Sayfa 17/34 İlkİlk ... 1516171819 ... SonSon
334 sonuçtan 161 ile 170 arası

Konu: Mektubat-ı Rabbani

  1. #161
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 160. Mektup

    Bu mektûb, kölelerinin en asagisi olan bu fakîre, ya'nî [(Mektûbât)in birinci cüz'ünü toplamakla sereflenen] Yâr Muhammed Cedîd-i Bedahsî Talkânîye yazilmisdir. Tesavvuf büyüklerinin üç dürlü oldugu ve herbirinin hâlleri bildirilmekdedir:

    Tesavvuf büyükleri ?kaddesallahü teâlâ esrârehüm" üç dürlüdür:

    Birincilere göre, âlem, ya'nî bütün varliklar, Allahü teâlânin yaratmasi ile disarda vardir. Âlemde bulunan herseyin özelliklerini de Allahü teâlâ yaratmisdir. Insanlari cism olarak bilirler, madde olarak bilirler. Bu cismi de, Allahü teâlâ yaratmisdir derler. Yokluk denizine öyle dalmislardir ki, ne âlemden haberleri vardir, ne de kendilerinden haberleri vardir. Baskasinin elbisesini giymis kimseye benzerler. Bu elbisenin kendilerinin olmayip baskasinin oldugunu bilirler. Böyle bilmeleri o kadar artar ki, elbiseyi, sâhibinde bilirler, kendilerini çiplak sanirlar. Böyle bir kimseyi (Sekr), sü'ûrsuzluk hâlinden kurtarip, (Sahv) sü'ûrlu hâle getirirlerse, ya'nî Fenâdan sonra Bekâ ile sereflendirirlerse, elbiseyi kendi üzerinde görür. Fekat, baskasinin oldugunu iyi bilir. Çünki önceki Fenâ, simdi bilgi ile birlikdedir. Elbiseye tutulmasi, bagliligi hiç kalmamisdir. Bunun gibi, kendi üstünlüklerini, iyiliklerini, elbise gibi baskasinin bilirler. Fekat, bu elbiseyi vehmde, hayâlde bilirler. Disarda elbise yokdur. Kendilerini çiplak sanirlar. Böyle görüsleri, öyle çogalir ki, vehmdeki elbiseyi de atarlar. Kendilerini çiplak bulurlar. Sekrden kurtulup sahva gelince, vehmdeki elbiseyi de yanlarinda bulurlar. Fekat, birinci sahsin Fenâsi tâmdir. Bundan hâsil olan Bekâsi da dahâ olgundur. Bunu, insâallahü teâlâ dahâ sonra açiklayacagiz. Bu büyükler, Ehl-i sünnet vel-cemâ'at âlimlerinin ?rahmetullahi aleyhim ecma'în" Kitâbdan ve sünnetden çikardiklari ve sözbirligi ile bildirdikleri îmân bilgilerinin hepsine, öylece inanirlar. Kelâm âlimleri ile bunlarin arasinda hiçbir ayrilik yokdur. Kelâm âlimleri, bu bilgileri ögrenerek ve düsünerek bulmuslar. Bunlar ise, kesf ile, zevk ile anlamislardir. Bu büyükler, âlemin Allahü teâlâya hiçbir bakimdan benzerligi, bagliligi yokdur derler. Nerede kaldi ki, Onun kendisidir veyâ parçasidir demis olsunlar. Allahü teâlâ, Mâlikdir, yaraticidir, insanlar ise, Onun kullaridir ve mahlûklaridir derler. Kendilerini hâl kaplayinca, bu bagliligi bile unuturlar. Tâm fenâ ile sereflenirler. Tecelliyât-i zâtiyyeye kavusurlar. Sonsuz tecellîlere mazhar olurlar.

    Tesavvuf büyüklerinin ikincisi, âleme Hak teâlânin zilli, görüntüsü derler. Fekat bunlar da, âlemin disarda mevcûd, var olduguna inanirlar. Bu varlik, kendi varliklari degildir. Bir görüntü gibi varlikdir derler. Bu varliklar, Allahü teâlânin varligi ile disarda mevcûddür derler. Insan ile gölgesi gibidir. Bir insanin gücü yetse, kendi sifatlarini, özelliklerini, meselâ bilgisini, gücünü, irâdesini, hattâ aci ve tatli duymasini, kendi gölgesine de verebilse, meselâ o gölge atese rastlarsa aci duysa, akli olan ve âdetlere uyan bir kimse, o gölgenin sâhibi aci duydu demez. Üçüncü kism âlimlerinin böyle dediklerini asagida görecegiz. Bunun gibi, insanlarin kötü islerinin hiçbirine, Hak teâlânin isidir denilemez. Meselâ gölge, kendi istegi ile hareket etmis olsa, gölgenin sâhibi olan kimse, hareket ediyor denilemez. O kimsenin gücü ile ve irâdesi ile hareket ediyor denilebilir. Böylece, mahlûklarin islerini Allahü teâlâ yaratmakdadir. Kötü seyleri yaratmak, kötü degildir. Belki kötü seyleri yapmak ve kesb etmek kötüdür.

    Tesavvuf büyüklerinin üçüncüsü, vahdet-i vücûde inanirlar. Hâricde yalniz birsey vardir derler. Bu bir varlik, Hak teâlânin zâtidir, kendisidir derler. Âlem hâricde yokdur. Ilmde vardir derler. Varlikdan hiçbir koku tatmamisdir derler. Bunlar da, âlemi Hak teâlânin zilli bilirler. Fekat, bu zil olan, görüntü olan varlik his mertebesindedir. Dogrusu disarda hiçbirsey yokdur derler. Hak teâlânin zâtinda kendi sifatlari ve mahlûklarin sifatlari vardir bilirler. Bu sifatlarin yukardan asagi azalma derecelerini, mertebelerini sayarlar. Her mertebede, o bir zâti, o mertebeye uygun özelliklerde birlikde bilirler. Aciyi, tatliyi duyan hep odur. Fekat vehmde, hisde var olan bu zil, gölge gibi perdeler arkasinda durmakdadir derler. Bunlarin sözlerinin akla ve islâmiyyete uymayan yerleri çokdur. Böyle yerlere cevâb vermek için çok sikinti çekerler. Bunlar da, kavusmus ve kavusduklari derecelere göre yükselmisdir. Fekat bunlarin sözleri, müslimânlarin yoldan çikmalarina sebeb olmakda, ilhâd ve zindikliga sürüklemekdedir.

    Birinciler en kâmil, çok tâm ve sakatsiz ve Kitâba, sünnete uygundurlar. Sakatsizliklari ve uygunluklari meydânda ise de, olgun ve temâm olmalari söyledir ki, insanin varliginin birkaç mertebesi, çok latîf ve maddelikden çok uzak olup, baslangica benzemekde, oraya tâm bagliligi bulunmakdadir. Insandaki, (Hafî) ve (Ahfâ) böyledir. Bunun için, birçoklari, sirrin Fenâsina kavusduklari hâlde, bu mertebeleri baslangicdan ayiramamislar. Böylece (Lâ ilâhe) derken, bunlari yok bilememisler, bunlari baslangic ile karisdirmislar, birlesdirmisler. Kendilerini Hak teâlâ sanmislar, disarda [ya'nî ilmde ve vehmde degil, bunlarin disinda] yalniz Hak teâlâ vardir. Bizim hiç varligimiz yokdur demisler ise de, disarda çesidli eserler bulundugundan, ilmde var olduklarini söylemislerdir. Yine bundandir ki, (A'yân) ya'nî esyâ, varlikla yokluk arasinda bir geçiddir demislerdir. Mahlûklarin varliklarinin mertebelerinden birkaçinin baslangicdan baska olmadigini görerek, varliklari lâzimdir diyemedikleri için, varlikla yokluk arasinda geçid olduklarini söylemislerdir. Böylece, mahlûklara vâciblikden birsey bulasdirmislardir. Bu seylerin, mahlûklarin oldugunu, fekat ismde ve görünüsde olsa bile, Vâcibe benzediklerini anlamamislardir. Bu seyleri baska bilselerdi ve mahlûklari Vâcibden tâm ayirsalardi, kendilerini Hak teâlâ olarak hiç görmezlerdi. Âlemi, Hak teâlâdan ayirirlardi. Varligin bir oldugunu sanmazlardi. Bir kimseden eser bâkî kalmadikca, kendinden eser kalmadigini bilse bile, kendini Hak bilmez. Bu da, onun kisa görüslü olmasindandir.

