FİKRET ÖZDEMİR
"Üstadı ilk duyuşum"
"Birinci devre Millet Meclisi azası olan amcam Arif Hikmet Bey, çocukluk devrelerimde, Molla Said-i Meşhur adıyla Üstaddan bahsederdi. Ne şekilde bir insandır diye zihnimden geçirirdim. 1935'te pederimin vefatından sonra kötü bir duruma düşmemek için mütemadiyen bir halaskâr aradım. Turuk-u âliyelerde beni tatmin edecek bir mevzu bulamadım. 1942'de Diyarbakır'da ticarete başladım.
"Huzurdaydım, elim elindeydi"
"Üstadın ziyaretini çok düşündüm, ama bir türlü fırsatını bulamadım. 1952'de bu imkânı buldum. Beni, bırakmazlar diye vazgeçirmeye çalıştılar. Küçük biraderimle Eskişehir'de bir gece otelde kaldıktan sonra, otobüsle Emirdağ'a giderken bir demirci ile arkadaş olduk. Bizi Üstadla görüştüreceğini söyledi. Emirdağ'da karanlık bir yerde bizi epey bekletti. Bu hal izzetime dokundu. Çıktım, Üstadın çarşı ortasındaki evinin karşısındaki kahvehanede oturdum. Kapısını beklemeye başladım. Bir iki defa Üstadın karyolasında yatmakta olduğunu pencereden gördüm. Üçüncü gelişimde, 'Mübarek, ben seni görmeye gelmiştim. Kalksan da ziyaret edip gitsem' derken baktım, aniden yatağından fırlayıp kalktı. Biz geldik, yerimize oturduk. Ama ben tarif edilmez bir heyecan geçirdim. Biraz sonra kapı açıldı, Refik isminde bir talebe elinde su tenekesiyle su almaya gidiyordu. Biraderi gönderip sordurdum. 'Kardeşim, siz Diyarbakır'dan mı geliyorsunuz? Üstad, sizi ikindi namazından sonra kabul edecek' demiş.
"Namazdan sonra, daima kilitli bulunan kapıyı açtılar. Girdikten sonra kapıyı tekrar kapattılar. Huzura girdik. Odada bir tel dolap, bir karyola, bir hasır, bir de rahle vardı. Başka bir şey yoktu. Odaya girince bir şok geçirdim. Hemen yaklaşıp elini öptüm. 'Nerelisin?' diye sordu. 'Bitlisliyim' dedim. Elimi tuttu. 'Şarklılar bana sahabet etmediler, sen buraya kadar yorulup geldiğinden dolayı Allah için hepsini helâl ettim!' dedi. Bir minder getirip beni ona oturttu. Bütün hayatım boyunca hiç kimseden alamadığım dualara mazhar oldum.
"Üstadın kaşla göz kısmına bakmak çok zordu. Şimşek gibi insanı çarpardı. Elini elime aldığım zaman damarları görünüyordu. Fakat pamuk gibi yumuşaktı. Ve tarifi imkânsız güzel bir kokusu vardı. Elini öpmeye kalktım. 'Doğru otobüse binip İstanbul'a gidin' dedi. Çıkarken beni tekrar çağırıp, 'Babanız var mı?' diye sordu. 'Yok' dedim.'Kaç kardeşsiniz?' dedi. 'Allah her dördünüzün de yardımcısı olsun' diye bize dua etti. Cenab-ı Zülcelâl beni de kardeşlerimi de onun hürmetine refah içinde yaşattı.