II
MENFAAT ÜZERİNE DÖNEN SİYASET CANAVARDIR
(1920-1922)
Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz
"Neden geldin geleli siyasete karışmıyorsun?"
Dedim :
-1-
Evet, İstanbul siyaseti İsyanyol hastalığı gibi bir hastalıktır. Fikri hezeyanlaştırır. Biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvasıta mütehharikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder, biz kendimizden hayat edip, asammane tahribimizde eser-i telkini icra ederiz. Madem ki menba’ Avrupa’dadır. Gelen cereyan ya menfî veya müsbettir. Menfîye kapılan harf gibi,
-2- yahut
-3- tarif edilir. Demek bütün harekatı, bizzat hariç hesabına geçer. Çünkü iradesi hükümsüzdür. Hulûs-u niyeti fayda vermez. Bahusus menfi iki cihet zaaf ile hariç cereyanının kuvvetine bir alet-i laya’kıl olur.
Diğer müsbet cereyan ise ki, dahilden muvafık şeklini giyer. İsim gibi
-4- dir. Hareketi kendinedir. Tebai haricedir. Lazım-ı mezheb mezheb olmadığından, belki muahez değil. Bahusus iki cihetle kuvveti, hariç cereyanın müsbet ve zaafına inzimam etse, harici kendine alet-i layeş’ur edebilir.
Dediler: "Dinsizliği görmüyor musun, meydan alıyor? Din namına meydana çıkmak lazım."
Dedim: Evet, lazımdır. Fakat kat’î bir şart ile ki, muharrik, aşk-ı İslâmiyet ve hamiyet-i diniye olmalı. Eğer muharrik veya müreccih, siyasetçilik veya tarafgirlik ise, tehlikelidir. Birincisi hata da etse, belki ma’fuvdur. İkincisi isabet de etse, mes’uldür.
Denildi: "Nasıl anlarız?"
Dedim: Kim fasık siyasetdaşını, mütedeyyin muhalifine, su-i zan bahaneleriyle tercih etse, muhar-riki siyasetçiliktir. Hem umumun mal-i mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslek-daşlarına daha ziyade has göstermekle, kavi bir ekseriyette, dine aleyhdarlık meyli uyandırmak-la nazardan düşürmek ise, muharriki tarafgirliktir.
Mesela, iki adam döğüşürler. Biri, zaif düşeceğini hissederken, elindeki Kur’an’ı kaviye uzatmakla himayesini davet edip, kavi bir ele vermek lazımdır. Ta beraber çamura düşmesin. Kur’an’a muhabbetini, hürmetini göstersin. Kur’an’ı, Kur’an olduğu için sevsin. Eğer kavinin karşısına siper etse, himayet damarını tahrik etmeye bedel, hiddetini celb eder. Kur’an’ı kavi bir hadimden mahrum bırakmakla, zaif bir elde beraber yere düşerse o, Kur’an’ı kendi nefsi için sever demektir.
Evet, dine imale etmek ve iltizama teşvik etmek ve vazife-i diniyelerini ihtar etmekle dine hizmet olur. Yoksa dinsizsiniz dese, onları tecavüze sevk etmektir. Din dahilde menfi tarzda istimal edilmez. Otuz sene halife olan bir zat, menfi siyaset namına istifade edildi zannıyla, Şeri-ata gelen tecavüzü gördünüz. Acaba şimdiki menfî siyasetçilerin fetvalarından istifade edecek kimdir, bilir misin? Bence İslamın en şedit hasmıdır ki, hançerini İslamın ciğerine saplamıştır.
Dediler: "İttihada şedit bir muarız idin, neden şimdi sükût ediyorsun?"
Dedim: Düşmanların onlara şiddet-i hücumundan; düşmanın hedef-i hücumu onların hasenesi olan azim ve sebatdır ve İslâmiyet düşmanına vasıta-i tesmim olmaktan feragatıdır.
Bence yol ikidir-mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.
Dediler: "Fırkacılık lazım-ı meşrutiyettir."
Dedim: Bizdekilerde hutut-u efkar telaki için mütemayilen imtidada bedel, münhariften gittiğin-den nokta-i telaki vatanda, belki kürede görülmüyor. Vücud-adem gibi, birinin vücudu ötekinin ademini ister.
İnat, bazan müfrit fırka mutaassıplarına, dalal ve batılı iltizam ettirir. Şeytan birisine yardım etse, melek der, rahmet okutur. Ötekinde melek görse, libasını değiştirmiştir der, lanet eder. Su-i zan ve hüsn-ü zan nazariyle dürbünün iki tarafı gibi leh, aleydara Vahi emareyi bürhanı, vahi emare görür.
İşte, şu zulümdür.
-5- sırrını gösterir. Zira hayvanın aksine olarak kuva ve meyilleri fıtraten tahdit edilmemiş, meyl-i zulüm hadsizdir. Lasiyemma enenin eşkal-i habi-sesi olan hodgamlık, hodfikirlik, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inad o meyle inzimam etse, öyle ekberü’l-kebairi icar eder ki, daha beşer ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem olabilir.
Mesela: Birisinin bir sıfatından darılsa, mecma-ı evsaf-ı masume olan şahsına, hatta ehibbasına, hatta meslekdaşına zulmünü teşmil eder
-6- ya karşı temerrüd eder.
Mesela : Muhteris bir intikam veya müntakim bir hilaf ile bir kere demiş: "İslam mağlub olacak, kalbi parçalanacak." Sırf o mürai ruhtan gelen, yalancı fikirden çıkan meş’um sözünü doğru göstermek için, İslam mağlubiyetini, İslam perişaniyetini arzu eder, alkışlar. Hasmın darbesinden mütelezziz olur.
İşte şu alkışı ve gaddar telezzüzüdür ki, mecruh İslamı müşkil mevkide bırakmış. Zira hançerini İslamın ciğerine saplamış olan hasım, "Sükût et!" demiyor. "Alkışla, mütelezziz ol, beni sev!" diyor, onları misal gösteriyor.
İşte, size dehşetli bir günah ve zulüm ki, ancak haşirdeki mizan tartabilir.
-7-
Denildi : "Mağlûbiyet malûmdu, biz bilirdik. Bilerek bizi belaya attılar."
Dedim : Acaba Hindenburg gibi dehşetli insanlar nazarına nazarî kalmış olan gaye-i harb, sizin gibi acemilere nasıl malûm ve bedihi olabilir? Acaba fikir dediğiniz şey, el’iyazübillah, arzu olmasın. Bazan zalimane intikam-ı şahsî, arzuya fikir suretini giydirir.
Yahu, pis bir çamura düşmüşsünüz, misk ü amber diye yüzünüze gözünüze bulaştırmaya ne mana var!
İşte mesalîlerin münevver gece meclisinde ve dünyevîlerin muzlim gündüz mahfelinde akıldan akma değil, kalbde çıkan beyanatım; ister isen kabul et, ister isen etme; anlamak
şartiyle :
İster al gûş-i kabul-i cane, ister hiddet et.
Sünûhat, ss. 64-70.
Bazı Ölçüler
Bazı âyât ve ehadis vardır ki, mutlakadır; külliye telakki edilmiş. Hem öyleler vardır ki, münteşire-i muvakkatadır; daime zannedilmiş. Hem, mukayyed var; amm hesap edilmiş.
Mesela, demiş: "Bu şey küfürdür." Yani o sıfat îmandan neş’et etmemiş, o sıfat kafiredir. O haysiyet ile, "O zat küfür etti" denilir.
Fakat mevsufu ise masume ve îmandan neş’et ettikleri gibi, îmanın tereşşuhatına da haize olan başka evsafa malik olduğundan, o zat kafirdir, denilmez. İlla ki, o sıfat küfürden neş’et ettiği, yakînen bilinea Zira başka sebepten de neş’et edebilir Sıfatın delaletinde şek var. İmanın vücudunda da yakîn var. Şek ise yakînin hükmünü izale etmez.
Tekfire çabuk cür’et edenler düşünsünler!..
Sünûhat, ss. 29-30.
ünvanı herkesi, cumhur-u nasa tabî olmaya davet eder. Çünkü, cumhura muhalefet öyle bir hatadır ki, o hatayı irtikab etmek kalbin, vicdanın şanından değildir.
İşârâtü’l-İ’câz, s. 99.
Usûl-i müsellemedendir ki: Şerr-i cüz’î için hayr-ı kesîri tazammun eden emri terk etmek, şerr-i kesîri işlemek demektir. Ehvenüşşerri ihtiyar elzemdir.
Muhakemat, s. 23.
Menfat üzerine dönen siyaset, canavardır.
Mektûbat, s. 456.
* Muhakkak maslahat, mevhum mazarrata feda edilmez.
* Şimdilik İstanbul siyaseti, İspanyol hastalığı gibi bir hastalıktır.
* Deli adama İyisin, iyisin denilse, iyileşmesi, iyi adama Fenasın, fenasın denilse, fenalaşması nadir değildir.
* Düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur; düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.
* İnadın işi: Şeytan birisine yardım etse, Melektir der, rahmet okur; muhalifinde melek görse, Libasını değiştirmiş şeytandır der, lanet eder.
* Bir derdin dermanı, başka bir derde zehir olabilir. Bir derman, haddinden geçse, dert getirir.
Mektûbat, s. 459.
Sevad-ı a’zama ittiba’ edilmeli. Ekseriyete ve sevad-ı a’zama dayandığı zaman, lakayd Emevîlik, en nihayet ehl-i sünnet cemaatine girdi. Adetçe ekalliyette kalan salabetli Alevîlik, en nihayet az bir kısmı Rafızîliğe dayandı.
Mektûbat, s. 460.
1 Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım. 2 Başkasındaki bir mânâya delalet eder.
3 Kendi kendine bir mânâya delalet etmez.
4 Kendisinde bulunan bir mânâya delalet eder.
5 İnsan ise şüphesiz ki, çok zâlimdir. (İbrahim Sûresi: 34.)
6 Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez. (En’am Sûresi: 164.)
7 Diğerlerini buna kıyasla.