    Ikinci âlimler, her ne kadar bu mertebeleri de baslangicdan ayri gördüler ve (Lâ ilâhe) derken yok bildiler. Fekat, aslin zil ile olan bagliligindan dolayi, bunlarin varliklarinin artiklarindan birsey, mevcûd kaldi. Çünki, zillin asla bagliligi vardir. Zil ile aslin baskaligi görüslerinden gayb oldu.

    Birinci âlimler, Peygamberlerin sonuncusuna ?aleyhi ve aleyhim minessalevâti etemmühâ ve minettehiyyâti ekmelühâ" çok bagli olduklari için, mahlûklarin bütün mertebelerini, Vâcibden ayirdilar. Bunlarin hepsini (Lâ ilâhe) derken yok etdiler. Mahlûklarin Vâcib ile hiçbir bagliligini görmediler. Ona hiçbir benzerlikleri yokdur dediler. Kendilerini, güçsüz, kuvvetsiz bir kul olmakdan baska bilmediler. Onu, kendi sâhibleri ve yaraticilari olarak bildiler. Kendilerini sâhib sanmak veyâ Onun gölgesi sanmak, bunlara çok agir gelmekdedir. Arabî misra' tercemesi:

    Herseyin sâhibine gelen ne, topraga düsen ne?

    Bu büyükler, herseyi Hak teâlânin mahlûklari bildikleri için severler. Hersey, gözlerine sevgili görünür. Mahlûklarin kendileri gibi, isleri de, Allahü teâlânin mahlûku olduklari için, hepsine boyun eger, begenirler. Hiçbir isi begenmemezlik etmezler. Islâmiyyetin begenmedigi seyleri, islâmiyyete uyduklari için begenmezler. Tevhîd-i vücûdî sâhibleri, herseyi, Hak teâlâya mazhar olduklari için, hattâ Ondan baska olmadiklari için, sevdikleri ve boyun bükdükleri gibi, bu büyükler, Hak teâlânin mahlûklari olduklari için sever ve teslîm olurlar. Fârisî misra' tercemesi:

    Yollarin nerden ayrildiklarini iyi gör!

    Sevgili az sevilse de, ondan baska olmiyan seyin de, o kadar sevilecegini herkes bilir. Fekat, sevgilinin kullarini, yapdiklarini ve kölelerini sevebilmek için, sevgilinin çok sevilmis olmasi lâzimdir. Bu büyüklerin vilâyet makâmlarinin en sonu olan (Abdiyyet), ya'nî kulluk makâmindan tâm paylari vardir. Bu seçilmislerin hâllerinin dogru oldugunu gösteren en kuvvetli delîl, isâret, kesflerinin hepsinin Kitâba ve sünnete ve islâmiyyetin açikca bildirdigi seylere tâm uygun olmalaridir. Islâmiyyetden kil ucu kadar ayrilmamislardir. Ey Allahimiz! Muhammed aleyhisselâm hurmetine ?sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve selleme ve bâreke", bizleri, bu büyükleri sevenlerden ve onlara uyanlardan eyle!

    Bu satirlari yazan dervîs, önce tevhîd-i vücûdîye inaniyordum. Çocuklugumdan beri tevhîd bilgileri içindeydim. Buna inancim tâmdi. O zemân tevhîd hâllerim de yokdu. Tesavvuf yoluna girince, önce tevhîd yolu açildi. Çok zemân, bu yolun makâmlarinda dolasdim. Bu makâmlara uygun çok bilgiler edindim. Tevhîd-i vücûdî sâhiblerine gelen hâller ve çözülemiyen bilgilerin hepsi, kesflerle ve akip gelen bilgilerle çözüldüler. Çok zemân sonra, bu dervîsi baska bir nisbet, baglilik kapladi. Bu nisbet kuvvetlenince, tevhîd bilgileri durdu. Fekat, o bilgileri yine begeniyordum, inkâr etmiyordum. Böyle uzunca bir zemân geçdi. Sonunda, onlari begenmez, inanmaz oldum. Bu mertebenin çok asagi oldugunu ve zil makâmlarina yükselmek lâzim geldigini gösterdiler. Fekat, bu inkârim elimde degildi. Bu makâmdan ayrilmak istemiyordum. Çünki tesavvuf büyüklerinin çogu, bu makâmda bulunmakdadir. Zil makâmina yükselince, kendimi, bütün âlemi, zil, gölge gibi buldum. Yukarida bildirilen, ikinci âlimler gibi oldum. Önceki makâmdan, buraya çikardiklarini istemedim. Çünki, vahdet-i vücûdü dahâ yüksek biliyordum. O makâm, buna tâm uygundu. Büyük bir ni'met ve merhamet olarak, (Zil makâmi)ndan da yukari götürdüler. Abdiyyet, kulluk makâmina ulasdirdilar. Bu makâmin dahâ olgun oldugu göründü. Yüksekligi anlasildi. Önceki makâmlardan pismân oldum. Tevbe etdim. Bu dervîsi, bu yollardan geçirmeselerdi ve birbirlerinden üstünlüklerini göstermeselerdi, bu makâma getirilmekle alçaldigimi zan edecekdim. Çünki önceleri, Tevhîd-i vücûdîden dahâ yüksek makâm yok saniyordum. Dogruyu açiga çikaran, Allahü teâlâdir. Dogru yolu gösteren yalniz Odur.

    Bu fakîrin mektûblarinda ve kitâblarinda ve belki her sâlikin sözlerinde bulunan bilgilerin ve ma'rifetlerin, baska baska olmasi, kavusulan makâmlarin baska baska olmalarindandir. Her makâmin bilgileri, ma'rifetleri baskadir. Her hâli bildiren söz baska olur. Görülüyor ki, bilgilerde baskalik, ayrilik yokdur. Ahkâm-i ser'iyyenin zemânla degisdirilmis olmasi gibidir. Bu sözleri, te'assubla, inâd ile karsilamayiniz! Sallallahü teâlâ alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ Âlihi ve sellem!

  2. #162
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 161. Mektup

    Bu mektûb, molla Sâlih Bedahsî Külâbîye yazilmisdir. Tesavvuf yolunda ilerlemek, hakîkî îmâna kavusmak için oldugu bildirilmekdedir:

    Sülûk konaklarini geçmek, hakîkî îmâna kavusmak içindir. Hakîkî îmâna kavusmak için, önce nefsin itmînân hâsil etmesi lâzimdir. Nefs mutmeinne olmadikca, kurtulus olamaz. Nefsin mutmeinne olmasi da, kalbin onu kontrol ve idâre etmesi ile olur. Kalbin nefsi idâre edebilmesi için, baska seylerle mesgûl olmamasi ve Allahü teâlâdan baska hiçbir seye bagliligi kalmamasi lâzimdir. Kalbin, hiçbirseye bagliligi kalmadiginin alâmeti, isâreti vardir. Bu da, mâ-sivâyi unutmasidir. Öyle unutmalidir ki, Allahü teâlâdan baska herhangi birseyi kil ucu kadar düsünürse, mâ-sivâdan kurtulmamis olur. [(Mâsivâ), bütün mahlûklar demekdir.] Kalbi mâ-sivâdan selâmet bulmus, kurtulmus olana müjdeler olsun! Kalbin selâmet bulmasi ve böylece nefsin itmînâna kavusmasi için çok çalismalidir. Bu, Allahü teâlânin öyle bir ni'metidir ki, bunu diledigine verir. Allahü teâlâ, büyük ihsân sâhibidir. Vesselâm.

    Hâsâ zulm etmez hiç, kullarina Hüdâsi!
    Herkesin çekdigi, kendi isinin cezâsi!

