Hâfız Ali Mülayim anlatıyor: (Diyarbekir Ulu Camii emekli İmamı)
"Askerde, onbaşı, sonra çavuş oldum. Bir gün Isparta merkeze bağlı Eğirdir yolu üzerinde bulunan Ali Köy tarafındaki atış talimine gittik. Atış yapıldı, öğle vaktiydi ve herkes istirahat ediyordu.
Baktım, Eğirdir Gölü tarafından yolda tozları kaldırarak bir taksi geliyor. Tekrar baktım, içimden 'Herhalde bu gelen tugay komutanının taksisidir.' dedim. Şimdi buradan geceçek, bakacak subaylar yatıyor, herkes dağınık bir vaziyette... Ceza alacağız...
Bu düşünceyle yanımda yatan komutanımı uyandırdım.
'Ne var Mülayim Çavuş?' dedi.
Dedim ki, 'Komutanım, bak gelen taksi tugay komutanının taksisi değil mi?' Baktı, baktı... 'Valla odur!' dedi. Hemen düdük çaldı. Herkes kuşandı. Subaylar, astsubaylar, takımlar, mangalar, herkes bütün alay hazırlandı. Taksi alaya yaklaşınca, ben,
'Esas duruş! Hizaya gel! Selam duuur!' diye bağırdım.
Herkes esas duruşa geçti ve selam durdu. Taksi geldi... geldi... Birinci takım çavuşu olarak ben de böyle selam durmuşum.
Hafifçe eğildim, baktım taksinin içine. Allah Allah! Cübbeli, sarıklı birisi ellerini iki yanına sallayarak selam veriyordu bize. 'Allah Allah! Nasıl olur bu? Osmanlı devletinden hâlâ böyle bir paşa kalsın? Allah Allah! Askerlikte böyle bir şey de söylemediler ki, bize!' dedim içimden.
Taksi biraz gitti, gitmedi.
Komutan bağırdı: 'Ulan bu işi kim ayarladı?'
Dediler: 'Mülayim Çavuş!' Ben sandım benimle kafa buluyorlar. Bir de baktım ki bir tokat, bir daha, bir daha, önüne gelen subay, astsubay dövdüler beni. Ama öyle dayak yemişim ki, anamdan babamdan böyle bir dayak yememiştim.
Öyle ki, ağrıdan sabaha kadar uyuyamadım.
1958'de Isparta'da birbirinin aynı olan iki adet Chevrolet taksi vardı. İkisi de aynı renkti. Birisi Üstad'ın, diğeri ise tugay komutanı paşaya aitti.'
...