’uliyet Şuuru” isimli vaazı, hatırladığım kadarıyla 1975 tarihini taşıyordu. Sorumluluğu adına bir şeyler yapma imkânı bulduğu zaman kısmen rahatlıyor; rahatsızlıkları ve daha başka faktörler sebebiyle bir şey yapamadığını hissettiği anlarda ise, rahatsızlığı daha da artıyor.

    Kitlelerin içinde büyümüş, çok geniş bir çevresi bulunan bir insan olarak ABD’de adeta yapayalnız kalmak, şüphesiz onun için kolay bir iş değil. Ama kalmak zorunda. Bir defa, sağlık problemleri bunu mecbur bırakıyor. Müteheyyic ve olabildiğince duyarlı yapısı, yıllardır maruz bulunduğu müzmin rahatsızlıklarına, ancak belki böyle bir inziva hayatıyla katlanabiliyor. “Bir şeyi siz hayırlı görürsünüz, olur ki hakkınızda şerdir; şerli görürsünüz, olur ki hakkınızda hayırlıdır. Allah bilir, siz bilmezsiniz” âyetinin bir tecellisi yaşanıyor gibi. Kader, hiçbir dönemde “garip”leri zayi etmedi. Önemli olan, “insanların bozduğunu düzelten”, yani ıslah edici gariplerden olabilmek. “Ne mutlu gariplere!” müjdesi herhalde buna bakıyor.

    Hadiselerin te’vilini, en büyük yorumcu olan zamana bırakarak, burada kalacağımız kısa süre içinde notlarımızı tutmak en iyisi gibi görünüyor. Hocaefendi ile ilk karşılaştığım 19 Mayıs 1989 Cuma gününün üzerinden tam 11 yıl geçti. Ve, tam 11 yıl sonra bu notlar başlıyor. Günlerden yine 19 Mayıs ve Cuma…


  3. #3
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah Gülen’le Amerika’da Bir Ay

    1. GÜN

    Saat 9.15’te kahvaltıya oturuldu.

    Kahvaltının hemen akabinde, Zaman ABD’yi incelediler. Ve, ardından bir soru soruldu:

    HZ. HIZIR’IN GÖREV SAHASI

    – Hz. Musa ile olan kıssasından hareketle, Hz. Hızır (a.s.)’a, Kader dairesinde görevli olarak bakılabilir mi?

    Kader dairesi değil de, melekût dairesi demek daha uygun. Bu, varlığın iç buudunu teşkil eden bir daire. Kader dairesi de bunun içinde mütalâa edilebilir ama, Hz. Hızır’ın vazifeli bulunduğu daire melekût dairesidir.

    Kur’an-ı Kerim’in kıssayı takdiminden çıkan sonuç şudur: Bu seyahat, Hz. Musa (a.s.) için Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm’ın miracına benzer bir seyahattir. Hz. Musa’nın yanında balığın dirildiği noktaya kadar, fetâsı Hz. Yuşa da vardır. Balığın dirilmesi, Hz. Hızır’ın sahasına girildiğinin işaretidir. Orada her şey diridir. Seyahati anlatırken Kur’an-ı Kerim hep tesniye (ikil) zamiri kullanır. Bu da göstermektedir ki, artık bundan sonraki seyahatte Hz. Yuşa yoktur. Bu seyahat, maddî âlemde bir seyahat olmayıp, anlaşıldığı kadarıyla, misal veya melekût âleminde bir seyahattir. İhtimal, Hz. Musa Hz. Yuşa ile oturup, yemeklerini yer, yol ahvalinden konuşurken bu esnada seyahat başlamıştır. Bunu şöyle açabiliriz:

    Meselâ, bu yemekhanede hepimiz otururuz; ancak içimizden bazıları aynı anda başka âlemlerde, başka buudlarda seyahat ediyor olabilir. Başkaları bunun farkında olmayabilir. Zaten, bütün âlemler, içinde yaşadığımız şehâdet âleminin ötesinde veya üzerinde, hattâ onunla iç içe birer farklı buuddan ibarettir. Âhiret’te gideceğimiz Cennet de yine bu âlemin, Âhiret’e göre alacağı şeklin bir buudu, bir başka ifadeyle, semâlar kadar genişleyecek olan yeryüzünün Âhiret’e göre alacağı şekilden ibaret olacaktır. Ama, bu âlemin mikyaslarıyla Âhiret âlemlerinin tartılmayacağı da bir gerçek.

    Hz. Hızır’la olan bir başka buud veya melekût âlemindeki seyahatinde Hz. Musa’nın bedeninin de olmadığı söylenemez. Arz ettiğim gibi, bu seyahat, Efendimiz’in miracına benzetilebilir. Dolayısıyla, bu seyahatte Hz. Hızır’ın yaptıkları, melekût âleminin hükümlerine göredir. Hz. Hızır, bu dünyadaki işlerin iç yüzünü göstermiştir. Burada bizim yanlış veya hakkımızda şer gördüğümüz pek çok şeyin, aslında doğru ve bizim için hayırlı olabileceği vurgulanmıştır. Ne var ki, bu âlemdeki davranış kriterlerimiz bellidir ve biz, bu kriterlere göre davranır ve hükmederiz. İşin melekût yönünü bilemeyiz. Dolayısıyla, Hz. Musa’nın karşı çıkışları, bu âlemin ahkâmına göre yanlış değildir.


