Bu sevgi Hz. peygamber (s.)’in bir sözünde şu şekilde ifade edilir. “Her kim
Allah’la karşılaşmayı istiyorsa, Allah’da (daha çok) o kulla karşılaşmayı ister, her kim de
Allah’la karşılaşmaktan hoşlanmıyorsa Allah da (daha çok) onunla karşılaşmayı istemez367”
aşk doruğa çıkmış, âşık mumun etrafında kelebek gibi dönmektedir. Ayrılık bitmiştir.
Kuddûsî’ye göre, aşk ile dolu olan, aşkın küresine, atmosferine giren sûfî, “her
varlıkta Hakk’ın tecellîsi var” düsturu ile hareketle, her varlığa sevgi ve şefkat ile yaklaşır.
Kendisini hiçbir varlıktan üstün görmez, çünkü o, bu tavrı Mâ’şuk’una karşı bir naz olarak
kabul eder. O, bütün varlığa karşı tevâzu gösterir. Bu bir bitki de olur, bir hayvan da olur, ya
da herhangi bir insan hiç fark etmemektedir. Çünkü, her varlığı “Yaradılanı severiz
Yaradandan ötürü” ilkesiyle sevmektedir. O, insanlara karşı olan ilişkilerinde de aynı tavrı
gösterir. İnsanların dil, din, ekonomik ve yapay sınıfsal farklılıklarına bakmadan hepsine aynı
sevgi, saygı ve merhameti gösterir.
Sâlik için ilk adım, insanı hor görmeyerek ona saygı göstermek, en olgun derece
ise ona hizmet etmektir. Sâlik, insanı, aşkla Rabbinin bir parçası olarak sevmelidir. Tıpkı
büyük insan Mevlâna’nın, hamama cüzamlı insanlarla beraber girip, onları kucaklayıp,
yaralarına elleriyle dokunup, ellerini yüzüne sürdüğü gibi sevmelidir368.
İnsanı sevmenin ve ona saygılı davranmanın göstergesi, ona hizmettir. Kuddûsî,
âşık sûfînin bu hizmeti karşılıksız ve Hakk’tan dolayı yaptığını söylemektedir. Sâlik bu
hizmeti yaparak sonsuzluğa kılavuz olma vasfını kazanır. Allah da insanlara rahmet elini
uzatıp, onları ölümsüzlüğe, doğruya ve en güzele götüren kendi dostlarını övgüyle
anmaktadır.
Aynı şekilde Hz. peygamber(s.) de, “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş
sayılmazsınız” buyurarak, insanların birbirlerini sevmenin önemine vurgu yapmaktadır.
“Uyun o kişilere ki sizden bir ücret istemezler, doğruya ve güzele götürenler işte
onlardır, başkası değil”369 Bu karşılıksız hizmet bütün dostlarında, “Yalnız başkalarını
düşünme” denilen “îsar” sıfatıyla açıklanabilir. Îsar ahlâkına sahip olmayı Allah, hizmet
ahlâkının zirvesi olarak tanımlıyor ve övüyor “Onlardan önce bu yöreyi yurt edinmiş ve
(gönüllerine) imanı yerleştirmiş olanlar, bir sığınak arayışı içinde kendilerine gelenlerin
hepsini seven ve başkasına verilmiş olanlara karşı kalplerinde hiçbir haset olmayan, aksine
kendileri yoksulluk içinde bulunsalar bile diğerlerini kendilerine tercih edenler
…”370 Sâlik,
teslimiyetiyle imanıyla sevdasıyla varlığa karşı îsar ehlidir. Onlar, Mevlânâ’nın dediği gibi
rüşvet ve para düşkünü kimseler değil, paramparça olmuş gönülleri diken kişilerdir.371
Nefsini lâkin yeğ bilme ilden itme istikbâr
İzzetde zillet zilletde hasret olmamak olmaz.
Şâh u gedâya eyle tevâzu’ yirme dervîşi
Hürmetde re’fet re’fetde devlet olmamak olmaz372.
Kuddûsî’ye göre, kalbi bütün olumsuz duygu ve düşüncelerden/ağyârdan
arındırarak Hakk’a mekân yapabilmek, onu şah damarından daha yakın bilerek amel etmek
gerekir. Nitekim Hakk âyetinde bunu şu şekilde açıklamaktadır: “Gerçek şu ki, insanı yaratan
Biziz ve onun iç benliğinin ona ne fısıldadığını Biz biliriz, çünkü Biz ona şah damaraından
daha yakınız.”373 Gönül insanı olan sûfî, Allah’ın işiten kulağı, yürüyen ayağı, atan kalbi
olmasını talep eden kişidir. Onun hedefi, arzusu cennet değil, Allah’ın kendisidir; mutluluğu
iç dünyasını cennete dünüştürmekle elde eder. Kuddûsî’ye göre, gönül insanı olan sâlikin
amacı, almak değil, “olmak”tır. Aynı zamanda sûfînin amacının, taşıdığı îsâr özelliğiyle
insanlar için cennet olabilmek olduğunu söyler. Diğerleri ise sûfînin aksine, mekanik bir
dindarlık içindedirler, onlar olmayı değil, almayı isteyen “faydacı” bir anlayışa sahiptirler.
Çünkü onlar, dinin özünü şekilde ve içsellikten uzak, sadece görev bilinciyle yerine getirmeye
çalışırlar.
343 Max Weber, Economy an Society, ed. G. Rath and C. Wiztich, (Berkeley, University of California Pres) 1978,
I, s.541–49.
344 Hâlil İnalcık, “Otman Baba ve Fatih Sultan Mehmed”, Doğu Batı Düşüncesi Dergisi, sayı 26, s.25.
345 Kuddûsî, Dîvân (Külliyat), s. 28.
346 Gürer, a.g.e., s.236.
347 Kuddûsî, Dîvân, s.34.
348 Kuddûsî, Dîvân, s. 4.
349 Ahzâb, 33/4.
350 Kuddûsî, Dîvân, s. 96.
351 Kuddûsî, Dîvân, s.36.
352 Bakara, 2/156.
353 Mülk, 67/2.
354 Serrac, a.g.e., s. 241.
355 İsmail Yakıt, Batı Düşüncesi ve Mevlânâ, Ötüken Yay., 2. Basım, İstanbul 2000, s. 104.
356 Kuddûsî, Dîvân, s. 193.
357 Kelâbâzî, a.g.e., s. 37.
358 Kuddûsî, Pendnâme, vr. 26b.
359 Kuddûsî, Dîvân, s.113.
360 İbnü’l-Arabî, Futühât, II, 114.
361 Titus Burckhardt Alcemy, Sciense of The Cosmos, Science of The Soul, London 1967, s.13.
362 Aynı yer.
363 Kuşeyrî, Risâle, s.144.
364 Kuddûsî, Dîvân, s.113.
365 Yunûs, 10/63.
366 Mevlânâ, Mesnevi, I, 3192.
367 Buhâri, Rikâk, 41.
368 Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, İnkılap Yay. İstanbul, 1985, s.94-95.
369 Yâsîn, 36/21.