Fetih hutbesi

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kâbe-i Muazzamanın kapısında durdu. Mübârek yüzünde beliren tatlı tebessümleriyle halka bakıyordu. Allah’a hamd ve senâdan sonra şu hutbeyi irad etti:

“Allah’tan başka ilâh yoktur. Yalnız O vardır. Onun şeriki yoktur.

“O, va’dini yerine getirdi, kuluna yardım etti, aleyhinde toplanan düşmanları tek başına perişan etti.

“Bilmelisiniz ki, Cahiliyye Devrine âit olup, iftihar vesilesi yapılagelinen her şey; kan, mâl dâvâları, bunların hepsi bugün, şu ayaklarımın altında kalmış, ortadan kaldırılmıştır.

“Bütün insanlar Âdem’den (a.s.), Âdem de topraktan yaratılmıştır. Allah buyuruyor ki: ‘Ey insanlar! Sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız ve aranızdaki münâsebetleri bilesiniz diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, Ondan en çok korkanınızdır. Muhakkak ki Allah herşeyi hakkıyla bilir, herşeyden hakkıyla haberdardır.’” (Hucurat Sûresi, 13)1

Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), bu hitabesinden sonra, halka, “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin edersiniz?” diye sordu.

Kureyşliler, “Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inarırız” dediler.

Bunun üzerine Âlemlere rahmet olarak gönderilen Resûl-i Kibriyâ Efendimiz şöyle konuştu:

“Benim halimle sizin haliniz, Yusuf’la (a.s.) kardeşlerinin hali gibidir.2

“Yusuf’un (a.s.) kardeşlerine dediği gibi ben de sizlere diyorum:

“Bugün sizin için bir kınama yoktur! Allah, sizi affetsin. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.3 Gidiniz, sizler serbestsiniz!”4

Affedişlerin en makbulü, muktedirken affetmek, iyiliklerin en güzeli ise, kötülüklere karşı yapılandır. Merhametlerin en üstünü kendisine acımayanlara acımak, şefkat etmek ve merhamette bulunmaktır. İşte Kâinatın Efendisi bunu yapıyordu. Çünkü, O, Cenâb-ı Haktan dersini şöyle almıştı:

“Kolaylık göster, affa sarıl, iyiliği tavsiye et, câhillerden de yüz çevir.”1