  4. #4
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah Gülen’le Amerika’da Bir Ay

    İSLÂM’IN İSTİKBALİYLE İLGİLİ MÜJDEDE

    UMÛMÎ EMNİYETİN ÖN PLANDA OLMASI


    – Efendimiz aleyhissalâtü vesselâmın Mekke’de İslâm’ın geleceğiyle ilgili verdiği beşârette, emniyet ön planda görünüyor. “Hire’den çıkan bir kadın Hadramevt’e kadar devesinin üzerinde tek başına seyahat edecek ve Allah’tan, bir de vahşi hayvanlardan başka hiçbir şeyden korkusu olmayacak” buyuruyorlar. Bunu nasıl yorumlamalıyız?

    O dönemde en önemli husus emniyetti. Mekkeliler senede iki defa ticaret kervanları düzenler, seyahate çıkar, fuarlara katılır, ticaret yapar, mal alır satar ve geriye dönerlerdi. Bazen de yolda bir eşkıya grubu yollarını keser ve bütün mallarını ellerinden alırdı. Bu beşâret, bugünün Türkiye’sine göre, “yolsuzluklar olmayacak, kimse kendisini devletin yerine koymayacak, enflasyon düşecek, işsizlik önlenecek” demek gibi bir şeydi. Efendimiz (s.a.s.), Hendek Savaşı’nda da Kisra ülkesinin, yani İran’ın fethedileceği müjdesini vermişlerdir ki, bu, Müslümanların sıkışıp, canlarının boğazlarına geldiği, Medine’nin her tarafından kuşatıldığı ve ölüm-kalım mücadelesi verildiği bir zamanda, şevki artırıp, moralleri yükseltecek bir müjde idi.

    Bugünkü hedef

    Bugün, bizim Allah’ın rızasını kazanmak ve O’nun Adı’nın her yerde, her sînede şehbal açıp, dalgalanmasını dilemekten başka hiçbir hedefimiz yok; olamaz da. Şu anda yağmur yağıyor. Yağmur yağarken, Allah huzurunda bulunduğumuzun daha bir şuurunda olarak, daha bir temkinle dua etmek, dileklerimizi hiç olmazsa içten seslendirmek lâzımdır. Bizim dileğimiz, duamız, “Allah’ım! Allah kelimesini dünyanın her tarafında yücelt ve bizi de sadece bu işte istihdam et…” Namazda, bilhassa Hanefiler’e göre me’surattan olmayan, (yani Kur’an’da geçmeyen ve bizzat Efendimiz’den sağlam kanallarla rivayet edilmeyen) duaların okunması, namazı bozabilir. Buna rağmen ben, secdelerimde bu duayı hep içimden geçiriyor, bazen dudaklarımın da kımıldadığını farkediyorum. Evet, O’nu sevme ve O’nun tarafından sevilmeden başka hülyam, başka rüyam yok. Bizi yanlış anlıyorlar ve yanlış anladılar: Siz, ziyaretinize gelen birkaç memura, adliyede, mülkiyede çalışan birkaç kişiye, karşılaştıkları zorlukları anlattıklarında onlara sabır tavsiye ediyor, “üstlerinizle iyi geçininiz” diyorsunuz; devleti ele geçirmeye çalışan, en azından onun imkanlarını istedikleri gibi kullanmaya çalışanlar ise, herkesi kendileri gibi görüp, her şeye kendi dünyalarının pencerelerinden baktıkları için, sizi de “devleti ele geçirme içinde olmak gibi”, aslında suç olmayan, her Türk vatandaşının hakkı olan bir şeyle suçlayabiliyorlar. Oysa ki, meclise girmek, başbakan olmak, cumhurbaşkanı olmak gibi duygular, düşünceler, hayaller, hiçbir zaman aklımın köşesinden bile geçmemiştir. Benim, Allah’ın Adı’nın dünyanın dört bir yanında dalgalanıp, insanların imanlarının ve âhiretlerinin kurtarılması ve bir de, ülkemin dirlik ve düzeninden başka bir hayalim ve gayem olmadı. Ben her zaman, ülkemin gerçek dirlik ve düzeninin, ahlâklı, maneviyat sahibi, yolsuzluktan, soygundan, suiistimalden olabildiğince kaçınan vazifeperver insanlarla mümkün olacağına inandım.

    ***

    Saat 10.30 civarında sohbetten kalkıldı. Halsiz ve yorgundu. Öğleye kadar geçen arada Kalbin Zümrüt Tepeleri kitabının 1. cildinin yeniden yapılacak baskısı için tashihlerini bitirdikleri anlaşıldı.

