Bu mektûb, nakîb seyyid seyh Ferîde yazilmis olup, Resûlullaha itâ'at, Allahü teâlâya itâ'at demek oldugu bildirilmekdedir:
Cenâb-i Hak, Nisâ sûresi, yetmisikinci âyetinde, Muhammed aleyhisselâma itâ'at etmenin kendisine itâ'at etmek oldugunu bildiriyor. O hâlde, Onun Resûlüne ?sallallahü aleyhi ve sellem" itâ'at edilmedikçe Ona itâ'at edilmis olmaz. Bunun pek kat'î ve kuvvetli oldugunu bildirmek için, âyet-i kerîmede, (Elbette, muhakkak böyledir) buyurdu ve ba'zi dogru düsünemiyenlerin, bu iki itâ'ati birbirinden ayri görmelerine meydân birakmadi. Allahü teâlâ, yine Nisâ sûresinin, (Kâfirler, Allahü teâlânin emrleri ile Peygamberlerin emrlerini birbirinden ayirmak istiyor. Yehûdîler diyor ki, biz Mûsâ aleyhisselâma inaniriz. Îsâ ile Muhammed aleyhimesselâma inanmayiz. Hiristiyanlar ise, yalniz Îsâ aleyhisselâma inanip, ona hâsâ, Allahü teâlânin oglu diyor. Bu inanislari ve dinleri kiymetsizdir. Hepsi kâfirdir. Bunlarin hepsine Cehennem azâbini, çok aci azâblari hâzirladik) meâlindeki yüzkirkdokuzuncu âyetinde, bu iki itâ'ati ayri görenlerden sikâyet buyurmakdadir.
Mesâyih-i kirâmdan birkaçi, ask serhoslugu ve kendinden geçdikleri zemânda, bu iki itâ'atin birbirinden ayri oldugunu gösteren sözler söylemislerdir. Birini ötekinden dahâ çok sevdigini bildirmislerdir. Isitdigimize göre, sultân Mahmûd-i Gaznevî, bütün Asyâya hâkim oldugu zemânda, Harkan sehrine yakin gelmisdi. Adamlarindan birkaçini, Harkana, Seyh Ebül-Hasen-i Harkânî hazretlerinin huzûruna göndermisdi. Seyh hazretlerini yanina çagirmisdi. Seyh hazretleri gelmek istemezse, (Allahü teâlâya ve Onun Resûlüne ve siz müslimânlardan olan âmirlere itâ'at ediniz!) meâlindeki âyet-i kerîmeyi kendisine okuyunuz, demisdi. Sultânin adamlari, seyh hazretlerinin gelmek istemedigini görerek, bu âyet-i kerîmeyi okudular. Seyh hazretleri buna karsilik, (Allahü teâlânin itâ'atine o kadar çok dalmis bulunuyorum ki, Resûle itâ'at etmekden hayâ ediyorum. Âmire itâ'ate vakt nerede?) buyurdu. Seyh hazretlerinin bu sözü, Allahü teâlânin itâ'atini, Resûlünün itâ'atinden ayri bildigini göstermekdedir. Bu söz, dogru yoldan ayrilmis olmanin alâmetidir. Hâlleri dogru olan büyükler, böyle sözler söylemezler. Islâmiyyetin ve tarîkatin ve hakîkatin bütün basamaklarinda, Resûlullaha itâ'atin, Allahü teâlâya itâ'at oldugunu bilirler. Resûlullaha itâ'at ile olmayan Allaha itâ'atin, dalâlet, sapiklik olduguna inanirlar. Yine isitiyoruz ki, Mehene sehrinin seyhi, seyh Ebû Sa'îd-i Ebül Hayr ile oturuyordu. Horasandaki seyyidlerin büyüklerinden olan Seyyid Ecel de yanlarinda idi. Sü'ûru yerinde olmiyan bir meczûb içeri girdi. Seyh hazretleri, bu meczûbu, seyh Ecelin üst yanina oturtdu. Bu hâl, seyyide agir geldi. Seyh hazretleri, seyyide dönerek, (Size olan saygimiz, Resûlullahi sevdigimiz içindir. Bu meczûbu ise, Allahü teâlâyi sevdigimiz için yüksek tutuyoruz) dedi. Allahü teâlânin sevgisi ile, Resûlullahin sevgisini ayird eden, böyle sözleri de, dogru yolun büyükleri uygun görmezler. Allah sevgisinin, Resûlullaha olan sevgiden çok olmasinin, tarîkat serhoslugundan ileri geldigini bilirler. Böyle sözlerin söylenmesine izn vermezler. Su kadar var ki, vilâyet derecelerinde yükselmis olanlarda, Allahü teâlânin sevgisi dahâ çokdur. Peygamberlerin yüksekliginden birseyler edinenlerde ise, Resûlullahin sevgisi dahâ çok olmakdadir. Allahü teâlâ, hepimize, Resûlullaha itâ'at etmek nasîb eylesin! Çünki bu itâ'at, Allahü teâlâya itâ'at demekdir.