Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

"Onlar: "Bize verdiği sözde sadık olan ve bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah'a hamdolsun. İyi amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş!" derler."
(Zümer; 74)

Allah-u Zülcelal afetten, selametli olan cennetine bizleri davet ediyor. Nasıl ki bir mü'min, mü'min kardeşlerini evine davet etse, diğer mü'minler de bu davete icabet etmezse ayıp olur. Allah-u Zülcelal madem ki bizi cennetine davet etmiş, bu davete icabet etmemek de çok yanlış olur. Allah-u Zülcelal bazı insanları da rüya yolu ile cennetine davet ediyor.
Bazı kaynaklarda Malik bin Dinar 'ın hayatı şöyle anlatılır: "Malik bin Dinar çok zengin bir padişahtı. Gününü içki içmek ve dünya keyf-ü sefası ile geçirirdi. Onun iki yaşında bir kızı vardı. Bu kız birgün vefat etti. Kızı vefat ettikten sonra, Malik bin Dinar şöyle bir rüya gördü: Kıyamet kopmuş, insanlar haşr meydanında toplanmıştır. O sırada büyük bir yılanın kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Kendisini kaybetmek için mahşerdeki kalabalığın arasına daldı. Fakat yılanın yine kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Bundan sonra kaçmaya başladı ve yolda ihtiyar, zayıf, kambur bir adamla karşılaştı. Adama: "Amca bu yılanı benden uzaklaştır." dedi. Fakat adam: "Bak sen gençsin, benim ise kuvvetim yoktur." diye cevap verdi. Malik bin Dinar yine yılanın üzerine doğru gelmekte olduğunu gördü. Kaçarken bir ateş gördü ve yılanın dehşetinden kendisini ateşe atmak istedi.
Fakat bu arada, bir ses: "Dön, sen ateş ehli değilsin!" dedi. Malik bin Dinar, ihtiyara: "Bana yardımcı ol!" dedi. İhtiyar da: "Bak şu tepeye doğru git. Orada İbrahim Peygamber vardır. Yanında ise küçük iken ölen müslüman çocukları vardır. Eğer senin küçük çocuğun ölmüş ise, belki orada bir çare bulursun." diye yol gösterdi.
Malik bin Dinar hemen oraya gitti ve çocukların içinde kızını da gördü. Kızı onu görünce hemen yanına geldi ve yılanı Malik bin Dinar'dan uzaklaştırdı. Malik bin Dinar, kızına: "Kızım, bu yılan neden kimseye değil de, hep bana hücum ediyor?" diye sordu. Kızı: "Ey baba! Henüz kıyamet kopmadı, haşr meydanına toplanmadınız. Sen rüya görüyorsun. O yılan senin kötü amelindir. Sen nereye gidersen git, o mutlaka senin peşinden gelir." dedi. Malik bin Dinar: "Peki! O ihtiyar adam kimdi?" diye sorunca, kızı şöyle cevap verdi: "O ihtiyar adam, senin işlediğin salih amelindir. Onu çok zayıf bıraktığın için, senin kötü ameline karşı koyamadı. Ey baba, sen bu hal üzere ölürsen, senin hayatın ebedü'l-ebed böyle olacaktır."
Malik bin Dinar uyandığında, yatağın bir tarafta, yorganın bir tarafta olduğunu ve kendisinin yuvarlandığını gördü. Sıkıntıdan ter içerisinde kalmıştı. Malik bin Dinar, bundan sonra günahları ve keyf-ü sefayı bir tarafa bırakıp ve tevbe ederek Allah-u Zülcelal'e yöneldi. Bu sebebten dolayı Allah-u Zülcelal'in büyük Evliyalarından oldu.
Herhangi bir kimse Malik bin Dinar gibi tevbe ederse, onun gibi olur. Bakın! Allah-u Zülcelal hakiki tevbe eden kimseye ne güzel mükafat veriyor ve ne güzel muamelede bulunuyor. Eli-mizde fırsat varken, tevbe kapısını terketmek, nefsimize zulmetmektir. İşte Allah-u Zülcelal, Malik bin Dinar'ı davet etti ve Malik bin Dinar da bu davete ne güzel icabet etti. Buna göre her insan, Allah-u Zülcelal'in bu davetine, bu şekilde icabet etmelidir.
