Peygamber Efendimiz Mekke’de

Hz. Resulüllah, müstesnâ bir ihtisam ve vekarla devesi Kasvâ’nin üzerinde Mekke’ye girdi. Müslümanlar etrafinda tecessüm etmis nurdan yildizlari andiriyorlardi. Bu yildizlarin arasinda Server-i Kâinat Efendimiz bir günes gibi parliyordu. Tam bir intizam ve hasmet içinde adim adim Kâbe’yi Muazzamaya, Beytullaha yaklasiyorlardi. “Lebbeyk Allahümme lebbeyk” nidâlari Mekke’nin her tarafina yayiliyor, daglar, taslar bu nûranî sadaya cevap veriyorlardi. Müsrikler ise kuytu yerlerde, dag baslarinda âdeta bu ulvî sadaya kulaklarini tikamis, bu hasmetli manzara karsisinda gözlerini kapatmislardi.

Kasvâ’nin yulari sâir Abdullah bin Ravâha’nin elindeydi. Hz. Resulüllahin önünde gidiyor ve su siirini söylüyordu:

“Ey kâfir ogullari, Resûlullahin yolundan çekiliniz!

“Rahman olan Allah, onun Hak Peygamber olduguna dâir âyetler indirdi.

“Bütün hayir ve iyilik Allah Resûlünde ve onun yolundadir.

“En hayirli, en serefli ölüm de onun yolunda çarpisarak ölmektir!”1

Bu ulvî ve nurânî manzara arasinda Resûl-i Ekrem ve Müslümanlar telbiyelerle Beytullaha vardilar. Resûl-i Ekrem, Mescid-i Harama girince, omuz ihraminin bir ucunu sag koltugunun altina alip, sol omuzunun üzerine atarak sag omuzunu açti ve “Bugün, kendisini, su sirk ehline kuvvetli ve zinde gösterecek kahramanlari Allah rahmetiyle yarligasin, esirgesin”2 buyurdu.

Sonra, Sahabîlere, Kâbe-i Muazzamayi üç kere kosa kosa ve omuzlarini silke silke tavaf etmelerini emretti.(*)3 Zira, Kureys müsrikleri, “Yanimizdan çikip gittikten sonra Muhammed ve Ashabi hastalik ve yoksulluga ugramistir” diyerek dedikoduda bulunarak, bir nevi kendilerini teselli etmeye çalisiyorlardi.

Cenab-i Hak, bütün bu dedikodularini sevgili Resûlüne bildirdigi için, o da Ashab-i Kirama güçlü ve kuvvetli görünmelerini emrediyordu.