    13.25’te Cuma namazına başlandı. Hutbede, Sızıntı’nın Haziran sayısının Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde yayınlanacak yazı okundu. 14.15’te yemeğe oturuldu.

    Yemeği müteakip, Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde yapılan tashihleri son bir defa gözden geçirdiler. Bu kitabın 2. cildi çıkacak zannediyorum. Daha sonra bir arkadaşa, “Sen, derviş olabilir misin?” diye sordular ve ilâve ettiler:



    DERVİŞ OLMAK

    Özel manâda derviş olmak, bizim için çok önemlidir. Bu, tarikata girmek değil; kendi rûhuyla, manâsıyla derviş olmaktır. Ki o da, İslâm’ın rûhî hayatı demektir. İnsan, potansiyel insan olarak doğar ve terbiye ile hakîkî insan olur. İnsan eğer birini seviyorsa, onu inancından, insanlığından dolayı sevmeli; şayet bir beklentiden dolayı seviyorsa, o insan, sevgisinde samîmi değildir.

    Ardından, arada mutadları olduğu üzere sohbeti açma mahiyetinde, “Tokadîzâde Şekip gibi, Rıza Tevfik de tasavvufî konularda çok rahat söylüyor” dediler ve Tokadîzâde Şekip’in melâmîmeşrep göründüğünü, Rıza Tevfik’in de Bektaşî olduğunu söylediler.


  5. #5
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah Gülen’le Amerika’da Bir Ay

    SELÇUKLULARIN İLK DÖNEMİNDE

    DÜŞÜNCE HAYATI VE BAZI TARİKATLAR


    – Bilhassa Selçuklular’ın ilk döneminde düşünce hayatının çok karışık ve özellikle sapık tarikatlarda büyük bir yayılma olduğu görülüyor?

    İslâm dininin ilk yayıldığı bölge, ilk çağlardan beri her türlü inanç ve düşünceye zemin teşkil etmiş bir bölgedir. Bir yanda Yahudilik ve Hıristiyanlık bölgede yaygın; öte yanda, Zerdüştlük gibi, Manihaizm, Mitraizm gibi eski dinler var. Harran, bir zaman Sabiîliğin merkezi; daha sonra Neo-Platonizm ve Gnostisizm gibi batınî akımlara da kucak açmış. Mısır’da Neo-Platonizm’den başka Hermetizm var. Bütün bunların yanı sıra, İslâm’ı içten ve dıştan çökertmek için, hem bölgede hakim siyasî güçler, hem de rakip dinler, inanç sistemleri baştan beri hiç boş durmamış. Abdullah bin Sebe’ –böyle bir şahıs yaşamış mıdır yaşamamış mıdır ayrı konu ama– bir gerçek var ki, İbn Sebe’ tipi şahıslar hiçbir zaman eksik olmamışlardır. Haricîler’i öyle iddia edildiği gibi, Necidli bedevîlere münhasır görmek yanlış olur. Hz. Ali döneminde Sıffin’de birden ortaya çıkmaları ve hemen bir grup teşkil etmeleri de gösteriyor ki, böyle bir fırkayı oluşturacak bir hareket baştan beri varmış. Ehl-i Sünnet ulemâsının gayretleri her zaman şâyân-ı şükrandır. Onlar bütün bu gâile ve tehlikeli inanç akımlarının içinde İslâm’ı hakkıyla müdafaa etmiş ve onun ana düsturlarını çok güzel ortaya koymuşlardır.

    Selçuklular dönemi itibariyle Nizamü’l-Mülk’ün de bu husustaki çalışma ve gayretleri takdire şâyândır. O, Nizamiye’yi kurmuş. O dönemde Nizamiye’de hoca olmak çok zordu. Bunun için çok iyi bir fıkıh metodolojisi, tefsir, hadis, kelâm, felsefe, mantık bilmek gerekiyordu. Nizamü’l-Mülk bu işin başına önce Gazalî’nin hocası Ebu’l-Maâlî’yi, daha sonra da Gazalî’yi getirmiş. Bu dönemde en büyük problem Hasan Sabbah problemidir. Hasan Sabbah’ın çok karizmatik bir şahsiyeti olduğu, felsefeyi, hermetik ve gnostik düşünceleri çok iyi bildiği anlaşılıyor. O, müridlerini bir şekilde efsunluyor, onlara haşhaş (afyon) veriyor, yalancı bir cennet gösteriyor; sonra da müridleri ne savaşa girip ölmekten, ne de bağırlarına bir hançer saplayıp, kendilerini öldürmekten çekiniyorlardı. Zamanla, Hasan Sabbah’ın düşünceleri, Mısır’da Fatımîler adıyla devlet oluyor, oradan da Kuzey Afrika’ya yayılıyordu. Bugün ise o cereyanın uzantıları, Nusayrîlik’le ve bilhassa İsmailîlik’le devam ediyor.

    Bu iş, bundan sonra da devam edecektir ve siz, şimdiki dönemi arayacaksınız. Bu itibarla da bize, hiçbir beklentiye girmeden hizmet etmek düşüyor. Burada ise burada, daha başka bir yerde ise orada; dünyevî hiçbir beklentiye girmeden hizmet etmek... Ders okuyan arkadaşlara her zaman, “Dünyaya dağılın. Burs, maaş beklemeyin. Taş kırın, temizlikçi, bulaşıkçı olun, geçiminizi çıkarın ve dininize, milletinize hizmet edin” diyorum. Kabiliyetiniz varsa yazı yazın, kitap telif edin; hatta çöpçülük yapın, fakat yaptıklarınız karşılığında hiçbir maddî beklentiye girmeyin. Yoksa ileride bugünleri arayacaksınız. Zira ileride çok farklı cereyanlar zuhur edecek. Bu cereyanlara karşı, evet dünkü, bugünkü ve gelecekte doğacak bu cereyanlar karşısında İslâm’ın prensiplerini yeniden tesbit edip, yeniden ifadelendirmek icab edecek. Hem Zahirîliğe, hem de katı akılcılığa karşı İslâm’ın rûhî hayatını ortaya koymak ve anlatmak gerekecek. Ben inanıyorum ki, ileride rûhî sahada eskinin A. Geylânîleri, Şâh-ı Nakşibendleri, Muhyiddin-i Arabîleri yeniden yetişecek ve geçmişte olduğu gibi, bu sahada yanlışlara, dalâlet yollarına düşmemek için, İslâm’ın rûhî hayatının da her yönüyle anlatılmasına ihtiyaç duyulacak ve yine inanıyorum ki, bugünkü nesiller tam anlamasa da, çeyrek asır sonra gelecek nesiller Kalbin Zümrüt Tepeleri’ni çok daha iyi anlayacak ve yaşayacaklardır.

    Bütün bu değişik sahalardaki yazdıklarımızda esas aldığımız ve Kur’an düsturlarının bir defa daha tesbit ve takdimi adına yazılan ‘sözler’ ve ‘mektuplar’ çok önemli hizmet göreceklerdir. Bu konuda kaynağımız ve istinat noktamız bunlardır. Allah bana ömür verse ve 60 sene daha yazsam, yine beslendiğim ve ölçü kabul ettiğim kurallar, Kitap ve Sünnet menşe’li bu kaynaklar olacaktır. Çünkü orada verilmesi gerekli her şey, bazen icmalî bazen tafsilî olarak komprimeler halinde verilmiştir. Ömer Nesefî’nin Akaidine şerh yazmış bir Hayalî vardır. Bu zat için,

    Hayalî’nin hayaline hayal bulmaz muhayyiller

    Riyazeti bin yıl olsa, hayal eyler hayâliler

    beyti söylenmiştir. Bunun gibi, hayallerimiz ne kadar geniş ve derin olursa olsun, Kur’an’ın envarı, hepsini dolduracak kapasitededir. Önemli olan, onları çok iyi bilmek ve özümsemektir.

    Arada birkaç soruyla kesilen ve açılan bu sohbet, 15.30’a kadar devam etti.

    ***

    17.00 civarında kaldıkları evin bir-kaç odasında şöyle bir dolaştılar. Ardından, 17.30’da ikindi namazı kılındı.




  6. #6
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah Gülen’le Amerika’da Bir Ay



    DIŞ MÜNASEBETLERİMİZ,

    KASETLİ LİNÇ OPERASYONU VE BAZI TAVIRLAR


    20.25’te akşam namazına duruldu ve 20.45’te yemeğe oturuldu. Yemekten sonra, dış münasebetlerde Türk hükümetlerinin ciddî ve belli bir hedefe yönelik, büyük devlet ve ülke olmaya yönelik bir plan ve çalışmalarının olması temennisi üzerinde duruldu. Bu arada Orta Asya Türk Cumhuriyetlerindeki itibarımızın büyük yara aldığından bahsedildi. Geçen haziran ayındaki malûm kaset olayının, çok önemli bir temyiz vazifesi gördüğü ve büyük bir ayrışmanın yaşandığı ifade edildi. Hattâ, bazı grupların, içten içe sevinç bile duydukları, buna karşılık bazılarının ise ciddî müdafaada bulunduğu belirtildi. İnsan olarak bizim şer telakki ettiğimiz çok şeyin hakımızda hayırlı, hayır gördüğümüz pek çok şeyin ise hakkımızda şer olabileceği gerçeğinin Kur’an’da hatırlatıldığından bahsedildi.

    Sohbet, bir süre bu minvalde devam etti. Ardından bir soru geldi:



    HİDAYET VE İMAN AYNI ŞEY MİDİR?

    – Hidayet ile iman aynı şey midir? Yoksa ikisi arasında bir öncelik, sonralık var mıdır?

    Bir bakıma hidayet iman, iman da hidayet demektir. Fakat, hidayetin de, iman gibi dereceleri vardır. İnanmayan bir insan için hidayet, imana ilk adımı atma demekken; avam bir mü’min için imanda nisbî bir derinleşme; seyr ila’llah çizgisindeki bir mü’min için seyr fi’llâh, seyr fi’llâhtaki için seyr maa’llah manâsına gelir. Yakîn noktasında ilme’l-yakîn’den ayne’l-yakîn’e, ondan da eğer dünyada mümkün ise, hakka’l-yakîn’e geçme de hidayetin mertebelerindendir. İmam-ı Rabbânî, dünyada hakka’l-yakîn’e ulaşılamayacağı görüşündedir. Ancak, bu yakîn mertebelerinin de kendi içinde dereceleri vardır. İlme’l-yakîn’in hakka’l-yakîn’i, ayne’l-yakîn’in de kendi içinde hakka’l-yakîn derecesi vardır. İşte bunlara ulaşılabilir.

    Hidayette insanın rolü nedir, Meşiet-i İlâhî’nin fonksiyonu nedir; bu konu, kader mevzuuyla doğrudan alâkalıdır. İman, Seyyid Şerif Cürcanî’nin tarifiyle, “Kulun iradesini kullanması karşılığında Allah’ın kalbde yaktığı bir ışıktır.” Maturidîler olarak, kulun iradesinin iman ve hidayetteki rolünü inkâr edemeyiz. Fakat bu rol ne kadardır? Kur’an-ı Kerim, Allah dilemedikçe bir şey dileyemeyeceğimizi ve O’nun dilemediği hiçbir şeyin de olmayacağını açıkça belirtir. Kalbleri evirip çeviren de Allah’tır. Öyle ise insana düşen, Allah’ın Meşietine sığınmak ve ister meyelan, isterse meyelanda tasarruf olsun, iradesini iman ve hidayet istikametinde kullanmaktır.


  7. #7
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah Gülen’le Amerika’da Bir Ay

    ALLAH’IN DİLEDİĞİNİ HİDAYET EDİP,

    DİLEDİĞİNİ DALÂLETE SEVKETMESİ


    – Meşietin ilim nev’inden sayılması açısından, “Allah dilediğini hidayet eder, dilediğini dalâlete sevkeder” âyetini, Allah, ezelî ilmiyle kimin hidayeti talep edeceğini bildiğinden, onun için hidayeti yazmış, kimin dalâleti tercih edeceğini de bildiğinden, onun için de dalâleti yazmıştır” şeklinde anlayabilir miyiz?

    Bir manâda böyledir. Meşîet ilim nev’indendir. Fakat burada çok önemli bir noktanın da gözden kaçmaması lâzım gelir: İnsanın, yeme-içme gibi iradî ve tamamen kendine ait fiillerinde bile rolü son derece az ve sınırlıdır. İnsan, sadece eliyle yemeği ağzına götürür ve çiğneyip yutar. Onun dışında, yemekle ilgili bütün faaliyetler, insanın iradesi dışında bedene aittir. O bedeni çalıştırma bize bırakılmış olsaydı, onu âhenk içinde bir-iki günlüğüne bile devam ettiremezdik. Yeme-içme gibi, tamamen bize ait görünen en basit işlerde bile, şayet irademize düşen (binde bir) denecek kadar az ise, iman ve hidayet gibi, son derece önemli ve kalbî bir meselede irademizin ne ölçüde pay sahibi olabileceği düşünülmelidir. Kur’an-ı Kerim, “Sizi ve yaptıklarınızı yaratan Allah’tır” buyuruyor. Evet hidayeti de yaratan Allah’tır, dalâleti de. Kalb, O’nun elindedir ve O, kalbi dilediği gibi evirir-çevirir. Bundandır ki, Efendimiz (s.a.s.) günde pek çok defa, “Ey kalbleri evirip çeviren Allah’ım, kalbimi dinin üzerinde sâbit kıl!” diye dua buyururlardı. Bunu o kadar çok tekrar ederlerdi ki, bir defasında Ümm-ü Seleme vâlidemiz, “Yâ Rasûlellah, bunu ne kadar çok söylüyorsunuz!” diye hayretlerini ifade etmişlerdi. O da “Kalb, Allah’ın iki parmağı arasındadır. Dilediği şekilde evirip çevirir” cevabını vermişlerdi.

    Hidayette daha pek çok önemli faktörler vardır. Her şeyden önce, bakış zâviyesinin çok iyi ayarlanması lâzımdır. Bakış zâviyesi yanlış olursa, insanı hidayete götürmesi gereken pek çok delil, işaret, onun dalâletine sebep olur. Meselâ Firavun, veziri Hâmân’a, “Bir kule yap da, Musa’nın iddia ettiği Allah nerede bakayım!” der. Onun asırlarca önceki bu sözüyle, bu asırda, Rus astronotu Gagarin’in “Ben gökte baktım, Allah’ı göremedim” sözü arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de, aynı yanlış bakış zâviyesinden hareket etmektedir. Gagarin’in bu sözüne merhum Necip Fazıl, kendine has üslûbu ve konuşma şekliyle şöyle cevap verirdi: “A ahmak! Allah’ın gökte bir balon olduğunu sana kim söyledi?”

    Bakış zâviyesinin yanlışlığı gibi, zulüm ve kibir de küfrün sebepleri arasındadır ve bunlar, hidayete manidir.

    Hidayeti yaratan Allah olduğu içindir ki, günlük namazlarımızın her rekatında, Fatiha sûresinde, “Bizi Sırat-ı Müstakîm’e hidayet et” diye Allah’a dua ediyoruz. Esved ibn Yezid en-Nehâî gibi zatlar, bast-ı zamanda yaşadıkları için ihtimal bu duayı günde bin defa yapabiliyorlardı. Bu da, bize meselenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu göstermektedir.

    ***

    22.30 civarında sohbetten kalkıldı ve 22.50’de yatsı namazına duruldu.

    23.15’de, mutadı üzere, salona çıktılar. Yatmadan önceki bu son sohbet, genellikle hâtıra, dertleşme, şiir okuma gibi yönleriyle daha mahrem his teatilerine sahne oluyor. Bu gece de öyle oldu. Önce, yemek sonrası sohbetin devamı mahiyetinde şunları söylediler:


  8. #8
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah Gülen’le Amerika’da Bir Ay

    SIRAT-I MÜSTAKÎM ÜZERE KALABİLME

    Sırat-ı Müstakîm üzere kalabilmek için devamlı Allah’a sığınmak ve hep dua etmek lâzım. Kalbler, O’nun elindedir. Kalbe kalb denmesinin bir sebebi de, onun sürekli dönüp durması, bir halden başka bir hale kalbolmasıdır. Hiç birimiz, garantide değiliz. Bugün burada oturan bir arkadaş, başına gelenleri, ailesinin, çocuklarının durumunu anlattı. Allah, ağır imtihan ediyor. Bizi, öyle imtihanlardan muhafaza buyursun.

    Geçmiş hayatımıza dönüp baktığımızda, Allah’ın bizi çok tehlikelerden koruduğunu görürüz. Çok mehâlike yaklaşıp da tam düşeceğimiz anda Allah tutmuş ve kurtarmıştır. Bu itibarla, Allah’a çok sığınmak ve çok güvenmek lâzımdır.



    ANNE-BABA

    Annemin vefatında yanında bulunamadım. İstanbul’a gitmiştim. Annemin vefatına dayanamam der ve ondan önce ölmeyi arzulardım. Fakat sonra aklıma gelirdi ki, bu kadın benim vefatıma dayanamaz, çıldırır. Ne zaman ziyaretine varsam, o hasta haliyle yanıma yaklaşır, ayaklarıma dokunur, çorapları yoklar ve “Ayakların üşürdür” derdi. Çok basiretliydi. Bazen bazı arkadaşlarla alâkalı soru sorar, hizmetle ilgilenir, sorudan hoşlanmadığımı sezerse hemen konuyu değiştirir, çevresindekilere, “Ne duruyorsunuz? Şu Hacı’ya bir çay yapın getirin” derdi. Şimdi bir türlü onun boşluğunu dolduramıyorum.

    Ardından, sorulan sorulara cevaplar verdiler:



    ASKERLİKTEN SONRA EDİRNE’YE DÖNÜŞ

    – Askerden sonra Edirne’ye 1964’te mi dönmüştünüz?

    1963 idi. O sıralarda beni çok evlendirmek istediler. Erzurum’a geldiğimde ağır baskı yaptılar. Annemle Enver amcamın olduğu bir mecliste şunları söyledim: “Benim başım gaye-i hayalime bağlı. Bir de siz ayaklarımı bağlayacak olursanız, ben de artık hareket edemem ve yıkılır kalırım.” İstemeyerek biraz sertçe konuşmuştum. Bunun üzerine amcam, hiç unutamayacağım kerametvarî şu karşılığı vermiştir: “Bak oğlum. Sana bir teklif de 30’una geldiğinde yapılır. O zaman da kabûl etmezsen, artık bir daha da bu iş hiç olmaz” demişti. Hakikaten 30 yaşımda iken, çok sevdiğim, çok hürmet ettiğim birisi, benim için münasip gördüğü birisini bulmuş. Hattâ, beni razı edeceği ümidiyle aileye de söz vermiş; fakat, şiddetle karşı çıktım, “Hocam, evvel ve âhir böyle bir düşüncem yok” dedim. Bunun üzerine boynuma sarılıp ağladı. Bu hatıramı herhalde hiç anlatmamıştım.



    HAYATINDAKİ BELLİ ZAMAN DİLİMLERİ

    – Hayatınızdaki belli zaman dilimlerini açar mısınız?

    1958-59’da Edirne’ye geldim. 22 yaşımda iken 27 Mayıs ihtilâli oldu. 1971’de 12 Mart ihtilâlinde, malûm, 6 ay içeride kaldım. 1982 yılında iken çok sıkıntı çektim ve herhalde “öleceğim” diye düşündüm. Daha sonra, 55 yaşında ölümümü beklemeye durdum. Ama bu beklentim ölüm olarak değil de, va’zları bırakmam şeklinde tecelli etti.

    Bugün 19 Mayıs mı? Bende hatıralara karşı derin bir bağlılık var. Meselâ, yolda giderken bir ağacın altında dinlenmiş olsak, bir daha aynı yerden aynı arkadaşlarla geçtiğimizde, o arkadaşlar, “Şu ağacın altında dinlenmiştik” diye hatırlayıp, aynı teklifi tekrarlamasalar, “Bunlar ne kadar duygusuz!” derim. Aslında aynı ruh hâletini paylaşmayan bunu anlamaz.

    Daha sonra, Erzurum’da geçen bazı va’z hatıralarını anlattılar ve 00.30’da odasına çekildiler.








  9. #9
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah Gülen’le Amerika’da Bir Ay

    2. GÜN


    Saat 04.05’te sabah namazına duruldu. 4.35’te odasına çekildiler.

    9.15’te kahvaltıya başlandı. Kahvaltının bitimine yakın şunları söylediler:



    BEKLENTİLER, OLUŞUMLAR

    Türkiye, zor bir dönemden geçiyor; içte-dışta milletimize kötülük yapmak isteyenler var. Ülkede farklı güçler iktidar savaşı veriyorlar. Ama Allah çok halim, çok sabrediyor, mühlet veriyor. Hz. Ebu Bekir, bazı olup-bitenler karşısında, “Mâ ahlameke – Ya Rab, ne kadar çok halîmsin!” derdi.

    Abdülhamid idaresine karşı çıkan bazı aydınlar için, mühim bir zat, “Bazı münevverler bir istibdadı hissetmişler ama, oklarını yanlış yere tevcih etmişler” buyuruyor. O dönemde, bir grup aydının Türk dünyasına; İslâmcı denilen aydınların ise, daha çok İslâm dünyasına yöneldiği görülüyor. Bilmem ki kim isabet etmiş.?

    Bazı Müslümanlar, hattâ bazı hakikatâşina kimseler, gelecek hakkında verilen bazı beşâretleri, çok defa, sanki kendiliğinden ve birden oluverecekmiş gibi bir beklenti içine girerler. Halbuki, her tekevvün ve her hadisenin bir kısım sebepleri vardır. Meselelere hem iman ve tevekkül zâviyesinden, hem de sosyolojinin kanunları açısından bakmak lâzım. Biri eksik olursa, yanlışa düşülür. Hadiseler belli şartlara ve konjonktüre göre cereyan eder. Meselâ, bir-kaç asırdır Türk toplumunun bir arayışın içinde olduğu görülüyor. Sosyologlar, bir yandan dünyada hâkim olmaya başlayan akımlara bakıyor, bir yandan Türk toplumundaki değişimlere, baş gösteren ihtiyaçlara bakıyor ve gelecekle alâkalı bir takım tahminlerde bulunuyorlar. Burada önemli bir husus daha var; o da bilhassa böyle kader-denk noktalarında, hadiselerin her yöne kayabileceği ve değişimin yönünün çok mecralara çekilebileceği bir zamanda, her şeyin bıçak sırtında olduğu gerçeğidir.. evet bu durumlarda bir rüzgâr, önemsiz gibi görünen bir hadise, her şeyi değiştirebilir. Bazen de sosyologlar, olacakları değil de, olmasını arzu ettikleri şeyleri söyleyip âdeta fitnelere start veriyorlar.



    TÜRK DÜNYASI VE İSLÂM DÜNYASI

    – Bediüzzaman, ilk döneminde Türkistan diyor, Hindistan diyor, San’an tepesine yöneliyor; sanki yönü daha çok Doğu’ya doğru gibi. Sonraki döneminde ise, sanki güneye, İslâm dünyasına daha çok atf-ı nazar ediyor…

    Bazı haberlerinde tashihte bulunmuş. Meselâ, “Ben bir nur bekliyor ve bunu geniş bir sahada, siyaset sahasında ümid ediyordum. Fakat hadiseler beni bil-fiil tekzip etti ve beklediğim nur, iman dairesinde çıktı” diyor. Bir de, meselâ tohumu görür, ağacı haber verirsiniz. Eğer bunu anlamaz ve tohumu ağaç olarak tasvir ederseniz yanılır ve yanıltırsınız. İşte bazı haberlere böyle bakmak lâzım...

    İstanbul’a ilk gelişinde Şeyh Bahit’e “Osmanlı Avrupa’ya, Avrupa da Osmanlı’ya, yani İslâm’a hamile. Her ikisi de, vakti geldiğinde hamlini vaz’ edecek (yani, hamile olduğu şeyi doğuracak)” diyor. Bu, çok önemli bir söz. Bu haberin birinci şıkkı büyük ölçüde gerçekleşmiş. Bu gerçekleşme için gerekli şartlar teşekkül etmiş ve Osmanlı neye hamile ise, onu doğurmuş. Haberin ikinci şıkkı için de gerekli şartlar teşekkül edecek ki, gerçekleşebilsin. İleride Batı büyük bir bunalıma girebilir. Hadiseleri tahlilde, çözüm yolları aramada ve bu türlü düşünce ve değerlendirmelerde Batı aydını Doğu aydınından daha önde. İşte böyle bir bunalım döneminde Batı aydınları arayışa geçebilir. İslâm, faziletli insanlarla temsil edilebilse ona yönelebilirler. Ama, karşılarında daha başka dinleri, inanç sistemlerini görürlerse, bu defa da ona yönelirler. İslâm’ın şimdiki temsiliyle İslâm’a yönelme çok zor görünüyor.


  10. #10
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fethullah Gülen’le Amerika’da Bir Ay

    İSLÂM’IN TEMSİLİ VE İSLÂM DÜNYASINDAKİ

    YÖNETİMLER


    – Buyurduğunuz gibi, ziyaretinize gelen bir gazeteci, “Hocam, İslâm’dan bahsediliyor ama, karşımızda Saddam var, Esad var. Bunlar insanları İslâm’dan ürkütüyor” demişti.

    Bazı güçler, bu tipleri kasden tutuyor ve onları İslâm’ın temsilcisi gibi gösteriyorlar. Bu itibarla da insanlar, bütün güzellikleriyle temsil edilen bir İslâm görmezlerse, ona yönelme olmaz. Bazılarının ekstradan beklentileri oluyor. Bu da, hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Tarihte de hiçbir zaman olmamıştır. Sonra, insanların rûhen değişmesi uzun zamana vâbestedir.. evet ruhta, düşüncede değişiklik çok zordur. Dünyada böyle bir değişiklik olmadan, mevcut tablodan olumlu bir şey çıkması çok zor.



    BASİRET ÜZERE DAVET

    – Kur’an-ı Kerim’de Efendimiz’in, “Ben ve bana tâbî olanlar, bir basîret üzere davette bulunuyoruz” dediği buyuruluyor?

    “Bu, benim yolumdur. Ben ve bana tâbî olanlar, bir basiret üzere davette bulunuyoruz” diyor. Bu âyetin bir diğer manâsı da, “Ben, bana tâbî olanları bir basiret üzere davet ediyorum” şeklindedir. Bu âyetin geçtiği Yusuf sûresinin mihveri ilimdir. “Her bilenin üzerinde bir bilen vardır” âyetinde de hem bir hakikatın ifadesi, hem de bir tembih ve ikaz söz konusudur. Davetin basiret üzere olması gerektiği gibi, davette ilmin önemi de, üzerinde durulmaya değer bir konu. Ayrıca, kimse, ilmine güvenmemeli; ve kendinin üstünde bir bilen olduğunu kabullenmeli. Rivayetlerde, Hz. Musa gibi ülü’l-azm bir peygamberin, Hz. Hızır’la seyahatine sebep olarak, içinden, acaba kendinden daha âlim birinin var olup olmadığının geçtiği belirtilir. Allah da (c.c.), onu Hz. Hızır’a gönderir ve bulunduğu âlemin ya da buudun dışında, daha başka âlemlerin, buudların, dolayısıyla da ilmî derinliklerin var olduğunu gösterir. İhtimal, Hz. Musa’nın (a.s.) misyonu gereği, böyle bir seyahatten de geçmesi gerekiyordu. Bir kitapçıkta (Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar) yer aldığı üzere, Hz. Musa tamamen maddeci bir kavme gönderilmişti. Firavun’un sarayı gibi yine maddeci bir ortamda yetişen bu yüce Nebi, kavminin ruh terbiyesinden geçmesi için, kendisinin de melekûta açılması gerekiyordu. Her peygamber, gönderildiği kavmin bir prototipi gibidir; onun husûsiyetlerini taşır. Kavmine vermesi gerekenleri önce kendinde duyacak, kendinde yaşayıp tecrübe edecek ki, sonra onları kavmine samimiyet ve tam bir itmi’nanla aktarabilsin.


Sayfa 1/8 123 ... SonSon

Benzer Konular

  1. fethullah gülen şiirleri
    By SiLa in forum Bediüzzaman, Çalışmaları
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.06.09, 20:31
  2. İnsanların Amerika’ya geçmesi nasıl olmuştur?
    By BaRLa in forum Risale-i Nur'u Yeni Tanıyanlara
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.06.09, 11:23
  3. Fethullah Gülen Turnalara Tutun da Gel
    By SiLa in forum Bediüzzaman'ın Hayatı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.06.09, 19:31
  4. Said Nursi’den Fethullah Gülen’e Gözyaşı Medeniyeti
    By SiLa in forum Bediüzzaman Talebeleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 17.03.09, 07:06

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •