Şükür: İyiliğe karşı minnettârlık gösterilmesi. İyiliğe karşı kavlen veya fiilen izhar olunan kıymetşinaslık. Görülen nîmet ve muaveneti lisanı senâ ile yâd ve mukabilinde münasibi veçhile güzel hizmet, manalarına gelir.
Nimet: Lügaten, iyilik, lütuf, ihsan, saadet, hidayet demektir.
Nimetlere şükretmek, onu ikram eden Razzâk’ın büyüklüğünü itiraf etmektir.
Bunlara karşı aldırış etmemek ise küfranı nimettir. Şükür, Allahü Teala’nın ihsan ettiği nimetleri, dille itiraf kalb ile ikrar etmektir.
İnsanların şükürde kusur etmelerinin sebebi, ikidir. Biri, nimetin çokluğunu bilmemektir. Çünkü Allahü Teala’nın nimetlerini hiç kimse sayamaz ve hesab edemez.
Nitekim Ayet-i Kerimede Cenab-ı Hakk’ şöyle buyuruyor:
(وإن تعدوا نعمة الله لا تخصوها)
“Eğer Allah’ın (bunca) nimetini birer birer saymak isteseniz (ne mümkün?) siz (onları) icmal suretiyle bile sayamazsınız.
Diğeri ise, kendisine verilen nimetin, nimet olduğunu bilmemektir. Böylece hiç bir zaman onlara şükretmez. Ancak o nimet kendisinden alındığı zaman onun büyüklüğünü anlar. Mesala, gözü ağrımayınca veya görmeyecek hale gelmeyince onun bir nimet olduğunu bilmez ve şükretmez.
Bu kadar çok nimetlere ermiş bulunan insanın, Allahü Teala’ya şükretmesi farzdır. Hâlıkımızın emrettiği bu şükürden meydana gelecek fayda, insanın kendi lehinedir. Çünkü kul, şükretmekle Allah’ın rızasını kazanmış ve elindeki nimetin ziyadeleşmesini ve devamını temin etmiş olur.
Cenab-ı Hakk bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
(وإذ تأذن ربكم لئن شكرتم لأزيدنكم ولئن كفرتم إن عذابي لشديد)
“Rabbiniz size şöyle ilan etmişti: Andolsun eğer siz şükrederseniz elbette size (nimetlerimi) artırırım. Fakat nankörlük ederseniz, muhakkak ki benim azabım şiddetlidir.”
Diğer bir ayet-i kerimede de şöyle buyurur:
(ولقد آتينا لقمان الحكمة أن أشكر لله. ومن يشكر فانما يشكر لنفسه. ومن كفر فان الله غني حميد)
“Yemin olsun ki biz Lokman’a, Allah’a şükret, diye hikmeti verdik. Kim şükrederse ancak kendisi için şükreder, kim de nankörlük ederse, bilmelidir ki Allah ganîdir(muhtaç değildir), övülmeye layıktır.”
Cenab-ı Hakk’ın in’am ve ihsan etmiş olduğu bütün nimetlerden sual edileceğimizi aklımızdan çıkarmamamız lazımdır. Zira Hz. Allah Ayet-i Celile’de buyuruyor ki:
ثم لتسألن يومئذ عن النعيم
“Sonra kasem olsun ki, o gün o naimden muhakkak sorulacaksınız.”
Bu Ayet-i Celile nazil olduğu zaman, Hz. Ömer (R.A): “Hangi naimden sorulacağız Ya Resulallah! Halbuki evlerimizden ve mallarımızdan çıkarıldık”, diye sorunca... Peygamber Efendimiz: “Sizleri sıcaktan ve soğuktan koruyan meskenlerden, ağaçların ve çadırların gölgelerinden ve sıcak günde soğuk sudan” sorulacaksınız buyurdular.
İnsanoğlu kendisine verilen nimetin hesabını, ancak o nimeti in’am ve ihsan eden Cenab-ı Hakk’a şükretmekle verebilir. Fakat Cenab-ı Hakk insanoğluna o kadar çok nimetler vermiştir ki, bunların şükrünü hakkıyla îfa mümkin değildir. Nitekim İmam-ı Rabbanî hazretleri:
ولو أن لي فى كل منبت شعرة لسانان يبث الشكر كنت مقصراً)
“Vücudumdaki her kılın bittiği yerde, devamlı şükreden bir lisan olsa bile, hakkıyla şükretmiş olamazdım.”, buyuruyorlar.
İmam-ı Rabbani Hazretleri Cenab-ı Hakk’a şükrün şu şekilde olabileceğini haber veriyor: “İn’am edici olan Cenab-ı Hakk’a şükür; fırka-i naciye olan ehli sünnet ve cemaatin görüşlerinin iktizası üzerine itikadını düzeltmekle, fırkayı aliyye (Ehli sünnet ve cemaat)’nin, müctehidlerinin beyanına muvafık olarak, ahkam-ı şeriyye’yi yerine getirmekle ve fırka-i naciyeden olan sofilerin yoluna sülük etmek suretiyle, kalbi feyz-i ilahi ile tasfiye ve tezkiye etmekle olur.”
Diğer bir mektupta, salih amellerin (İslâmın beş şartı) ve bilhassa namazın, şükrün edasındaki ehemmiyetini şöyle beyan buyurur:
“İslamın beş şartını îfâ müyesser olunca, ümîd edilir ki şükrün edası hasıl olmuştur. Şükür eda edilince de azabdan necât hasıl olur.
ما يفعل الله بعذابكم ان شكرت وآمنتمم
“Şükreder ve iman ederseniz Allah size azab etmez.”
O halde insan bu beş şartı îfâ için gayret göstermelidir. Bilhassa dinin direği olan namazı hakkıyla kılmaya çalışmalı, onun âdâbından bir tanesini bile terketmeye –mümkün mertebe- razı olmamalıdır. Namazını tam kılan bir kimse, kurtuluş için usûl-i islamdan bir asl-ı azîmi tahsil etmiş ve bir habl-i metîne naîl olmuş olur ki, böylece kurtuluşa erer. Allah-ü Sübhanehü muvaffıktır.”
Şüphesiz, Cenab-ı Hakk’ın nimetlerinin en büyüklerinden biri de ilimdir. Çünkü Cenab-Hakk bir çok nimet vermiştir, fakat bunlardan sadece ilmin ziyadeleşmesinin talebini emretmiştir.
وقل رب زدنى علما
“De ki Rabbim benim ilmimi ziyadeleştir.”Ayet-i Kerimesinin tefsirinde denilmiştir ki:
ما أمر الله رسوله بطلب الزيادة في شيء إلا فى العلم
“Cenab-ı Hakk ilimden başka hiç bir şeyin, ziyadesini taleb ile Rasülüne emretmedi.”
İmam-ı Rabbani Hazretleri buyuruyor ki: “Malumdur ki, şükrün vücubu, nimetin vusulü miktarıdır. Böyle olunca eğer nimetin vusulü çok olursa, o nimete şükrün vücubuda daha ziyade olması lazımdır.”
Muallim ve müteallimin, sahib olduğu ilim nimetine şükretmesi; önce bildiği şeyler ile amel edip, daha sonra, o bildiği şeyleri başkalarına öğretip, onların da amel etmesine vesile olmak suretiyle olur. Öğrendiği ilimle amel etmez ve bu ilmi başkalarına öğretmezse, ilim nimetine şükretmiş sayılmaz
Zira Hz. Üstazımız şöyle buyurdu:
“Şu halde hakkımı ödeyip gönlümü razı etmeniz için en az benim sizi okuttuğum kadar, Müslüman çocuklarını okutun. Allah’ı, Peygamberi öğretiniz. Aksi halde kıyamet gününde iki elim, on parmağım yakanızda olacaktır.”
Hakiki mü’min olmanın alametlerinden biri de bolluk içindeyken şükretmektir.
“Rasülullah (S.A.V.) Efendimiz bir gün Ashab-ı Kiramın yanına çıkageldi ve dedi ki:
- “Nasıl sabahladınız?” Dediler ki:
-“Allah (c.c.)’a iman ederek sabahladık.”
-“İmanınızın alameti nedir?”, buyurdu. Dediler ki:
-“Belaya karşı sabrederiz. Genişlik halimizde şükrederiz. Kazaya razı oluruz.” Rasülullah (S.A.V) efendimiz buyurdu ki:
-“Ka’benin Rabbine kasem ederim ki siz hakikaten müminsiniz.”