Kâfirun suresi ayet 3
"Benim taptığıma da siz tapacak değilsiniz."
Buradaki kelime "ma a'budu"dur. Arapça'da "ma" kelimesi genellikle cansız ve akılsız eşya için kullanılır. Canlı ve akıllılar için "men" kullanılır. Onun için burada niçin "men a'budu" değil de "ma a'budu" denildiği sorulabilir. Müfessirler bu soruya dört cevap vermişlerdir. Birincisi, buradaki "ma"nın, "men" manasına olduğudur. İkincisi, "ma"nın "elleri" manasında kullanıldığıdır. Üçüncüsü, iki cümlede de "ma"nın mastar olarak kullanılmış olduğudur. Yani "sizin ibadet ettiğinize ibadet etmem" manasında kullanılmıştır. Bu, müşriklerinki gibi ibadet etmemeyi ifade eder. "Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz" ise, müşriklerin Tevhidî şekilde ibadet yapmadıklarını ifade eder. Dördüncüsü, birinci cümlede "ma ta'budu" buyurulduğudur. Ama "ma'nın kullanılışı iki yerde de aynı değildir. Bunun örnekleri Kur'an-ı Kerim'in değişik yerlerinde bulunmaktadır. Mesela Bakara 194'te şöyle buyurulmuştur: "... Size tecavüz edenlere, size tecavüz ettikleri kadar karşılık verin, aşırı gitmeyin." Yani size yapılan kadarıyla tecavüz, karşılık verin anlamındadır. Burada 'î'teda' (tecavüz) kelimesi, birincide "tecavüz" anlamında, ikincide "karşılık" anlamında kullanılmıştır. Tevbe suresi 67'de şöyle buyurulmuştur: "Onlar Allah'ı unuttular, Allah (c.c.) da onları unuttu." Oysa Allah (c.c.) unutmaz. Öyleyse buradaki maksat, Allah'ın onlara iltifat etmemesidir. Onların unutmasına karşılık olarak Allah (c.c.) için "nisyan" (unutmak) kullanılması, sadece lafzî bir benzerlik olup, anlam tamamen farklıdır.
Bu dört te'vil bir bakımdan doğrudur. O da, Arapça'da bu manaların hepsinin ihtimal dahilinde olmasıdır. Ama, "men a'budu" yerine "ma a'budu" kullanılmasının nedenini bu teviller açıklayamamaktadırlar. Arapça'da bir şahıs için "men" kullanıldığında o kişiye bir şey sorulduğu akla gelir; "ma" kullanıldığı zaman ise o şahsın zâtı değil, sıfatı hakkında soru sorulduğu veya açıklamada bulunulduğu anlaşılır. Bizim bir kişi için "kimdir" diye sorduğumuzda, o şahıs hakkında bilgi almak isteyişimiz gibi. Bir kişi hakkında "nedir?" diye sorulduğunda maksat, o kişinin sıfatını öğrenmektir. Mesela askerse rütbesi nedir, üniversitede ise makamı nedir, asistan mı, doçent mi, profesör mü veya hangi dalda görevlidir, ne gibi bir diploması vardır vs. gibi.
Eğer ayette, "la entum âbidûne men a'bud" denseydi o zaman anlamı, "Benim ibadet ettiğim zâta sizler ibadet etmezsiniz" olurdu. Bu durumda müşrikler, "Biz de Allah'a inanıyor ve Ona ibadet ediyoruz" diyebilirlerdi. Ama "la entum âbidûne ma a'bud", yani, "Benim ibadet ettiğim, belli özellik ve sıfatlara sahip olana sizler ibadet etmezsiniz" dendiği için böyle söyleyemediler. Rasulullah'ın dini, müşriklerin dininden bundan dolayı ayrı bir dindi. Çünkü Rasulullah'ın getirdiği dinin İlah'ı diğer dinlerin inandığı ilahlardan farklı sıfatlara sahipti. Bazılarının dinine göre ilah altı günde dünyayı yarattıktan sonra yedinci gün dinlenmeye ihtiyaç duymuştur. Bu ilah, Rabbu'l Alemin değil, Rabbu'l İsrail'dir. Bu ilahın bir tek ırkla, diğer ırklarla olmayan ilişkisi vardır. O ilah Yakub ile güreşmiş ama yenememiştir. O ilahın Üzeyr isminde bir de oğlu vardır. Bazılarına göre İsa Mesih adında bir tek erkek çocuğun babasıdır. Başkalarının günahına karşılık olarak oğlunu çarmıha göndermiştir. Bazılarının ilahı da aile ve çoluk çocuk sahibidir. Ama oğlu yoktur, o zavallı ilahının bütün çocukları kızdır. Bazılarının ilahı ise insan şeklinde dünyaya gelir ve insan cismi ile bu insanlar arasında yaşar. Bazılarının ilahı da sadece vacibu'l vücudtur. Veya illet-i ûlâdır (first cause) . Kainatın düzenine bir kere hareket vermiş ve kenara çekilmiştir ve bu kainat nizamı, belli kanunlara göre kendi kendine yürümektedir. Şimdi ise insanların o ilahla, o ilahın da insanlarla bir ilgisi yoktur. Hasılı, Allah'a inanan kafirler aslında bütün kainatın yaratıcısı, sahibi, idare edeni ve hakimi olan Allah'a inanmamaktadırlar. O Allah (c.c.) ki, bu nizamı sadece yaratmakla kalmamıştır, her an idare etmektedir. Emirleri her an uygulanmaktadır. Her tür noksanlık, zaaf ve yenilgiden münezzehtir. O, her tür benzerlik ve tecsimden beridir. Her tür eş ve emsalden münezzehtir. Ortakdan beridir. O'nun zatında, sıfatlarında, kudretinde ve mabud olmasında ortağı yoktur. O'nun üstünde kimse yoktur. Çocuk edinmekten münezzehtir. Belli bir kavimle özel ilişkisi de yoktur. O, mahlukunun her biriyle, rızıklandırma, rahmet etme, terbiye etme ve koruma nedeniyle yakın ilişkidedir. O, duaları duyar ve dualara cevap verir. Ölüm ve hayat, fayda ve zarar, kısmeti düzenleme ve bozma yalnız ve yalnız O'nun elindedir. O, yarattıklarını sadece rızıklandırmaz, seviyelerine ve ihtiyaçlarına göre yol gösterir. O'nun bizimle ilişkisi sadece, O mabud ve biz de ibadet eden, şeklinde değildir. Aynı zamanda, peygamberler aracılığıyla kitap göndererek emir ve nehiy bildirmesi, bizim de o emir ve nehyin erkânına uymamız şeklindedir. Buna karşılık O da yaptıklarımızın karşılığını verecektir. Yaptıklarımızdan sorumlu tutacaktır. Ölümden sonra bizi dirilterek yaptıklarımızın muhasebesini yapacak, ceza ve mükafaat verecektir. Bu sıfatları taşıyan Mabud'a, Rasulullah ve O'nu takip edenlerden başkası ibadet etmez. Kafirler bir ilaha ibadet etmekte iseler de, aslında gerçek İlah'a, Allah'a ibadet etmemektedirler. İbadet ettikleri ilahlar, kendi icat ettikleri hayal ürünü ilahlardır.