Sayfa 2/2 İlkİlk 12
14 sonuçtan 11 ile 14 arası

Konu: Feveran

  1. #11
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Feveran

    RİSALE-İ NUR SİYASÎ MÜCADELELERE GİRMEZ FAKAT HAKİKATI MERDÂNE TEBLİĞ EDER

    «Risale-i Nur'daki şefkat, vicdan, hakikat, hak, bizi siyasetten men'etmiş. Çünki masumlar belaya düşerler, onlara zulmetmiş oluruz. Bazı zâtlar bunun izahını istediler. Ben de dedim:

    Şimdiki fırtınalı asırda gaddar medeniyetten neş'et eden hodgâmlık[126] ve asabiyet-i unsuriye[127] ve umumî harbden gelen istibdadat-ı askeriye[128] ve dalaletten çıkan merhametsizlik[129] cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm[130] ve eşedd-i istibdadat[131] meydan almış ki, ehl-i hak hakkını kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile, tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak, o halette o da ezlem[132] olacak ve mağlub kalacak. Çünki mezkûr hissiyatla hareket ve taarruz eden insanlar, bir-iki adamın hatasıyla yirmi-otuz adamı, âdi bahanelerle vurur, perişan eder. Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız vuranı vursa, otuz zayiata mukabil yalnız biri kazanır, mağlub vaziyetinde kalır. Eğer mukabele-i bilmisil kaide-i zalimanesiyle,[133] o ehl-i hak dahi bir-ikinin hatasıyla yirmi-otuz bîçareleri ezseler, o vakit hak namına dehşetli bir haksızlık ederler.

    İşte Kur'anın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki, hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik. Hem madem herşey geçici ve fânidir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor ve zahmet ise rahmete kalboluyor; elbette biz, sabır ve şükürle tevekkül edip sükût ederiz. Zarar ile icbar ile sükûtumuzu[134] bozdurmak ise; insafa adalete, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliyeye bütün bütün zıddır, muhaliftir.

    Hülâsa-i kelâMektubat sh: Ehl-i hükûmetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idarenin ve inzibatın ve adliye ve zabıtanın bizimle uğraşacak hiçbir işleri yoktur. Olsa olsa, dünyada hiçbir hükûmetin müdafaa edemediği ve aklı başında hiçbir insanın hoşlanmadığı küfr-ü mutlak ve dehşetli bir taun-u beşerî ve maddiyyunluktan gelen zındıkanın taassubuyla, bir kısım gizli zındıklar şeytanetiyle bazı resmî memurları aldatarak evhamlandırıp, aleyhimize sevketmek var. Biz de deriz: Değil böyle birkaç vehhamı, belki dünyayı aleyhimize sevketseler, Kur'anın kuvvetiyle, Allah'ın inayetiyle kaçmayız. O irtidadkâr küfr-ü mutlaka ve o zındıkaya[135] teslim-i silâh etmeyiz!..

    Said Nursî» (Şualar sh: 292)

    «"Bu onsekiz senedir sizlere müracaat etmedim ve hiçbir gazete okumadım; bu sekiz aydır, bir defa cihanda ne oluyor, diye sormadım; üç senedir buradan işitilen radyoyu dinlemedim; tâ ki kudsî hizmetimize manevî zarar gelmesin. Bunun sebebi şudur ki: İman hizmeti, iman hakaikı, bu kâinatta herşeyin fevkindedir; hiç bir şeye tâbi' ve âlet olamaz. Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve dalalet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında o hizmet-i imaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi' veya âlet telakki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur'an-ı Hakîm'in hizmeti bize kat'î bir surette siyaseti yasak etmiş.» (Kastamonu Lâhikası sh:137)

    «Eğer dinsizliği bir nevi siyaset zannedip, bu hâdisede bazıların dedikleri gibi derseniz: "Bu risalelerin ile medeniyetimizi, keyfimizi bozuyorsun."

    Ben de derim: "Dinsiz bir millet yaşayamaz" dünyaca bir umumî düsturdur ve bilhassa küfr-ü mutlak olsa Cehennem'den daha ziyade elîm bir azabı dünyada dahi verdiğini, Risale-i Nur'dan Gençlik Rehberi gayet kat'î bir surette isbat etmiş. O risale ise, şimdi resmen tab'edildi. Bir müslüman el'iyazü billah, eğer irtidad[136] etse, küfr-ü mutlaka[137] düşer; bir derece yaşatan küfr-ü meşkukta[138] kalmaz. Ecnebi dinsizleri gibi de olmaz. Ve lezzet-i hayat noktasında, mazi ve müstakbeli olmayan hayvandan yüz derece aşağı düşer. Çünki geçmiş ve gelecek mevcudatın ölümleri ve ebedî müfarakatları, onun dalaleti cihetiyle, onun kalbine mütemadiyen hadsiz firakları ve elemleri yağdırıyor. Eğer iman gelse kalbe girse, birden o hadsiz dostlar diriliyorlar. "Biz ölmemişiz, mahvolmamışız" lisan-ı halleriyle diyerek, o cehennemî halet, cennet lezzetine çevrilir. Madem hakikat budur, size ihtar ediyorum: Kur'ana dayanan Risale-i Nur ile mübareze[139] etmeyiniz. O mağlub olmaz, bu memlekete yazık olur. O başka yere gider, yine tenvir eder. Hem eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa hergün biri kesilse, hakikat-ı Kur'aniyeye feda olan bu başı zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem.» (Şualar sh:351)

    «Madem cumhuriyet prensipleri hürriyet-i vicdan kanunu ile dinsizlere ilişmiyor, elbette mümkün olduğu kadar dünyaya karışmayan ve ehl-i dünya ile mübareze etmeyen ve âhiretine ve imanına ve vatanına dahi nâfi' bir tarzda çalışan dindarlara da ilişmemek gerektir ve elzemdir. Bin seneden beri bu milletin gıda ve ilâç gibi bir hacet-i zaruriyesi olan takvayı ve salahatı bu mazhar-ı enbiya[140] olan Asya'da hükmeden ehl-i siyaset yasak etmez ve edemez biliyoruz. Yirmi seneden beri münzevi yaşayan ve yirmi sene evvelki Said'in kafasıyla sorduğu bu suallerde bu zamanın tarz-ı telakkisine uygun gelmeyen kusurlarına bakmamak insaniyetin muktezasıdır.

