***
DIŞARDA
Points: 60.713, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 0%
Achievements


Bir Mümin Nasıl Olmalıdır?
Mü’min her şeyi kendisi için değil, sadece Allah rızası için yapmalıdır. Böyle yaptığı zaman, Allah Zülcelal onun kalbindeki kötü hasletleri çıkaracaktır. Niyeti Allah rızası olduğu zaman, hata ile bir sefer şeytana uysada, Allah-u Zülcelal ona mutlaka tevbe nasip eder. Böylece, günahı üzerinde devam etmez.
Bu niyetin bereketi ile olur. Çünkü onun kalbinde sadece Allah rızasını kazanma amacı vardı. Kalbinde iyi niyet olduğundan, bir hata yapsa dahi, hemen hatasının idrakine varıp tevbe eder. Allah-u Zülcelal, sanki şeytana uymamış gibi, onu affeder. İnsan, kalbini münevver yapmak istiyorsa, Allah-u Zülcelal'in emirlerini ve Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'in sünnetlerini yerine getirmelidir. Kıyamet gününde huzura salih bir mü’min olarak çıkmak isteyen kişinin, geceleri ibadet yapması lazımdır. Kişi ne türlü hata yaparsa yapsın, kendi nefsinden bilmelidir. Allah-u Zülcelal, insanlara nefis ve akıl vermiştir.
Eğer aklını kullanır ve Allah'ın yolundan giderse, o zaman nefsini kendine esir yapar ve hem dünyası hem de ahireti için hayırlı olan şeyleri yapma niyetinde olur.
Eğer nefsi onu esir alır ve o da nefsini dinlerse, dünyada yapacağı keyf-u sefa, onu hata ve günaha sürükleyecektir. Onun içindir ki kişi, daima nefsini esir etmelidir. Nefsine, dünya ve ahireti için kârlı olan şeyleri yaptırmalıdır.
Kişi, kendisini Allah-u Zülcelal'e karşı daima noksan görmeli; asıl noksan görmediği zaman noksanda ve zararda olduğunu bilmelidir. Kişinin kendi noksanlıklarını farketmesi ve kendisini taksirat sahibi olarak görmesi durumunda, bu hal onu mutlaka ilerlemeye sevk edecektir. Fakat "Noksan değilim" düşüncesinde olduğu zaman, daima noksan kalacağını bilmelidir.
Bir mü’min kardeşimiz, ‘Senin yaptığın şey iyi değildir! Bunu yapma! Günahtır!’ dediği zaman, onun sözüne uymamak veya kulak asmamak, zarar verir. O insandan hayır umut edilmez.
Seyyid Ahmed er-Rufai (Kuddise Sirruh) müridlerine şöyle tavsiyede bulunmuştur: "Gecenin üçte ikisi geçtikten sonra mutlaka kalkın. O zamanın fırsatını kaçırmayın, çünkü Allah-u Zülcelal'in rahmeti gecenin üçte ikisi geçtikten sonra nazil olur. O füyuzat ve rahmet kime gelirse onun kalbi ihya olur. O rahmet de ancak seher vaktinde uyanık olan kimselere nazil olur ve onlara dağılır, herkes kendi payını alır. Uyuyanlar o paydan mahrum kalır.”
Kişi daima kendi kusurlarıyla meşgul olmalıdır. Başkalarının kusurlarına bakmamalıdır. Çünkü kişi, bir kimseyi hatasından dolayı ayıplarsa, o hata yada o günah onun başına gelmeden, dünyadan ayrılmaz. İnsanların, başkalarının yaptıkları hata veya yapmadıkları iyiliklere bakmamaları lazımdır. Mesela bir hoca, iyi bir şeyi yapmayı terk ettiği zaman, diğer insanların da ona bakarak yapmaması uygun olmaz. Çünkü o hoca, ihtimal ki, bir özürden dolayı cemaate gidemiyordur. Diğerlerinin de hocaya bakıp cemaati terk etmeleri, caiz olmaz.
Bazı evliyalar, diğerlerinin cemaati terketmelerinden endişe ederek, hasta olduklarında veya gece ibadetinden dolayı halsiz kaldıklarında bile, yine de sabah namazına, ayaklarını arkalarından sürüyerek de olsa, gitmişlerdir. Ama evliyalar, başkalarının da kendilerine uymalarından ve "Üstadımız cemaate gitmiyor. Biz de gitmeyelim" demesinden korktukları için, ne halde olurlarsa olsunlar yine de camiye gidiyorlardı. Çünkü, bu durumda camiyi terk edenler, helak olacaklardı.