  3. #163
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 162. Mektup

    Bu mektûb, hâce Muhammed Siddîk-i Bedahsîye yazilmisdir. Mubârek Ramezân ayinin üstünlügünü ve Kur'ân-i kerîmin bu ayda indirildigini ve hurma ile iftâr etmenin müstehab oldugunu bildirmekdedir:

    Allahü teâlânin zâtinin sü'ûnâtindan biri, kelâm sânidir. Bu kelâm sâninda, zâtin bütün üstünlükleri ve sifatlarin bütün sü'ûnlari bulunur. Böyle oldugu, önceki mektûblarda bildirilmisdi. Mubârek Ramezân ayinda da, bütün iyilikler, bütün bereketler bulunur. Her iyilik, her bereket, Allahü teâlânin zâtindan gelmekdedir ?teâlâ ve tekaddes" ve Onun sü'ûnlarindan hâsil olmakdadir. Her kusûr, her kötülük de, mahlûklarin zâtlarindan ve sifatlarindan hâsil olmakdadir. Nisâ sûresinin yetmissekizinci âyetinde meâlen, (Sana gelen her güzel sey, Allahü teâlâdan gelmekdedir. Sana gelen her kötülük de, kendindendir) buyuruldu. Bunun için, bu aydaki iyiliklerin, bereketlerin hepsi, Allahü teâlânin zâtindaki üstünlüklerden gelmekdedir. Bu üstünlüklerin hepsi de, kelâm sâninda bulunmakdadir. Kur'ân-i kerîm, bu kelâm sâninin hakîkatinin hepsinden hâsil olmusdur. Bundan dolayi, bu mubârek ayin, Kur'ân-i kerîm ile tâm bagliligi vardir. Çünki, Kur'ân-i kerîmde bütün üstünlükler bulunmakdadir. Bu ayda da, o üstünlüklerden hâsil olan bütün iyilikler bulunmakdadir. Bu baglilikdan dolayi, Kur'ân-i kerîm bu ayda nâzil oldu. Bekara sûresinin yüzseksenbesinci âyetinde meâlen, (Kur'ân-i kerîm, Ramezân ayinda indirildi) buyuruldu. Kadr gecesi bu aydadir. Bu ayin özüdür. Kadr gecesi, çekirdegin içi gibidir. Ramezân ayi da, kabugu gibidir. Bunun için, bir kimse, bu ayi saygili, iyi geçirerek bu ayin iyiliklerine, bereketlerine kavusursa, bu senesi iyi geçerek, hayrli ve bereketli olur. Allahü teâlâ, hepimizi bu mubârek ayin iyiliklerine, bereketlerine kavusdursun. Herbirimize bundan büyük pay versin!

    Resûlullah ?aleyhissalâtü vesselâmü vettehiyye" buyurdu ki, (Oruclu olan kimse, hurma ile iftâr etsin! Çünki hurma bereketlidir). O Server ?sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem", hurma ile iftâr ederdi. Hurmanin bereketli olmasi söyledir ki, onun agacina (Nahle) denir. Bu agacin yaradilisinda, topluluk ve adâlet vardir. Insanin yaradilisi da böyledir. Bunun içindir ki, Peygamberimiz ?sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" Nahle agacina, Âdem ogullarinin halasidir dedi. (Halaniz olan nahleye saygi gösteriniz! Çünki bu agaç, Âdem aleyhisselâmin çamurundan kalan artikdan yaratilmisdir) buyurdu. Görülüyor ki, Nahle, Âdem aleyhisselâmin çamurundan yaratilmisdir. Nahleye bereket buyurmasi, bunda herseyin bulundugu için olsa gerekdir. Bunun için, nahlenin meyvesi olan hurma yinince, insanin parçasi, dokusu olur. Böylece hurmada bulunan hersey, insana da aktarilmis olur. Hurmada bulunan sonsuz üstünlükler, bunu yiyende de bulunur. Hurmayi yiyen herkes böyle olur ise de, oruclu kimse, iftâr zemâninda, sehvetlerden ve dünyânin geçici zevklerinden temiz oldugu için, hurmadan pekçok istifâde eder. Anlatdigimiz fâideleri dahâ tâm ve dahâ olgun olur. O Server ?aleyhi minessalevâti efdalühâ ve minettehiyyâti ekmelühâ", (Mü'minin sahûrunun hurma ile olmasi ne güzeldir) buyurdu. Bu da belki, hurma insanin dokularina karisinca, insanin hakîkatini temâmladigi içindir. Oruclu iken, böyle sey olmadigi için, bunun karsiligi olarak sahûrda hurma yimenin güzel oldugunu bildirmisdir. Hurma yimek, çesidli yemekleri yimek gibi fâideli olmakdadir. Hurmanin bu bereketi, kendisinde hersey bulundugu için, iftâr zemânina kadar insanda kalir. Hurmanin bu fâidesi, ancak islâmiyyete uygun olarak yinildigi, islâmiyyetden kil ucu kadar ayrilik bulunmadigi zemândir. Tâm fâidesine kavusmak için, bir agacin bir meyvesi olarak degil, bildirdigimiz toplulugunu, bereketini düsünerek yimek lâzimdir. Yalniz bir meyve olarak yinirse, yalniz madde, kalori fâidesi elde edilir. Isin iç yüzü bilinerek yinirse, bereketine kavusulup, bâtini da besler. Bereketine kavusmadan yimek kusûr olur. Fârisî beyt tercemesi:

    Çalis, lokmayi kiymetlendir önce!
    Ondan sonra, hiç korkma yi, doyunca!

    Iftâri erken, sahûru geç yapmakda da, bu incelik vardir. Vesselâm.

  4. #164
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 163. Mektup

    Bu mektûb, esseyyid ve nakîb seyh Ferîde ?rahmetullahi teâlâ aleyh" yazilmisdir. Islâm ile küfrün birbirinin ziddi, tersi oldugunu, Islâm düsmânlarini sevmemegi bildirmekdedir:

    Bize çesidli ni'metleri veren ve müslimân yapmakla sereflendiren ve Muhammed aleyhisselâmin ümmetinden eylemekle kiymetlendiren Allahü teâlâya hamd olsun! Dünyâ ve âhiret se'âdetlerine, râhatliklarina kavusmak ancak ve yalniz, dünyâ ve âhiretin efendisi, mahlûklarin en üstünü, en kiymetlisi olan Muhammed aleyhisselâma uymakla, onun izinden gitmekle ele geçebilir. O yüce Peygambere ve Onun temiz Ehl-i beytine ve Eshâbinin hepsine en iyi düâlar ve en üstün selâmlar olsun! Muhammed aleyhisselâma uymak demek, ahkâm-i islâmiyyeye ya'nî islâmiyyete uymak ve küfrü ve kâfirligi yok etmege çalismakdir. Çünki islâm ile küfr birbirinin ziddidir, tersidir. Birinin bulundugu yerde, öteki bulunamaz, gider. Bu iki zid sey bir arada bulunamaz. Birisine kiymet vermek, ötekini asagilamak olur. Kur'ân-i kerîmde, Tevbe sûresinin yetmisüçüncü âyetinde meâlen, (Ey yüce Peygamber! Kâfirlere ve münâfiklara karsi cihâd et! Onlara sert davran!) buyuruldu. Hulk-i azîm sâhibi olan, çok merhametli olan Peygamberine, [Islâm dînine ve müslimânlara saldiran] kâfirlerle cihâd etmegi, onlara karsi sert davranmagi emr ediyor. Bundan anlasiliyor ki, islâma saldiranlara sert davranmak da, hulk-i azîmdir. Islâma izzet vermek, kiymetini artdirmak için, küfrü ve kâfirleri ya'nî Islâm dînine ve müslimânlara saldiranlari kötülemek, onlari asagi tutmak lâzimdir. Böyle kâfirlere kiymet vermek, onlari yüksek tutmak, Islâmiyyeti ve müslimânlari kötülemek, asagilamak olur. Kâfirlere kiymet vermek demek, onlari üstün tutmak, karsilarinda egilmek olmakla berâber, onlarla birlikde bulunmak, konusmak, görüsmek de, onlara kiymet vermek olur. Islâm düsmanlarindan, Islâmiyyete saldiranlardan, köpekden kaçar gibi kaçmak, onlarin pis ve alçak olduklarini bilmek lâzimdir. Islâm dînine saldiran, bir mevki', makâm sâhibi ise ve bir müslimânin bu kimseye bir isi düserse ve bu isi muhakkak onun yapmasi îcâb ederse, abdesthâneye gider gibi, isi bitirinciye kadar yanina gidilir. Fekat, yine o alçaga kiymet verecek birsey söylenmez ve böyle bir hareket yapilmaz. Olgun bir müslimân, onun yüzünü görmemek için, o isinden bile vaz geçer. Onun zehrli, zararli sözlerini isitmekden, Cehennemlik yüzünü görmekden kurtulur. Allahü teâlâ, Kur'ân-i kerîmde böyle kâfirlerin kendisine ve sevgili Peygamberine düsmân olduklarini bildiriyor. Allahü teâlânin ve Onun Resûlünün düsmânlari ile [Müslimânlara gerici diyenler ile] düsüp kalkmak, o alçaklarla arkadaslik etmek büyük cinâyet, çok çirkin bir suç olur. Bu kimselerle görüsmek, arkadaslik etmek, çesidli zararlara sebeb olur. Bu zararlarin en küçügü, insan onlarin arasinda Allahin emrlerini yapamaz. Küfre sebeb olan seylerden kaçinamaz. Bu vazîfeleri yapmaga sikilir. Arkadaslarindan utanir, çok küçük görünen bu zarar, dikkat edilirse, pek büyükdür. Allahü teâlânin dînine saldiranlar ile arkadaslik etmek, onlarla görüsmek, insani Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine ?aleyhissalâtü vesselâm" düsman olmaga kadar sürükler. Bir kimse, kendini müslimân sanir. Kelime-i tevhîd okur. Inaniyorum der. Müslimân oldugunu söyler. Hâlbuki kâfirlerle, münâfiklarla görüserek, konusarak onun müslimânligi, îmâni saf ve temiz kalmaz. Hattâ, büsbütün gider de, farkinda bile olmaz. Allahü teâlâ, hepimizi, nefslerimizin kötülügünden ve amellerimizin bozuk olmasindan korusun!