    Vatan ve millet ve asayişin menfaatı hesabına bunu da hatırlatmak bir vazife-i vataniyem olması cihetiyle derim: Böyle bize ve Risale-i Nur'a az bir münasebetle taht-ı tevkife[141] alınmak, gücendirmek yüzünden vatana ve asayişe dindarane menfaatı bulunan pekçok zâtları idare aleyhine çevirebilir, anarşiliğe meydan verir. Evet Risale-i Nur ile imanlarını kurtaran ve millete zararsız ve tam menfaatdar vaziyete girenler yüzbinden çok ziyadedir. Hükûmet-i cumhuriyenin belki her büyük dairesinde ve milletin her tabakasında faideli ve müstakimane bir surette bulunuyorlar. Bunları gücendirmek değil, belki himaye etmek elzemdir.

    Şekvamızı dinlemeyen ve bizi söyletmeyen ve bahanelerle sıkıştıran bir kısım resmî adamlar, vatan aleyhinde anarşiliğe meydan açıyorlar diye kuvvetli bir vehim hatırımıza geliyor.» (Şualar sh:355)

    «Birincisi: Madem hükûmet-i cumhuriye, cumhuriyetteki hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmiyor. Elbette dindarlara ve takvacılara da ilişmemek gerektir. Ve madem dinsiz bir millet yaşamaz ve Asya din noktasında Avrupa'ya benzemez ve İslâmiyet hayat-ı şahsiye ve uhreviye cihetinde hristiyanlığa uymaz ve dinsiz bir müslüman başka dinsizler gibi olmaz. Ve bu bin seneden beri dünyayı diyanetiyle ışıklandıran ve bütün dünyanın tehacümatına[142] karşı, salabet-i diniyesini[143] kahramanane müdafaa eden bu vatandaki milletin bir ihtiyac-ı fıtrîsi hükmüne geçen diyanet, salahat ve bilhassa iman hakikatlarının öğrenmesi yerlerine hiçbir terakkiyat, hiçbir medeniyet tutamaz ve o ihtiyacı onlara unutturamaz. Elbette bu vatandaki millete hükmeden bir hükûmet, Risale-i Nur'a adalet ve kanun ve asayiş cihetinde ilişemez ve iliştirmemeli.» (Şualar sh:357)

    «Altıncı Esas: Bu mes'elede benim şahsımın veya bazı kardeşlerimin kusuruyla Risale-i Nur'a hücum edilmez. O doğrudan doğruya Kur'ana bağlanmış ve Kur'an dahi arş-ı a'zamla bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın ve o kuvvetli ipleri çözsün. Hem bu memlekete maddî ve manevî bereketi ve fevkalâde hizmeti, otuzüç âyât-ı Kur'aniyenin işaratıyla ve İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ın üç keramet-i gaybiyesi ile ve Gavs-ı A'zam'ın (K.S.) kat'î ihbarıyla tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur; bizim âdi ve şahsî kusurlarımızla mes'ul olmaz ve olamaz ve olmamalı. Yoksa bu memlekete hem maddî, hem manevî telafi edilmeyecek derecede zarar olacak.

    Risale-i Nur'a karşı gizli düşmanlarımızdan bazı zındıkların şeytanetiyle çevrilen plânlar ve hücumlar inşâallah bozulacaklar, onun şakirdleri başkalara kıyas edilmez, dağıttırılmaz, vazgeçirilmez, Cenab-ı Hakk'ın inayetiyle mağlub edilmezler. Eğer maddî müdafaadan Kur'an men'etmeseydi, bu milletin can damarı hükmünde umumun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o şakirdler, Şeyh Said ve Menemen hâdiseleri gibi cüz'î ve neticesiz hâdiselerle bulaşmazlar. Allah etmesin, eğer mecburiyet-i kat'iyye derecesinde onlara zulmedilse ve Risale-i Nur'a hücum edilse, elbette hükûmeti iğfal eden zındıklar ve münafıklar bin derece pişman olacaklar.

    Elhasıl; madem biz ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz, onlar da bizim âhiretimize ve imanî hizmetimize ilişmesinler.» (Şualar sh:362)


  2. #12
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Feveran

    MANİDAR BİR HATIRA

    «Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış, resmen zapta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hâtırayı ve lâtif bir vâkıa-i müdafaayı beyan ediyorum.

    Orada benden sordular ki: "Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?" Ben de dediMektubat sh: Eskişehir mahkeme reisinden başka, daha sizler dünyaya gelmeden, ben, dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım isbat eder. Hulâsası şudur ki; o zaman, şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu, ben de tanelerini karıncalara verirdim; ekmeğimi onun suyu ile yerdim. İşitenler benden soruyordular, ben de derdim: "Bu karınca ve arı milletleri, cumhuriyetçidirler, o cumhuriyet-perverliklerine[144] hürmeten taneleri karıncalara verirdim." Sonra dediler: "Sen, selef-i sâlihîne[145] muhalefet ediyorsun?" Cevaben diyordum: "Hulefa-i Râşidin; herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-i Ekber (R.A.), Aşere-i Mübeşşereye ve sahabe-i kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânasız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan, mâna-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler."

    İşte ey müdde-i umumî ve mahkeme âzaları ! Elli seneden beri bende bulunan bir fikrin aksiyle beni ittiham ediyorsunuz. Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız; ben biliyorum ki, lâik mânası, bîtaraf kalmak, yâni hürriyet-i vicdan düsturiyle dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim. On senedir -şimdi yirmi sene oluyor- ki, hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum. El'iyâzü billâh, eğer dinsizlik hesabına, îmanına ve âhiretine çalışanları mes'ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilâ-perva ilân ve ihtar ederim ki: Bin canım olsa, îmâna ve âhiretime feda etmeğe hazırım. Ne yaparsanız yapınız! Benim son sözüm _u[¬6«x_7!ö«v_Q¬9«:ö_yÁV7!ö@«X_A_ ,«& olarak, siz beni idam ve ağır ceza ile zulmen mahkûm etmenize mukabil derim:

    Ben, Risale-i Nur'un keşf-i kat'îsiyle îdam olmuyorum, belki terhis edilip Nur âlemine ve saadet âlemine gidiyorum. Ve sizi, ey dalâlet hesabına bizi ezen bedbahtlar! İdam-ı ebedî ile ve dâimî haps-i münferid ile mahkûm bildiğimden ve gördüğümden, tamamiyle intikamımı sizden alarak, kemâl-i rahat-ı kalble teslim-i ruh etmeye hazırım!

    Mevkuf

    Said Nursî»

    (Tarihçe-i Hayat sh: 408)


  3. #13
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Feveran

    RİSALE-İ NUR’UN CİHADI

    "Evet biz bir cemaatız. Hedefimiz ve progra*mımız; evvelâ kendimizi sonra milletimizi îdam-ı ebedîden ve dâimî berzahî haps-i münferidden kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhaya vesile olan zındıkaya karşı, Risale-i Nur'un çelik gibi hakikatlariyle kendimizi muha*fazadır.”

    Ben, sizin bana vereceğiniz en ağır cezanıza da beş para vermem ve hiç ehemmiyeti yok. Çünki ben kabir kapısında, yetmişbeş yaşındayım. Böyle mazlum ve mâsum bir iki sene hayatı şehadet mertebesiyle değiştirmek, benim için büyük saadettir. Risale-i Nur'un binler hüccetleriyle kat'î îmanım var ki; ölüm, bizim için bir terhis tezkeresidir. Eğer zâhirî idam da olsa, bizim için bir saat zahmet, ebedî bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur.

    Fakat siz, ey gizli düşmanlar ve zındıka hesabına adliyeyi şaşırtan, hükümeti bizimle sebepsiz meşgul eden insafsızlar! Kat'î biliniz ve titreyiniz ki; siz îdam-ı ebedî ile ebedî mahkûm oluyorsunuz, intikamımızı, sizden pekçok muzaaf bir surette alınıyor görüyoruz.. hattâ size acıyoruz. Evet, bu şehri yüz def'a mezaristana boşaltan ölüm hakikatının, elbette hayattan ziyade bir istediği var. Ve onun îdamından kurtulmak çaresi, insanların her mes'elesinin fevkınde, en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ı zarurîsi ve kat'îsidir. Acaba bu çâreyi kendine bulan Risale-i Nur Şâkirdlerini ve o çâreyi binler hüccetleriyle bulduran Risale-i Nur'u adi bahanelerle ittiham edenler, ne kadar kendileri hakikat ve adalet nazarında müttehem oluyor; divaneler de anlar…(Tarihçe-i Hayat sh: 560)

    «Hem, müdafaatımda yirmi yerde, kat'î bir surette hüccetler ile isbat etmişiz ki: Bütün dünyaya karşı da olsa din Kur'ân ve Risale-i Nur'u âlet edemeyiz ve edilmez! Ve biz, onların bir hakikatını dünya saltanatına değiştirmeyiz ve bilfiil öyleyiz! Bu dâvanın emareleri yirmi senede binlerdir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 405)

    «Bu sene Mekke-i Mükerreme'de gayet büyük bir âlim hem Hind lisanına, hem Arab lisanına Nur'un büyük mecmualarını tercüme edip Hindistan'a ve Arabistan'a göndererek en kuvvetli nokta-i istinadımız olan vahdet ve uhuvvet-i İslâmiyeyi[146] temine çalıştığı gibi, Türk milletinin daima dinde ve imanda ileri olduğunu Nur Risaleleri ile gösteriyor, demişler.» (Şualar sh: 377)

    «Risale-i Nur'la mübareze edilmez, o mağlub olmaz. Yirmi senedir en muannid feylesofları susturuyor. İman hakikatlarını güneş gibi gösteriyor. Bu memlekette hükmeden, onun kuvvetinden istifade etmek gerektir.

    Altıncısı: Benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurlarıyla beni çürütmek ve ihanetlerle nazar-ı âmmeden düşürmek; Risale-i Nur'a zarar vermez, belki bir cihette kuvvet verir. Çünki benim bir fâni dilime bedel Risale-i Nur'un yüzbin nüshalarının bâki dilleri susmaz, konuşur. Ve hâlis talebeleri, binler kuvvetli lisanlar ile o kudsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi şimdiye kadar olduğu gibi, inşâallah kıyamete kadar devam ettirecekler.» (Şualar sh: 377)

    «Benim gizli düşmanlarımız ve hükümeti iğfal ve bir kısım erkânını evhamlandıran ve adliyeleri aleyhimize sevk eden resmî ve gayr-i resmî muarızlarımız; ya gayet fena bir surette aldanmış veya aldatılmış, veya anarşilik hesabına gayet gaddar bir ihtilâlcidir; veya İslâmiyet ve hakikat-ı Kur'ân'a karşı mürtedane mücadele eden bir dessas zındıktır ki; bize hücum etmek için, istibdad-ı mutlaka[147] cumhuriyet namını vermekle; irtidad-ı mutlakı[148] rejim altına almakla; sefahet-i mutlakaya[149] medeniyet namını takmakla; cebr-i keyfî-i küfrîye[150] kanun namını vermekle; hem bizi perişan, hem hükümeti iğfal, hem adliyeyi bizimle mânasız meşgul eylediler. Onları, Kahhar-ı Zülcelâl'in kahrına havale edip, kendimizi onların şerrinden muhafaza için _u[¬6«x_7!ö«v_Q¬9«:ö_yÁV7!ö@«X_A_ ,«& kal'asına iltica ederiz.» (Tarihçe-i Hayat sh: 564)

    «Bir dehşetli kumandan deha ve zekâvetiyle, ordunun müsbet hasenelerini kendine alıp ve kendinin menfî seyyielerini o orduya vererek, o efrad adedince haseneleri, gazilikleri bire indirdiği; ve seyyiesini o ordu efradına isnad ederek, onların adedince seyyieler hükmüne getirdiğinden; dehşetli bir zulüm ve hilâf-ı hakikat olmasından, ben, kırk sene evvel beyan ettiğim bir Hadîsin o şahsa vurduğu tokada binaen, sâbık mahkemelerimizde bana hücum eden bir müdde-i umumîye[151] dediMektubat sh: "Gerçi onu, hadîslerin ihbariyle kırıyorum; fakat ordunun şerefini muhafaza ve büyük hatâlardan vikaye ederim. Sen ise, birtek dostun için, Kur'ân'ın bayrakdarı ve âlem-i İslâm'ın kahraman bir kumandanı olan ordunun şerefini kırıyorsun ve hasenelerini hiçe indiriyorsun!" dedim. İnşâallah o müddeî insafa geldi, hatâdan kurtuldu.» (Tarihçe-i Hayat sh :565)

    «Evet biz bir cem'iyetiz ve öyle bir cem'iyetimiz var ki; her asırda üçyüz elli milyon dâhil mensubları var. Ve her gün beş defa namazla o mukaddes cem'iyetin prensiplerine kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar. [152] kudsî proğramıyla birbirinin yardımına -dualarıyla ve manevî kazançlarıyla- koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cem'iyetin efradındanız. Ve hususî vazifemiz de, Kur'anın imanî hakikatlarını tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi i'dam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cem'iyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cem'iyetçilik gibi asılsız ve manasız gizli cem'iyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz. Ve dört mahkeme inceden inceye tedkikten sonra o cihette bize beraet vermişler.» (Şualar sh: 380)

    «O Beşinci Şua'ın bir-iki mes'elesini, ölmüş gitmiş bir kumandana tatbik edip, bize suç gösteriyor. Biz dahi deriz: Ölmüş gitmiş, hükûmetten alâkası kesilmiş bir şahıs aleyhinde tatbik edilebilen küllî bir haklı tenkidi hiç bir kanun suç saymaz.

    Hem küllî bir tevil manasından makam-ı iddia cerbezesiyle o kumandana bir hisse çıkarıp ona tatbik etmiş. Böyle yüzde bir adam ancak fehmeden bir mana, mahrem ve gizli bir risalede bulunmasını hiçbir kanun suç sayamaz. Hem o risale hârika bir tarzda müteşabih hadîslerin tevillerini beyan etmiş. O beyan otuz-kırk sene evvel olduğu ve üç mahkemeye ve mahkemenize ve Ankara'nın altı makamatına üç sene zarfında iki defa takdim edilip tenkid görmeyen müdafaa ve itiraznamemde kat'î cevab verildiği halde, o hadîsin hakikatını beyan sadedinde bir kusurlu şahsa mutabık çıkmasını hiç bir kanun suç sayamaz.» (Şualar sh: 384)

    «Eğer Risale-i Nur'u tenkid fikriyle tedkik eden adliye memurları, imanlarını onunla kuvvetlendirip veya kurtarsalar, sonra beni i'dam ile mahkûm etseler; şahid olunuz, ben hakkımı onlara helâl ediyorum. Çünki biz hizmetkârız. Risale-i Nur'un vazifesi, imanı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek, hizmet-i imaniyeyi hiçbir tarafgirlik girmeyerek yapmağa mükellefiz.

    İşte ey heyet-i hâkime; bu hakikata binaen Risale-i Nur'un cerhedilmez kuvvetli hüccetleri elbette mahkemede kalbleri kendine çevirmiş, aleyhimde ne yapsanız ben hakkımı helâl ederim, gücenmem. Bunun içindir ki; eşedd-i zulüm ile bir eşedd-i istibdad tarzında şahsımı hiç ömrümde görmediğim ihanetlerle çürütmekle damarıma dokundurulduğu halde tahammül ettim. Hattâ beddua da etmedim. Bize karşı bütün ittihamlara ve bütün isnad edilen suçlara karşı elinizdeki Risale-i Nur'un mecmuaları, benim mukabele edilmez müdafaanamem ve cerhedilmez itiraznamemdirler.» (Şualar sh: 393)

    «İşte bu hakikata binaendir ki; Ayasofya'yı puthane ve Meşihat'ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen tarafdar değiliz ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz. Ve bu yirmi sene işkenceli esaretimde eşedd-i zulüm şahsıma edildiği halde siyasete karışmadık, idareye ilişmedik, asayişi bozmadık. Yüzbinler Nur arkadaşım varken, asayişe dokunacak hiç bir vukuatımız kaydedilmedi. Ben şahsım itibariyle hiç hayatımda görmediğim bu âhir ömrümde ve gurbetimde şiddetli ihanetler ve damarıma dokunduracak haksız muameleler sebebiyle, yaşamaktan usandım. Tahakküm altındaki serbestiyetten dahi nefret ettim. Size bir istida yazdım ki; herkese muhalif olarak ben beraetimi değil, belki tecziyemi taleb ediyorum. Ve hafif cezayı değil, sizden en ağır cezayı istiyorum. Çünki bu emsalsiz, acib zulmî muameleden kurtulmak için, ya kabre veya hapse girmekten başka çarem yok. Kabir ise, intihar caiz olmadığından ve ecel gizli olmasından şimdilik elime geçmediğinden, beş-altı ay tecrid-i mutlakta bulunduğum hapse razı oldum.» (Şualar sh: 394)

    «Kat'iyyen size beyan ediyorum ki; hiç bir cem'iyetçilik ve cem'iyetlerle ve siyasî cereyanlarla hiçbir alâkası olmayan Nur talebelerini, cem'iyetçilik ve siyasetçilik ile itham etmek; doğrudan doğruya kırk seneden beri İslâmiyet ve iman aleyhinde çalışan gizli bir zındıka komitesi ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi bolşevizm namına bilerek veya bilmeyerek bizimle bir mücadeledir ki, üç mahkeme cem'iyetçilik cihetinde bütün Nurcuların ve Nur risalelerinin beraetlerine karar vermişler. Yalnız Eskişehir Mahkemesi tesettür-ü nisa hakkında bir küçük risalenin birtek mes'elesini belki bu gelen cümleyi "Mesmuatıma göre: Merkez-i hükûmette, bir kundura boyacısı çarşı içinde bir büyük adamın yarım çıplak karısına sarkıntılık edip o acib edebsizliği yapması, tesettür aleyhinde olanın hayâsız yüzüne şamar vuruyor." diye eskiden yazılmış cümle sebebiyle, bir sene bana ve yüzyirmi adamdan onbeş arkadaşıma altışar ay ceza verdiler. Demek şimdi Risale-i Nur'u ve şakirdlerini ittiham etmek, o üç mahkemeyi mahkûm etmek ve itham ve ihanet etmek demektir.» (Şualar sh: 395)

    «Risale-i Nur ile mübareze[153] edilmez. Onu gören bütün ülema-i İslâm, Kur'anın gayet hakikatlı bir tefsiri, yani hakikatlarının kuvvetli hüccetleri ve bu asırda bir mu'cize-i maneviyesi ve şimalden gelen tehlikelere karşı bu millet ve bu vatanın bir kuvvetli seddi olduğunu tasdik ettiklerinden, mahkemeniz bunun talebelerini bundan ürkütmek değil, belki hukuk-u âmme noktasında tergib[154] etmek bir vazifeniz biliyoruz ve onu sizden bekliyoruz. Millete, vatana, asayişe muzır dinsizlerin ve bazı siyasî zındıkların kitablarına ve mecmualarına hürriyet-i ilmiye serbestiyetiyle ilişilmediği halde; masum ve muhtaç bir gencin imanını kurtarmak ve sû'-i ahlâktan kurtulmak için Nur'a talebe olması elbette değil bir suç, belki hükûmet ve maarif dairesi teşvik ve takdir edecek bir halettir.» (Şualar sh: 396)

    «Risale-i Nur'la mübareze edemezsiniz ve etmeyiniz. Onu mağlub edemezsiniz. Mübarezede millet ve vatana büyük zarar edersiniz. Fakat şakirdlerini dağıtamazsınız. Çünki hakikat-ı Kur'aniyenin muhafazası yolunda kırk-elli milyon şehid veren bu vatandaki geçmiş ecdadlarımızın ahfadlarına bu zamanda hakikat-ı Kur'aniyenin muhafazası ve âlem-i İslâmın nazarında eskisi gibi dindarane kahramanlıkları terk ettirilmeyecek. Zahiren çekilseler de, o hâlis şakirdler ruh u canıyla o hakikata bağlıdırlar. Ve o hakikatın bir âyinesi olan Risale-i Nur'u terkedip, o terk ile vatan ve millet ve asayişe zarar vermeyeceklerdir.» (Şualar sh:398)

    «Risale-i Nur, sönmez ve söndürülmez. O üflendikçe parlayan bir Nurdur.» (Tarihçe-i Hayat sh: 696)

    «Aziz, sıddık kardeşlerim!

    Bir maarif vekili, perdeyi yüzünden kaldırdı ve küfr-ü mutlakı başka bir kisvede gösterdi. Bizim son gönderdiğimiz müdafaatı daha almadan başka saika ile o beyannameyi yazmış. Gerçi ben, o daireye göndermeyi düşünmüyordum; fakat kardeşlerimizin tensibiyle onlara da göndermek hem münasib, hem lâzım olduğunu bu hal gösterdi. Çünki herhalde bu derece ilhadda taassub[155] taşıyan bir vekil, Ankara'ya gönderilen evrak ve mahrem risalelere karşı lâkayd kalmazdı. Birden, doğrudan doğruya cerhedilmez müdafaatlar başına vuruldu, çok iyi oldu. İnşâallah o dairede dahi Risale-i Nur lehinde kuvvetli bir cereyan uyandıracak.

    Kardeşlerim! Madem bir kısmın mahiyetleri bu tarzdır; onlara, o kısma teslim olmak, bir nevi intihardır; İslâmiyetten pişman olmaktır, belki dinden insilah[156] etmektir. Çünki o derece ilhadda taassub etmiş ki; bizim gibilerden yalnız teslimiyetle ve tasannu' ile razı olmuyorlar. "Kalbini ve vicdanını bırak, yalnız dünyaya çalış" derler. İşte bu vaziyete karşı inayet-i Rabbaniyeye dayanıp metanet ve sabır ve tevekkül ederek dört sandık Risale-i Nur eczaları o merkeze yetişip, kuvvetli hakikatlar ile galebe çalmasına dua etmekten başka çare yoktur. Biz birbirimizden çekinmekle ve gücenmekle ve Risale-i Nur'dan çekilmekle ve onlara teslim ve hattâ iltihak etmekle faide vermediği şimdiye kadar tecrübe edildi. Hem hiç merak etmeyiniz. O vekilin o farfaralı telaşı, za'fına ve tam korkusuna delalet eder. Tecavüze değil, belki tedafüe[157] mecburiyeti bildiriyor.» (Şualar sh:334)

    «Kardeşlerim! Merak musibeti ikileştirir, maddî musibeti kalbde de yerleştirmek için bir kök olur; hem kadere karşı bir nevi itiraz ve tenkidi ve rahmete karşı bir nevi ittihamı işmam eder. Madem her şeyde bir güzellik ciheti var ve rahmetin bir cilvesi var ve kader adalet ve hikmetle iş görür; elbette bu zamanda umum âlem-i İslâmı alâkadar edecek bir kudsî vazife yüzünden hafif bir zahmete ehemmiyet vermemekle mükellefiz.» (Şualar sh:323)


  4. #14
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Feveran

    ÜMMETİN BEKLEDİĞİ DEVRE İLE ALAKALI İKİ MES’ELE

    Sual: Âhirzamanda Hazret-i Mehdi geleceğine ve fesada girmiş âlemi ıslah edeceğine dair müteaddid rivayat-ı sahiha[158] var. Halbuki şu zaman, cemaat zamanıdır; şahıs zamanı değil! Şahıs ne kadar dâhî ve hattâ yüz dâhî derecesinde olsa, bir cemaatın mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı manevîsini temsil etmezse; muhalif bir cemaatın şahs-ı manevîsine karşı mağlubdur. Şu zamanda -kuvvet-i velayeti[159] ne kadar yüksek olursa olsun- böyle bir cemaat-ı beşeriyenin ifsadat-ı azîmesi[160] içinde nasıl ıslah eder? Eğer Mehdi'nin bütün işleri hârika olsa, şu dünyadaki hikmet-i İlahiyeye ve kavanin-i âdetullaha[161] muhalif düşer. Bu Mehdi mes'elesinin sırrını anlamak istiyoruz?

    Elcevab : Cenab-ı Hak kemal-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin[162] ebediyetine bir eser-i himayet[163] olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih[164] veya bir müceddid[165] veya bir halife-i zîşan[166] veya bir kutb-u a'zam[167] veya bir mürşid-i ekmel[168] veyahud bir nevi Mehdi[169] hükmünde mübarek zâtları göndermiş; fesadı izale edip, milleti ıslah etmiş; Din-i Ahmedîyi (A.S.M.) muhafaza etmiş. Madem âdeti öyle cereyan ediyor, âhirzamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid,[170] hem en büyük bir müceddid,[171] hem hâkim,[172] hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u a'zam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır. Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz âlemini[173] bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin nümunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadîr-i Zülcelal; Mehdi ile de âlem-i İslâmın zulümatını dağıtabilir. Ve va'detmiştir, va'dini elbette yapacaktır. Kudret-i İlahiye noktasında bakılsa, gayet kolaydır. Eğer daire-i esbab[174] ve hikmet-i Rabbaniye noktasında düşünülse, yine o kadar makul ve vukua lâyıktır ki; eğer Muhbir-i Sadık'tan[175] rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lâzım gelir ve olacaktır diye ehl-i tefekkür hükmeder. Şöyle ki: Felillahilhamd



    [176]
    duası -umum ümmet, umum namazında, günde beş defa tekrar ettikleri bu dua- bilmüşahede kabul olmuştur ki; Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm,[177] Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a'sarın mecma'larında o nuranî zâtlar kumandanlık ediyorlar.(Haşiye) Ve öyle bir kesrettedirler[178] ki; o kumandanların[179] mecmu'u,[180] muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka[181] vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah[182] yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte o pek kesretli o muktedir ordu,[183] Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır ve Hazret-i Mehdi'nin[184] en has ordusudur.

    Evet bugün tarih-i âlemde[185] hiçbir nesil, şecere[186] ile ve senedlerle ve an'ane[187] ile birbirine muttasıl[188] ve en yüksek şeref ve âlî haseb[189] ve asil neseb[190] ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt'ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkaları[191] başında onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemmiyeten[192] milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih[193] ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar.[194] Böyle bir cemaat-ı azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyic[195] edecek ve uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda[196] geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki[197] bir hamiyet-i âliye feveran[198] edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip, tarîk-ı hak ve hakikata sevkedecek. Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlahiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.

    İkinci İşaret, yani Altıncı İşareTarihçe-i Hayat sh: Hazret-i Mehdi'nin cem'iyet-i nuraniyesi,[199] Süfyan komitesinin[200] tahribatçı rejim-i bid'akâranesini[201] tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek;[202] yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) tahribe çalışan Süfyan komitesi,[203] Hazret-i Mehdi cem'iyetinin mu'cizekâr manevî kılıncıyla[204] öldürülecek ve dağıtılacak.[205]

    Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini,[206] Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın din-i hakikîsini[207] İslâmiyetin hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve "Müslüman İsevîleri" ünvanına lâyık bir cem'iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten[208] kurtaracak.

    Şu mühim sır pek uzundur. Başka yerlerde bir nebze bahsettiğimizden burada bu kısa işaretle iktifa ediyoruz.» (Mektubat sh: 439)

    --------------------------------------------------------------------------------

    [1] İnsanları sever gibi görünen

    [2] acımasız yöneticiler

    [3] ülkemizdeki din düşmanlarını

    [4] medeniyet adına hakiki medeniyete zıt hareket edenler

    [5] “O bize yollarımızı dos doğru gösterdiği halde, bize ne oluyor ki Allah’a tevekkül etmeyelim? Bize yaptığı*nız ezâlara sabredeceğiz. Tevekkül etmek isteyenler Al*lah’a güvensinler.” İbrahim Sûresi, 14:12.

    [6] dinsizlerin

    [7] dinini yaşamak isteyen müslümanlar çeşitli tertiplerle katledidi veya asıldı

    [8] ibadet yapılan yer

    [9] zulüm abidesi Firavuna özenen,onun gibi yapan merkezdeki yöneticiler

    [10] dine aykırı hayat tarzını getiren dinsizler

    [11] bir iş yapılırken takip edilen yol ve esaslar

    [12] gösteriniz

    [13] geçerli olan

    [14] hafife almak

    [15] tüm insanlık dünyasını küçümsemek

    [16] dinle alâkasız

    [17] dinsizliğe körükörüne bağlanmayı

    [18] din haline getirmek

    [19] bütününe muhalefet ediyouz

    [20] bizim aramızda

    [21] ecel şerbetini kevser suyu gibi içmek

    [22] Cenab-ı Hakkın dinsizleri kahr etmesi

    [23] kat kat

    [24] “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar onlara ‘Düşman size karşı büyük bir kuvvet topladı; onlardan korkun’ dedikleri zaman onların imanı ziyadeleşti ve ‘Allah bi*ze yeter; O ne güzel vekildir’ dediler.” Âl-i İmrân Sûre*si, 3:173.

    [25] ?

    [26] gerektiriyor

    [27] yerine getiriyorken

    [28] aykırı

    [29] hileleri

    [30] ilan etmek

    [31] tabiat ve fenlerin Allahın sanatı olduğunu inkar

    [32] yerlebir

    [33] bilek gücü

    [34] ışık, nur

    [35] işleri hayal

    [36] affı mümkün olmayanları

    [37] cesaretlendirir

    [38] az sayıda

    [39] milletin nefret ettiği

    [40] son vermekle

    [41] değişmiyor

    [42] arzu ile

    [43] yüksek bir hedef

    [44] tam dinsizliğe

    [45] düşünce hürriyeti

    [46] değerlerini koruma gayretinde olanlar

    [47] dindar ve hürriyet taraftarı

    [48] “Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona dönece*ğiz.” Bakara Sûresi, 2:156.

    [49] vazifeli

    [50] zorla

    [51] şiddetli zülum

    [52] tam bir baskı altında

    [53] kayıtlar

    [54] Halifenin var olduğu parlementer sistem

    [55] reddolunmuştur

    [56] hafife alan

    [57] korkusu

    [58] çareleri tükendiği

    [59] karşı koymaya

    [60] fıtri kahramanlık

    [61] yaratılıştan gelen özelliklere

    [62] karşı konulamaz

    [63] genişleme meyli

    [64] dinsizliğin zulümlü tecavüzatına

    [65] yiğitlik

    [66] kahramanlık

    [67] uyanmasıyla

    [68] isyancı

    [69] zıtlar

    [70] değiştirmişler

    [71] sevgi duymak

    [72] doğru olmayan yoldan gidenler

    [73] acımaszca

    [74] düşmanlık

    [75] hüzne düşmemek

    [76] yaranın iyi olması

    [77] Allahın dinini yüceltmek

    [78] İslâmın hürriyeti

    [79] istikbaldeki saadet ve hürriyeti

    [80] hayatımızın esası

    [81] İslâm kardeşliğl

    [82] üzüntüler

    [83] sömürgecilik

    [84] gizli İslâm düşmanlarına yakınlık gösteren

    [85] son bulmak

    [86] hadis kitablarında

    [87] “Mesih Deccalın şerrinden ... Mesih Deccalın şerrin*den.

    [88] Musa (a.s.) şeriatı

    [89] dinen yapılması gerekenler

    [90] nefsin hoşuna giden şeyler

    [91] azdırması

    [92] İsa (a.s.) ın şeriatı

    [93] aldatmacaları

    [94] bağlarını

    [95] kokuşmuş hevesler

    [96]

    [97]

    [98] baskı

    [99] dalkavuk

    [100] ilahi nurların parıltılarının biraraya gelmesinden

    [101] parlak pırıltıların birleşmesinden

    [102] nurani sütun

    [103] elmas kılınç

    (*) Risale-i Nur'u hissetmiş ki, üç sahife ile cevab veriyor. Fakat siyaset perdesi başka renk vermiş.

    [104] parıldamaya

    [105] himayesine

    [106] yetersizliğini

    [107] aşiret ismi

    [108] güzel sesler

    [109] gökyüzü kubbesi

    [110] örümcek evi

    [111] yokluğu

    [112] ihtiyarlık

    [113] garazlı kimselerin

    [114] hazırlandı

    [115] tamamlandı

    [116] varolur

    [117] sona ersin

    [118] fikirleri karıştıran

    (*) Burada mason ve dönmelerin ve bolşevizmi isteyenlerin cem'iyetinden haber vermek içinde, bir çeyrek asır istibdad-ı mutlakla hükmeden bir hâkimiyeti gaybî ihbar eder.

    [119] Reisliğinin altında

    [120] başka insanların zararında gören

    [121] vatanın parçalanması

    [122] öc almak isteyenler

    [123] uyanmasıyla

    [124] sayılı

    [125] kalb rahatlığı

    [126] sadece kendini düşünmek

    [127] menfi milliyetçilik

    [128] askerin siyasete baskısı

    [129] inançsızlıktan kaynaklanan acımasızlık

    [130] şiddetli zülum

    [131] şiddetli keyfi idare

    [132] çok zalim

    [133] zulüme zulümle karşılık vermeyle

    [134] zarar vererek tahrik etmek

    [135] dinini terk ederek dinsiz olanlar

    [136] dinden çıksa

    [137] tam inançsızlık

    [138] inançsızlıkta şüpheli olmak

    [139] çatışmaya

    [140] birçok peygamberin geldiği yer

    [141] hapsedilmek

    [142] hücumlarına

    [143] dini korumadaki sağlamlık

    [144] bağlılıklarına

    [145] geçmiş İslâm büyükleri

    [146] İslâm kardeşliği ve birliğini

    [147] tam baskıcı sisteme

    [148] dini terketmeyi

    [149] ahlâksız hayata

    [150] dinsizcesine keyfi uygulamalar

    [151] başsavcı

    [152] “Mü’minler kardeştirler.”Hucurât Sûresi, 49:10.

    [153] karşı çıkılmaz

    [154] umumun alakasını çekmek

    [155] körükörüne dinsizlik

    [156] sıyrılıp çıkma

    [157] müdafaya

    [158] peygamberimizden ve sahabelerden gelen sağlam haberler

    [159] büyük velilik kuvveti

    [160] toplumun, büyük şekilde manen bozulması

    [161] Allahın kainattaki kanunları

    [162] İslâm kanunlarının

    [163] koruyucu bir eser

    [164] islah edici

    [165] dini o asra anlatmakla, manevi cihadla görevli zat

    [166] dini icra etmekle görevli kimse

    [167] manevi sahada büyük veli

    [168] mükemmel irşad edici

    [169] mehdi vazifesi yapan zatlar

    [170] dinden hüküm çıkarabilir olan

    [171] dini yeni metotlarla anlatan

    [172] hükmetmekle görevli

    [173] yer ve gök arasını

    [174] sebebler dairesi

    [175] Peygamberimiz (a.s.m.)

    [176] Allahım! Tıpkı âlemlerde İbrahim’e ve İbrahim’in âline salât ettiğin gibi, Efendimiz Muhammed’e ve Efen*dimiz Muhammed’in âline de salât et. Muhakkak ki Sen her türlü hamd ve övgüye nihayetsiz derecede lâ*yıksın ve şan ve şerefin herşeyden nihayetsiz derecede yüksektir.

    [177] Peygamberimizin (a.s.m.) neslinden gelenler

    (Haşiye) Hattâ onlardan bir tanesi olan Seyyid Ahmed-üs Sünusî, milyonlar müride kumandanlık ediyor. Seyyid İdris gibi diğer bir zât, yüzbinden fazla müslümanlara kumandanlık ediyor. Seyyid Yahya gibi bir başka seyyid, yüzbinler adamlara emirlik ediyor ve hâkeza… Bu seyyidler kabilesinin efradlarında böyle zahirî kahramanlar çok olduğu gibi; Seyyid Abdülkadir-i Geylanî, Seyyid Ebulhasen-i Şazelî, Seyyid Ahmed-i Bedevi gibi manevî kahramanların kahramanları dahi varlarmış.

    [178] Çoğunlukta

    [179] maddi olarak da meseleye el koyacak olan seyyidler

    [180] toplamı

    [181] organize bir gurup

    [182] birleşmeye ve uyanmaya vesile

    [183] maddi güç ve iktidar sahibi

    [184] ümmeti selamete çıkaracak o zat

    [185] dünya tarihinde

    [186] soy ağacıyla

    [187] kayıtlı ve geleneksel

    [188] birbirine bağlı

    [189] meşhur sülale

    [190] soylu, köklü sülale

    [191] kısımları

    [192] sayıca

    [193] maaneviyatca uyanık

    [194] bağlandıkları yer şerefli ve başları yüksektir

    [195] dine olan bağlılığın verdiği kuvvetin heyecana gelmesi

    [196] bütün ümmeti alakadar eden dine yapılan hücumlar

    [197] müslümanların umumundan gelen tepki

    [198] dini koruma gayretinin taşması

    [199] bidatlara bulaşmamış hakiki bir kısım şakirtler

    [200] İslâm Deccalinin kurduğu sistem

    [201] dini sembolleri, gelenekleri kaldıran yıkıcı rejimi

    [202] dini cemiyet hayatında yaşanır yapmak

    [203] hakikatta İslâm Deccalinin en büyük düşmanı Peygamber (a.s.m.) ve onun getirdiği dindir.

    [204] ortaya konulan kuvvetli delillerin geniş kitle üzerinde tesir yapmasıyle

    [205] gizli dinsiz komitenin içyüzünün açığa çıkmasiyle dağılıp kuvvetini kaybetmesi ve aldatıp kandırılan kimselerin daha ona hizmet etmemesi neticesinde de tesirsiz kalması ve bir kısmının terk ederek başka memleketlere yerleşmesi.

    [206] bütün dünya üzerinde etkili olan dinsizlik

    [207] Hırıstiyanlığın ilk orjinal şekli

    [208] Allahı (c.c.) inkar düşüncesi

Sayfa 2/2 İlkİlk 12

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •