RÝSALE-Ý NUR’DA ÝNSAN MESELELERÝNE KUR'ÂNÎ YAKLAÞIM
Dr. Mahdiyya Amnuh 1
Bediüzzaman Said Nursî’nin eserleri üzerinde araþtýrma yapan herkes, onunla Kur'ân-ý Kerim arasýnda ihtimam, istimdat ve iktibas cihetlerinden ne kadar güçlü baðlarýn bulunduðunu görecektir. Risâle-i Nur' Kur'ân-ý Kerim üzerine bir ders, bir þerh, çeþitli vesile ve yollarla ondaki meseleleri zihinlere yakýnlaþtýrýcý bir vasýta olarak bu ihtimamýn ve önceliklerin bir göstergesidir. Bir yandan rûhî derinliklerden fýþkýran enerjiyi harekete geçirerek, diðer yandan Kur'ân’ýn mucize sure ve ayetlerinin þehadetine müracaat ederek bu eserleri ortaya çýkarmýþtýr.
Þüphesiz ki, insaný hidayete ulaþtýran yollar ve dalâletten alýkoyan vasýtalar ancak Kur'ân yörüngesinde bulunmaktadýr. Risâle-i Nur da, bu gerçekten hareketle, insana gösterdiði ihtimamýn merkezine Kur'ân hakikatlerini koymuþtur. O Kur'ân ki, Hz. Adem’den (A.S.), Hz. Muhammed’in (S.A.V.) risâletine kadar beþeriyyetin aklýný meþgul eden bütün sorularý cevaplamak için indirilmiþtir. Çeþitli surelerinde, ferdî, içtimaî ve tarihî boyutlarda insanlýðýn yüzyüze kaldýðý problemlerin çözümleri sunulmuþtur.
Diðer yandan, modern asýrdaki batýlý uzmanlarýn gayretlerinin sonucu olarak ortaya çýkan insanî ilimler de bu meseleye büyük yer vermiþ, yapýlan tahlil ve yorumlarýn nirengi noktasý olarak kabul edilmiþtir.
O halde diyebiliriz ki, insanýn mahiyeti, aslý, tabiatý, þahsiyeti ve baþkalarýyla iliþkileri, Kur'ân-ý Kerim ve insan ilimlerinin kesiþme noktasýný teþkil etmektedir. Ancak bu ikisi arasýndaki ayýrdedici farklar, bir çok þeyde kendisini hemen gösterir. Bunlardan en barizi, üstad Said Nursî’nin de tespit ettiði gibi, insan için sunulan gaye konusunda görülmektedir. Kur'ân’daki gaye ile insan ilimlerindeki gaye ayný deðildir.
Ýnsan araþtýrmalarý alanýndaki çalýþmalar veya beþerî metodlarla insaný tanýma gayretleri yeni deðildir. Bilakis, ilk baþlangýcýn eski dînî düþünce sistemlerine (Hint, Afrika vs.) kadar gerilere gittiðini söyleyebiliriz.
Uzun tarihi geçmiþi boyunca, insan araþtýrmalarýna mütefekkirlerin gösterdiði büyük ihtimam, týpký tabiî ilimlerde olduðu gibi insanî ilimlerin ortaya çýkmasýný netice vermiþtir. Tâ ki, asrýmýzdaki seviyesine ulaþmýþtýr.
Ýnsan ilimlerinin doðrudan insanla alakalý olmasý veya insaný odak noktaya yerleþtirmesi, bu ilimlerin felsefesi üzerinde araþtýrma yapmayý inanýlmaz seviyede zorlaþtýrmaktadýr.
Kur'ân-ý Kerim, insanýn sorularýna cevap verme ve problemlerine çözümler sunma gibi sabit bir kaideden hareket ederken, insan ilimlerinin sürekli deðiþken bir zemin üzerine kurulu olduðu için farklý, hatta bazan Kur'ân’la tenakuz halindeki bir takým gayretler içinde olmuþtur.
Birbirinden farklý bu iki unsur arasýndaki iliþkiye Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin Risâle-i Nur’da, çok ince ve doyurucu bir þekilde yaklaþtýðýný görmekteyiz. Bu çerçevede Bediüzzaman, konu hakkýndaki Kur'ânî esaslarýn anlaþýlmasý ve tasvir edilmesine yönelik insanýn üç boyutunu açýklamaktadýr.
Ýnsanla ilgili en önemli husus ve Üstad Said Nursî’nin de yoðun bir þekilde üzerinde durduðu yön, insanýn kendisi, yani nefsidir. Bir çok sözlerinde ve yorumlarýnda doðrudan veya dolaylý olarak insanýn bu yönüne temas etmiþtir. Bu odak nokta hakkýnda Said Nursî þöyle diyerek çaðrýda bulunur:
“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var.” 2
Burada, insanýn kendisini okumasý, yakýndan tanýmasý ve basîretini açmasý konusunda yöneltilen emir, Allah-u Teâlâ’nýn þu emrine dayanmaktadýr:
“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardýr. Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?” 3
Bu ayette kasdedilen hakiki mârifettir. Ýnsanýn içinde bulunduðu þartlara maðlup düþmeden, kendi kendisini gayet dakîk ve sahîh bir þekilde tanýmasý gerçekten zordur. Çünkü, kendisinden ve nefsinden mümkün olduðunca baðýmsýz ve mesafeli bir þekilde kendisini incelemesi, tanýmasý gerekir. Ayrýca nefsini müdafaa ve medihten kurtulmasý, onu bütün ayýp ve kusurlardan tenzih etmeyi býrakmasý lazýmdýr. 4 Nefsini takdis eden kimse ise, “Kim hevâsýný ilâh edinirse” ve “Þüphesiz ki nefis kötülükleri emreder” 5 ayet-i kerimesinin mâsadaký olacaktýr.
Eðer insan nefs-i emmâresine muhabbet ederse, hata eder.
Ancak bu durum, Üstad Said Nursî’ye göre dünyanýn sonu veya geri dönülmez bir hal deðildir. Zira Kur'ân, insan nefsinde dengenin kurulmasý meselesinin gerçekleþebilmesi için harika vesileler sunmaktadýr. Bunlardan birisi Ramazan orucudur. Allah-u Teâlâ þöyle buyurmaktadýr:
“Ey iman edenler, oruç sizden öncekilere farz kýlýndýðý gibi sizlere de farz kýlýnmýþtýr. Umulur ki bu sayede korunursunuz. Oruç tutmanýz sizler için ne kadar hayýrlýdýr, bir bilseniz.” 6
Üstad Said Nursî bu dinî farz hakkýnda þunlarý söyler:
“Ramazân-ý Þerifteki oruç, en gafillere ve mütemerridlere, zaafýný ve aczini ve fakrýný ihsas ediyor. Açlýk vasýtasýyla midesini düþünüyor; midesindeki ihtiyacýný anlar. Zayýf vücudu ne derece çürük olduðunu hatýrlýyor. Ne derece merhamete ve þefkate muhtaç olduðunu derkeder. Nefsin firavunluðunu býrakýp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ý Ýlâhiyeye ilticâya bir arzu hisseder ve bir þükr-ü manevî eliyle rahmet kapýsýný çalmaya hazýrlanýr-eðer gaflet kalbini bozmamýþsa!” 7
Bir baþka yerde ise þöyle der:
“Nefis kendini hür ve serbest ister ve öyle telakkî eder. Hatta, mevhum bir rubûbiyet ve keyfemâyeþâ hareketi, fýtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduðunu düþünmek istemiyor... Ýþte, Ramazan-ý Þerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik deðil memlûktür; hür deðil, abddir. Emrolunmazsa, en adi ve en rahat þeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rubûbiyeti kýrýlýr, ubudiyeti takýnýr, hakiki vazifesi olan þükre girer.” 8
Ýnsan nefsindeki bu özelliðin yanýsýra Üstad Said Nursî, Kur'ân-ý Kerim’in feyzinden aldýðý ilham ile bir baþka temel yönünden daha bahseder:
“Ýnsan öyle bir nüsha-i câmiadýr ki, Cenâb-ý Hak, bütün esmâsýný, insanýn nefsiyle insana ihsas eder...
Ýnsan, üç cihetle esmâ-i Ýlâhiyeye bir aynadýr.
Birinci vecih: Gecede zulümât nasýl nûru gösterir. Öyle de, insan, zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtýyla naks ve kusuruyla bir Kadîr-i Zülcelâl’in kudretini, kuvvetini, gýnâsýný, rahmetini bildiriyor...
Ýkinci vecih: Ýnsana verilen numûneler nev’inden cüz’î ilim, kudret, basar, sem’i, mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz’iyatla, Kâinat Mâlikinin ilmine ve kudretine, basarýna, sem’ine, hâkimiyet-i rububiyetine aynadarlýk eder, onlarý anlar, bildirir...
Üçüncü vecih: Ýnsan, üstünde nakýþlarý gösteren esmâ-i Ýlâhiyeye aynadarlýk eder...” 9
Bu tespitleriyle Üstad Said Nursî bizlere, Kur'ân’ýn çeþitli ayetlerinde nefsi zikretmesinin hikmetini de açýklamýþ olmaktadýr.
Ýnsan nefsiyle alakalý bir diðer konu daha gündeme gelmektedir ki, önem bakýmýndan bir öncekinden aþaðý kalmaz. Hatta birbirleriyle yapýþýktýrlar. “Cem’ müfrede (çoðul tekile) delâlet eder” kabilinden bu konu “insanî topluluk” yani toplumdur. Üstad Said Nursî toplumu, Kur'ânî Risâlelerinin nurunu neþredeceði bir meydan olarak görmüþtür. Ona göre, eðer yardýmlaþma yoksa beþerî topluluðun ne faydasý olabilir? Böyle bir durumda insanlarýn yeryüzünde imara ve ahirette saadete haklarý kalmaz.
“Hakkýn þe’ni ittifaktýr. Faziletin þe’ni tesânüddür. Düstûr-u teavünün þe’ni birbirinin imdadýna yetiþmektir. Dinin þe’ni uhuvvettir, incizâptýr. Nefsi gemlemekle baðlamak, ruhu kemâlâta kamçýlamakla serbest býrakmanýn þe’ni, saâdet-i dâreyndir.” 10
Ancak, metanet ve selâmetini tehdit eden âfetlerden arýnmýþ bir içtimaî iliþkiler aðýný oluþturmak suretiyle, yüce bir örneði gerçekleþtirmenin yolu nasýl olacaktýr?
Bu noktada Üstad Said Nursî’nin çeþitli Risâlelerinde yol gösterici cevaplar sunduðunu görüyoruz. Bunlarý, mes’udane içtimaî bir hayatýn üssü’l-esâsý olarak deðerlendirdiði “Ahiret akîdesi” baþlýðý altýnda ifade etmek mümkündür. 11 Kur'ân-ý Kerim bütün mucizeleriyle, hüccetleriyle, onun hak bir kitap olduðunu ispat eden hakikatleriyle haþrin gerçekleþeceðini beyan eder ve ispatlar. Hatta Kur'ân’ýn üçte biri bu konuyu anlatýr. Özellikle kýsa surelerin çoðunluðunun ilk ayetleri haþir üzerinedir. “Ýze’þ-þemsü küvvirat (Güneþ dürüldüðü zaman)”, “Yâ eyyühen’nâsü ittekû Rabbeküm, inne zelzelete’s-sâati þey’ün azîm (Ey insanlar, Rabbinizden korkun. Þüphesiz ki kýyametin sarsýntýsý çok büyük bir olaydýr)”, “Ýzâ zülzileti’l-ardu zilzâlehê (Yer, büyük bir sarsýntýyla sarsýldýðý zaman)”, “Ýze’s-semâü’n-fetarat (Gökyüzü yarýldýðý zaman)”, “Ýze’s-semâü’n-þekkat (Gökyüzü ikiye ayrýldýðý zaman)”.. örneklerinde olduðu gibi.
Ayný þekilde, haþre imanýn yüzlerce neticesinden yalnýz birisi, toplum hayatýnýn inþâsýnda kendisini gösterir. Üstad Said Nursî, toplumun çeþitli kesitlerinden örnekler vererek, bu konuyu açýklar: Ýhtiyarlar, gençler ve çocuklar... 12 Bunlarý birbirlerine karþý haksýzlýklardan, yanlýþkýlardan koruyan ve onlarý hidâyete ulaþtýran Allah’tan baþkasý olamaz. Onlarýn arasýndaki baðlarý saðlamlaþtýran unsur imandýr. Bu yolla ne kuvvete, ne silaha, ne de baskýya ihtiyaç duyulmaksýzýn, insanlarýn biraraya toplanýp, yüksek bir toplum haline gelebilmesi mümkün olabilir. Böylelikle örnek bir toplum oluþur. O toplumda þahýslara ve vasýtalara kulluk ortadan kalkar. Çünkü, ahirete iman güçlendikçe ve insan bu dünyanýn zevale doðru gittiðini, baþka bir hayatýn kendisini beklemekte olduðunu yakînen görmeye baþladýkça bu gibi þeylere asla tevessül etmeyecektir.
Böyle bir anlayýþýn hakim olduðu bir toplumda, fertler de, toplumun tamamý da istikametten ayrýlmayacaktýr.
Bu noktada Üstad Said Nursî’nin gayet sakin ve tedricî bir terbiye metoduyla sosyal deðiþimin saðlanmasý zarureti üzerinde yoðunlaþtýðýný görmekteyiz. Bu yönüyle onun sosyal deðiþim teorisi, sabýr, mücâhede, kuvvetli bir imandan doðan kendinden emin olma gibi özellikleriyle özel bir konuma sahiptir.
Burada zikredilen fikrî yapýnýn, kiþisel ve sosyal boyutuyla saðlam bir kiþilik yapýsý tesisini gerçekleþtirebileceði gayet açýktýr. Bu öyle bir yapýdýr ki, kendi medeniyet çizgisini oluþturmaya yönelik özel bir zaman ve tarih anlayýþýna sahiptir. “...Zaman bir þerittir ki, o Sâni-i Zülcelâl her sene bir baþka âlemi ona takip gösteriyor. O taktýðý âlemin içinde üçyüz altmýþ tarzda muntazam suretlerini tecdid ediyor, kemâl-i intizamla ve hikmetle deðiþtiriyor. Yeryüzünü bir sofra-i nimet yapmýþ ki, her bahar mevsiminde, üçyüz bin envâ-i masnuâtýyla tezyin ediyor.” 13
Þüphesiz ki, yeryüzündeki mahlukât içinde en efdali insandýr. Said Nursî Hazretleri insan ve diðer canlýlardan hareketle hayatý çok geniþ bir çerçeveden ele alýr.
Ona göre hayat, “Esmâ-i Ýlâhiyenin definelerini açan anahtarlarýn mahzeni ve nakýþlarýnýn bir küçük haritasý ve cilvelerinin ince bir mikyas ve mizan ve Hayy-ý Kayyûmun manidar ve kýymettâr isimlerini bilen, bildiren, fehmedip tefhîm eden yazýlmýþ bir kelime-i hikmettir.”
Hayat, “Rabbanî bir mektuptur; kardeþlerim olan zîþuur mahlukâta kendini okutturur.”
Hayat, “Hâlikýmýn kemâlâtýný teþhir eden bir ilannâmeliktir.”
Hayat, “Hayatý yaratanýn hayatla ihsan ettiði kýymettâr hediyeler ve niþanlarla bilerek süslenip her gün tekerrür eden resm-i küþatta mü’minâne, þuurdarâne, þâkirâne, minnettarâne Pâdiþâh-ý Bîmisâlinin nazarýna arzetmektir...” 14
Bütün bunlar zamanýn þu üç tarafýný gayet iyi bilmenin göstergesidirler: Mazi, hazýr zaman ve istikbal. Ayný zamanda bu ifadeler, hakikatleri elde etme ve manevî feyizlere ulaþmada Kur'ân’î tenvîre dayanmanýn, Kur'ân-ý Kerim yolundan baþka bir yola yönelmemenin de göstergesidir. Þu sözleriyle Üstad Said Nursî, önemli bir metot ortaya koymaktadýr:
“Tarih-i beþerî, muntazam surette üçbin seneye kadar gidiyor. Bu nâkýs ve kýsa tarih nazarý, Hz. Ýbrahim’in zamanýndan evvel doðru olarak hükmedemiyor. Ya hurâfevârî, ya münkirâne, ya gayet muhtasar gidiyor.” 15 Özellikle Kur'ân-ý Kerim’de vârid olan olaylar dikkate alýndýðýnda, sahih ve hakiki tarihin bunlar olduðunu ve kutsal kitabýmýzýn bu olaylar hakkýnda, insanlýðýn tanýdýðý en sýhhatli tarihî vesika olduðunu ifade etmiþtir.
Mazi ve mazide meydana gelen olaylarýn kýyaslanmasý noktasýnda Üstad Said Nursî, çok ince bir ölçü koymuþtur. Çok eski tarihlerle veya daha yakýn dönemlerle ilgili anlatýlanlara müracaat ederken ayýklayýcý, tenkid ya da tashih edici bir metod takip etmiþtir. Bu özelliðiyle ilgili en çarpýcý örneklerden birisi, “Zülkarneyn”den bahseden ayet-i kerimelere yaptýðý tefsirdir. Bunu Kur'ân’ýn tarih tefsiri baþlýðý altýnda inceleyebiliriz. Bir diðer örnek ise, Hz. Peygamber’in (S.A.V.) vefatýndan sonra Ýslâm ümmetinin özellikle siyasî alanda baþýna gelen olaylara getirdiði yorumlardýr. Örneðin, hilafet konusunda yaptýðý yorumlar belirttiðimiz tarzýna gayet uygun düþmektedir. Bazýlarýnýn yaptýklarý gibi hüccetsiz ve delilsiz olarak, tarafgirâne bir yaklaþýmla veya mücadelci bir ruh haletiyle deðil, çok güvenilir haberlere, zaman ve zeminin þartlarýný dikkate alan bir tahlile dayanarak meseleyi deðerlendirmiþtir.
Buradan hareketle, Risâle-i Nur’daki zamanýn yorumlanmasý hususunun çok ince bir hisle ve parlak bir þekilde ele alýndýðýný söyleyebiliriz. Bu durum, yukarýda iþaret ettiðimiz geçmiþ zamanlardaki olaylara getirilen yorumlarda olduðu gibi, halihazýrdaki olaylarda da söz konusudur. Þu ifadelerde görüldüðü gibi:
“Demek þu beþ vakit, herbiri birer inkýlâb-ý azîmin iþârâtý ve icraat-ý cesime-i Rabbaniyenin emârâtý ve in’âmât-ý külliye-i Ýlâhiyenin alâmâtý olduklarýndan, borç ve zimmet olan farz namazýn o zamanlara tahsisi nihayet hikmettir.” 16
Bu ifadeler Üstad Said Nursî’nin, Kur'ân nurunu elde etme arzusuyla yaþadýðý her anýnýn kýymetini bihakkýn bildiðini sergilemektedir. Bu ifadelere göre namazýn belirli vakitlere tahsis edilmesinde bir sýradanlýk ve anlamsýzlýk yoktur. Bilakis, çok ince ölçülerle belirlenmiþ zamanlardýr. Yüce Yaratýcýnýn önemli fiillerinin gerçekleþtiði vakitlerdir ve bunlarýn her biri insanlara O’nun çok büyük ayetlerini iþaret etmektedir.
Hâzýr zamandan istikbale intikal edecek olursak, Risâle-i Nur’un, hiç bir kimsenin sýnýrlarýný resmedemeyeceði kadar geniþ bir ufku içine aldýðýný görürüz. Bazý Kur'ân ayetlerinde zikredilen istikbale dair haberleri, çok basit ama hayatî öneme sahip örneklerle açýklamaktadýr. Örnek vermek gerekirse:
“Kur'ân’da mükerreren ‘Ýn kânet illâ sayhaten vâhideten (Korkunç bir ses onlara yetti)’ 17, hem ‘Vemâ emru’s-sâati illâ ke-lemhi’l-basar (Kýyametin gerçekleþmesi ise göz açýp kapayýncaya kadardýr)’ 18 fermanlarý gösteriyor ki, haþr-i âzam bir anda , zamansýz vücûda geliyor...Ruhlarýn cesedlerine gelmesine misâl ise, gayet muntazam bir ordunun efrâdý istirahat için her tarafa daðýlmýþken, yüksek sadalý bir boru sesiyle toplanmalarýdýr... Cesetlerin ihyâ misali ise, çok büyük bir þehirde, þenlik bir gecede, bir tek merkezden yüzbin elektrik lambalarý adeta zamansýz bir anda canlanmalarý ve ýþýklanmalarý gibi, bütün küre-i arz yüzünde dahi, birtek merkezden yüzmilyon lambalara nur vermek mümkündür...” 19
Risâle-i Nur üzerinde inceleme yapan ve özellikle Þualar’da yeralan Beþinci Þua’daki meselelere dikkat eden bir kiþi, burada bazý Nebevî hadîslerde haber verilen istikbale ait olaylara yorum getirilirken farklý bir metot uygulandýðýný görecektir. Örneðin “Süfyan” hakkýnda kendisine yöneltilen bir soruya Üstad Said Nursî’nin verdiði cevap þöyledir:
“Rivayette var ki, ‘Ahirzamanýn dehþetli bir þahsý sabah kalkar, alnýnda Hâzâ kâfir yazýlmýþ bulunur.’
“Allah-u a’lem bissavab, bunun te’vili þudur ki: O süfyan, kendi baþýna frenklerin serpuþunu koyup herkese de giydirir. Fakat cebir ve kanunla tâmim ettiðinden, o serpuþ dahi secdeye gittiði için, inþaallah ihtidâ eder; daha herkes -yalnýz istemeyerek- onu giymekle kâfir olmaz.” 20
Belki de Üstad Said Nursî, istikballe ilgili nakledilen bu ve benzeri haberleri yorumlarken, kendi toplumunun baþýndan geçen siyasî olaylarýn tesirinde kalmýþ olabilir. Ümmetin asýl libaslarý yerine frenk libaslarýnýn þart koþulmasý ve Türk toplumunun yaþantýsýyla ilgili bir çok bid’atlerin ihdâs edilmesi onun böyle bir hüküm vermesinde etkili olabilir. Elbette vâkýa ile, istikbale ait mugayyebâttan (gaib olan olaylardan) ulaþabildikleri arasýndaki farký gözardý edemezdi. Bize öyle geliyor ki, Süfyanýn zuhuru olayýnda olduðu gibi, ümmetin hâlihazýrdaki halini âlemin istikbalinde ve dünyanýn nihâyetinde görmüþtür...
Sonuç olarak:
Bu çalýþma, Risâle-i Nur’da “Ýnsan Teorisi”nin iþleniþi hakkýnda gerçekten kýsa bir bakýþ mahiyetindedir. Bu eserlerde insan meselesinin en bariz noktalarý olarak nefis, toplum ve tarih gösterilmiþtir ki, Üstad Said Nursî bu konulara Kur'ânî derslerden aldýðý feyizle, adeta yeni bir insânî hulle giydirmiþtir. Ýnsan nefsini þahýs, toplum ve tarih olarak ele almýþ; gayet açýk bir metotla hareket ederek ona bir hak takdim etmiþtir. Ayrýca onun bu metodundan daha vâzýh bir metot mevcut deðildir. Ayný zamanda onun gerçekleþtirmeye çalýþtýðý hedef, insan meselelerindeki Kur'ânî anlayýþa ulaþmaktýr. Yoksa sadece belirli bir tarzý oluþturma ve imkan çerçevesinde uygulamaya çalýþma deðildir. Veya, týpký batýlý bazý uzmanlarýn yaptýklarý gibi bir takým genel kanunlara ulaþmak deðildir. Esas maksadý, her an yenilenen yepyeni bir insanýn bina edilmesi, Kur'ânî manalarýn bütün hücrelerine kadar yerleþtirilmesi, tâ ki bunun meyvelerini fiilî yaþantýsýnda o kiþinin toplayabilmesidir...
____________________
1 Fas'ýn Tatvan þehrinde doðdu. Fas'ta Karaviyyun Üniversitesini bitirdi. Ayrýca Rabat 5. Muhammed Üniversitesi Edebiyat Ýnsan Ýlimlerini bölümünden mezun oldu. Halen Fikir ve Medeniyet Araþtýrmalarý Dergisinde yazarlýk yapmakta ve Edebiyat ve Ýnsanî Ýlimler Fakültesinde öðretim üyesi olarak görev yapmaktadýr. Bazý akademik kuruluþlara üyedir.
2 Bediüzzaman Said Nursî, Kaynaklý, Ýndeksli, Lügatlý Risâle-i Nur Külliyatý, Nesil BasÝm Yayýn, Ýstanbul-1996, C.l-ll, s. 316.
3 Zâriyât, 20-21.
4 Said Nursî, s. 668.
5 Yusuf, 33.
6 Bakara, 182-183.
7 Said Nursî, s. 539.
8 Said Nursî, s. 539.
9 Said Nursî, s. 315.
10 Said Nursî, s. 50.
11 Said Nursî, s. 814.
12 Said Nursî, s. 943.
13 Said Nursî, s. 25.
14 Said Nursî, s. 878.
15 Said Nursî, s. 639.
16 Said Nursî, s. 19.
17 Yasin, 29.
18 Nahl, 77.
19 Said Nursî, s. 862.
20 Said Nursî, s. 896.