    Fârisî beyt tercemesi:

    Zavalli câhil, sanir ki, din adamidir;
    din ile ilgisi, yalniz böyle sanmasidir.

    Hindistândaki islâm düsmânlarinin azginlarini görüyoruz. Müslimânlarla alay ediyorlar. Müslimânlari kötülüyorlar. Ellerine firsat geçerse, güçleri yeterse, müslimânlara her iskenceyi yaparlar. Hattâ hepsini öldürürler. Yâhud onlari dinden, îmândan ayirirlar. Islâm terbiyesini, ahlâkini, hayâsini, serefini yok ederler. O hâlde, müslimânlarin bu azgin kâfirlere uymamalari, bunlardan sakinmalari, bunlara aldanmamalari, bunun için Allahü teâlâdan hayâ etmeleri lâzimdir. (Hayâ îmândandir) buyuruldu. Müslimân olanin böyle çirkin islerden sikilmasi lâzimdir. Islâm düsmânlarini, Allahin emrleri ile alay edenleri, halâle, harâma aldiris etmiyenleri zararli bilmelidir. Bunlari asagi tutmalidir. Bunlara yardimi dokunan her hareketden sakinmalidir. Islâmiyyet, gayr-i müslim vatandaslardan cizye denilen verginin alinmasini emr etmekdedir. Simdi Hindistânda kâfirlerden cizye alinmiyor. Islâmiyyetin bu emri unutulmus oldu. Bunun da sebebi, Hindistândaki müslimânlarin islâm dînini ve müslimânlari yok etmege çalisan kâfirlerle sevismeleri olmusdur. Kâfirlerden cizye alinmasini emr etmekden maksad, onlari sikisdirmak, asagi tutmakdir. O kadar asagi düserler ki, cizye vermemek için, kiymetli elbise giyemezler. Süslü esyâ kullanamazlar. Çok para vermemek için, korkarlar ve titrerler. Müslimânlara ne oldu ki, cizye almagi unutdular. Allahü teâlâ, kâfirlerin zelîl ve hakîr olmalari için, cizye vermelerini emr etdi. Böylece, onlarin asagi, müslimânlarin da üstün, izzetli ve serefli olmalarini sagladi. Fârisî misra' tercemesi:

    Kâfirlerin azalmasi, Islâma kuvvet verir.

    Bir kimsenin müslimân olmasina alâmet, Islâm düsmânlarini tanimasi, onlara aldanmamasi, sözlerini dinlememesidir. Allahü teâlâ Kur'ân-i kerîmde, Tevbe sûresi yirmisekizinci [28] âyetinde kâfirlere (Neces) ya'nî pis dedi. Doksanbesinci [95] âyetinde de (Rics) buyurdu. Rics de pis demekdir. Bunun için, müslimânlarin kendileri ile alay eden kâfirleri pis ve zararli bilmeleri lâzimdir. Böyle bilince, onlarla arkadaslik yapmazlar, sevismezler, onlardan sakinirlar. Onlarla birlikde bulunmakdan nefret ederler. Böyle kâfirlerle mesveret etmek, isleri onlara danisip onlarin sözü ile hareket etmek, bu din düsmânlarina kiymet vermek olur. Hem de, onlari çok yükseltmek olur. Onlardan yardim, sifâ beklemek ve hele onlar vâsitasi ile düâ ve ibâdet etmek bosuna ugrasmakdir. Mü'min sûresinin ellinci âyetinde ve Ra'd sûresinin ondördüncü âyetinde meâlen, (Kâfirlerin düâlari ancak dalâletdir) buyuruldu. Ya'nî, Islâm düsmânlarinin düâlari kabûl olmaz, hiç fâide vermez. Kâfirler, papazlar vâsitasi ile yapilan düâlari Allahü teâlâ hiçbir zemân kabûl etmez. Böyle düâlarin müslimânlara fâidesi olmaz. Yalniz bu sûretle o dinsizlere bir kiymet verilmis olur. Onlar, düâ ederken, putlarini, Allahin düsmânlarini araya korlar. Onlardan düâ beklemenin kötülügünün çirkinliginin nereye kadar uzandigini, müslimânligin temelinden yikilip, kokusunun bile kalmayacagini buradan anlamalidir. Büyüklerden biri buyuruyor ki: (Sizden biriniz divâne olmadikca, tâm müslimân olamazsiniz). Burada (Divâne olmak), islâmiyyeti yaymak için çalismak, çabalamak ve bu arada kendi fâidesini ve zararini hâtirina bile getirmemek demekdir. Müslimânliga dokunmasin da, her ne olursa olsun, olmayan da olmasin! Yeter ki, müslimânliga bir zarar olmasin! Müslimânlik demek, Allahü teâlânin ve Onun Peygamberinin râzi oldugu, begendigi seyler demekdir. Allahü teâlânin râzi oldugu seyden dahâ kiymetli ne olabilir? Allahü teâlânin Rabbimiz olmasina ve Islâmiyyetin dînimiz olmasina ve Muhammed aleyhisselâmin Peygamberimiz olmasina râzi olduk, sevindik. Fârisî misra' tercemesi:

    Beni bu yoldan ayirma yâ Rabbî!

    Peygamberlerin efendisi olan Muhammed ?aleyhi ve alâ âlihi minessalevâtü efdalühâ" hurmetine beni müslimân olarak yasat ve müslimân olarak öldür yâ Rabbî!

    Vakt dar oldugu için, bilmesi çok lâzim ve zarûrî olan seyleri ancak kisaca yazdim, gönderiyorum. Bundan sonra, eger cenâb-i Hak nasîb ederse, bundan dahâ genis ve uzun yazar, gönderirim.

    Islâm ile küfr birbirinin ziddi olduklari, bir arada bulunamayacaklari gibi, âhiret de, dünyânin ziddidir. Dünyâ ile âhiret, bir arada bulunamaz. Âhireti kazanmak için, dünyâyi terk etmek lâzimdir. Ya'nî, dünyâya düskün olmamak lâzimdir. [Dünyânin ne demek oldugu, yetmisüçüncü [73] mektûbda bildirilmisdir. Dünyâ, Allahü teâlânin begenmedigi, yasak etdigi seyler demekdir.] Dünyâyi terk etmek iki dürlüdür: Birincisi, mubâh olan seylerin hepsini de terk edip, yalniz yasamak için ve dînini korumak için zarûrî lâzim olan mubâhlari kullanmakdir. Dünyâyi böyle terk etmek çok kiymetli ve çok fâideli ise de, çok güçdür.

    Dünyâyi terk etmenin ikincisi, harâm olan ve sübheli olan seylerden sakinmak ve yalniz mubâhlari kullanmakdir. Dünyâyi böyle terk etmek de, hele bu zemânda, çok kiymetlidir. Fârisî beyt tercemesi:

    Gök, Arsa nazaran pek asagidir,
    Topraga göre ise, çok yüksekdir.

    Hiç olmazsa, bu ikinci sekle göre dünyâyi terk etmelidir. Allahü teâlânin harâm dedigi, yasak etdigi seylerden sakinmalidir. Meselâ, erkekler altin ve gümüs esyâ kullanmamali ve hâlis ipek kumasdan elbise ve çamasir giymemelidir. Altin ve gümüs esyâ süs için muhâfaza olunursa câizdir. Bunlari kullanmak harâmdir. Meselâ, bunlarla birsey içmek, bunlar içinden birsey yimek, koku ve sürme kutulari [kalem, sâat] yapmak gibi kullanmak harâmdir.

    [Altindan ve gümüsden yapilmis yüzük, bileyzik, küpe ve gerdanlik gibi süs esyâsini kadinlarin kullanmalari câizdir. Fekat, bunlari sokakda ve yabanci erkekler yaninda örtmeleri lâzimdir. Domuz eti yimek, alkollü içkileri içmek, kumar oynamak, fâiz vermek ve almak, her dürlü çalgiyi çalmak veyâ dinlemek, açikca ve kesin olarak harâmdir. Kadinlarin, kizlarin baslari, kollari, bacaklari açik sokaga çikmalari ve buralarini yabanci erkeklere göstermeleri harâmdir. Erkeklerin, dizleri ve göbekden dize kadar yerlerinden herhangi bir kismi açik sokaga çikmalari, buralarini herhangi bir kadina veyâ erkege göstermeleri harâmdir. Kadinlarin ve erkeklerin sokaga çikarken, buralarini örtmeleri farzdir. Allahü teâlâ, müslimânlara böyle emr ediyor. Buralari açik sokaga çikanlar, harâm islemis olur. Günâha girer. Âhiretde Cehennemde azâb göreceklerdir. Eger açik gezerken: (Ne olurmus. Sen kalbe bak, kalbim temiz yâ!) gibi seyler söylerse, Allahü teâlânin emrlerine, yasaklarina ehemmiyyet vermemis, bunlari begenmemis olur. Ahkâm-i islâmiyyeye, ya'nî Allahü teâlânin emrlerine ve yasaklarina kiymet vermeyen, begenmeyen kimselerin îmâni gider. Müslimân oldugunu söylerse de, müslimân degildir, yalancidir. Bu günâhdan ve sözden tevbe edinceye kadar nemâzlari, oruclari, zekâtlari, hiçbir ibâdeti ve hiç bir iyiligi kabûl olmaz ve âhiretde sonsuz olarak Cehennemde azâb görür. Îmâni olan hanimlarin ve erkeklerin, bir günâh isledikden sonra hemen pismân olmasi, vaz geçmesi, tevbe etmesi lâzimdir. Günâhi birakmaz ise, sikilmadan utanmadan hep yaparsa, Allahü teâlâdan korkmiyor demekdir. Böyle olunca, îmâni gider. Mürted olur].

    Allahü teâlânin mubâh etdigi, izn verdigi seylerin çesidi ve sayisi pek çokdur. Harâm etdigi, yasak etdigi seyler ise, pek azdir. Mubâhlardaki fâide ve lezzet harâmlardakinden katkat ziyâdedir. Mubâh isliyenleri Allahü teâlâ sever. Harâm isliyenleri sevmez. Akli olan, dogru düsünebilen bir kimse, çabuk geçen bir lezzet için, Allahü teâlâyi gücendirmegi elbette istemez. Hem de, zararli olan bir lezzeti harâm edince, bu lezzetde olan zararsiz birçok baska seyleri mubâh eylemisdir. Allahü teâlâ, bizi ve sizleri, bu yüce islâm dîninin sâhibinin gösterdigi dogru yoldan ayirmasin!
    Halâli, harâmi, ibâdetlerin nasil yapilacagini, nelere inanilacagini, her türedi, yalanci kimseye sormamalidir. Kendi akli ile, görüsü ile, düsüncesi ile konusan kimse, din adami degil, din, îmân hirsizidir. Müslimânlarin îmânlarini çalar. Bunlar, islâmiyyete açikça saldiran kâfirlerden dahâ zararli ve dahâ kötüdür. Bunlarin sözlerine, kitâblarina, mecmû'alarina aldanmamalidir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarini okuyan, bilen ve bildiren dogru müslimânlari, Allah adamlarini aramali, bulmali; dîni, îmâni, halâli ve harâmi bunlara sormali, bunlarin sözlerinden ve yazilarindan ögrenmelidir. Kurtulus yolu budur. Islâmiyyetin disinda olan hersey kiymetsizdir, zararlidir. Islâmiyyetden ayrilan, dalâlete, felâkete düser. Allahü teâlâ hâlimizi, sânimizi ve sonumuzu hayrli ve selâmetli eylesin! Âmîn.

  5. #165
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 164. Mektup

    Bu mektûb, hâfiz Behâeddîn-i Serhendîye yazilmisdir. Allahü teâlânin feyz ve ni'metleri, her ân, herkese gelmekdedir. Bunlari almak ve alamamak arasindaki ayrilik insanlarda oldugu bildirilmekdedir:

    Allahü teâlâ hepimizi, islâmiyyet yolunda bulundursun! Allahü teâlânin feyzleri, ni'metleri, ihsânlari, ya'nî iyilikleri, her ân, insanlarin iyisine, kötüsüne herkese gelmekdedir. Herkese mal, evlâd, rizk, hidâyet, irsâd ve selâmet ve dahâ her iyiligi fark gözetmeksizin göndermekdedir.

    [Kullarinin küfrlerini, günâhlarini yüzlerine vurmuyor. Kendisine karsi gelenlerin, inkâr edenlerin, günâh isliyenlerin rizklarini kesmiyor. Dünyâ için çalisanlara karsiliklarini, fark gözetmeksizin veriyor].

    Fark, bunlari kabûlde, alabilmekde ve ba'zilarini da alamamak sûretiyle, insanlardadir.

    [Allahü teâlâ, kullarina zulm etmez, haksizlik etmez. Onlar, kendilerini azâba, acilara sürükleyen bozuk düsünceleri, çirkin isleri ile, kendilerine zulm ve iskence ediyorlar. Beyt:

    Hâsâ, zulm etmez kuluna, Hüdâsi,
    herkesin çekdigi, kendi cezâsi!]

    Nitekim günes, hem çamasir yikayan adama, hem de çamasirlara, ayni seklde, parlamakda iken, adamin yüzünü yakip karartir, çamasirlarini ise beyâzlatir.

    [Bunun gibi, elmaya ve bibere ayni seklde parladigi hâlde, elmayi kizartinca tatlilasdirir; biberi kizartinca acilasdirir. Tatlilik ve acilik hep günesin parlamasi ile ise de, aralarindaki fark, günesden degil, kendilerindendir. Allahü teâlâ, bütün insanlara çok acidigi için ve bir ananin yavrusuna olan merhametinden dahâ çok acidigi için, dünyânin her tarafindaki, her insanin, her âilenin, her cem'iyyetin ve milletin, her zemânda ve her islerinde nasil hareket etmeleri lâzim gelecegini, dünyâda ve âhiretde râhat etmeleri ve se'âdet-i ebediyyeye kavusmalari için, islerini ne yolda yürütmeleri ve nelerden kaçinmalari lâzim geldigini, Kur'ân-i kerîmde bildirdi. Ehl-i sünnet âlimleri ?rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma'în" bunlarin hepsini, keskin görüsleri ile bulup milyonlarca kitâb yazarak, bütün dünyâya bildirdi. Demek ki, Allahü teâlâ, insanlari islerinde basi bos birakmamis, islâmiyyetin girmedigi bir yer kalmamisdir. Demek ki, islâmiyyeti dünyâ islerinden ayirmak mümkin degildir. Islâmiyyeti dünyâ islerinden ayirmaga kmak, islâmiyyeti ve müslimânlari yeryüzünden kaldirmaga çalismak demek olmaz mi?].

    Insanlarin, Allahü teâlâdan gelen ni'metlere nâil olmamalari, Ondan yüz çevirdikleri içindir. Yüz çeviren, elbette birsey alamaz. Agzi kapali bir kap, Nisân yagmuruna elbette kavusamaz. Evet, yüz çeviren birçok kimsenin, ni'metler içinde yasadigi görülüp, mahrûm kalmadiklari zan olunuyor ise de, bunlarda ni'met olarak görülenler, hakîkatde azâb ve felâket tohumlaridir. Mekr-i ilâhî ile, istidrâc olarak, ya'nî Allahü teâlânin aldatarak, ni'met seklinde gösterdigi musîbetlerdir. O kimseleri harâb etmek için ve dahâ ziyâde azip, sapitmalari içindir. Nitekim, Mü'minûn sûresinin ellialtinci âyetinde meâlen, (Kâfirler, mal ve çok evlâd gibi dünyâliklari verdigimiz için, kendilerine iyilik mi ediyoruz, yardim mi ediyoruz saniyor. Peygamberime ?sallallahü aleyhi ve sellem" inanmadiklari ve dîn-i islâmi begenmedikleri için, onlara mükâfat mi ediyoruz, diyorlar? Hayir, öyle degildir. Aldaniyorlar. Bunlarin ni'met olmayip, musîbet oldugunu anlamiyorlar) buyurulmusdur. O hâlde, Hak teâlâdan yüz çevirenlere verilen dünyâliklar, hep harâblikdir, felâketdir. [Seker hastasina verilen tatlilar, helvalar gibidir. Onu bir ân evvel helâke sürükler.] Allahü teâlâ, bizleri, böyle olmakdan korusun! Vesselâm.

