Perde arkasındaki nur
Aşkötesine hurufat yetmez.
Aşkötesi yazılmaz müntehir yapraklara.
Aşkötesine titrenilir ve sükût çığlıklara gömülür.
Bir kırk ikindi yağmuru gibi ansızın süzülür bedene zemheri. Sancının doruk noktasında sevgi kelebekleri soluklanıral gelincikler temaşa eder uçurum kıyılarını. Hasret
sırılsıklam eder teni
ten kafesinden çıkıp asumanlara varana dek deryada nalân ve hummalı hıçkırıklarıyla su taşır çöllere karınca
serçeler meczup derviş zikrini gözyaşlarıyla besleyip ölüme ninni söylerler…
Miraç fezasını kana bulayan gözlerserzenişini suskusuna bürümüş idamlık kuşların toprağı eşelemesini izliyor. Darağacına götürülmesinin vaktinin geldiğini işaret ediyor hilâl. Acziyet ufkunda güneşin doğmasını beklemeden alevler saçmasına devam ediyor aşkın mahkûm hali. Geceler tılsımıdır süveydâya yudumlanan şarkıların. Notaların kifayetsizliği kadar mazlumdur öksüz fecirlere süt emziren gök
yetim kalmış taşların bağrına asılmış Süreyya kadar da içlidir. Ne yapacağını bilemez
aşkın çekim alanında bulunmaktan Mecnûn olmuştur.
Aşka “ol” dendiğinden itibaren susuzdur toprakyağmur doyuramaz aşka kanmış toprakları.
Çamur ne kadar yumuşak olursayağmur o kadar içli yağmış demektir toprağa. Çamur olmazsa saçları âşıkların
gamzelerine al Leyla düşlemelerini resmedemezler.
Dağı delebilmekçölleri aşabilmek için derviş zikri mütebessimliğinde acziyeti nakış nakış işlemek gerekir yüreğe.
Gülistanın boynu bükükgül bağrında taşıdığı Anka Kuşu ile ölümsüzlüğe /mavera sürgünlere/ uçmaya hazır. Gözlerine mil çekilerek mesture yaşları Leyla için akıtmaya hazır…
Ruhunun derinliklerine saplanan hançeri çıkarıp ta süveydasına saplamasına ramak kaldı. Kızıl kıyametlere karşı gemisi hazır gülünkaranlık çöl imbatlarına karşı hazırladığı iksirde göğsünde taşıdığı mehveş ateşiyle ve eleğimsağmalarda beslediği hicran türküleriyle hazır lâl-ü aşka.
Ölümün en güzel köprü olduğu rânâ yollardamünzevi yüreğiyle nazar ediyor idamlık kuşlara. Her idamlık kuşun boynuna bir katresini damıtıyor
her yağan yağmurla nâmeleşiyor
her açılan makberde yeşeriyor gül.
Yeşerdikçe vefa hanında med cezir zikirler çekiyorduaları ulvileştikçe sedef sedef açılıyor inciler.
Beste kibestelerin bestesi olmuştur
vakit tamamdır; Ayn
Şın ve Kaf.
O an Leyla’ya odaklanmıştır ilahi âşık. Yaratılışının hikmetine mazhar olmuşçasına şâhid olur azra semagök hüznünü ikrar eden kumrulara odaklanır
güneş secde etmeye gider.
Leyla sayıklanarak aşk zindanında açan nadide çiçeğin rayihasına ulaşılır.
Gözler donuklaşır perde arkasınasular çekilir
ateş yakmaz olur
adayış merhemiyle bıçak kesmez olur…
Gönlünü Leyla’ya kaptırmışların dillerinde her an Leyla’yı sayıklamalarının hikmeti o an izah edilir hıralarda:
dinleyelim Leyla Leyla
ne söyler şu LeylaLeyla
oturalım biz diz dize
hu çekelim LeylaLeyla*
Vahyin iniş sürecindeyüreklerin ilahi aşkla buluşmaya başlayıp Rabbin insanla konuşmaya başlaması
kâinatı mesrur etmiş
gül bülbülün kanıyla hüzünlenerek al renge bürünmüştü. Güller tekrar İlahinin kelamıyla acziyet hırkasına bürünüp açılınca gülistanda
rayiha tütecek semaya dimağların sermestliğinde.
Dağ başında inen vahiy ile insanlaraşkın sahibinin zikrine gönül verecekler
‘Yusuf’unu bulabilmek için gerekirse pazar pazar gezeceklerdir.
Teslimiyet ateşine gönlünü kaptırıp zindanları nurla dolduracakiçi Musa dolu kundaklarda ilerleyecektir sevda nehrinde.
İbrahimî aşkkorları gülistanın bahçesine çevirecek
İsmailî teslimiyetse bıçakları lâl edecektir.
Rabbe Muhammedî bir adanışNur-u Muhammediye ye çevirecektir yüreği. Rabbe Muhammedî bir adayış
eşref-i mahlûkat yapacaktır insanoğlunu.
Bulutlar hıçkırıklarını Gül-ü Muhammed için yağdıracakgül aşkını ifade etmek için açacaktır.
Su anlaşılmak için akacaktaş ise aşkını ifade etmek için yuvarlanacaktır.
Aşkötesine hurufat yetmez.
Aşkötesi yazılmaz müntehir yapraklara.
Aşkötesine titrenilir ve sükût çığlıklara gömülür.
* Erzurumlu Emrah*