Muhtelif sorular
Hatay/Dörtyol’dan Rabia Şeker: “Peruk takmak câiz midir? Değil midir? İçtihat Risâlesinde, ‘Dînin zarûriyâtı ki, içtihat onlara giremez...’ deniliyor. Başörtüsü bir şiârdır. Bu şiâra böyle bir tarz giydirmek ve peruk takmak sûretiyle taviz vermiş olmuyor muyuz?”
Başörtüsü dînin zarûriyâtındandır, yani hükmü zarûrî, açık ve kesin emirler kısmındandır, farzdır, farziyeti içtihat konusu teşkil etmez. Beş vakit namazı Kur’ân’da bulamayanlar, biraz eğilseler, karîne ile değil, açık ifâdelerle başörtüsünü bulabilirler. Yani beş vakit namazda teferruâta girmeyen Kur’ân, başörtüsünü tartışmaya mahal bırakmayacak ölçüde tanımlar, şartlarını ve şeklini çizer ve mü’min hanımlardan bunu ister. Kur’ân başörtüsünün, beş vakit namazın gerisinde olmadığını âyetlerinde önemle yer vermek sûretiyle gösterir.
Fakat bu konunun çok sulandırılması, teessüfle belirtelim ki, çok farklı yorumlara, farklı tavırlara ve farklı tepkilere yol açmış ve inananları rencîde etmiştir. Dîni Kur’ân’dan öğrenelim diyenler, eğer sözlerinde sâdık iseler, başörtüsü konusunu âyetlerden daha farklı biçimde yorumlamaları ve algılamaları mümkün değildir.
Peruğun câiz olup olmadığı ve peruk takmanın taviz vermek mânâsına gelip gelmediği meselesine gelince; bu meseleyi biz tasvip etmiyoruz. Ancak bunu polemik konusu yaparak, “mağdurları” rencîde etmenin yararlı olacağına da inanmıyoruz.

Biz, Gafûr-u Rahîm’den, herkes için, her zaman mağfiret talep ediyoruz. İnanan ve inancını yaşamak isteyenlerin her zaman üstün olduklarını müjdelemek istiyoruz. Kayıp gibi görünen bâdirelerin perde arkası, eğer sabredilirse, büsbütün hayır, büsbütün rahmet ve büsbütün nur olduğu görülecektir. Allah’tan hayır uman asla mahcup olmaz.

Denizli’den bayan okuyucumuz: “İlayda ismi Kur’ân’da geçiyor mu? Çocuğa verilir mi?”
İlayda ismi Kur’ân’da geçmez. Fakat çocuğa güzel mânâlı bir ismin seçilmiş olması ve ismin çirkin bir mânâya delâlet etmemesi yeterlidir. Güzel isim vermek sünnettir.

Kıbrıs’tan Hamit Sedef: “1- Besmelesiz balık tutulursa bu balık yenir mi? Ayrıca bunlardan elde edilen yağ besmelesiz kullanılır mı? 2- Gitar çalmak câiz midir? Câizse hangi hallerde câizdir? 3-Tuvalet veya buna benzer necis yerlerde Allah’ı içten anmanın her hangi bir mahzuru var mıdır? 4- İkindi ve akşam saatleri arasında câmie girince mescit namazı kılınır mı?”
1- Bir Müslüman’ın unutarak besmele çekmeksizin kestiği veya avladığı hayvan yenir. Kasten terk edilmemiş olması yeterlidir. Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki: “Ümmetimden yanılma, unutma ve zorla yaptıklarının mes’ûliyeti kaldırılmıştır.”1
Kasten mi, unutarak mı besmeleyi terk ettiğini bilmediğimizde, alırken ve yerken besmele çekmemiz bizi mes’ûliyetten kurtarır. Çünkü bu bir zorluktur.
Hazret-i Âişe (ra) bildirmiştir: “Bazı kimseler: ‘Yâ Resûlallah! Bir takım insanlar bize kesilmiş et getirmektedirler. Hayvan boğazlanırken üzerinde Allah’ın isminin anılıp anılmadığını bilmeyiz. Bu duruma ne buyurursunuz?” diye sordular. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm):
“Bismillah deyiniz ve yiyiniz” buyurdu. Et getirenler yeni Müslüman olmuşlardı.”2
Balıktan elde edilen yağ da, besmele çekilerek yenilir.

2- Gitar ve sâir çalgılar, kendi başlarına mubahtırlar. Fakat çalgı âletlerini içkili oyunlar için ve ahlâk dışı sözlerin müziği olarak harama vesîle olacak ve ahlâksız eğlencelerin âleti olacak biçimde kullanmak şüphesiz haramdır.
3- İçimizden geçenler hayâlden ibârettirler, irâdemizi dinlemezler. Gayr-i ihtiyârî gelirler. Önlenemezler. Bu açıdan sorumluluk da getirmezler. Allah’ın adını anmak gibi bir hayırlı hatıra ise, şüphesiz hayırdır. Hangi ortamda olursa olsun içimizden geçmesi bize mes’ûliyet getirmez.
4- İkindi namazını kıldıktan sonra gün batımına kadar geçen süre içerisinde her hangi bir nâfile namazın vakti değildir. Kerâhet vaktine de yaklaşması itibariyle, tamamen tercihe dayalı olan nafile namazların bu süre içerisinde kılınması mekruhtur. Fakat farz olan kazâ namazı ile cenâze namazının bu vakitte kılınmasının hiçbir sakıncası olmadığı gibi, bir mescit ziyâreti bu vakte denk gelmiş olsa, sünnet olan tahiyyetü’l-mescit namazını kılmanın da hiçbir sakıncası yoktur.

Burdur’dan Mustafa Ç.: “Bildiğim kadarıyla kul hakkı affedilmiyor. Peki kul hakkı üzerinde bulunan bir kimse, muhatabını bulamıyorsa veya onunla buluşma, konuşma veya barışma imkânı yoksa (her hangi bir nedenden dolayı) bilmeden kul hakkı üzerinde kalmışsa bu gibi durumlarda nasıl bir hüküm geçerlidir?”
Allah katında, üzerimizdeki her hak, hak sahibine ait bir zimmettir. İnsanlara ait zimmetlerle, yani haklarla yaşamamız ise, gerçek bir risktir. Riskle yaşamak, tuzakla yaşamaktan farksız bir tehlikedir. Eğer biz, ayağımızdaki tuzağı çözmeye çalışmaz isek, dünyada veya âhirette bu tuzak ayağımıza muhakkak dolaşacak, bizi rehin alacak ve üzerimizde cirminden büyük tahribata neden olacaktır. Bundan kurtuluş yoktur.
Öyleyse, ayağımıza dolaşmış bir tuzaktan farksız bulunan kul hakkını nasıl çözeceksek bir an önce çözerek, bu riski aşmalıyız. Biz çözme gayretinde olursak inşaallah Allah yardım eder.
Konuşma ve barışma imkânımız yok demek, mümkün değildir. Eğer onun hakkı bizde rehinse, bu hak bizi rehin almadan gidip teslim edelim ve helâlleşelim. Muhatap gerçekten bulunamıyorsa veya ölmüşse, varsa varislerine ulaşalım. Varislerine de ulaşamıyorsak hayır kurumlarına sevabı onun namına olmak üzere bağışta bulunalım. Her iki halde de Allah’a tövbe ve istiğfar edelim.
Dipnot:
1- İbn-i Mâce, Talak, 16; 2- Buhârî, Tevhîd, 13; İbn-i Mâce, Zebâih, 3174.