Müslümanlarin sadakât imtihani

Sahabîler, çok arzuladiklari halde, Kâbe-i Muazzamayi ziyaret ve tavaftan alikonmuslardi. Bunun yaninda Hz. Resûlullah anlasma ile, görünüste aleyhlerinde olan bir takim agir hükümleri de kabul etmis ve altina imza atmisti. Sebep ve hikmetlerine geregi gibi nüfuz edemediklerinden dolayi bu durum, son derece Sahabîlerin güçlerine gitti. Manen rahatsizlik duyduklari, hal ve davranislarindan belli oluyordu.

Kendi âleminde, böylesine agir sartlara evet dememin bir türlü izahini bulamayan Hz. Ömer, huzura varmadan edemedi. Peygamberimize, “Sen Allah’in hak peygamberi degil misin?” diye sordu.

Resûl-i Ekrem, “Evet, ben Allah’in peygamberiyim” buyurdu. Sonra da aralarinda söyle bir konusma oldu:

“Biz Müslümanlar hak, düsmanlarimiz olan müsrikler ise bâtil üzere bulunmuyorlar mi?”

“Evet, öyledir.”

“Bu halde dinimizi küçük düsürmeye niçin meydan veriyoruz?”

“Ey Hattab’in oglu, ben Allah’in kulu ve Resûlüyüm. Allah’in emirlerine aykiri harekette bulunamam. Bu muâhede maddelerini kabul etmekle de Allah’a isyan etmis degilim. O, beni hiçbir zaman zarara ugratmayacaktir.”

“Sen bize Allah’in nusret buyuracagini, gidip Kâbe’yi hep beraber tavaf edecegimizi va’d etmis degil miydin?”

“Evet, vaad etmistim. Ancak, bu yil gidip tavaf edecegimizi söylemis miydim?”

“Hayir.”

“O halde tekrar ediyorum: Sen muhakkak Mekke’ye gidecek ve Kâbe’yi tavaf edeceksin.”1

Hz. Ömer’in, Hz. Ebû Bekir’le konusmasi

Hz. Ömer, buna ragmen iç âleminde kabarmis duygularini teskin edemiyordu.

Bu sefer Hz. Ebû Bekir’in yanina gitti. Onunla da aralarinda su konusma oldu:

“Ey Ebû Bekir, bu zât, Allah’in hak peygamberi degil midir?”

“Evet, o Allah’in hak peygamberidir.”

“Peki biz Müslümanlar hak üzere, düsmanlarimiz ise bâtil üze re degiller mi?”

“Evet, bizler hak üzereyiz, düsmanlarimiz ise batil üzeredirler!”

“O halde, dinimizi küçük düsürmeye niçin meydan veriyoruz?”

“Ey Ömer, o, Allah’in Resûlüdür. Bu muâhedeyi yapmakta Rabbine asî olmus degildir. Allah onun yardimcisidir. Sen, onun emrine itaat et!”

“O, bize Medine’de; ‘Beyt-i Serife varacagiz, tavaf edecegiz’ demedi mi?”

“Evet, ama, sana, ‘Beytullaha bu yil gidecek ve tavaf edeceksin’ diye mi haber verdi?”

“Hayir.”

“Sen, muhakkak, yakin bir zamanda Beytullaha gidecek ve onu tavaf edeceksin” dedi.1

Hz. Ömer’in itiraf ve nedâmeti

Hz. Ömer, o günkü halet-i ruhiyesini ve sonradan duydugu nedâmeti söyle anlatir:

“Ben, hiç bir zaman o günkü gibi bir musibete ugramadim. Peygambere hiçbir zaman basvurmadigim bir biçimde basvurmustum. Eger o gün, kendi görüsümde bir topluluk bulsaydim, bu musalaha ve muâhede yüzünden hemen bunlarin içinden ayrilir, onlarin yanina varirdim.

“Nihayet, Allahü Teâla, isin sonunu hayir ve rahmet kildi. Resûlullah ise, isin böyle olacagini çok iyi biliyormus.

“O gün, Resûlullaha (a.s.m.) karsi sarfetmis oldugum sözlerimden duydugum korkudan dolayi neticenin hayir olmasini ümit ederek oruçlar tutmaktan, sadakalar vermekten, namazlar kilmaktan ve köleler azâd etmekten geri durmadim.”2

Resûl-i Ekrem Efendimiz, muâhede ve musalaha isini bitirdikten sonra, Sahabîlere, “Artik kalkiniz, kurbanliklarinizi kesip sonra baslarinizi tiras ediniz” diye seslendi.3

Ne var ki, Hz. Resûlullaha sonsuz hürmet ve muhabbetlerine ragmen Sahabîlerin hiçbirinde bu emir karsisinda bir hareket görülmedi. Peygamber Efendimiz, emrini ikinci bir kez tekrarlamak zorunda kaldi:

“Kalkiniz, kurbanliklarinizi kesip, sonra baslarinizi tiras ediniz.”

Fakat, Sahabîler ayni sekilde sanki bu emri duymamis gibi davraniyor, kurban kesme ve tiras olma isine baslamiyorlardi.

Resûl-i Ekrem emrini üçüncü kere tekrarladi:

“Kalkiniz, kurbanliklarinizi kesip, sonra baslarinizi tiras ediniz”1 buyurdu.

Yine Sahabîlerden bu konuda bir hareket görülmedi. Emrini üç kere tekrarlamasina ragmen, Ashabdan kimsenin kalkmadigini gören Hz. Fahr-i Âlem, dönüp hanimi Hz. Ümmü Seleme’nin yanina gitti.

“Ey Ümmü Seleme! Nedir su halkin tutumu? Onlara; kurbanliklarinizi kesiniz, baslarinizi tiras ediniz diye tekrar tekrar söylüyorum. Fakat hiç biri emrime icabet etmiyor” diyerek Sahabîlerin bu durumundan sikâyet etti.2

Müstesna zekâ ve fazilet sahibi olan Hz. Ümmü Seleme söyle dedi:

“Yâ Nebiyyallah! Bu isi yapmak istiyor musunuz? O halde simdi disari çikiniz, sonra kurbanlik develerini kesinceye ve berberini çagirtip o seni tiras edinceye kadar Ashabdan hiçbirisine bir kelime bile söylemeyin. Çünkü, sen kurbanini kesecek ve tiras olacak olursan, halk da öyle yapar.”3

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (a.s.m.), disari çikti. Hiç kimseyle görüsmeden ve hiç kimseye birsey söylemeden, ihramini sag koltugu altindan çikarip sol omuzuna atti. Kurbanlik develerini kesti. Ve berberi Huzaâli Hiras bin Ümeyye’yi çagirip tiras oldu.4

Bunu gören Sahabîler de derhal kurbanlik develerini kesmeye ve baslarini tiras ettirmeye basladilar. Hz. Ümmü Seleme der ki: “Kurbanliklara öylesine kostular, öylesine yigildilar ki, neredeyse birbirlerine ezeceklerdi.”1

Sahabîlerin, Resûlullaha muhalefet etmek için tekrarlanan emrini yerine getirmeyip bekledikleri elbette söylenemez. Belki onlar, çok agir bulduklari muâhede ve musalaha hükümlerinin vahiy ile ortadan kaldirilacagini düsünüyor ve bu vahiy ile Peygamber Efendimizin (a.s.m.), verdigi emirden vazgeçecegini umuyorlardi. En azindan, umre amellerini tamamlayabilmek için Mekke’ye girmelerinin temin edilebilecegini ümit ediyorlardi. Bunun gerçeklesmesi için de bekliyorlardi. Nitekim, bu hususta herhangi bir vahyin inmedigini ve Hz. Resûlullahin da kurbanlik develerini kesip, mübârek baslarini tiras ettirdigini görünce, onlarin da Resûl-i Kibriyâya (a.s.m.), muhalefet etmis duruma düsmemek için süratle kurbanlik develerini kesmeye ve baslarini tiras ettirmeye basladiklari görülüyordu.

Bu hadiseden, ayrica Hz. Ümmü Seleme’nin de müstesna bir zekâ ve fazilete sahip oldugunu anliyoruz. Hattâ, “Ümmü Seleme’nin Hudeybiye’de gösterdigi dirâyet ve fetâneti Islâm tarihinde hiç bir kadin göstermemistir”2 denilmistir.