Takdim




Bu "Hutuvat-ı Sitte" adlı eser, Üstad Bediüzzaman Said Nursî tarafından 1920-1923 yıllarında İstanbul’un işgâli sırasında azılıp işgalcilere karşı gizlice neşredilmiş ve el altından dağıtılmıştır.

Eser, aynı zamanda Arapça olarak da "Evkâf ı İslâmiye Matbaası"nda 1336 Rumî ve 1338 Hicrî-1920 yılında tabedilen "Sünûhat" adlı eserin son kısmına konularak neşredilmiştir.
O dehşetli günlerde Anadolu’nun dört bir yanı işgalci kuvvetlerle sánldığı bir sırada, başta Ingiliz olarak istilacılann yüzlerine tükürürcesine matbaa lisânıyla, İslâm’ın izzet ve şerefini haykıran ve şehâmet-i îmaniyesini çekinmeden izhar eden kahraman Üstad’ın, binler mehasîn-i ulviye ve hizmet-i âliyesine yalnız şu küçük kitap dahi bir parlak âyinedir.

Bu tarihten sonra başta Anadolu ve âlem-i Islâmda ve tâ âlem-i insaniyetin her tarafında iman ve Kur’ân hakikatlerini delâil-i akliye ve
mantıkıye ile isbat ve izah eden ve "Kur’ân-ı Hakîmin bu asnn fehmine bir dersi olan Risale-i Nuru te’lif ve neşredecek olan Hz. Bediüzıaman’ın; bu Hutuvaı-ı Sitte’yi te lifinden evvel, Birinci Harb-i Umümîye şarkta talebeleriyle birlikte gönüllü alay kumandanı olarak iştirak edip, Rus ve Emıenilere karşı çetin muharebeler yapıp, talebelerinin kısm-ı âzamını şehid verdikten ve iki sene kadar Rusyå da esir kaldıktan sonra esaretten dönüp istanbul’da Erkân-ı Harbiye Riyasetinin iş’arıyla "Daru’l-Hikmeti’l-Islâmiye" azaIığında bulunup ve bu arada, Arapça Mesnevi-i Nuriye de cem’ edilen Arabî risâlelerini, Türkçe, manzum Lemeat ve Nokta gibi risaleleri te’lif ve neşrettikten sonra, bilahare bu "Hutuvat-ı Sitte" eserini işgalcilere karşı gizlice tab ve neşretmiştir.

Hazret-i Üstad, hayatının son senelerinde yanına gelen bilhassa resmî ıevattan ziyaretçilere ve bazı mebuslara, Risale-i Nur hizmetinde müsbet hizmet dersini verirken, Eski Said hayatından bahisle, tek başıyla dört cebbar kumandanlara mukabele ettiğini ifade ve beyan ederdi. Ve o zamanki harika cesaret ve şehâmetini zikretmesiyle, şimdiki Risale-i Nur
neşriyatı ve hiımeti ve Nur Talebeleri câmiasıyla yaptığı müsbet harekete, o günkü tavrını kıyas ederek delil gösterirdi. Meselâ , Emirdağ Làhikası’nın en sonunda derc edilen, talebelerine en son dersinde; "Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir menfì hareket değildir. Rızayı llâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır; vazife-i İlâhiyeye kanşmamaktu. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet îman hizmeti içinde; her bir sıkıntıya karşı sábula, şükürle mükellefiz. Meselâ, kendimi misâl alarak derim:

"Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğrnenıişim. Hayatunda tahakkümü kaldırmadığım bir çok hâdiselerle sabit olmuş. Meselâ; Rusya’da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfide idam tehdidine karşı mahkemedeki paşalann suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım, tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfì hareket etmemek ve vazife-i ilâhiyeye kanşmamak hakikati için; bana karşı vapılan muamelelere sabırla rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa
çekenler gibi sabır ve rıza ile karşıladım" demektedir.
Hem Emirdağ Lâitikası mektuplanndan birinde bu "Nutuvat-ı Sitte"den bahisle:

"Salisen: Dünkü gün yanıma gelen mühim bir resmî memura böyle söyledim ki: Eski Said’in sergüzeşte-i hayatından hârika üç vakıa, şimdi tahakkuk etmiş ki, ileride çıkacak Risale-i Nurun kerameti imiş. Şöyle ki:

Otuz Bir Mart hâdisesinde, Hareket Ordusunun Başkumandanı Mahmud Şevket Paşa, bana karşı fazla hiddetli iken ve Divan-ı Harb-i Örfide beni muhakeme ettikleri gün, on beş adam karşımda darağacında asılı bir vaziyette Divan-ı Harb-i Örfì Reisi Hurşid Paşa benden sordu: "Sen Şeriat-ı istedin mi? Işte Şeriatı isteyenler böyle asılırlar." Ben de: "Şeriatın bir meselesine bin ruhum olsa feda ederim" dediğim halde ve beni mahkûm etmeye pek çok esbap -muhbirlerin iftiralariyle- varken, benim müstesna bir surette müttefıkan beraatime karar vermeleri...

Hem eski Harb-i Umumînin nihayetinde İstanbul’da İngilizlerin başkumandanının eline benim İngiliz aleyhine şiddetle yazdığım Hutuvat-ı
Sitte ve başpapazına tahkirkârane sözlerim eline geçtiği halde, beni mahvetmek yüzde yüz ihtimali varken, hiddetini geri alıp ilişmemesi...
Hem Ankara’ da divan-ı riyâsetinde pekçok mebuslar varken Mustafa Kemâl, şiddetli bir hiddet ile divan-ı riyasetine girip, bana karşı bağırarak, "Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin, namaza dair şeyler yazıp içimize ihtilâf verdin." Ben de onun hiddetine karşı dedim: Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur." Dehşetli bir put kırdım. Hâzır mebus dostlanm telâş ettikleri ve herhalde beni ezeceklerini tahmin ettikleri sırada, bana karşı bir nevi tarziye verip o mecliste hiddetini geri alması, âdeta dehşetli bir kuvveti ve hakikatı hissedíp geri çekihnesi; ikinci gün hususî riyaset odasında, Hücumat-ı Siıte’nin "Birinci Desise" içinde bulunan "Meselâ: Ayasofya Caınü ehl-i fazl ve kemâlden ilâ âhir..." cümlesinden başlayan, tâ "İkinci Desise" ye kadar, bir saat tamamen ona söyledim. Bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiğim halde bana ilişmemesi, hattâ taltifime çok çalışması, kat’iyen bu üç cebbar kumandanlann bu üç acib hâletleri, âdeta Eski
Said’den korkmalan, şüphesiz ki Risäle-i Nurun, ileride kahraman şâkirdlerinin şahs-ı mânevîsinin hârika bir kuvveti ve Risâle-i Nurun parlak bir kerâmetidir.

***


"Harb-i Umumîde mağlQbiyetimizden dolayı fazla müteesir olduğunuzu görüyoruz," diyenlere cevaben, "Ben kendi elemlerime tahammül ettim; fakat, ehl-i Islâmm eleminden gelen teellümât beni eıdi. Âlem-i Islâma indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyonım. Onun için bu kadat ezildim. Fakat bir ışık görüyorum ki, o elemlerimi unutturacak, İnşaallah" diyerek tebessüm eylerdi.

Istanbul’da en büyük ve en ehemmiyetli ve tesirli hizmet-i vataniye ve milliyesinden birisi de Hutuvat-ı Sitıe adlı eseriyle, gaddar zalimlerin yüzlerine tükürüp, iızet-i diniyeyi ve şeref-i Islâmiyeyi muhafaza etmesidir. Istanbul’un yabancılar tarafından işgali sıralannda, İngiliz Anglikan Kilisesinin, Meşihat-i Islâmiyeden sordıığu altı sualine, altı tükrük mânasında verdiği mâkul ve sert cevaplan, onun derece-i cesaret ve kemâlât ve şecâatmı fülen göstermektedir.

İngiliz Başkumandanına bu eser gösterilir ve Bediüzaman’m bütün kuvvetiyle aleyhte bulunduğu kendisine ihbar edilir. O cebbar kumandan, idam kararıyla vücudunu ortadan kaldırmak istedi ise de; fakat kendisine, "Bediüzzaman idam edilirse, bütün Şarkî Anadolu, İngiliz’e ebediyen adavet edeceği ve aşiretler her ne pahasına olursa olsun isyan edecekleri" söylenmesi üzarine bir şey yapamaz.

***

İstanbul’da, İngilizler desiseleriyle, Şeyhül İslâmı ve diğer bazı ulemayı lehlerine çevirmeye çalışmalanna mukabil, Bediüzzaman, Hutuvat-ı Sitte adlı eseri ve Istanbul’daki faaliyeti ile; İngilizin, âlem-i Islâm ve Türkler aleyhindeki müstemlekecilik siyasetini ve entrikalarını, tarihî düşmanlığını etrafa neşrederek, Anadolu’daki millî kurtuluş hareketini desteklemiş, bu hususta en büyük âmillerden birisi olmuştu.




Bu hizmetine dair kendi ifadesinden bir parça:


"Bir zaman ingiliz devleti, Istanbul Boğazının toplarını tahrip ve İstanbul’u istilâ ettiği
hengâmda, o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesinin başpapazı tarafından, Meşihat-ı islâmiyeden dinî altı sual soruldu. Ben de o zaman, Dârül-Hikmeti’l-İslâmiyenin azası idim. Bana dediler: "Bir cevap ver. Onlar, altı suallerine altı yüz kelime ile cevap istiyorlar." Ben dedim: Altı yüz kelime ile değil, altı kelime ile değil, hatta bir kelime ile değil, belki bir tükrük ile cevap veriyorum. Çünkü o devlet, işte göriiyorsunuz; ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı mağrurâne üstümüze sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor... Tükürün o ehli zulmün o merhametsiz yüzüne!..’ demiştim:"

İşte muhtevası küçük, fakat zaman ve zemindeki neşri ve zuhuru itibariyle gayet ehemmiyetli ve Hazret-i Üstad Bediüzzaman’ın bu millet ve memleket-i Islâmiyenin müdafaa, muhafaza, istiklâl ve istikbâli için fevaran eden hamiyet-i âliyesini gösternıesi noktasından büyük olan bu "Hutuvat-ı Sitte" eserini, yaşayan ebedî bir tarih manasıyla yeni nesillerin nazar-ı dikkatine arz ediyoruz.


Hizmetinde bulunan talebeleri.



***