Sayfa 11/11 İlkİlk ... 91011
108 sonuçtan 101 ile 108 arası

Konu: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

  1. #101
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    İdeal Ruh

    İnsanları aydınlatma yolunda koşanlar, hep onların saadetleri için çırpınıp duranlar, hayatın çeşitli uçurumlarında onlara el uzatanlar, kendilerini idrak etmiş öyle yüce ruhlardır ki; bunlar, içinde yaşadıkları cemiyetin koruyucu melekleri gibi, toplumu saran musibetlerle pençeleşir, fırtınaları göğüsler, yangınların üzerine yürür ve muhtemel sarsıntılar karşısında daima tetikte bekler dururlar.

    * * *

    Meslek tercihinde, o mesleğin irşada elverişli olup olmamasını birinci derecede ölçü kabul etme, hakikate saygılı kalma ve kadirşinaslık ifadesidir. Çevrenin değişik câzibedâr şeylere çağrısı karşısında sarsılmadan bu yolda yürüyenler, geleceğin talihli mimarları olacaklardır.



    Yüksek İradeler

    Yüksek irade ve yüksek karakterler, ellibin defa kazanlarda kaynatılıp, defalarca değişik kalıplara sokulsalar da, yine benliklerinden bir şey kaybetmeyecek ve özlerini koruyacaklardır. Ya, günde birkaç defa düşünce ve yol değiştiren iradesiz yaratıklara ne demeli.?



    Garipler

    Garip, yurdundan-yuvasından uzak kalan, dostundan-ahbabından ayrı düşen değildir. O, yaşadığı dünya içinde bulunduğu toplum itibarıyla hâlinden, yolundan anlaşılmayan; yüksek idealleri, ötelere ait düşünceleri, başkaları uğruna şahsî zevklerinden fedakârlığı ve fevkalâde himmet ve azmiyle, menfaat ve çıkar gruplarıyla sık sık zıtlaşıp çakışan, çevresi tarafından yadırganıp irdelenen ve her davranışıyla garipsenen insandır.



    Millet Yolu

    Yolumuz, millet ve memleket hesabına, her hayırlı iş ve her teşebbüsü alkışlama ve ona hizmet veren kutlular ordusuna arka çıkma yoludur. Tekfir ve tadlîle mukabele etmeyecek, tel’in ve bedduaya “âmin” demeyeceğiz..!

    İttifak Düşüncesi

    Herkes kendi cephesi adına teslimiyet istiyor, silm istemiyor. Halbuki Allah (c.c) “Topluca silme girin.” diyor.

    * * *

    Gelin, ittifak edemiyorsak da, hiç olmazsa ihtilâfa düşmeyelim veya aramızdaki meseleleri, farklılıkları büyütmeyelim.

    * * *

    Cemaate Allah’ın bir hususî lütfu vardır ki, onu bütün gayretlerine rağmen ferd-i ferîdler dahi elde edemezler.




  2. #102
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Önce Plân

    Herhangi bir iş ve teşebbüsü plânlarken, neticeye götürücü sebeplerin yanında ihtimâlî engeller de bir bir gözden geçirilmelidir ki, daha sonra zuhur edecek aksiliklerle ne kader tenkit edilsin, ne de bizlere güvenenlerin itimadı sarsılsın.



    Plân

    Bir atelye, bir fabrika iyi bir plân, sağlam bir fizibilite üzerine kurulduğunda, devamlılık ve istikbal vadetmesine karşılık, temelinde sağlam bir düşünce, esaslı bir hesap bulunmadığı zaman fiyasko ile neticelenmesi mukadderdir. Ya bütün bir millete ait işler; devlet idaresi ve insan gibi her yanı ayrı bir bilmece olan bir anlaşılmaz varlığın insanlığa yükseltilmesi..!



    Netice ve Encâm

    Başlangıçtaki gürültü ve çalım değil, neticedeki salkım önemlidir.

    * * *

    Encâmı düşünülmeden karar verilen işlerin âkıbeti çok defa nedametle noktalanır.

    * * *

    Tilkilere kümes bekçiliği yaptırılmaz!

