Yine bir başka sözünde ise Bediüzzaman "Bu dünya hizmet yurdudur, ücret almak yeri değildir. Salih amellerin ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, ahirettedir. O baki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, ahireti dünyaya tabi' etmek demektir. O salih amelin ihlası kırılır, nuru gider. Evet o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder." diyerek insanın tüm karşılığı ahirete bırakmasının daha hayırlı olacağına dikkat çekmiştir.
Gerçekten de insanın Allah'ın rızası dışında beklediği her karşılık dünyaya aittir ve bu da dünyayı ahirete tercih etmek anlamına gelir. Bu kişi belki dünya nimetlerinden faydalanacak, ama ahiretteki sonsuz güzelliklerden mahrum kalacaktır. Oysa insan sadece Allah'ın rızasını ve ahireti hedefleyerek niyetine hiçbir katık katmadan salih amelde bulunursa, Allah ona hem dünya hem ahiret nimetlerini verecektir. Allah "Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz." (Nahl Suresi, 97) ayetiyle iman edenlere bu güzel müjdeyi vermiştir.
Kuran'da Peygamberlerin bu konuda gösterdikleri üstün ahlaka dair pek çok örnek verilmiştir. Ayetlerde tüm elçilerin gönderildikleri topluluklara 'yaptıkları hizmetlerin karşılığında Allah'ın rızası dışında hiçbir ücret beklemediklerini' bildirdiklerinden şöyle bahsedilmektedir:
(Hz. Hud) Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 51)
(Hz. Nuh) Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar gerçekten Rablerine kavuşacaklar. Ancak ben sizi, cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum. (Hud Suresi, 29)
Bediüzzaman Said Nursi de, insanın ancak peygamberlerdeki bu ahlaka özenerek ihlası kazanabileceğini hatırlatmıştır:
… Bir makama çoklar aday olur. Maddi ve manevi her bir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan zahmet ve rekabet doğup; dostu düşmana, anlaşmayı muhalefete çevirir. İşte bu müdhiş illetin merhemi, ilacı ihlastır. Yani Allah'ın rızasını nefsin rızasına tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enaniyetin hatırına galib gelmekle "Eğer yüz çevirecek olursanız, ben sizden bir karşılık istemedim. Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ve ben, Müslümanlardan olmakla emrolundum." (Yunus Suresi, 72) ayetinin sırrına mazhar olup, insanlardan gelen maddi ve manevi ücretten istiğna etmekle (Allah'tan başka kimsenin minneti altına girmeme) Kuran'da "... Peygamberlere düşen apaçık bir tebliğden başkası değildir" (Nur Suresi, 54) ayetinin sırrına mazhar olup hüsn-ü kabul (iyi bir kabul) ve hüsn-ü tesir (iyi bir etki) ve teveccüh-ü nası (insanların ilgisini) kazanmak noktalarının Cenab-ı Hakk'ın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dahil olmadığını ve lazım da olmadığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlasa muvaffak olur. Yoksa ihlası kaçırır.