III
ŞU İNKILAB- I AZÎMİN TEMEL TAŞLARI SAĞLAM GEREK
(1922-1926)
Şiddetli hastalık ve sair sebeplerin tesiriyle ben Nurcu kardeşlerimle konuşamadığımdan ve o musahabeden mahrum kaldığımdan, benim bedelime sizler ve Risale-i Nur’un Kur’an med-resesinde Yeni Said’e verdiği ders ve Eski Said’in de Hutbe-i Şamiye ve Zeyilleri gibi hayat-ı içtimaiye medresesinde aldığı dersleri ve konuşmaları bu bîçare kardeşiniz bedeline müştak olduğum kardeşlerimle benim yerimde konuşmalarını tevkil ediyorum.
Emirdağ Lahikası II, s. 342.
Bin üç yüz otuz sekizde Ankara’ya gittim. İslam ordusunun Yunana galebesinden neşe alan ehl-i îmanın kuvvetli efkarı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını gördüm. "Eyvah!" dedim. "Bu ejderha îmanın erkanına ilişecek." O vakit, şu ayet-i kerîme bedahet derecesinde vücud ve Vahdaniyeti ifham ettiği cihetle ondan istimdat edip, o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kur’ân-ı Hakîm’den alınan kuvvetli bir bürhanı, Nur’un Arabî risalesinde yazdım. Ankara’da Yeni Gün Matbaasında tab ettirmiştim. Fakat, maatteessüf, Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nadir olmakla bera-ber, gayet muhtasar ve mücmel bir sûrette o kuvvetli bürhan tesirini göstermedi. Maattessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu..."
Lem’alar, s. 181.
Zarurî Vazifeniz Şeâiri İhyâ Etmektir
Bu güruh-u mücahidîn ve bu yüksek meclisin ef’ali taklid edilir. Kusurlarını millet ya taklid veya tenkid edecek; ikisi de zarardır. Demek onlarda hukukullah, hukuk-u ibadı da tazammun ediyor. Sırr-ı tevatür ve icmaı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delaili dinlemeyen ve safsata-i nefis ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla, hakikî ve ciddî iş görülmez.
Şu inkılab-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu meclis-i alinin şahsiyet-i maneviyesi-sahip olduğu kuvvet cihetiyle-mânâ-yı saltanatı deruhte etmiştir. Eğer, şeâir-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mânâ-yı hilafeti dahi vekaleten deruhte etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an’ane-i müstemirre ile günde laakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacât-ı ruhiyesini unutmayan bu milletin hacat-ı dîniyesini meclis tatmin etmezse, bilmecburiye mana-yı Hilafeti, tamamen kabul ettiğiniz isme ve lafza verecek. O manayı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki, meclis elinde bulunmayan ve meclis tarikıyla olmayan böyle bir kuvvet inşikak-ı asaya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı asa ise
-1-ayetine zıttır.
Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî daha metindir. Ve tenfiz-i ahkam-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezaifi deruhte edebilir. Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kamil olur. Eğer fena olsa pekçok fena olur. Ferdin, iyiliği de fenalığı da mahduttur. Cemaatin ise gayr-i mahduttur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dahildeki fenalıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki, ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâmın şeâirini tahrib ediyorlar.
Öyle ise, zarurî vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, zaaf-ı milliyeti gösterir. Zaaf ise, düşmanı tevkif etmez, teşcî eder...
-2-
Mesnevî-i Nûriye, s. 87.
"Mesela; Ayasofya Camii, ehl-i fazl ve kemalden mübarek ve muhterem zatlarla dolu olduğu bir zamanda, tek-tük sofada ve kapıda haylaz çocuklar ve serseri ahlaksızlar bulunup, camiin pencerelerinin üstünde ve yakınında ecnebilerin eğlenceperest seyircileri bulunsa; bir adam o cami içine girip ve o cemaat içine dahil olsa, eğer güzel bir sada ile şirin bir tarzda Kur’an’dan bir aşir okusa; o vakit binler ehl-i hakikatın nazarları ona döner. Hüsn-ü teveccühle, manevî bir dua ile o adama bir sevab kazandırırlar. Yalnız, haylaz çocukların ve serseri mülhidlerin ve tek-tük ecnebilerin hoşuna gitmeyecek.
Eğer o mübarek camiye ve o muazzam cemaat içine o adam girdiği vakit; süflî, edebsizcesine fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırsa, raksedip zıplasa; o vakit o haylaz çocukları güldürecek, o serseri ahlaksızları fuhşiyata teşvik ettiği için hoşlarına gidecek ve İslâmiyetin kusurunu görmekle mütelezziz olan ecnebilerin, istihzakarane tebessümlerini celb edecek. Fakat, umum o muazzam ve mübarek cemaatin bütün efradından bir nazar-ı nefret ve tahkir celb edecektir. Esfel-i safiline sukut derecesinde, nazarlarında alçak görünecektir.
İşte aynen bu misal gibi alem-i İslam ve Asya, muazzam bir camidir. Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o camideki muhterem cemaattir. O haylaz çocuklar ise, çocuk akıllı dalkavuklardır. O serseri ahlaksızlar; frenkmeşreb, milliyetsiz, dinsiz heriflerdir. Ecnebi seyirciler ise, ecnebilerin naşir-i efkarı olan gazetecileridir. Her bir Müslüman-hususan ehl-i fazl ve kemal ise-bu camide, derecesine göre bir mevkii olur, görünür; nazar-ı dikkat ona çevrilir.
Eğer İslâmiyetin bir sırr-ı esası olan ihlas ve rıza-yı îlahî cihetinde, Kur’an-ı Hakîm’in ders verdiği ahkam ve hakaik-ı kudsiyeye dair harekat ve a’mal ondan sudur etse, lisan-ı hali, mânen âyât-ı Kur’âniyeyi okusa; o vakit manen alem-i İslâmın herbir ferdinin vird-i zebanı olan
-3- duasında dahil olup hissedar olur ve umumu ile uhuvvetkarane alakadar olur. Yalnız, hayvanat-ı muzırra nevinden bazı ehl-i dalaletin ve sakallı çocuklar hükmündeki bazı ahmakların nazarlarında kıymeti görünmez. Eğer o adam, medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı iftihar bildiği bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinad telakki ettiği Selef-i Salihînin cadde-i nuranîlerini terk edip; heveskarane, hevaperestane, riyakarane, şöhretperverane, bid’akarane işlerde ve harekatda bulunsa; manen, bütün ehl-i hakikat ve ehl-i îmanın nazarında en alçak mevkie düşer.
-4- sırrına göre ehl-i iman ne kadar ami ve cahil de olsa, aklı derk etmediği halde, kalbi öyle hodfüruş adamları görse soğuk görür; manen nefret eder.
İşte, hubb-u caha meftun ve şöhretperestliğe mübtela adam (ikinci adam) hadsiz bir cemaatin nazarında esfel-i safilîne düşer; ehemmiyetsiz ve müstehzî ve hezeyancı bazı serserilerin nazarında muvakkat ve menhus bir mevki kazanır;
-5- sırrına göre; dünyada zarar, berzahda azab, ahirette düşman bazı yalancı dostları bulur.
Birinci suretteki adam; faraza, hubb-u cahı kalbinden çıkarmazsa, fakat ihlas ve rıza-yı Îlahîyi esas tutmak ve hubb-u cahı hedef ittihaz etmemek şartiyle bir nevi meşru makam-ı manevî, hem muhteşem bir makam kazanır ki; o hubb-u cah damarını tamamiyle tatmin eder. Bu adam az, hem pek az ve ehemmiyetsiz bir şey kaybeder; ona mukabil, çok, hem pekçok kıymetdar, zararsız şeyleri bulur. Belki birkaç yılanı kendinden kaçırır. Ona bedel, çok mübarek mahlûkları arkadaş bulur; onlarla ünsiyet eder. Veya ısırıcı yabanî eşek arılarını kaçırıp, mübarek rahmet şerbetçileri olan arıları kendine celb eder. Onların ellerinden bal yer gibi öyle dostlar bulur ki; daima dualariyle ab-ı Kevser gibi feyizler, alem-i İslamın etrafından onun ruhuna içirilir ve defter-i a’maline geçirilir.
Mektûbat, ss. 402-403.
Mühim Bir Suale Hakîkatli Bir Cevaptır.
Büyük memurlardan birkaç zat benden sordular ki: "Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip, Kürdistan’a ve Vilayat-ı Şarkiyeye, Şeyh Sinûsî yerine vaiz-i umumî yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilal yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun," dediler.
Ben de onlara cevaben dedim ki: Yirmişer-otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüz binler vatandaşa, herbirisine milyonlar sene uhrevî hayatı kazan-dırmaya vesile olan Risale-i Nur, o zayiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye alet olmayan ve tabi olmayan ve sırr-ı ihlası taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi.
Tarihçe-i Hayat, s. 366.
Türk, Kürt Birdir, Kardeştir
Şark isyanında Şeyh Said ve askerleri Üstadımız Bediüzzaman’ı Şarktaki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirake davet ettiği zaman cevaben demiş: öYaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Türk milleti İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda yüz binlerle, milyonlarla şehid vermiş ve milyonlar veli yetiştirmiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakar İslam müdafiilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem,ö diye hem cevab-ı red vermiş hem mücadelesinden vazgeçmesini söylemiştir.
Osmanlıca teksir Asa-yı Mûsa , s. 250. Isparta.
Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü Türk-Kürd birdir, kardeştir.
Osmanlıca Emirdağ Lahikası I, Abdülkadir Badıllı.
Türk milleti asırlardan beri İslâmiyete hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez; siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz.
Tarihçe-i Hayat, s. 135.
1 Allah’ın dinine ve Kur’an’a hep birlikte sım sıkı sarılın. (Âl-i İmran Sûresi: 103.)
2 Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Sûresi: 173.) O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır. (Enfal Sûresi: 40.) 3 Allahım mü’min erkek ve kadınları bağışla.
4 Mü’minin ferasetinden sakının. Çünkü o, Allah’ın nûruyla nazar eder. (Hadîs-i şerif: Keşfü’l-Hafâ, 1:42.)
5 Müttakîler dışında, o gün, dostlar birbirlerine düşmandır. (Zuhruf Sûresi: 67.)