    * * *

    Yarın sana tuz-biber yutturulmasına vesile olacak bugünkü bal ve kaymak, zehirden daha acıdır.

    * * *

    Encâm itibarıyla sevinme, tam sevinmedir.

    * * *

    Zararlı zannedilen çok şey netice itibarıyla yararlı, yararlı zannedilenler de zararlı olabilir.

    * * *

    Sıkışmanın en son noktası, boşalıp-rahatlamanın başlangıcıdır.



    Dâvâ Adamı

    Hak erlerinin ille de postnişin olmaları şart değildir.

    * * *

    Dâvâ adamı, ne muzafferiyetinde, ne de mağlubiyetinde tavrını değiştirmez.

    * * *

    İbn-i Erkam evlerinde yetişmeden, yani sabırla pişip olgunlaşmadan her beklenti ham hayaldir.

    Vesile-Gaye

    Hak olan maksuda, bâtıl vesilelerle varılmaz. Kullanılacak vesileler de mutlaka hak olmalıdır.



    Bâtıl Vesile

    Yalan ve mübalâğaya bina edilen sistemler, çok uzun ömürlü olsalar da, er-geç kurucularının başlarına yıkılır giderler de, esefli birer rüyâ ve hasretli birer hayal olurlar.




  3. #103
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Rahata Düşkünlük

    Her yüce dâvâ ve hakikat, temsilcilerinin kararlılığı, sadakati ve onu muhafaza hususunda gösterecekleri gayretle devamlılık kazanır ve âlemşümûl bir hüviyete ulaşır. Aksine böyle bir dâvâ, düşmanlarının sık sık saldırı ve tecavüzlerine karşılık, idrakli, sâdık, vefalı dostlardan mahrum ise, er-geç yıkılmaya ve hafızalardan silinip gitmeye mahkumdur.

    * * *

    Akıcılığını kaybedip hareketsiz kalan sular kokuşup bozulduğu gibi, kendini rehavete terkeden tembel kimselerin de çürüyüp zâyi olması muhakkaktır. İnsanda rahat etme arzusu, ilk ölüm alarmı ve işaretidir. Ancak bir fert, hissiyatıyla felç olmuşsa, ne bu alarmı duyar, ne de bu işaretten bir şey anlar. Tabiî, dostların ikaz ve uyarılarından da...

    * * *

    Tembellik ve tenperverlik, her türlü zillet ve mahrumiyetin en başta gelen sebeplerindendir. Kendini rahat ve rehavetin kucağına salıveren ölü ruhların, bir gün zarûrî ihtiyaçlarının dahi, başkaları tarafından karşılanmasını bekleme gibi bir zillete dûçar olacaklarında şüphe yoktur.

    * * *

    Bu rahat ve rehavete düşkünlüğe aşırı hâneperestlik de eklenince, artık mücahede hattının terkedilmesi ve ferdin ruhen ölmesi mukadderdir. Bir de, bu gerisin geriye gidiş sezilemiyor ve durum, sırta geçirilen erkeklik urbasıyla değerlendiriliyorsa, o hepten bir fezâat ve felâkettir.

    * * *

    Mücadele aşkı ve “serhat tutkusu” sayesinde, küçük bir aşiretten koca bir imparatorluk doğmuştur. Bir gün gelip de, bu aşk ve arzunun yerini harem sevdası alınca, koskoca bir millet yerle bir olmuştur.

    * * *

    Harem aşkı ve hâneperestlikle nöbet yerini terkedenler, çok defa maksatlarının aksiyle tokat yemiş, sıcak yuvalarından ve cıvıl cıvıl çocuklarından da olmuşlardır. Savaşması gerektiği yerde erkekçe savaşmasını bilemeyen Endülüslü bir kumandana, anasının itap dolu şu sözü ne kadar mânidardır: “Cephede erkek gibi dövüşmedin, bâri otur, avratlar gibi ağla!!”