İşte bunun içindir ki, bir mü’min kardeşimiz bir ibadetten geri kaldığında, ona uymamamız lazımdır. Bir özründen dolayı o ibadeti yapamıyor olabilir. Abdulkadir Geylani (Kuddise Sirruh) Hazretleri'ne: "Bu makamlara nasıl ulaştınız?" diye sorduklarında şöyle cevap vermiştir: "Ben kolaylıkla olmadım. Çoğu zaman bana deli diyorlardı. Çok zamanlar beni tımarhaneye gönderiyorlardı. Bazı zamanlarda, günlerce Bağdat ve Irak'ın dağlarında kalıyordum. Bazen de çöplüklerden, meyvelerin kabuklarını toplayıp yiyordum."
Bu haline rağmen, Abdulkadir Geylani (Kuddise Sirruh), Allah-u Zülcelal'e ibadet ederek, tevekkül ve sabır ile Abdülkadir Geylani (Kuddise Sirruh) oldu. Allah-u Zülcelal'in yanında iltimas yoktur. İnsan O'na ne derece ibadet ederse, o derecede karşılığını alacaktır. Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri buyurmuştur: "Allah-u Teala'nın zatını bilmede ve Allah-u Teala'nın emir ve neyhlerini yerine getirmede mü'minler eşittirler. Bir kişi, Şeyh Abdulkadir-i Geylani (Kuddise Sirruh) gibi amel yaparsa, o da Şeyh Abdulkadir-i Geylani (Kuddise Sirruh) gibi olur."
Allah-u Zülcelal sonsuz kuvvet ve azamet sahibidir. Kişi, yaptığı amellerde veya işlediği günahlarda, Allah'tan korkmalıdır. Sadatlar onun için her amelden sonra 25 defa "Estağfirullah" çekmişler. Estağfurullah demek: "Ya Rabbi! Bu ameli sana layık olarak huzurlu bir şekilde yapmadım." demektir. Kişi, günahlara düşmekten korktuğu gibi, amellerini de layıkıyla yapamamaktan dolayı, Allah'tan korkmalı ve özür dilemelidir. Böyle yapması, Allah-u Zülcelal katında makbuldür.
Mü'minin ahlakı böyle olmalıdır. Kalbine hiddet ve gazap geldiğinde, elinden geldiği kadarıyla hiddetini yutmalıdır. Eğer hiddetini yutmazda aynıyla karşılık verirse, mutlaka özür dilemelidir. Bu hal, onun için, daha selametlidir. Mü’minin şuurlu olması, noksanlarını ve kâr edeceği şeyleri bilmesi lazımdır. Mü'minin günlük, aylık ve senelik olarak, ahireti için yaptığı ameller, zahiren fazla görünse de batınen noksan olabilir. Mü'min ne yaptığını bilmelidir. Çünkü ne yaptığını bilmediği zaman, kıyamet gününde perişan olur. Amelde bir gevşeme olduğu zaman, noksanlıklarını farketmeli ve gevşeklikten hemen kurtulmaya çalışmalıdır. Eğer böyle düşünmezse, ömrünü ziyanda geçirecektir.
Herhangi bir mü’min kardeşimiz amel ve hizmet yapıyorsa, buna engel olmadan ona yardımcı olmamız gerekir. Eğer ona engel olursak, kıyamet günü Allah-u Zülcelal gazaba gelir ve dünyada da azap verebilir. Anlatıldığına göre, Siyalkoş isminde zayıf bir hayvan vardı. Bu hayvan daima aslanla beraber geziyordu. Ona fazla yaklaşmıyor ve ondan da fazla uzaklaşmıyordu. Ona şöyle dediler: “Sen niye devamlı onunla beraber geziyorsun fakat fazla yaklaşmıyorsun?” O hayvanda şöyle dedi: "Ben ona fazla yaklaşmıyorum. Çünkü arslan kuvvetli bir hayvandır. Bir gün bana kızar ve beni parçalayabilir. Benim ondan ayrılmayışımın nedenine gelince, o hayvanları parçalıyor, ben de ondan arta kalanlarından istifade ediyorum.”
Mü'min de Allah-u Zülcelal'e karşı acziyetini ve bir hiç olduğunu, her şey için O’na muhtaç olduğunu bilmelidir. Allah-u Zülcelal'in huzurunda, hiçliğini bilerek durduğu zaman, Allah-u Zülcelal'in hazineleri onun olacaktır. Her şey O'nun elinde olduğu için hazineleri doludur. Hazinelerden verildiği zaman hem dünyası hem ahireti selametli olacaktır.
Onun için insan, Allah-u Zülcelal'in dergahından ayrılmama ve daima onun zikriyle meşgul olmalıdır. İnsan, Allah'ı zikrettiği zaman, onun bütün hali, ruhu ve sırrı tertemiz olur. İnsan bu şekilde Allah'ın huzurunda olacaktır. Allah-u Zülcelal'in huzurunda olduğu zaman, onun her şeyi yerindedir. Bu şekilde o kimsenin hem dünyası hem ahireti temin olur.
Bir Allah dostu şöyle diyor: "Bir gece ibadetimde gevşeklik oldu. Baktım geceleri ışığın üzerine kendini atan ateşböceği ışığın etrafında dolaşıyordu. Sabaha kadar yedi yüzbin sefer döndü. Nefsime dedim ki: “Ey nefsim! Bak sen gece ibadetinde gevşeklik ettin, bak bu hayvanın maksudu bu ışıktır, onun için yediyüzbin sefer kendini ona atıyor, yanıyor, yine dönüyor, yine kendini ışığın üzerine atıyor. Maksudundan ayrılmıyor. Allah-u Zülcelal de senin maksudundur, ama sen ondan dönüyorsun." Bu şekilde ben nefsime tavsiyede bulundum. Sanki o hayvan bana üstad ve şeyh oldu, ondan ders aldım. Bu hadiseden sonra, bir daha ibadetimde gevşek davranmadım.”
Anlaşılıyor ki insan, kendi maksuduna giden yolda sabırlı olmalıdır. Sabırlı olduğunda, Allah-u Zülcelal ona mutlaka bir kapı açar. Şöyle anlatılır: Fakir bir kişi gitti padişahın kızını istedi. Padişah ona dedi ki: “Sen fakirsin, elbisen eski ve toz toprak içindesin. Onun mihrine ve ücretine senin gücün yetmez.” Fakir: “Onun mihri ne kadardır?” dedi. Padişah: “Onun mihri 100 cevherdir. Her bir cevher de 10.000 dinardır.” dedi. Fakir: “Bu cevher nerede bulunuyor?” diye sordu. Padişah: “Onun cevheri denizde bulunur.” dedi. Bunun üzerine fakir kalktı ve yola düştü. Çünkü kendi maksuduna ulaşmak için kararlı idi.
Gitti evden ağlarını aldı. Ağı denize attı, bir müddet sonra çekti fakat bir şey çıkmıyordu. Padişahın adamları durumu padişaha anlattılar: “Senin kızını isteyen fakir, gitmiş denizin kenarında o cevherleri toplamak için denize ağ atıyor.” dediler. O fakir günlerce denizin kenarında cevher çıkarmak için bekledi. Her gün gidiyor, bakıyor ve bir şey çıkaramadan geri dönüyordu. Sonraki gün yine gidiyordu. Padişah da fakirin bu durumunu izliyordu. Bir gün padişah fakiri çağırdı, ona kızını nikah etti ve etrafındakilere şöyle dedi: “Sağlam niyetli ve sabırlı olduğu için, ben onu kendime vezir kabul ettim.” Padişah akıllı bir insandı. Fakiri imtihan etti ve gördü ki kendi maksuduna ulaşmak için sabırlı idi.
İnsanın da böyle olması lazımdır. Bir kişi virdini çekiyor, "Olmadı, huzurlu değilim" diye dersi bırakıyor ve aylarca çekmiyor. Böyle olmamalıdır. Sabırlı olacak. Çünkü sabırlı olduğu zaman, Allah-u Zülcelal kapıyı onun için mutlaka açar ve onun maksudunu ona nasip eder.
Seyda Muhammed Konyevi (K.S)
Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur...