Kanaat: Taksime razı olup, kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helal ile iktifa edip, haramı istememek. Az da olsa kısmetine razı olmaktır.
Diğer bir tarif ile de kanaat: Kısmete razı olmak, yemek içmek gibi şeylerde mutedil olmaktır. Mukabili israftır. Kanaat yanlış anlaşılmamalıdır. Kanaat mutlaka az ile iktifa edip, tembellik içinde yaşamak değildir. Kanaat, hırsla hareketten kaçınmak, başkalarının nimetlerine göz dikmeyip, hakkına razı olmak ve bir gönül huzuru ile yaşamaktır. Bir çok hırsızlıklar ve cinayetler kanaatsizliğin neticesidir.
Allahü Teala, insanlara dünya ve ahirette hayır getirecek şeyleri emretmiştir. Bir mü’min için en kamil vasıflardan biri de, kanaattir. İnsan, hırsı atıp kanaati alırsa, şerefli bir zafer kazanmış olur. Zira nefs orduları hırs denilen silahla, kalbi mağlup ve perişan etmek ister. İnsan da ona kanaat silahıyla karşı koymalıdır.
Hz.Allah (c.c.) buyuruyor ki:
(لكي لا تأسوا علي ما فاتكم ولا تفرحوا بما آتاكم والله لا يحب كل مختال فخور)
“Kaybettiğiniz şeylere üzülmeyesiniz, size verdikleri (nimetler ) ile de şımarmayasınız. Muhakkak Allah (c.c.) çok övünen çok kurumlanan hiç kimseyi sevmez
Ayeti Celile’den anlaşılan; kişi dünyevi herhangi bir nimetin elde edilmesinin mi, yoksa kaçırılmasının mı kendisi için daha hayırlı olacağını bilemez. Onun için her iki hal karşısında da, aynı tavrı takınmak suretiyle, kanaat sahibi olduğunu göstermesi lazımdır. Peygamberimiz (S.A.V) şöyle buyurur:
(طوبى لمن هدى للإسلام وكان عيشه كفافا وقنع)
“İslam yoluna hidayet edilen ve ihtiyacına yetecek kadar rızık verilip de ona kanaat gösterene müjdeler olsun.
Cenab-ı Hakk’ın taksim etmiş olduğu rızka razı olup, kısmetinden fazlasına göz dikmemek lazımdır. Zira Allah (c.c.) ın taksimine razı olmamak münafıkların hallerindendir. Halbuki mü’mine yakışan, peygamberlerle zahidlerin hallerine tabi olup, münafıkların hallerinden de şiddetle kaçınmaktır.
Hz. Ömer (R.A) Efendimiz: “Kanaatten daha faziletli bir mal görmedim.”
Hz. Ali (R.A) Efendimiz de: “Kanaatkâr kişinin kalbi denizden daha zengin; münafığın kalbi ise, taştan daha katıdır.”, buyurmuşlardır.
Hırs: Bir şey hakkında gösterilen aşırı bir istek ve meyilden ibarettir. Bu da iki nev’idir. Birincisi adi şeyler hakkındaki hırstır ki bu kötüdür. Kalbin gevşekliğinden meydana gelir. Diğeri ise yüksek ve güzel şeyler hakkındaki hırstır. Bu iyidir. Ruhun iyiliğine delalet eder.
Îman, hidayet, ilim, maneviyât ve insanların irşadı gibi hususlarda haris olmak, güzel bir haslettir. Nitekim peygamberler ve onların varisleri bu hususlarda son derece haristirler. Mevlamız, Peygamber Efendimizin hırsını şöyle beyan buyuruyor:
(فلعلك باخع نفسك على آثارهم ان لم يؤمنوا بهذا الحديث أسفا)
“Ey habibim! Nerdeyse sen, bu söze (Kur’an’a) inanmayanların ardından üzülerek kendini helak edeceksin.”
Dünyaya ve dünyalıkları elde etmeye karşı haris olmak ise mezmum bir haldir. Peygamber Efendimiz:
(الدنيا ملعونة وملعون ما فيها…. الحديث)
“Dünya ve içindekiler lanetlenmiştir...”, buyurmuşlardır.
İmam-ı Rabbani Hazretleri dünyayı şöyle tarif ediyor:
“Ey oğul! Dünya bir imtihan mahallidir. Onun yüzü yaldızlarla ve muhtelif süslerle tezyin edilmiştir. Sureti nakışlıdır. İlk nazarda göze canlılık hayali verir. Ancak hakikatta üzerine koku sürülmüş cîfe’ye benzer”
Hal böyle olunca, kişinin, kanaat sahibi olup,dünyaya meyletmemesi lazımdır.
İlim öğrenen ve öğreten kimseler, dünyaya haris olmak yerine, kendilerine verilen ilim nimetini en iyi şekilde değerlendirmelidir. Bu da ancak ilim öğrenme ve öğretme yolunda çok çalışıp, gayret etmek suretiyle olur. Hz. Üstazımız buyuruyor ki: “Maddi ve manevi ilim yolunda gayret edenlere her sahada imdat olunur.”