Bizden önce iki kardeş vardı. Babaları vefat ettikten sonra mallarını paylaştılar. Bir kardeş parasını dünya işlerine yöneltti ve çok zengin oldu.
Diğer kardeş ise bütün parasını ihtiyaç sahibi fakirlere sadaka olarak dağıttı ve kendisi fakirlikten perişan oldu. Daha sonra zengin olan kardeşine gitti ve birşeyler istedi. O zengin kardeş: "Ey aciz, yaramaz insan! Mallarımız aynı idi. Sen mallarını ne yaptın?" dedi ve kardeşini kapıdan kovaladı. Kapıdan kovulan bu fakir kardeş, ibadet etmek için camiye gitti.

Zengin kardeş de bir yere gitmek için atına bindiği sırada, Azrail aleyhisselam ile karşılaştı ve: "Sen kimsin?" diye sordu. Azrail aleyhisselam: "Ben ölüm meleğiyim, senin ruhunu almak için geldim!" deyince, zengin kardeş: "Bana müsaade et, eve gidip vasiyetimi yapayım ve çocuklarımla vedalaşayım." dedi. Azrail aleyhisselam "Hayır!" dedi ve orada onun ruhunu alıverdi.
Oradan da camide ibadette meşgul olan fakir kardeşin yanına gitti. Çünkü onun eceli de yaklaşmıştı. Fakir kardeş onu görünce: "Sen kimsin?" diye sordu. Azrail aleyhisselam: "Ben ölüm meleğiyim. Senin ruhunu almak için geldim. Sen gir vasiyetini yap ve çocuklarınla vedalaş!" deyince:
"Ben vasiyetimi yaptım. Çocuklarımla da vedalaştım. Gel, beni Rabbime bir an önce ulaştır." dedi. Azrail aleyhisselam: "Peki! kalk abdest al ve namaz kıl!" dedi. Fakir kardeş kalktı, abdest aldı ve iki rekat namaz kıldı. Tam secdede iken ruhunu teslim etti.

İşte bakın! İki kardeş de gittiler... Peki size soruyorum, bu iki kardeşten hangisi kârlı çıktı? Mutlaka Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanan kârlı çıktı. İşte biz de onlar gibi imtihan olmaktayız. Eğer Allah-u Zülcelal'in rızasını dünya keyf ve sefasından üstün tutarsak, biz de, o fakir kardeş gibi kazanmış oluruz. Fakat, diğer zengin kardeş gibi yapar, dünyanın keyf ve sefasına dalarsak, sonumuz çok kötü olur.
İşte kendimizi buna göre ayarlayalım ve AIlah-u Zülcelal'in davetinden geri kalmayalım. Allah-u Zülcelal, cenneti bize sofra olarak hazırlamış ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i de ümmetine haberci olarak göndermiştir. Nitekim Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Allah'ın yoluna çağıran kimseye icabet etmeyen (davete uymayan) kimseye, yeryüzünde yardım edecek kimse yoktur. Allah'tan başka ona sahip çıkacak kimse de yoktur. Onlar çok açık bir dalalet içindedirler." (Ahkaf; 32)
Bu ayet-i kerimeden anlaşıldığına göre, herkesin, mutlaka Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in bu davetine icabet etmesi gerekir. İşte Allah-u Zülcelal, cenneti yaratmış ve içindeki nimetleri mü'min kullarına sofra olarak hazırlamıştır. Kullarını bu sofraya davet etmek için de, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i elçi olarak göndermiştir. Biz de davete icabet edersek, yani Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in bildirdiği emir ve nehiylere uyarsak, Allah-u Zülcelal'in sofrasına girip nimetlerinden istifade ederiz.
Eğer bu davete icabet etmezsek, yani Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerine uymayıp, kulak asmazsak, o zaman demek ki, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in davetine icabet etmeyip, bu cennet nimetlerinden mahrum kalacağız. Birkaç günlük dünya keyf ve sefası için, Allah-u Zülcelal'in cemalini ve cenneti terketmek çok yanlış birşeydir.
Rivayete göre, Allah-u Zülcelal cennette meleklerine: "Dostlarıma yemek verin!" buyurur. Bunun üzerine ortaya türlü türlü yiyecekler getirilir. Cennetlikler bu yiyeceklerin her lokmasında farklı bir lezzet bulurlar. Yemekler bitince Allah-u Zülcelal: "Kullarıma içecek sunun!" buyurur. Bunun üzerine ortaya türlü türlü içecekler getirilir. Cennetlikler bu içeceklerin her yudumunda diğerlerinde bulunmayan bir lezzet bulurlar.
İçecekler bitince, Allah-u Zülcelal: "Ben sizin Rabbinizim, size verdiğim sözü gerçekleştirdim. Şimdi canınız ne diliyorsa isteyinizde vereyim!" der. Cennetlikler iki veya üç kez üst üste: "Ey Rabbimiz! Biz senin rızanı istiyoruz." derler. Bunun üzerine Allah-u Zülcelal kendilerine şöyle buyurur:"Ben sizden razıyım. Üstelik bu gün tarafımdan size bundan daha fazlası bağışlanacaktır."
Bunun arkasından perde kalkar da cennetlikler Allah'ın dilediği kadar O'nu görüverirler. Cennetlikler Allah-u Zülcelal'i görünce tekrar secdeye kapanırlar ve Allah'ın dilediği sürece secdede kalırlar. Arkasından Allah-u Zülcelal kendi-lerine:"Kaldırın başlarınızı, burası ibadet etme yeri değildir." buyurur. Cennetlikler Allah-u Zülcelal'i görünce oranın tüm nimetlerini unutuverirler. Allah-u Zülcelal'i görmek onlara diğer bütün nimetlerden daha tatlı gelir. Bu konuda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:"Cennetlikler cennete ve cehennemliklerde cehenneme girince cennetliklere şöyle seslenilir: "Ey cennetlikler, Allah-u Teala size bir şey vaad etmişti. Şimdi onu gerçekleştirmek istiyor." Cennetlikler bu çağrıya şöyle karşılık verirler: "O vaad bedir ki? Allah-u Teala bizim amellerimizin sevap kefesini baskın kılarak, yüzlerimizi ağartmadı mı? Bizi cennete koyup cehennemden uzaklaştırmadı mı?"
Bunun üzerine perde kalkıverirde cennetlikler O'nu görüverirler. Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, cennetliklere verilen hiçbir şey O'nun cemalini görmek kadar güzel olma-yacaktır." (Müslim)
İşte bu güzel nimetler önümüzde iken, bu nimetleri dünya keyf ve sefasıyla değiştirmek çok yanlıştır. Allah-u Zülcelal, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i bizlere elçi göndermiş ve kendi sofrasına davet etmiştir. Şimdi dünyada O'nun sofrası yoktur. Fakat Allah-u Zülcelal sofrayı elde ettirecek olan ibadeti yaratmıştır.
Ebu Hureyre radıyallahu anh'dan rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Allah-u Zülcelal'in bir kısım melekleri vardır. Yollarda dolaşıp zikredenleri ararlar. Allah'ı zikreden topluluk bulduklarında birbirlerine: "Geliniz aradığınız buradadır." diye seslenirler. Bunun üzerine melekler zikredenleri dünya semasına kadar kanatlarıyla kuşatırlar.
Allah-u Zülcelal, kulların hallerini meleklerden daha iyi bildiği halde, onlara: "Kullarım ne söylüyor?" buyurur. Melekler: "Seni tenzih ediyorlar, tekbir getirip yüceltiyorlar, sana hamdedip övüyorlar." derler. Allah-u Zülcelal: "Kullarım beni görmüşler mi ki, böyle yapıyorlar?" buyurur. Melekler: "Hayır. Vallahi seni görmemişler." derler. Allah-u Zülcelal: "Beni görseler ne yaparlardı?" buyurur. Melekler: "Seni görseler sana ibadetleri, seni övme ve tesbih etmeleri daha çok olurdu." derler. Allah-u Zülcelal: "Kullarım benden ne istiyorlar?"der. Melekler: "Senden cenneti istiyorlar." derler. Allah-u Zülcelal: "Cenneti görmüşler mi?" der. Melekler: "Hayır, vallahi Ya Rabbi! Cenneti görmemişler." derler. Allah-u Zülcelal:"Cenneti görseler ne yaparlardı?" der. Melekler: "Cenneti görselerdi, cennete düşkünlükleri ve onu istemeleri daha fazla olur ve ona daha çok rağbet ederlerdi." derler. Allah-u Zülcelal:

"Onlar neden Allah'a sığınıyorlar?" der. Melekler:
"Cehennemden sığınıyorlar." derler. Allah-u Zülcelal:
"Cehennemi görmüşler mi?" der. Melekler:
"Hayır vallahi onu görmemişler." derler. Allah-u Zülcelal:
"Görseler ne yaparlardı?" der. Melekler:
"Cehennemi görselerdi ondan daha fazla kaçarlar ve daha fazla korkarlardı." derler. Allah-u Zülcelal meleklere:
"Sizi şahit tutuyorum ki, ben onları bağışladım." buyurur. Meleklerden biri:
"İçlerindeki falan kimse onlardan değildir, bir işi için gelmiştir." der. Allah-u Zülcelal de şöyle buyurur:
"Onlar öyle iyi kimselerdir ki, kendileriyle arkadaşlık yapan kötü olamaz." (Buhari)

Buradan anlaşıldığına göre, Allah-u Zülcelal'in zikrini yapmanın faydası çok olduğu gibi, zikir ehli ile beraber oturmanın da faydaları çoktur.
Hz. Muaviye radıyallahu anh'dan nakledildiğine göre Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ashabından bir topluluğun yanına geldi ve: "Buraya böyle sizi oturtan (sebep) nedir?" buyurdu. Sahabe-i kiram: "Buraya oturduk Allah'ı zikrediyoruz. Bize İslamı nasip ettiği ve hidayetine ulaştırıp bol bol nimetler verdiği için O'na hamd ediyoruz." dediler. Hz. Peygamber (S.A.V): "Allah için soruyorum, sizi buraya oturtan sebep ancak bu mudur?" diye sordu. Sahabe-i kiram da: "Allah'a and olsun ki, bizi burada oturtan sebep ancak budur." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurdu:"Ben sizi (yalanla) itham etmek için yemin ettirmedim. Ancak bana şimdi Cebrail geldi de Allah'ın meleklerine sizinle iftihar ettiğini haber verdi." (Müslim, Ahmed bin Hanbel, Tirmizi)

İşte Allah-u Zülcelal'in rahmeti, zikir yapan kimselere daha çoktur. Onun için kendimizi Allah'ın zikrinden mahrum yapmayalım. Eğer dinimiz bizim için kıymetli ise, kıyamet günü nefsimizi şerefli etmek ve zelillikten kurtarmak istiyorsak, Allah-u Zülcelal'in zikrini çok yapalım. Temiz bir vücut ile Allah-u Zülcelal'in zikrini yapalım. Eğer vücudumuzun bir âzâsı günah işlemişse, hemen tevbe ve istiğfar etmemiz gerekir.
Çünkü bu vücut, günahlarla necis olmuştur. Bunun için ilk önce, hakiki olarak Allah-u Zülcelal'e tevbe etmek, bu günahlardan kendimizi temizlemek ve temiz olarak Allah-u Zülcelal'in zikirini yapmak münasip ve yerinde olur.Hatta bazı Evliyalar dil ile kötü bir kelime söyledikleri zaman, o hatadan tevbe edinceye kadar, o dil ile Kur'an okumazlardı ve zikir yapmazlardı.
Çünkü onlar: "Dilimiz temiz olmadığı için, onunla Allah'ın kelamını okumak münasip değildir." diyorlardı. O nedenle, bütün günah-larımıza tevbe edelim ve çok kıymetli olan Allah-u Zülcelal'in zikrinden kendimizi mahrum etmeyelim.
Enes bin Malik (R.A)'dan rivayetle Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: "Size hastalığınızı ve şifanızı bildireyim mi? Hastalığınız günahlar, şifanız da istiğfardır." (Beyhaki)
Demek ki tevbe ettiğimiz zaman, o manevi olan hastalıklardan temizlenmiş oluyoruz. Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...
nde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah'a hamdolsun. İyi amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş!" derler." (Zümer; 74)
Allah-u Zülcelal afetten, selametli olan cennetine bizleri davet ediyor. Nasıl ki bir mü'min, mü'min kardeşlerini evine davet etse, diğer mü'minler de bu davete icabet etmezse ayıp olur. Allah-u Zülcelal madem ki bizi cennetine davet etmiş, bu davete icabet etmemek de çok yanlış olur. Allah-u Zülcelal bazı insanları da rüya yolu ile cennetine davet ediyor.
Bazı kaynaklarda Malik bin Dinar 'ın hayatı şöyle anlatılır: "Malik bin Dinar çok zengin bir padişahtı. Gününü içki içmek ve dünya keyf-ü sefası ile geçirirdi. Onun iki yaşında bir kızı vardı. Bu kız birgün vefat etti. Kızı vefat ettikten sonra, Malik bin Dinar şöyle bir rüya gördü: Kıyamet kopmuş, insanlar haşr meydanında toplanmıştır. O sırada büyük bir yılanın kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Kendisini kaybetmek için mahşerdeki kalabalığın arasına daldı. Fakat yılanın yine kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Bundan sonra kaçmaya başladı ve yolda ihtiyar, zayıf, kambur bir adamla karşılaştı. Adama: "Amca bu yılanı benden uzaklaştır." dedi. Fakat adam: "Bak sen gençsin, benim ise kuvvetim yoktur." diye cevap verdi. Malik bin Dinar yine yılanın üzerine doğru gelmekte olduğunu gördü. Kaçarken bir ateş gördü ve yılanın dehşetinden kendisini ateşe atmak istedi.
Fakat bu arada, bir ses: "Dön, sen ateş ehli değilsin!" dedi. Malik bin Dinar, ihtiyara: "Bana yardımcı ol!" dedi. İhtiyar da: "Bak şu tepeye doğru git. Orada İbrahim Peygamber vardır. Yanında ise küçük iken ölen müslüman çocukları vardır. Eğer senin küçük çocuğun ölmüş ise, belki orada bir çare bulursun." diye yol gösterdi.
Malik bin Dinar hemen oraya gitti ve çocukların içinde kızını da gördü. Kızı onu görünce hemen yanına geldi ve yılanı Malik bin Dinar'dan uzaklaştırdı. Malik bin Dinar, kızına: "Kızım, bu yılan neden kimseye değil de, hep bana hücum ediyor?" diye sordu. Kızı: "Ey baba! Henüz kıyamet kopmadı, haşr meydanına toplanmadınız. Sen rüya görüyorsun. O yılan senin kötü amelindir. Sen nereye gidersen git, o mutlaka senin peşinden gelir." dedi. Malik bin Dinar: "Peki! O ihtiyar adam kimdi?" diye sorunca, kızı şöyle cevap verdi: "O ihtiyar adam, senin işlediğin salih amelindir. Onu çok zayıf bıraktığın için, senin kötü ameline karşı koyamadı. Ey baba, sen bu hal üzere ölürsen, senin hayatın ebedü'l-ebed böyle olacaktır."
Malik bin Dinar uyandığında, yatağın bir tarafta, yorganın bir tarafta olduğunu ve kendisinin yuvarlandığını gördü. Sıkıntıdan ter içerisinde kalmıştı. Malik bin Dinar, bundan sonra günahları ve keyf-ü sefayı bir tarafa bırakıp ve tevbe ederek Allah-u Zülcelal'e yöneldi. Bu sebebten dolayı Allah-u Zülcelal'in büyük Evliyalarından oldu.
Herhangi bir kimse Malik bin Dinar gibi tevbe ederse, onun gibi olur. Bakın! Allah-u Zülcelal hakiki tevbe eden kimseye ne güzel mükafat veriyor ve ne güzel muamelede bulunuyor. Eli-mizde fırsat varken, tevbe kapısını terketmek, nefsimize zulmetmektir. İşte Allah-u Zülcelal, Malik bin Dinar'ı davet etti ve Malik bin Dinar da bu davete ne güzel icabet etti. Buna göre her insan, Allah-u Zülcelal'in bu davetine, bu şekilde icabet etmelidir.
Bizden önce iki kardeş vardı. Babaları vefat ettikten sonra mallarını paylaştılar. Bir kardeş parasını dünya işlerine yöneltti ve çok zengin oldu.
Diğer kardeş ise bütün parasını ihtiyaç sahibi fakirlere sadaka olarak dağıttı ve kendisi fakirlikten perişan oldu. Daha sonra zengin olan kardeşine gitti ve birşeyler istedi. O zengin kardeş: "Ey aciz, yaramaz insan! Mallarımız aynı idi. Sen mallarını ne yaptın?" dedi ve kardeşini kapıdan kovaladı. Kapıdan kovulan bu fakir kardeş, ibadet etmek için camiye gitti.

Zengin kardeş de bir yere gitmek için atına bindiği sırada, Azrail aleyhisselam ile karşılaştı ve: "Sen kimsin?" diye sordu. Azrail aleyhisselam: "Ben ölüm meleğiyim, senin ruhunu almak için geldim!" deyince, zengin kardeş: "Bana müsaade et, eve gidip vasiyetimi yapayım ve çocuklarımla vedalaşayım." dedi. Azrail aleyhisselam "Hayır!" dedi ve orada onun ruhunu alıverdi.
Oradan da camide ibadette meşgul olan fakir kardeşin yanına gitti. Çünkü onun eceli de yaklaşmıştı. Fakir kardeş onu görünce: "Sen kimsin?" diye sordu. Azrail aleyhisselam: "Ben ölüm meleğiyim. Senin ruhunu almak için geldim. Sen gir vasiyetini yap ve çocuklarınla vedalaş!" deyince:
"Ben vasiyetimi yaptım. Çocuklarımla da vedalaştım. Gel, beni Rabbime bir an önce ulaştır." dedi. Azrail aleyhisselam: "Peki! kalk abdest al ve namaz kıl!" dedi. Fakir kardeş kalktı, abdest aldı ve iki rekat namaz kıldı. Tam secdede iken ruhunu teslim etti.

İşte bakın! İki kardeş de gittiler... Peki size soruyorum, bu iki kardeşten hangisi kârlı çıktı? Mutlaka Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanan kârlı çıktı. İşte biz de onlar gibi imtihan olmaktayız. Eğer Allah-u Zülcelal'in rızasını dünya keyf ve sefasından üstün tutarsak, biz de, o fakir kardeş gibi kazanmış oluruz. Fakat, diğer zengin kardeş gibi yapar, dünyanın keyf ve sefasına dalarsak, sonumuz çok kötü olur.
İşte kendimizi buna göre ayarlayalım ve AIlah-u Zülcelal'in davetinden geri kalmayalım. Allah-u Zülcelal, cenneti bize sofra olarak hazırlamış ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i de ümmetine haberci olarak göndermiştir. Nitekim Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Allah'ın yoluna çağıran kimseye icabet etmeyen (davete uymayan) kimseye, yeryüzünde yardım edecek kimse yoktur. Allah'tan başka ona sahip çıkacak kimse de yoktur. Onlar çok açık bir dalalet içindedirler." (Ahkaf; 32)
Bu ayet-i kerimeden anlaşıldığına göre, herkesin, mutlaka Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in bu davetine icabet etmesi gerekir. İşte Allah-u Zülcelal, cenneti yaratmış ve içindeki nimetleri mü'min kullarına sofra olarak hazırlamıştır. Kullarını bu sofraya davet etmek için de, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i elçi olarak göndermiştir. Biz de davete icabet edersek, yani Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in bildirdiği emir ve nehiylere uyarsak, Allah-u Zülcelal'in sofrasına girip nimetlerinden istifade ederiz.
Eğer bu davete icabet etmezsek, yani Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerine uymayıp, kulak asmazsak, o zaman demek ki, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in davetine icabet etmeyip, bu cennet nimetlerinden mahrum kalacağız. Birkaç günlük dünya keyf ve sefası için, Allah-u Zülcelal'in cemalini ve cenneti terketmek çok yanlış birşeydir.
Rivayete göre, Allah-u Zülcelal cennette meleklerine: "Dostlarıma yemek verin!" buyurur. Bunun üzerine ortaya türlü türlü yiyecekler getirilir. Cennetlikler bu yiyeceklerin her lokmasında farklı bir lezzet bulurlar. Yemekler bitince Allah-u Zülcelal: "Kullarıma içecek sunun!" buyurur. Bunun üzerine ortaya türlü türlü içecekler getirilir. Cennetlikler bu içeceklerin her yudumunda diğerlerinde bulunmayan bir lezzet bulurlar.
İçecekler bitince, Allah-u Zülcelal: "Ben sizin Rabbinizim, size verdiğim sözü gerçekleştirdim. Şimdi canınız ne diliyorsa isteyinizde vereyim!" der. Cennetlikler iki veya üç kez üst üste: "Ey Rabbimiz! Biz senin rızanı istiyoruz." derler. Bunun üzerine Allah-u Zülcelal kendilerine şöyle buyurur:"Ben sizden razıyım. Üstelik bu gün tarafımdan size bundan daha fazlası bağışlanacaktır."
Bunun arkasından perde kalkar da cennetlikler Allah'ın dilediği kadar O'nu görüverirler. Cennetlikler Allah-u Zülcelal'i görünce tekrar secdeye kapanırlar ve Allah'ın dilediği sürece secdede kalırlar. Arkasından Allah-u Zülcelal kendi-lerine:"Kaldırın başlarınızı, burası ibadet etme yeri değildir." buyurur. Cennetlikler Allah-u Zülcelal'i görünce oranın tüm nimetlerini unutuverirler. Allah-u Zülcelal'i görmek onlara diğer bütün nimetlerden daha tatlı gelir. Bu konuda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:"Cennetlikler cennete ve cehennemliklerde cehenneme girince cennetliklere şöyle seslenilir: "Ey cennetlikler, Allah-u Teala size bir şey vaad etmişti. Şimdi onu gerçekleştirmek istiyor." Cennetlikler bu çağrıya şöyle karşılık verirler: "O vaad bedir ki? Allah-u Teala bizim amellerimizin sevap kefesini baskın kılarak, yüzlerimizi ağartmadı mı? Bizi cennete koyup cehennemden uzaklaştırmadı mı?"
Bunun üzerine perde kalkıverirde cennetlikler O'nu görüverirler. Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, cennetliklere verilen hiçbir şey O'nun cemalini görmek kadar güzel olma-yacaktır." (Müslim)
İşte bu güzel nimetler önümüzde iken, bu nimetleri dünya keyf ve sefasıyla değiştirmek çok yanlıştır. Allah-u Zülcelal, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i bizlere elçi göndermiş ve kendi sofrasına davet etmiştir. Şimdi dünyada O'nun sofrası yoktur. Fakat Allah-u Zülcelal sofrayı elde ettirecek olan ibadeti yaratmıştır.
Ebu Hureyre radıyallahu anh'dan rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Allah-u Zülcelal'in bir kısım melekleri vardır. Yollarda dolaşıp zikredenleri ararlar. Allah'ı zikreden topluluk bulduklarında birbirlerine: "Geliniz aradığınız buradadır." diye seslenirler. Bunun üzerine melekler zikredenleri dünya semasına kadar kanatlarıyla kuşatırlar.
Allah-u Zülcelal, kulların hallerini meleklerden daha iyi bildiği halde, onlara: "Kullarım ne söylüyor?" buyurur. Melekler: "Seni tenzih ediyorlar, tekbir getirip yüceltiyorlar, sana hamdedip övüyorlar." derler. Allah-u Zülcelal: "Kullarım beni görmüşler mi ki, böyle yapıyorlar?" buyurur. Melekler: "Hayır. Vallahi seni görmemişler." derler. Allah-u Zülcelal: "Beni görseler ne yaparlardı?" buyurur. Melekler: "Seni görseler sana ibadetleri, seni övme ve tesbih etmeleri daha çok olurdu." derler. Allah-u Zülcelal: "Kullarım benden ne istiyorlar?"der. Melekler: "Senden cenneti istiyorlar." derler. Allah-u Zülcelal: "Cenneti görmüşler mi?" der. Melekler: "Hayır, vallahi Ya Rabbi! Cenneti görmemişler." derler. Allah-u Zülcelal:"Cenneti görseler ne yaparlardı?" der. Melekler: "Cenneti görselerdi, cennete düşkünlükleri ve onu istemeleri daha fazla olur ve ona daha çok rağbet ederlerdi." derler. Allah-u Zülcelal:

"Onlar neden Allah'a sığınıyorlar?" der. Melekler:
"Cehennemden sığınıyorlar." derler. Allah-u Zülcelal:
"Cehennemi görmüşler mi?" der. Melekler:
"Hayır vallahi onu görmemişler." derler. Allah-u Zülcelal:
"Görseler ne yaparlardı?" der. Melekler:
"Cehennemi görselerdi ondan daha fazla kaçarlar ve daha fazla korkarlardı." derler. Allah-u Zülcelal meleklere:
"Sizi şahit tutuyorum ki, ben onları bağışladım." buyurur. Meleklerden biri:
"İçlerindeki falan kimse onlardan değildir, bir işi için gelmiştir." der. Allah-u Zülcelal de şöyle buyurur:
"Onlar öyle iyi kimselerdir ki, kendileriyle arkadaşlık yapan kötü olamaz." (Buhari)

Buradan anlaşıldığına göre, Allah-u Zülcelal'in zikrini yapmanın faydası çok olduğu gibi, zikir ehli ile beraber oturmanın da faydaları çoktur.
Hz. Muaviye radıyallahu anh'dan nakledildiğine göre Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ashabından bir topluluğun yanına geldi ve: "Buraya böyle sizi oturtan (sebep) nedir?" buyurdu. Sahabe-i kiram: "Buraya oturduk Allah'ı zikrediyoruz. Bize İslamı nasip ettiği ve hidayetine ulaştırıp bol bol nimetler verdiği için O'na hamd ediyoruz." dediler. Hz. Peygamber (S.A.V): "Allah için soruyorum, sizi buraya oturtan sebep ancak bu mudur?" diye sordu. Sahabe-i kiram da: "Allah'a and olsun ki, bizi burada oturtan sebep ancak budur." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurdu:"Ben sizi (yalanla) itham etmek için yemin ettirmedim. Ancak bana şimdi Cebrail geldi de Allah'ın meleklerine sizinle iftihar ettiğini haber verdi." (Müslim, Ahmed bin Hanbel, Tirmizi)

İşte Allah-u Zülcelal'in rahmeti, zikir yapan kimselere daha çoktur. Onun için kendimizi Allah'ın zikrinden mahrum yapmayalım. Eğer dinimiz bizim için kıymetli ise, kıyamet günü nefsimizi şerefli etmek ve zelillikten kurtarmak istiyorsak, Allah-u Zülcelal'in zikrini çok yapalım. Temiz bir vücut ile Allah-u Zülcelal'in zikrini yapalım. Eğer vücudumuzun bir âzâsı günah işlemişse, hemen tevbe ve istiğfar etmemiz gerekir.
Çünkü bu vücut, günahlarla necis olmuştur. Bunun için ilk önce, hakiki olarak Allah-u Zülcelal'e tevbe etmek, bu günahlardan kendimizi temizlemek ve temiz olarak Allah-u Zülcelal'in zikirini yapmak münasip ve yerinde olur.Hatta bazı Evliyalar dil ile kötü bir kelime söyledikleri zaman, o hatadan tevbe edinceye kadar, o dil ile Kur'an okumazlardı ve zikir yapmazlardı.
Çünkü onlar: "Dilimiz temiz olmadığı için, onunla Allah'ın kelamını okumak münasip değildir." diyorlardı. O nedenle, bütün günah-larımıza tevbe edelim ve çok kıymetli olan Allah-u Zülcelal'in zikrinden kendimizi mahrum etmeyelim.
Enes bin Malik (R.A)'dan rivayetle Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: "Size hastalığınızı ve şifanızı bildireyim mi? Hastalığınız günahlar, şifanız da istiğfardır." (Beyhaki)
Demek ki tevbe ettiğimiz zaman, o manevi olan hastalıklardan temizlenmiş oluyoruz. Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...


Seyda Muhammed Konyevi Hz.
İlim Meclisinden Sohbetler