    * * *

    İnsanın değişikliğe uğrayıp çürümesi, âheste âheste ve fevkalâde sessizce cereyan eder. Hatta bazen, küçük bir gaflet, kafileden az bir ayrılış, zâyi olup gitmeye sebebiyet verebilir. Ne var ki, böyleleri, kendilerini hep aynı çizgide ve mevzilerinde gördüklerinden, çok defa minare gibi bir zirveden kuyunun dibine düştüklerinin farkına bile varamazlar!

    * * *

    Mücahede hattını terkedenler, her firarî ve cephe kaçkınında bulunması tabiî olan suçluluk ruh hâletiyle, kendilerini müdafaa ve hizmet veren arkadaşlarını tenkit düşüncesi içine girdiklerinden artık böyle bir sapmışlıktan kurtulup, yeniden kendilerine has çizgiye gelmeleri imkânsız gibidir. Âdem Nebi (a.s) sürçtüğü zaman, kusurunu itiraf sayesinde, sıçrayıp bir hamlede yerini almasına karşılık, İblis o büyük yanlışlığına rağmen, nefsini müdafaaya kalkıştığından ebedî hüsrana uğramıştı...

    * * *

    Azim, irade ve şuurlarıyla felce uğramış kimselerin bazen, etraflarındaki insanların cesaret ve kuvve-i mâneviyeleri üzerinde de büyük tesirleri görülür. Hatta böyle bir iradesizin göstereceği küçük bir tereddüt, az bir çekinmenin, yüz ferdin hakikî ölümleri kadar sarsıntı ve ümitsizliğe sebebiyet verdiği çok görülmüştür. Böyle bir hâl ise, sadece, millet ve vatan düşmanlarını yüreklendirip cesaretlendirmeye ve iştihalarını kamçılayıp üzerimize saldırtmaya yarar.

    * * *

    Dünyanın câzibedar güzellikleri, mal ve evlâd birer fitne, birer imtihandır. Bu imtihanın en başarılı talebeleri de, sabah-akşam gönül verdikleri hakikate bağlılık “ahd u peymanında” bulunan, azimli, iradeli, kararlı talihlilerdir.




  4. #104
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Makam Düşkünlüğü

    İnsanda pek çok iyi şeylerin özü ve çekirdekleri bulunduğu gibi, bazı maslahatlar için kötü şeylerin esasları da onda mevcuttur. Meselâ, hasbîlik, samimiyet, diğergamlık, istiğnâ gibi güzel huyların yanında, çok kimse de, makam sevgisi, mansıp düşüncesi, görünme arzusu nev’inden kalbi öldüren ve ruhu felç eden kötü hasletler de bulunur. Bu itibarla, insanlarla münasebetlerimizde, onların bu tabiî tarafları da nazarı itibara alınarak alâka kurulmalıdır ki, hayal kırıklığına uğramayalım.

    * * *

    Hemen her insanda az-çok bulunması tabiî olan makam arzusu, şöhret hissi ve mansıp düşüncesi, eğer meşrû şekilde tatmin edilmezse, kendilerini bu arzu, bu his ve bu düşünceden kurtaramayanlar, hem kendilerine, hem de içinde yaşadıkları topluma çok zararlı olabilirler. Tıpkı, doyma noktasına ulaşmış bir nesnedeki boşalma temâyülüne karşı koymanın, depresyona, tahribe, aritmiye sebebiyet vermesi gibi; ruhunda şan ve şöhrete yenilmiş derbeder gönüllerin de bu içten arzuları uygun bir yola kanalize edilmezse, kendi dünyamız hesabına tahribat kaçınılmaz olur.

    * * *

    Böyle ham ruhların, nefislerini tatmin yolundaki nisb-i şer sayılan her hareket ve faaliyetleri, bir ölçüde ruhun darbelenmesi sayılsa da, netice itibarıyla bir kısım şerlerin önlenmesine ve nisbî güzelliklere vesile olması bakımından “ehven-i şer”, hatta dolaylı olarak bir hayır da sayılabilir. Evet, gırtlağına “hakk-ı temettu” arayan bir ses sanatkârı, fuhşa ait şarkılarıyla etrafımıza sis ve duman püskürteceğine, ilâhî bir nağme, canlı bir kasîde ve mevlidden bir bahisle boşalması daha az zararlı, hatta bazıları için hayırlı dahi sayılabilir.

    * * *

    Samimiyet ve ihlâs, yapılan bir işin ruhu ve o işi yapanın da vasfıdır. Buna göre, yapılan herhangi bir amelin Yaradan’ın nezdinde makbul olması, o amelin yürekten ve karşılık beklememe niyetiyle yapılmasına, yapanın kalbine de Hak rızasından gayrı bir şeyin girmemesine bağlıdır. Ne var ki, her ferdin bu ölçüde hizmete muvaffak olabilmesi oldukça zordur. Binâenaleyh, böylelerinde şer veya hayrın hakim olmasına göre kanaat yürütülmelidir. Evet, öyle işler vardır ki, gösteriş ve âlâyiş tarafı ağır basmakla beraber, ideallerimize, mukaddes düşüncelerimize ve insanımıza mutlak surette zararlı olduğu iddia edilemez. Bunlar, yaptıkları işlere şahsî arzu ve isteklerini karıştırabilir, Hakk’ın rızâsını her zaman düşünemeyebilir, yaptıkları yanlışlıklar karşısında iki büklüm olup âh u enin etmesini bilemeyebilirler; ama, inançlarında ve istikametlerinde Hakk’ın yanında olmadıklarını söylemek de kat’iyen doğru değildir.

    * * *

    Bütün bunlarla beraber, bir heyet içinde hizmet veren fertlerden her biri bizzat ve müstakillen vazife gördüğü sahayı temsile kalkışır, ona bakarak başkaları da kendi sahalarında görünme arzusuna kapılırlarsa, toplum disiplini bozulur, her şey alt üst olur ve süratle anarşiye gidilir. Daha sonra ise, şahısların bencillikleri hesabına cemiyetin her kesiminde münferit hareketlere yol açılır; derken ayak başa, baş da ayağa karışarak, merkezî otorite bütün bütün yıkılır gider.

    * * *

    Bir hükümet içindeki muvaffak simâlar, bir devlet bünyesindeki aktif unsurlar, bir müessese içindeki fâtih ve dinamik ruhlar, şahsî kabiliyet ve muvaffakiyetlerine göre arslan payı talep ettikleri takdirde, o hükümet felç olur, o devlet yıkılır, o müessese de, yüz ağzı bulunan bir ucûbeye döner. Hükümet kendi disipliniyle, devlet kendi esâsât ve prensipleriyle, bir ordu da itaat ve inkıyâdı, emir ve kumanda esasına saygısıyla vardır. Bunun aksini iddiaya kalkışmak, dünden bugüne varlığımızın teminatı olan bu hayâtî unsurları görmezlikten gelmek demektir.

    * * *

    Keşke gönüller, Yüce Yaratıcı’nın verdiğine ve vereceğine kanaat ederek, her bucakta O’nun hoşnutluğunu arayabilselerdi! Ama öyle anlaşılıyor ki, ellerindeki fenerin sönük ışınlarına kanaat ederek, güneşin aydınlatıcı tayflarına sırtını dönen bir kısım bencil gönüller, daha bir süre miyop bakışlarını düzeltemeyecek ve aydınlık kapıyı bulamayacaklar!..




  5. #105
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Yitirilen Gerilim

    Her muvaffakiyet, bir önceki çile, gerilim ve hamlenin neticesi, bir bakıma ikinci bir muvaffakiyetin de sebep ve başlangıcıdır. Elverir ki, neticeye ulaşan kimseler, zafer sarhoşluğuyla kendilerini rahat ve rehavete terk etmiş olmasınlar!



    Ölçü Bozukluğu

    Dünden bugüne bütün fenalar ve fenalıklar, onların daha kötüsü nazara verilerek millete kabul ettirildi. Hatta, “ehven-i şer” diye alkışlattırıldı. Tıpkı “Dinsizi görünce, imansıza rahmet okuma” atasözünde olduğu gibi... Bu hain fikir hangi mel’un sistemden kaynaklanırsa kaynaklansın, inançlarımız, tarihî düşüncemiz, örf ve âdetlerimiz adına böyle bir izâfîliği mutlak bir gerçekmiş gibi kabullenip ölçü hâline getirmek, sonu gelmeyen bir soysuzlaşma ve yozlaşmaya “evet” demekten başka bir şey değildir.

    İfrat ve Tefrit

    Her düşüncede ifrat ve tefrit olabilir. Her ikisi de öldürücü zehir hükmündedir. Evet, saffet ve sadelik derken, her şeyi kılık ve kıyafet derbederliğinde, eski bir post, kırık bir çömlek, örümcekli bir yuvada arayanlar yanıldıkları gibi, onu başa geçirilen bir Frenk külâhında ve dekolte bir tayyörde arayanlar da yanılmışlardır.



    Bedevîce Tasavvur

    Tasavvurlar, bir yüce ideal istikametinde sıralanır ve hayaller akıldan destek görürse, insan, aydınlık düşüncelere ve peşi peşine muvaffakiyetlere ulaşabilir. Aksine, bedevîce tahayyüllerin, ne ilmî hamlelere, ne de gerçeği bulmaya hiçbir yararı yoktur.




  6. #106
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Bencillik Girdabı

    İnsana bahşedilen benlik emaneti, en büyük gerçeği tanıyıp bulma yolunda ona verilmiş mukaddes bir armağandır; vazife biter bitmez de taşa çalınıp kırılması gerekli olan bir armağan. Böyle yapılmadığı takdirde o, kabarır, şişer ve sahibini yutacak bir ifrit hâline gelir. Fert, onunla Yüce Yaratıcı’yı, O’nun kudretinin, ilminin, iradesinin sonsuzluğunu; eksiklik ve kusurların O’nun semtine sokulamayacağını idrak edecek, sonra da sînesinde tutuşturduğu mârifet ve muhabbet ateşiyle benliğini eritip bitirecek; sadece Yüce Yaratıcı’nın varlığıyla bakıp görecek, O’nunla düşünüp O’nunla bilecek ve sadece O’nunla soluklanacaktır.

    * * *

    Hep bencil olarak kalıp gitme, Hakk’ı görüp bilememenin, sonsuzluk yolunda mesafe alamamanın ve gözleri bağlı, aynı yerde dönüp durmanın ifadesidir. Devamlı benlik hesabına düşünenler, benlikle oturup kalkanlar ve aradıklarını “ego”nun karanlık atmosferinde arayanlar, yıllarca dere-tepe demeden aşıp gitseler de, bir çuvaldız boyu yol alamazlar.

    * * *

    Yapılan işler, işlerin en ağırı, en yorucusu dahi olsa, benlik hesabına yapıldığı takdirde kat’iyen fazilet vadetmez ve İlâhî Dergâh’ta kabul göremez. Kendini aşamamış, benliğine bıçak çalıp parçalayamamış, basireti bağlı kimselerin ötelere doğru her hamlesi bir avunma ve aldatmaca, her fedakârlığı da bir akılsızlıktır.

    * * *

    Bencillik, şeytanî bir sıfat olduğundan, ona kapılanları, şeytanın âkıbetine uğratacağından şüphe edilmemelidir. Şeytanın mazeret ve müdafaaları bile, güm güm birer benlik melodisidir. Âdem Nebi (a.s), ufkunun karardığı bir anda, gözyaşlarından yepyeni bulutlar meydana getirerek onunla gönül ateşini, hasret ateşini söndürmeye çalışmasına karşılık; İblis, her kelimesi gurur ve inat, her ifadesi küstahlık sayılan mazeretler sayıp döküyordu...

    * * *

    Benliğin ilimden kaynaklananı, servet ve iktidarla ortaya çıkanı, zekâ ile, cemâl ile şişip büyüyeni ve daha birçok çeşidi vardır... Bu sıfatlardan hiçbiri, insanın zâtî malı olmadığından, bu husustaki her iddia, hakikî Mal Sahibi’nin gazabına bir vesile ve dâvetiye sayılmış ve bu mağrur ruhların helâkiyle neticelenmiştir.

    * * *

    Ferdin şahsî dünyasını tesir altına alan “ego”, bir cemaat benliğiyle de omuz-omuza verince, bütün bütün devleşir ve mütecaviz bir ifrit hâline gelir. Artık böyle azgınlaşmış bir ruhun elinde en hayırlı şeyler dahi simsiyah bir bulut kesilir ve etrafa gülle, bomba yağdırmaya başlar. Evet, böylelerinin elinde ilim, bir yalancı ışık; servet, çalım ve cakaya vesile; gönül, bir çıyan yatağı; cemâl, çevreye ekşilik saçan bir gam sayfası; zekâ, başkalarını hafife alan uğursuz bir şaklaban hâlini alır.

    * * *

    Öteden beri maddeci felsefe, benliği; peygamberlik de, hakkı ve mahviyeti temsil etmiştir. Evvelkilerin yolunda şüpheler, tereddütler, aldatmalar, şiddet ve hiddetler; aysberglerin birbiriyle çarpışmaları gibi korkunç müsademelerle dağılıp parçalanmalarına karşılık; ikincilerin yolunda aydınlıklar, gönül inşirahları, birbirinin imdadına koşmalar ve birbirini desteklemeler vardır.

    * * *

    Her fırsatta kendini etrafa anlatma ruh hâleti, o kimsede bir eksiklik ve aşağılık duygusunun ifadesidir. Böyleleri, iyi bir ruh terbiyesiyle varlıklarını gerçek Mal Sahibi’ne feda edecekleri güne kadar da bu durum sürer gider. Bunların her işi bir çalım, her ifadeleri gürül-gürül benlik, her mahviyet tavrı ve tevazuları da ya bir riya ya da kendilerini başkalarına anlattırabilme yatırımıdır. Bin nefrîn hak bilmez bencillere!

    * * *

    Bencilin hakikî dostu olmadığı gibi, vicdanî huzuru da yoktur.




  7. #107
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar

    Mecmua Hakkında

    Bir Başka Mülâhaza


    Elinizdeki bu dergi (Sızıntı) ile hizmet edenler, yaptıkları vazifeyi onun tirajıyla sınırlı görürlerse aldanmış olurlar. Zira o, muhteva zenginliği, tertip-tanzim güzelliği ve ilimleri ele alıştaki yenilikleri itibarıyla, kendisini misal olarak kabul eden bütün mecmuaların ruhuna girip onlarla yaşadığından, bütününün sayısına denk tirajı olduğu söylenebilir.



    Sonsuzluk Yolunda

    Yüce Yaratıcı ki, varlığı varlığımızın sebebi, ululuğu kâinatları ihâta etmiş; ışığı her şeyde nümâyândır. Gökler ve yer O’nun nurunun akislerinden birer parıltı, varlık bütünüyle, O’nun kulağı küpeli kölesidir. O, gönlü hakikata ermiş olgun ruhların ebedî mihrabı, O, duygularıyla kanatlanmış âriflerin duyup bildikleri tek varlık ve O, biricik kıble... O’nu bırakıp başkasına koşmak bir divânelik; O’ndan başkasına dert yanıp içini dökmek bir aldanmışlıktır. O’nun kapısından ayrılanlar ebedî hüsrana uğrar ve yolda kalırlar; O’nun ışığıyla aydınlanmayan gönüller serap kovalar ve beyhûde yorulurlar. Bir baştan bir başa kâinatlar O’nun ışığıyla aydınlığa kavuşur ve bir kitap hâline gelir. Zaman, O’nun yolundaki sihirli soluklarla itibarîlikten çıkıp, bir mânâ ve kıymet kazanır...

    Eşyayı var edip düzene koyan ve bin bir dille konuşturan O’dur. O var etmeseydi, hiçbir şey kendi kendine meydana gelemez; O düzene koymasaydı, hiçbir şey nizam bilemezdi. O’nun inayetiyle kâinatlar bir insan, nizam da bir lisan hâline geldi. Her şey O’nu mırıldanıyor ve O’nun güzellikleriyle sermest!.. Varlık O’na ayna olmayacaksa, paslı demirden farkı ne? İnsan O’nu anlatmayacaksa ona insan denir mi? Âh, karanlık ruhlar; vicdanın feryadını duymayan sağırlar! Daha ne zamana kadar oyuncaklarla teselli olup gerçeğe gözlerinizi kapayacaksınız!..

    İnsanoğlu, çepeçevre madde ile sarılı bir dünyada varlığa erdiği için, ilk defa “duyu organları” ile tespit ettiği şeylere inanır; sonra da bunların ifade ettiği mânâlarla, benliğinin boynuna dolanmış tasmayı kırarak, vicdanındaki hakikati görmeye çalışır. Ne var ki, bazen bu ince zincire takılıp kalanlar ve hayatlarının sonuna kadar, bir adım bile ilerlemeye muvaffak olamayanlar da az değildir. Onun içindir ki, etrafımızı saran eşya, her ele alınışında bir kitap gibi okunmalı ve bir koro gibi dinlenmelidir. Okunup dinlenirken de, kitabı yazandan, senfoniyi idare edenden gaflet edilmemelidir. Aksine, vicdanında hakikatin soluklarını duymadan, kâinatı didik didik eden ve delillerde boğulan budala, hiçbir zaman O’nu bulamayacağı, huzuruna eremeyeceği gibi; O’nun beyan ve kitabıyla göz ve kulağındaki perdeleri delip, vicdanındaki hakikata yükselemeyen talihsiz ruhlar da, O’nu tanıyamayacaklardır.

    Ey varlığıyla varlığımızı ışıklandıran, gözlerimize nurlar serpip, bizleri nefsânî karanlıklardan kurtaran Rahmeti Sonsuz! Eğer Senin, kâinatları aydınlatan bu ezelî ışığın olmasaydı, bizler, hiçbir şeyi doğru göremez ve hiçbir isabetli hükme varamazdık. Biz hepimiz, Senin inayetinle varlığa erdik –inayetin başımıza taç olsun–! Senin bildirdiklerinle gerçeği öğrendik! Eğer lütfedip de varlığını ruhlarımıza duyurmasaydın, nereden Seni bilecek, nereden itminana erecektik..?

    Her varlığı bir dil ve bu diller arasında insanı bir bülbül yapan Sensin –Seni anlatanlar eksik olmasın–! Evet, böyle yapıp da dört bir bucağa serpiştirdiğin âyetleri okutturdun ve vicdanlarımızdaki ebedî hakikati bizlere bir kere daha duyurdun! Bu sayede Var Eden’le varlık arasındaki münasebeti seziyor, kalbimizdeki mârifet fevvâreleriyle Sana yükseliyoruz. Ve yine bu sayede, nefsin karanlık labirentlerinden, hissiyatın girdaplaşan bilinmezliklerinden kurtuluyor ve korunmuş oluyoruz. Seni bilmekle bilginin özünü elde ettik ve eşyanın ruhuna işlediğin güzelliklere muttali olduk. Ve eğer şimdi her varlığın simasındaki hikmetleri seziyor, tabiattaki her seste, bir mûsıkî zemzemesi içinde en tatlı nağmeleri duyuyorsak bu, tamamen Sendendir –duyurana ruhlarımız fedâ olsun–!. Önümüze serdiğin muhteşem kitabında, eşsiz güzelliğine ait tablolar teşhir edip, gönüllerimizi coşturdun. Dilimizin bağını çözerek, Sana ait bu güzellikleri destanlaştırma pâyesiyle bizleri şereflendirdin. Menendi bulunmayan Cemâlinin meşheri olan bu kâinat kitabını yüzlerce defa mütalâa etsek; defalarca varlığını mırıldanan nağmeleri dinlesek ve bu kitabı, bu nağmeleri tekrar tekrar Sana müştak seyircilerin nazarlarına arzetmek için kanatlansak, yine bu ışıklar iklimine doymayacak, yine Seni duymaya, Seni dinlemeye koşacak ve yolunun kara sevdalıları olarak, hep Seni mırıldanacağız.

    Ey varlığının gizli güzelliklerine gönüllerimizi âşinâ kılan Sultan! Dünden bugüne Seni binlerce defa anlattılar; defalarca aşkına susamış gönüllere kâse kâse kevserler sundular. Yolunun tozu toprağı olmuş o pırıl pırıl ruhların cennetlerden esintiler misali nağmelerinin yanında, bu kesik ses, bu kırık rebap, bu beceriksiz elin de sözü mü olur?.. Ama, herkese söz hakkı bahşeden engin müsamahanı hicap bilmez yüzümüze sütre yaparak, dellâlların ve kapındaki Söz Eri’nin beliğ beyanları arasında “Bu da bizim kırık-dökük nağmemiz.” diyor ve affına sığınıyoruz.

    Mamafih, bu mevzuda gerçek söz, yine onlara aittir. Bunun böyle olduğunu bir kere daha itiraf ederek, onların çağlayanlara denk beyanları içinde, yeniden Seni anlatmaya ve mârifetinin sonsuz okyanuslarına ulaşmaya çalışacağız.

    Şu âna kadar, Seni anlatan bir kısım dellâlları dinledik; seslere kulak verip işaretleri kolladık. Şimdi de, kalbimize açılan menfezlerin her birini birer pencere kabul ederek, değişik işaret ve işaretçilerinle Seni her şeyden sormak, her yerde aramak ve değişik bir yolla Sana yükselmek istiyoruz.

    Nurunla gözlerimizi aydınlatıp gönüllerimize derman ver! Yolda kalmışların imdadına koşan bu sadık kapı kullarına Zâtını bir kere daha anlatma imkânını bahşederek, yolunun âzat kabul etmez kölelerini ebedî sevince erdir. Zâtına ululuk, onlara da dellâllık yaraşır...




  8. #108
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar



    Duâ

    Dua, ruhun gıdasıdır, bu gıda ruha fâsılasız verilmelidir.

    * * *

    Dua, iradeyi kanatlandıran bir büyüdür; ona devam edenlerden başkası da, onun bu güçlü sırrını anlayamaz.

    * * *

    Dua, sebep ve vasıtaları aşarak, hem Allah’ın kudretine itimadı, hem de beşerî zaafı ilândır.

    * * *

    Duaya musallat en tehlikeli virüs, sebeplere tesir-i hakikî vermektir. Bu virüsü kapmış ruh, “ekstra” tedavi ister.

    * * *

    Şiddete karşı yapılan en güzel dua, rahat ve rehavet zamanında yapılan duadır.

    * * *

    Allah’ım, Sana ve dualara itimadımı artır; sebeplere riayeti de bir vazife şuuru olarak vicdanıma duyur!

    * * *

    Allah’ım, ne azabına dayanacak hâlim, ne de rahmetinden mahrum kalmaya mecâlim var...

    * * *

    Allah’ım, vefasızlık edip Senden uzak kalsam da, hâlim, Sensiz edemeyeceğimi haykırmaktadır.. vefasızlığım itibarıyla değil, ihtiyacıma göre Senin lütfuna tâlibim...!





    --------------------------------------------------------------------------------

    [1] *) 70’li yıllarda yaşanan genel kargaşayı ve bu kargaşanın nasıl üstesinden gelinebileceğini konu edinen bu yazı, 1978’de yayınlanan ve ülke birliğinin nasıl sağlanabileceği konusunu ele alan “Sulh Çizgisi”ne önsöz olarak kaleme alınmıştır.

Sayfa 11/11 İlkİlk ... 91011

Benzer Konular

  1. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.05.09, 00:16
  2. ÖLÇÜ
    By ACİZKUL in forum Fıkıh ve Akaid
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 18.05.09, 04:17
  3. İnsanlikta ÖlÇÜ
    By Reyhani in forum Nasihatlar
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 14.01.09, 14:02
  4. Yağmurdaki ölçü
    By Konyevi Nisa in forum Kur'an Mucizeleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 14.10.08, 08:04
  5. Bu Yoldaki Kimselerin Gözetmesi Gereken Edepler
    By Reyhani in forum Sofilik Adabı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 24.09.08, 09:48

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •