Zafer
Büyük himmetlerin, yüce gayretlerin tomurcuklaşmasıdır zafer. Emeğin, cehdin, ızdırab ve sancının petekleşdiği noktadır zafer.
Zafer, canlılar âleminde, hususiyle insanlar arasında en tatlı ümniye, en cazip rüya olarak, daima arzu edilen ve asla vaslına doyulmayan bir Leylâ’dır. Beşer var olduğu günden beri, binbir yılankavilerle zirvelere tırmanarak, onu aramış ve türkülerinde hep onu hecelemiştir.
Kimbilir, belki de bu hususlar, her varlık için “söz konusudur!
Evet, şayet insan, kulak kesilip varlığın sinesindeki sessiz mûsîkîyi dinlese, herşeyin nabzının zafer! diye atdığını duyacaktır. Zira, umum kâinatlar sırlı bir şevkle; canlılar kendi insiyakları ölçüsünde; insanlar da kendi iradeleriyle hep zafere tırmanmaktadırlar.
Zafer için horozlar birbirlerinin ibiklerini al-kan içinde bırakırlar. Onun için koçlar, boynuz boynuza gelir, vuruşurlar. Onun için mandalar birbirlerini kovalayıp durur; ve onun için kedi, köpek birbirine diş gösterir ve homurdanır...
Bu uğurda hoş olmayan şeyler de cereyan eder; ama, eşyanın tabiatı bu! Her nev’i, kendi zaferi ve kendi hâkimiyeti için kavga verir. Her sınıf, üstün geldiği ve yaygınlaştığı nisbetde övünür ve mutluluk hisseder.
İnsanoğlu da öyledir. O da zaferlerle coşar, zaferlerle neşelenir; içinden zafer duygusu silinince de, bir ağaç gibi kurur ve ölür.
Ağaç, canlı kaldığı sürece meyve verir; insan ise, zafer meyveleriyle canlılığını sürdürür. Zafer duygu ve düşüncesinden mahrum bırakılınca da, hemen pörsür ve söner. Çiçekler, yapraklar, yüce ağaçların tepelerinde ne ise, zafer takları da insanoğlu için aynı şeydir. Çiçeksiz ağaç metrûk ve garib, zafersiz insan da bahtsızdır.
Tulû, Güneş’in zaferi; ona bağrını açıp mevlevî gibi dönme, yerin; menzilden menzile koşarak, her ay bir kere Bedir olma da Ay’ın...
Petek, arının zaferi; ağ, örümceğin; yukarılara doğru pervaz etme de kuşun. Petek yapma hendesesini bilmeyen arı; ağ örme esrarından habersiz örümcek ve uçmasını beceremeyen kuş talihsizdir. Ya, hayatında bir kere olsun, zafer gülbankı dinlememiş insan...
Milletler, zaferleriyle tarihe girmişlerdir. Kültür ve medeniyet -ekşi, tatlı meyveleriyle- hep zafer kaideleri üzerinde gelişmıştır. Umrânlar, fâtih ve muzaffer kumandanların geçdikleri yerlerde yeşermiş ve mevcutiyetlerini de, fetih ve zaferlerle devam ettirmişlerdir.
Roma, Romalı askerin sefer ve zaferleriyle ihtişâma erdi. Ve her gün yenilenen zafer taklarıyla devlet diri ve ordu da disiplin içindeydi. Romalı asker sefer ve zaferi unutunca, devlet korkunç bir “migrenie, milet de onulmaz bir “miyokardit’e tutuldu. Bundan ötesi ise, dahilî kargaşa ve tıpkı kan kanserine mübtelâ bir bünye gibi, içden içe eriyip tükenme.
Atina, kördüğümü çözen muzaffer askerin omuzlarında yükseldi ve yıldırım süratiyle, bir başdan bir başa bütün cihana sesini duyurdu ve kendini tanıttırdı. O da muzaffer askerini tarihin bağrına gömdüğü gün, bütün dünyaya karşı fermuarını kapatarak içden içe erimeye durdu...
Artık orada da, eski yiğitler, yerlerini bir kısım iğdişlere, hakikî kahramanlar da “mitilere terk ediyorlardı. Alabildiğine sarsık ve zebûn olan bu dönemin Atinalısının perspektifinde, sadece eski metrûkâtın mozayiği vardır. Ne garibdir ki, batı da, onun bu jelatinli dönemine vurulmuş ve çaputlara sarılı “Heleneiyi, ibrişim ve danteller içinde rönesans mihrabına yerleştirmişdir. Bu hareket ise, fecrinde tek zafer yıldızı doğmamış batının, üstûrevî bir yıldızı popülarize ederek, gecesinde binlerce yıldızın kol gezdiği bir dünyaya yutturmasından başka birşey değildir. Vâkıa batı, hep aynı akrobatlıklarla sahneye çıkmış ve aynı gözbağcılıkları yapmıştır. Evet, başkalarının zaferlerini, allayıp, pullayıp sahneye koymak dururken, ne gerek var zaferin yüksek ve meşakkatli tepelerini aşmağa!?.
Anadolu insanı da, kendi yurdunu zafer takları üzerine kurdu. Öyle ki, bu vatanın her parçası ve bu ülkede geçen zamanın her bölümü, onun zafer türkülerinden biriyle tanınır ve biriyle yâd edilir. Yılın hiçbir günü yoktur ki, takvim ibresi, o gün içinde Anadolu insanına ait birkaç zaferi göstermesin.
Yerinde yüce duygu ve düşüncelerin havârisi olarak, elindeki hakikat mesajlarını dünyanın en ücrâ köşelerine kadar taşıması; yerinde şimşekler çakan kılıcıyla zulüm ve zulümâtı dağıtarak “başlarda gezeni zalim ayakları “yere indirmesii ve yerinde ümitsiz ve karamsar ruhlara iman ve heyecan kazandırarak, tıkanan fazilet yollarını açması, Anadolu insanının mühim zafer sâiklerinden olmuştur. O, bu sâiklere saygılı kaldığı sürece de, canlılığını devam etdirmiş ve onurunu korumuşdur. Aksine “tegallübler, esaretler, tahakkümler, mezelletler...i .A.
Bir de Anadolu insanının her türlü imkândan mahrum bırakılarak, boğulmak istendiği dönemde, elde etdiği zaferler vardır ki, asıl onu efsaneleştiren de onun bu zaferleridir. Evet, başka milletler için, müdafaa ümidi dahi kalmadığı en kritik dönemlerde, onu bütün dinamizmiyle taarruzda görürüz.
Ülkesinin dört bir tarafdan sarıldığı, bütün yabancı dünyaların akın akın üzerine geldiği
“Eski dünya, yeni dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... mahşer mi hakikat mahşer,
Yedi iklîmi cihanın duruyor karşısında,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sadece bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani tâûna da zuldür be rezîl istilâ!i
M.A.
en karmaşık, en ümit-şiken (1) hallerde dahi onun “ehl-i salîbiin savletini kırdığına ve ecdadının ruhunu şâd etdiğine şâhid oluruz.
Fıtratı müteheyyic (2) bu milletin müdafaası, taarruzundan, taarruzu da müdafaasından geri değildir. Duyup doyduğu yüce hakikatleri, başkalarına duyurmanın delisi olarak, Himalayalar’ı aştığı gibi, Alpler’e ve Preneler’e de uzanarak, ayların güneşlerin bir başka doğup batdığı bu ülkelere de, ışık ve ümit götürmüşdür. O, bu yüce vazifeyi yaparken ne kadar coşkun, ne kadar atılgansa, kolunu, kanadını kırıp üzerine çullandıkları zaman da, o kadar yavuz ve o kadar yamandır.
Bir de, madde ötesi, insanın kendi içinde, kendi nefsine karşı elde edeceği zaferler vardır ki, en çok takdire şâyan olan ve semavî gülbanklarda yerini alan da işte budur. Ferdin, kendi içinde, kendisiyle olan kavgasında muvaffak olması... Bu vâdîde kazanılacak her zafer insanı derinleşdirir, buudlaşdırır ve onu binlerce zaferin kahramanı olmaya namzet kılar.
Kanaatimce milletimizin, asırlarca devam edegelen zaferler zincirinin temel rüknü de bu olsa gerekdir. Yoksa sınırlı imkân ve sınırlı kuvvetlerle, bütün cihana karşı verilen kavgadan muvaffak çıkmayı izah etmeye imkân yoktur.
Evet, bizim tarihimizdeki gerçek fâtih ve muzaffer kumandanlar, hep bu içdeki zaferin kanatlarıyla yükselmiş ve o sayede Hızır’la sohbete ermişlerdir. “En büyük cihadi ünvanıyla ferdin derûnunda başlatılan bu kavga, daha sonra onun bütün davranışlarını te’sir altına alarak, ona yenilmezliğin sırrını öğretir. Zira, kendi içinde zafere ermiş böyle bir el, maddenin ve kuvvetin bütün hokkabazlıklarını bir anda yutar ve yok eder. “Tûriun esrarını ruhuna geçirmiş bir babayiğitin nazarında, kemmiyet bütün debdebe ve âlâyişiyle keyfiyetin zerresine râm olur.
Bundan ötürüdür ki, bizim zaferlerimiz ve bu zaferleri bize hediye eden askerlerimiz, başkalarından tamamen ayrılır ve farklı bir durum arzederler.
Bizde, nefsin frenlenmesi, ferdin kendi kendini yenmesi bir esasdır. Bu itibarla, nefsinin esir ve zebûnu olan bir insan, İskender dahi olsa zavallıdır ve acınacak haldedir.
Yüce duygu ve yüksek ideâlleri gönüllerinde âbideleşdiremeyenler; şahsî istek ve arzularına karşı koyamayanlar; Hakk’a saygı ve Hakk’a esaretdeki zevki idrak edemeyenler, bir başdan bir başa bütün cihanı fethetseler dahi asla zafere ermiş sayılamazlar.
Ölçülerimiz içinde muzaffer sayılan millete binler selâm!
1) Ümit-şiken: Ümit kıran.
2) Müteheyyic: Heyecanlı.