EL-BÂTIN (C.C.)


“(Mahlûkatının nazarından) gizli olan.”

Cihan mülkünü kullarına bahşeden Yüce Allah'ın varlığı, hem zâhir,yani aşikâr, hem gizlidir.

Aşikârdır: Çünkü O'nun varlığını gözlerimize silinmez hakikatlar halinde gösteren eserler meydandadır.

Gök başımızda, yer ayağımızın altındadır.

Semâlarda milyarlarca yıldız gülümseyip durmakta ve onun kudretinden desenler, nişanlar, izler sunmaktadır.

Yer küre ise bir gülistan, bir çiçek âlemidir.

Yerde olanlar da, doğanlar, ölenler de hep O'nun varlığının nişaneleridir.

O gizlidir.

Neden gizlidir?

Çünkü O'nun varlığının hakikati, akılların idrak ve kavrayışına sığmaktan münezzehtir.

O'nu künhüyle bilmek imkânı yoktur.

Ama varlığını kat'î surette biliriz.

Madem ki sayıya hesaba gel­mez mahlûk var, o halde Hâlık da vardır.

Artık Allahü Teâlâ'nın varlığı nasıl inkâr olunabilir ki?

O'nu inkâra yel­tenen kişi, bizzat kendini inkâr etmiş olur.

Çünkü o adamı hayata mazhar eden Yüce Yaratıcıdır.

O'nun ilmi, bütün ilimlerin üstünde, kudreti bütün kudretlerin fevkindedir.

Herşeyi kulağından tutup emr ü fermanına boyun eğdi­ren O'dur.

O, böylece aşikâr.

Fakat O'nu tam kemâliyle tanımak ve bilmek mümkün olmadığı için de gizlidir.

Çünkü akıl O'nu kavramaktan uzaktır.

O'nun için ne yal­nız zahir ne de yalnız bâtın diye hükmetmemeli, hükmü, atıftan sonraya bırakarak “Zahir ve Bâtın” demelidir.

Bizleri biraz tefekküre, intibaha getirmesi bakımından Risâle-i Nur'dan şu satırları aktarıyorum:

“Hem, nasıl berrde ve bahrde kemâl-i rahmetle rızıkları verilen ve kemâl-i hikmetle muhtelif şekiller giy­dirilen ve kemâl-i rubûbiyetle türlü türlü duygular ile teçhiz edilen bütün hayvanât birer birer yine o Kadîr-i Zülcelâlin vücûbuna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla gayet geniş bir mikyasta azamet-i ulûhiyetini ve kemâl-i rubûbiyetini gösterir; öyle de, bağlardaki muntazam nebatat ve nebatatın gösterdik­leri müzeyyen çiçekler ve çiçeklerin gösterdikleri mevzun meyveler ve meyvelerin gösterdikleri müzeyyen nakışlar, birer birer yine O Sâni'-i Hakîmin vücûbuna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, külliyetleriyle gayet şaşaalı bir surette cemâl-i rahmetini ve kemâl-i rubûbiye­tini gösterir.

Hem, nasıl cevv-i semâdaki bulutlardan mühim hik­metler ve gayeler ve lüzumlu faydalar ve semereler için tavzif edilen ve gönderilen katreler, katreler adedince yine o Sâni'-i Hakîmin vücûbunu ve vahdetini ve kemâl-i rubûbiyetini gösterir; öyle de, zemindeki bütün dağların ve dağlar içindeki madenlerin ayrı ayrı hasiyetleriyle be­raber, ayrı ayrı maslahatlar için izhar ve iddiaları, dağ metanetinde bir kuvvetle yine O Sâni'-i Hakîmin vücûb ve vahdetini ve kemâl-i rubûbiyetini gösterir.” (Sözlerden)

Ey Rab! Ey yaradılış binasının mimarı,

Senin yüce lütfunla uçar, bal yapar arı!

Akıl aynası tozlu olan, bilmez bunları! Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 257-258.