  6. #166
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 165. Mektup

    Bu mektûb, nakîb seyyid, seyh Ferîde ?kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz" yazilmisdir. Islâmiyyetin sâhibi Muhammed aleyhisselâma uyanlari övmekde ve Onun islâmiyyetine uymak istemiyenleri sevmemek, onlari düsmân bilmek lâzim oldugu bildirilmekdedir:

    Allahü teâlâ sizi, Kureys kabîlesinden ve Hâsimî soyundan olan, ümmî ve serefli Peygamber Muhammed aleyhisselâmin soyundan yapmakla sereflendirdigi gibi, ma'nevî mîrâsina kavusmakla da sereflendirsin! Bu düâya âmîn diyen kullarini da, kiyâmetde aciyarak karsilasin! Âmîn!

    Resûlullahin soyundan olan, o büyük Peygamberin ?sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" Âlem-i halkdaki mallarina vâris olur. Ma'nevî mîrâs ise, Âlem-i emrdeki seylere kavusmakdir. Onlar da, îmân, ma'rifet, rüsd gibi ni'metlerdir. Âlem-i halkdan olup görünen ni'metlere sükr etmek, ma'nevî mîrâsa kavusmakla olur. Ma'nevî mîrâsa kavusmak ise, o yüce Peygambere ?aleyhissalâtü vesselâm" tâm uymakla olabilir. Bunun için, Ona tâbi' olmaga çalisiniz! Onun emrlerine sariliniz ve yasaklarindan kaçininiz!

    Muhammed aleyhissalâtü vesselâma tâm ve kusûrsuz tâbi' olabilmek için, Onu tâm ve kusûrsuz sevmek lâzimdir. Tâm ve olgun sevginin alâmeti de, Onun düsmânlarini düsmân bilmekdir. Islâmiyyeti begenmeyenleri sevmemekdir. Muhabbete (Müdâhene), ya'nî gevseklik sigmaz. Âsiklar, sevgililerinin dîvânesi olup, onlara aykiri birsey yapamaz. Aykiri gidenlerle uyusamaz. Iki zid seyin muhabbeti bir kalbde, bir arada yerlesemez. Cem'-i ziddeyn muhâldir. Iki ziddan birini sevmek, digerine düsmânligi îcâb eder. Isi elden kaçirmadan, iyi düsünmelidir. Elden gitmis olanlari da kurtarilabilir. Yarin is elden çikinca, pismânlikdan baska ele birsey geçmez. Fârisî beyt tercemesi:

    Ortalik aydinlaninca olur belli,
    herkesin geceyi, kimle geçirdigi!

    Bu dünyâ mallari, mülkleri geçicidir ve aldaticidir. Bugün senin ise, yarin baskasinindir. Âhiretde ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyâda iken kazanilir. Bu birkaç günlük hayât, eger dünyâ ve âhiretin en kiymetli insani olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi' olarak geçirilirse, se'âdet-i ebediyye, sonsuz necât, kurtulus umulur. Yoksa, Ona tâbi' olmadikca, hersey hiçdir. Ona uymadikca, her yapilan hayr, iyilik burada kalir, âhiretde ele birsey geçmez. Fârisî beyt tercemesi:

    Muhammed ?aleyhisselâm", yüzü suyudur cihânin,
    kapisinin topragi olmiyan toprak altinda kalsin!

    Resûlullaha ?sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ Âlihi ve sellem" uymak serefine kavusmak için, dünyâda olan herseyden yüz çevirmek lâzim olmaz. Böyle yapmak çok zor olur. Eger, farz olan zekât verilir ise, dünyâ mallarinin hepsi terk edilmis demek olur. Böylece insan dünyânin zararindan kurtulmus olur. Çünki, bir malin zekâti verilince, o mal zarardan kurtulur. Demek ki, dünyâ malini zarardan korumak için ilâc, o malin zekâtini vermekdir. Malin hepsini Allah yolunda vermek, elbette dahâ iyi ve fâideli ise de, zekâtini ayirip, yerine vermek de, bu isi görmekdedir. Fârisî beyt tercemesi:

    Gökler, Arsa göre elbet alçakdir,
    fekat yer yüzünden pekçok yüksekdir.

    Demek ki, akli olan, her isini islâmiyyete uygun yapmak için çok çalismalidir. Âlimler, sâlihler gibi, islâmiyyet adamlarinin kiymetlerini bilmeli, onlara saygi göstermeli, edebli davranmalidir. Islâmiyyetin yayilmasi için, elinden geleni yapmalidir. Nefslerinin istekleri ardi sira kosanlari, bid'at sâhiblerini adam yerine koymamali, onlari kiymetsiz, asagi tutmalidir. Bid'at sâhibine kiymet veren, islâmiyyeti yikmaga yardim etmis olur. Allahü teâlânin düsmani ve Onun Resûlünün düsmani olan kâfirleri, kendine düsman bilmelidir. Islâm düsmanlarini asagi tutmali, kiymetsiz, rezîl olmalari için ugrasmalidir. O alçaklara hiçbir zemân ve hiçbir yerde saygi göstermemelidir. Onlarla görüsmemeli, hiç bulusmamalidir. O düsmanlara hep sert davranmali, elden geldigi kadar, yüzlerini görmemeli, ise karisdirmamalidir. Onlara bir is düserse, onlarsiz olamiyacak ise, abdesthâneye gider gibi, istemiyerek ve üzülerek is bitinceye kadar, yardimlari istenebilir. O yüce ceddinizin ?aleyhi ve alâ âlihissalevât vetteslîmât" sevgisine kavusduran, kurtulus yolu iste budur. Eger bu yoldan ilerlenmezse, o yüksek huzûra kavusmak pek güç olur. Bize yaziklar olsun! Arabî beyt tercemesi:

    Sevgiliye kavusmak ele geçer mi acabâ?
    yüksek daglar ve korkunç tehlükeler var arada!

    Dahâ çok yazarak sizi usandirmak istemiyorum. Fârisî beyt tercemesi:

    Az söyledim sana, incitmekden sakindim,
    sözüm çok ise de, anlatmakdan sıkıldım.

  7. #167
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 166. Mektup

    Bu mektûb, molla Muhammed Emîne yazilmisdir. Dünyânin birkaç günlük hayâtina aldanmamagi ve bu kisa zemânda, çok zikr ederek, kalb hastaligini gidermege çalismak lâzim oldugu bildirilmekdedir:

    Yavrum! Annenin yavrusuna karsi yapdigi gibi, dahâ ne zemâna kadar kendine böyle titreyeceksin? Dahâ ne güne kadar, nefsin için üzülecek, sikintilara düseceksin? Yakinda, elbet öleceksin! O hâlde! Kendini ve herkesi ölmüs bil! Duymaz, kimildamaz bir tas gibi düsün! Zümer sûresi, otuzuncu âyetinde meâlen, (Sen elbette öleceksin! Onlar da elbette ölecekler!) buyuruldu. Bu kisa zemânda, yapilmasi gerekli en mühim sey, çok zikr yaparak, kalbi hastalikdan kurtarmagi düsünmekdir. Çabuk biten bu zemânda, Allahü teâlâyi hâtirlayarak, ma'nevî hastaliga ilâc yapmak en büyük vazîfe olmalidir. Allahdan baskasina düskün olan bir gönülden hiç hayr umulur mu? Dünyâya egilmis olan rûhdan, nefs-i emmâre dahâ iyidir. Orada, hep kalbin selâmetini isterler. Rûhun, kurtulmus olmasini ararlar. Biz, kisa görüslüler ise, hiç durmadan rûhumuzu ve kalbimizi bu dünyâya baglayacak sebebleri elde etmegi düsünmekdeyiz. Yaziklar olsun! Yaziklar olsun! Ne yapalim? Âl-i Imrân sûresi, yüzonyedinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ onlara zulm etmedi. Onlar, kendilerine zulm ediyorlar) buyuruldu. Za'îf oldugunuz için üzülmeyiniz! Insâallahü teâlâ sihhat ve âfiyet bulursunuz. Bu fakîr, sizden ümmîdsiz degilim. Fakîrin çamasirindan istemissiniz. Gömlek gönderildi. Bunu giyiniz ve fâidesini bekleyiniz ki, çok bereketlidir. Fârisî beyt tercemesi:

    Masal sanana, masal gibi olur,
    kiymet bilene, çok fâideli olur.

    Dogru yolda olanlara ve Muhammed aleyhisselâma uyanlara, selâm olsun!

  8. #168
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 167. Mektup

    Bu mektûb, Herdîram-i Hinde yazilmisdir. Allahü teâlâya ibâdet etmegi ve kendi yapdigi tanrilara tapinmakdan sakinmagi dilemekdedir:

    Iki mektûbunuz geldi. Ikisinde de, bu fakîrleri sevdiginiz, bunlara sigindiginiz yazili idi. Bir kimseye bu devleti ihsân ederlerse ne büyük ni'met olur. Fârisî beyt tercemesi:

    Bildirmesi lâzim olani söyledim sana!
    Ister kiymetini bil, istersen daril bana.

    Iyi dinle ve iyi anla ki, bizim ve sizin ve hattâ herseyin, yerlerin, göklerin, yüksekliklerin, alçakliklarin yaratani, varlikda durdurani birdir. Nasil oldugu anlasilamaz. Benzeri ve ortagi yokdur. Sekli ve görünüsü olmaz. Baba, çocuk degildir. Onun gibi, Ona benzer birsey düsünülemez. Onun birsey ile birlesmesi, bir seyde bulunmasini düsünmek çok çirkin olur. Bir yerde bulunmasi, bir yerde görünmesi olamaz. Onda zemân yokdur. Zemâni O yaratmisdir. Bir yerde degildir. Heryeri O yaratmisdir. Hep var idi. Varliginin baslangici yokdur. Hep vardir. Varliginin sonu olmaz. Her iyilik ve yükseklik Onda vardir. Hiçbir kusûr ve asagilik Onda olamaz. Iste bunun için, ma'bûd olmaga, tapinmaga hakki olan yalniz Odur. Tapinmaga lâyik olan ancak Odur. Hindûlarin Râm ve Kersen denilen putlari, Onun yaratdigi seylerden zevalli iki dânesidir. Her ikisinin de anasi ve babasi var idi. Râm, Ceretin oglu ve Leknenin kardesi idi. Sîtanin kocasi idi. Râm, kendi çoluk çocugunu koruyamamisdi. Baskalarini nasil koruyabilir? Iyi düsünmek lâzimdir. Câhillere uymamalidir. Yerleri gökleri yaratana, Râm ve Kersen gibi ismler takanlara milyonlarca yaziklar olsun! Bunlarin hâli, büyük bir pâdisâha, asagi bir çöpçünün ismini takanlara benzemekdedir. Râm ile Rahmani ayni sey sanmak, ne aklsizlikdir? Yaratan, yaratdigi ile bir olur mu? Anlasilamayan birsey, bilinen seylere benzetilemez. Onlarla birlesemez. Râm ve Kersen yaratilmadan önce, âlemlerin yaratanina Râm ve Kersen denilmiyordu. Bunlar yaratildikdan sonra, ne oldu ki, o essiz olan ulu Allaha, Râm ve Kersen denildi? Râm ve Kersenin ismleri, yerlerin, göklerin sâhibinin adi sanildi! Olamaz, olamaz, hiç olamaz! Gelip geçmis olan, yüzyirmidörtbine yakin Peygamberlerin hepsi ?aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" insanlari, yalniz bir yaratana ibâdet etmege çagirdilar. Ondan baskasina tapinmagi yasak etdiler. Bütün Peygamberler, kendilerinin âciz birer mahlûk olduklarini söylediler. Allahü teâlânin büyüklügünden, kuvvetinden korkarlar ve titrerlerdi. Hindûlarin tapindiklari kimseler ise, herkesin, kendilerine tapinmasini istediler. Kendilerini ma'bûd olarak tanitdilar. Bir yaratanin varligina inaniyorlardi. Fekat, Onu kendilerine hulûl etmis, kendileri ile birlesmis saniyorlardi. Bunun için, herkesin kendilerine tapinmasini istiyorlardi. Kendilerine tanri diyorlardi. Her kötülügü yapiyorlardi. Tanri, her istedigini yapar ve yaratdigi seyleri istedigi gibi kullanir diyorlardi. Bunlar gibi, dahâ nice bozuk ve saçma sözleri vardi. Kendileri sapitmis, baskalarini da sapdirmislardi. Peygamberler ?aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" böyle degildiler. Baskalarina yasak etdikleri kötülüklerden kendileri de ençok sakinirlardi. Kendilerinin de, herkes gibi insan olduklarini söylerlerdi. Fârisî misra' tercemesi:

    Yollardaki ayriligi gör! Nerden nereye?

  9. #169
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 168. Mektup

    Bu mektûb, hâce Emkenegî hazretlerinin oglu hâce Muhammed Kâsima ?kaddesallahü sirrehümel'azîz" yazilmisdir. Ebû Bekr-i Siddîkin yolunun yüksekligi bildirilmekde, bu yolu bozanlardan aci aci sikâyet edilmekdedir:

    Bütün varliklarin yaratani olan Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstününe ?sallallahü aleyhi ve sellem" bizden salât ve selâm olsun! O yüce Peygamberin temiz Âline ve Eshâbinin hepsine iyi düâlar olsun! Mesâyih-i kirâmin yüksek soyundan olan ve Evliyânin bizlere kiymetli yâdigâri bulunan, siz mubârek evlâda bu yandan çok düâlar eder ve sonsuz saygilarimizi sunariz. Sizlere kavusmak arzûmuzu arz ederiz. Arabî beyt tercemesi:

    Sevgiliye kavusmak, ele geçer mi acabâ?
    Yüksek daglar ve korkunç tehlükeler var arada.

    Yüksek bilginize sunariz ki, bu kiymetli yolun üstünlügü ve bu yolun büyüklerinin yüksekligi, sünnete yapisdiklari ve bid'atlerden kaçindiklari içindir. Bunun içindir ki, bu yüksek yolun büyükleri, yüksek sesle zikr etmekden bile sakinmislardir. Kalb ile sessiz zikr etmegi emr buyurmuslardir. Sarki, kasîde, ilâhî gibi seyler okumagi, raks, dans etmek gibi oyunlari ve Resûlullah ?sallallahü aleyhi ve sellem" efendimiz ve dört halîfesi ?ridvânullahi aleyhim" zemânlarinda olmiyan vecd ve tevâcüd, ya'nî kendinden geçmek, sü'ûrsuz hareket ve sözleri yasak etmislerdir. O büyükler zemânlarinda bulunmiyan halvet ya'nî yalniz basina kalmak ve erba'în ya'nî kirk gün bir yere kapanip çile çikarmak yerine, insanlar arasinda, kalbini Allah ile bulundurmak se'âdetine kavusmuslardir. Sünnete yapisarak, çok kiymetli seyler elde etmislerdir. Bid'atden sakinarak, yüksek derecelere kavusmuslardir. Bunun için, baska yoldan ilerleyenlerin, en son ele geçirdikleri seyler, bu büyüklere, dahâ baslangicda verilmis, bunlarin yolu, bütün yollardan üstün olmusdur. O büyüklerin sözleri, kalb hastaliklarina ilâcdir. Onlarin, aciyarak bakislari ma'nevî hastaliklara sifâdir. Talebelerini bir bakisla, dünyâ ve âhirete düskün olmakdan kurtarirlar. Çok kiymetli, yüksek himmetleri, yardimlari; sevenleri, kötülüklerden, ma'nevî çukurlardan çikararak, ilâhî ni'metlere kavusdurur. Fârisî iki beyt tercemesi:

    Naksibend büyükleri öyle, kilavuzdur,
    ki, yolcularini gizlice kavusdurur.

    Kuvvetli miknâtis gibi, sevdiklerinden,
    halvet ve çile fikrini çeker, atdirir.

    Fekat simdi, bu yol ele geçmez olmusdur. Örtülmüs, görünmez olmusdur. Bu yolda olduklarini söyleyenler, o büyüklerin izlerinden ayrilmis, o büyük ni'metleri elden kaçirmislardir. Her yere bas vurmakda, kiymetli cevherlere arka çevirip, birkaç saksi parçasi ile oyalanmakdadirlar. Çocuklar gibi, tas toprakla oyalanmakdadirlar. Sikintilarindan, saskinliklarindan, o büyüklerin yollarini unutmuslardir. Kimisi, bagirarak zikr etmekde, kimisi sarkilarla, kasîde okumakla ve oynamak, ziplamakla vakt geçirmekdedir. Halk arasinda, Allahü teâlâyi hâtirlayamadiklarindan, kirk gün bir yere kapanip halvet yapiyorlar. Dahâ çok suna sasilir ki, bu bid'atleri yaparken, o mubârek yolu kuvvetlendirdiklerini, olgunlasdirdiklarini saniyorlar. Bu yikiciliklarina, ta'mîr ve onarim diyorlar. Allahü teâlâ, bunlara akl ve insâf versin! Bu yolun büyüklerinin, yüksekliklerinin kokusunu bunlara duyursun! Nûn sûresindeki ve Sâd sûresindeki âyet-i kerîmeler hurmeti için, sevgili Peygamberi ve onun temiz Âli hâtiri için ?sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ Âlihi ecma'în" bunlari gaflet uykusundan uyandirsin! Böyle aslsiz ve uydurma seyler, buralarda yayilmisdir. Öyle olmus ki, büyüklerin yolu büsbütün örtülmüsdür. Önüne gelen, reform yapmis, yenilikler ortaya çikarmis, eski, ana yol unutulmusdur. Bu acikli hâli görerek, içim sizliyor. Bu çöküntüyü, yüksek kapinizdaki hizmetcilerinize duyurmak istedim. Böylece, yüregimdeki sikintiyi gidermegi düsündüm. Bilemiyorum ki, o yüksek evlâdin hizmetinde, nasil kimseler bulunmakdadir? Mubârek meclisinizde ne çesid adamlar yer almakdadir? Fârisî beyt tercemesi:

    Cigeri yakan düsünceden gözüme uyku girmedi:
    Acabâ o sevgilim, geceyi kimin ile geçirdi?

    Allahü teâlâ, mubârek zâtinizi ?rahmetullahi aleyh" bu belâlarin hepsinden korusun! Bu bozuk ve yikici akintinin, o serefli kapinizdan içeri sizmasini önlesin!

    Muhterem efendim! Bu yüksek yola reformlar, sapikliklar, öyle sokuldu ki, bize karsi olanlar, eger, bu yol bid'at yoludur, basdan basa sapiklikdir deseler yeri vardir. Gece, teheccüd nemâzini büyük cemâ'at ile kiliyorlar. Bu bid'atin, sünnet olan terâvîh gibi, câmi'lerde yapilmasina çalisiyorlar. Bunu büyük bir ibâdet saniyorlar. Herkesi böyle yapmaga çagiriyorlar. Bilmiyorlar ki, nâfile nemâzlari cemâ'at ile kilmanin mekrûh oldugunu fikh âlimleri bildirmisdir ?rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma'în". Allahü teâlâ, o âlimlerin çalismalarina bol bol iyilikler versin! Âlimlerden birkaçina göre, nâfile nemâzlarin cemâ'at ile kilinmasi mekrûh olmak için, herkese duyurmak, herkesi çagirmak sartdir. Câmi'in bir kösesinde cemâ'at ile kilmak mekrûh olmaz demislerdir. Cemâ'at üç kisiden çok olursa mekrûh olacagini söz birligi ile bildirmislerdir. Bundan baska, teheccüd nemâzini onüç rek'at kiliyorlar. Oniki rek'atini ayakda kiliyorlar. Iki rek'at da oturarak kiliyorlar. Bu iki rek'at, bir rek'at yerine geçer diyorlar. Oturarak kilinan nemâzin sevâbi, ayakda kilinan nemâz sevâbinin yarisi olur saniyorlar. Böyle bilmeleri ve böyle yapmalari da, sünnete uygun degildir. Peygamberimiz ?sallallahü aleyhi ve sellem" onüç rek'at kildi ise de, bunun üç rek'ati vitr nemâzi idi. Vitr nemâzi üç rek'at oldugu için teheccüd nemâzi tek rek'at oldu. Yoksa bunlarin zan etdikleri gibi degildir. Fârisî beyt tercemesi:

    Sakindim lâfi uzatmakdan, iki gözüm!
    kalbini kirmiyayim, yoksa, çokdur sözüm.

    Ne kadar sasilir ki, Ehl-i sünnet âlimlerinin en çok bulundugu Mâverâünnehrde, böyle bid'atler deger kazandi ve bu cins bid'atler meydâna çikdi. Hâlbuki, biz fakîrler islâmiyyet bilgilerini, o büyüklerin hareketlerinden almakdayiz. Allahü teâlâ dogruyu bildiricidir. Allahü teâlâ bizi ve sizi Peygamber efendimizin ?sallallahü aleyhi ve sellem" islâmiyyeti caddesinden ayirmasin ve bu düâya âmîn diyene Allahü teâlâ merhamet eylesin!

  10. #170
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 169. Mektup

    Bu mektûb, seyh Abdüssamed-i Sultânpûrîye gönderilmisdir. Mürsid-i kâmil ne zemân ve niçin lâzim oldugu bildirilmekdedir:

    Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstününe ?aleyhimüsselâm" ve Onun temiz Âl ve Eshâbina bizden selâmlar ve düâlar olsun!

    Lutf ve ihsân ederek gönderdiginiz kiymetli mektûb geldi. Bizi çok sevindirdi. Birsey soruyorsunuz. Yavrum! Herseyden önce istenilecek sey ve en çok aranilacak sey, Allahü teâlâya kavusduran yolu bulmakdir. Fekat insan, önce dünyâ islerine dalmis, birçok ihtiyâclarina sarilmis oldugundan pek kirli, çok asagidir. Allahü teâlâ ise, her bakimdan yüksek ve kusûrsuzdur. Ondan feyz gelmesi ve gelen feyzlerin, ma'rifetlerin alinmasi için verici ile alici arasinda bir baglanti, bir yakinlik yokdur. Bunun için, bu yolu bilen ve gören bir kilavuz elbette lâzimdir. Bu kilavuzun, hem alici ile, hem verici ile baglantisi olmasi sartdir. Ancak böyle olursa, aracilik yapabilir. Alici, vericiye yaklasdikça, kilavuz kendini aradan çekmege baslar. Tâlib ya'nî alici, matlûba tâm baglaninca, rehber aradan büsbütün kalkar. Tâlibi, matlûba, araci olmadan kavusdurur. Bunun içindir ki, baslangiçda ve yolda iken, aranilan sey, rehberin aynasindan baska hiçbir yerde görülemez. Sona erenlere, rehberin aynasi olmadan, matlûb kendini gösterir. Vasl-i uryânî hâsil olur. Bu zemân, pîr araya girerse, basini keserim denilmesi, sersemce, abdalca bir sözdür. Dogru yolda olanlar, böyle konusmazlar. Edebsizlik etmezler. Her istediklerini pîrin bereketinde ararlar ve bulurlar. Vesselâm.

    Vücûd, lutf-i ilâhî, hayât, rahmet-i Kerîm,
    Agiz, atiyye-i Rahmân, kelâm fadl-i Kadîm!
    Beden, binâ-yi Hudâ, rûh, nefha-i tekrîm,
    Kuvvet, ihsân-i kudret, duygular, Va'zi Hakîm,
    Bu dünyâda bilseydim, ben neyim, hem neyim var?

Sayfa 17/34 İlkİlk ... 1516171819 ... SonSon

Benzer Konular

  1. Ramazan ayının üstünlükleri imam rabbani
    By ArzuNur in forum Mübarek Gün Ve Geceler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 28.09.08, 22:42
  2. İmâm-ı Rabbâni Hazretleri'nden bir nasihat...
    By ArzuNur in forum Nasihatlar
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 16.07.08, 21:58
  3. İmam-ı Rabbani
    By Kartal__13 in forum İslami Şiirler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.06.08, 23:34
  4. İmÂm-i RabbÂnÎ
    By İslam-Gülü in forum İslam Büyüklerimiz ve Alimlerimiz..
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 10.06.08, 15:14

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •