Peygamberler gönderilmesinin faydaları ve aklın yalnız başına Allah-ü Teala’yı tanıyamayacağı, dağda büyümüş ve cahillik zamanında, yani Peygamber gönderilmemiş olan zamanlarda yaşamış kafirlerin, kafir memleketlerinde ölen kafir çocuklarının ahirette ne olacakları bildirilmektedir:
Allah-ü Teala’ya sonsuz hamd olsun ki, bizleri Müslüman olmakla şereflendirdi.
O, doğru yolu göstermeseydi, kim bulabilirdi?
O’nun Peygamberlerine inanırız. Hepsi doğru söylemiştir.
Allah-ü Teala’nın, insanlara Peygamberleri göndermesi en büyük nimettir.
Bu iyiliğin şükrü, hangi ağız ile yapılabilir?
Hangi kalp, onları göndermenin iyiliğini kavrayabilir?
Hangi vücut ve aza, o iyiliklere şükür olabilecek bir şey yapabilir?
O büyük insanların mübarek varlıkları olmasaydı, bu alemi Yaratan’ın varlığını, biz kısa akıllı insanlara kim gösterirdi?
Eski yunanlıların ilk filozofları o kadar zeki ve kurnaz oldukları halde, Yaratan'ın varlığını anlayamadılar. Bu kainat böyle gelmiş, böyle gider, canlılar da birbirlerinden meydana gelip ürer. Bu böylece devam eder, dediler.
Cahillik devri geçip, yeni peygamberlerin davetlerinin nurları ile alem aydınlanınca, sonra gelen yunan filozofları, o nurların ışıkları ile uyanarak, üstatlarının sözlerini ret etti. Bir Yaratan’ın bulunduğunu kitaplarına yazdılar ve bir olduğunu ispat ettiler. O halde insan aklı, o büyüklerin nurları ile aydınlanmadıkça, bunu bulamıyor. Peygamberler olmadıkça, bizim düşüncelerimiz, doğru yola yaklaşamıyor.
Ebu Mansur Maturidi (rahmetullahi aleyh) ve yetiştirdiği büyükler, acaba neden Allah-ü Teala’nın varlığını ve birliğini, aklın yalnız başına bulabileceğini söylediler?
Dağda, çölde yetişip de putlara tapanların, peygamberlerden haberi olmasa bile cehenneme gideceklerini söylediler. Akılları ile bulmaları lazım idi, dediler. Biz böyle anlamıyoruz. Bunların kendilerine, hakikat duyurulmadıkça, kafir olmayacaklarını söylüyoruz.
Bu haber (bilgi) de, peygamberler ile gönderilmektedir. Evet, Allah-ü Teala aklı, doğru yolu bulmak için yaratmış ise de, yalnız başına bulamaz. Akla, o yol haber verilmedikçe, şiddetli azap yapılmaz.
Şöyle sual edilse: Dağda yetişip, hiçbir din duymayıp puta tapan müşrikler, cehennemde sonsuz kalmazsa, cennete girmesi lazım gelir. Bu da olamaz. Çünkü müşriklere, cennet haramdır, yani yasaktır. Bunların yeri cehennemdir.
Nitekim Allah-ü Teala, Maide suresi yetmiş beşinci ayetinde, İsa a.s.’ın mealen “Allah-ü Teala’dan başkasına tapanlar, başkalarının sözlerini O’nun emirlerinden üstün tutanlar, cennete giremez. Onların konacağı yer cehennemdir.” dediğini beyan buyurdu. Ahirette cennet ile cehennemden başka yer de yoktur. “Araf”da kalanlar, bir müddet sonra cennete gideceklerdir. Sonsuz kalınacak yer, ya cennettir, ya cehennem! Bunlar hangisinde kalacaktır?
Cevap: Buna cevap vermek çok güç! Kıymetli oğlum! Biliyorsun ki, çok zaman bunu, bana sormuştun. Kalbe rahat verecek bir cevap bulunmamıştı. Bu suali, halletmek için, Muhyiddin-i Arabi’nin: “Peygamberimiz s.a.v. kıyamet günü, bunları dine davet eder. Kabul eden cennete, etmeyen cehenneme sokulur.” sözü, bu fakire iyi gelmiyor.
Çünkü ahıret mükafat yeridir, hesap yeridir. Emir yeri, iş yeri değildir ki, oraya peygamber gönderilsin! Çok zaman sonra, Allah-ü Teala merhamet ederek bu meselenin hallini ihsan eyledi. Şöyle bildirdi ki, “Bu müşrikler, ne cennette, ne cehennemde kalmayacak, ahirette dirildikten sonra hesaba çekilip, kabahatleri kadar mahşer yerinde azap çekecektir. Herkesin hakkı verildikten sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da yok edileceklerdir. Bir yerde sonsuz kalmayacaklardır.
Bu cevabımız Peygamberlerin huzurunda söylenseydi, hepsi beğenir kabul buyururdu. Her şeyin doğrusunu Allah-ü Teala bilir. Herkesin aklı, birçok dünya işlerinde bile şaşırıp yanılırken, iyiliklerine, merhametine son bulunmayan sahibimizin, peygamberleri ile haber vermeden, yalnız akılları ile bulamadıkları için kullarını sonsuz olarak ateşte yakacağını söylemek, bu fakire ağır geliyor. Böyle kimselerin sonsuz olarak cennette kalacaklarını söylemek, nasıl çok yersiz ise, sonsuz azap çekeceklerini söylemek de, öyle yersiz oluyor.
Nitekim itikadda ikinci imamımız Ebü’l-Haseni’l-Eş’ari, bunların cehenneme girmeyeceklerini söylüyorsa da bu sözünden, cennette kalacakları anlaşılıyor. Çünkü ikisinden başka yer yoktur. O halde cevabın doğrusu bize bildirilendir.
Yani mahşer günü, hesapları görüldükten sonra, yok edileceklerdir. Bu fakire göre kafirlerin çocukları da böyle olacaktır. Çünkü cennete girmek, iman iledir. Ya kendisi iman etmiş olacak veya imanlının çocuğu olduğu için yahut ana-babası birlikte mürtet (Müslüman iken dinden çıkan, kâfir olan kimse) olunca, kendisi Daru’l-İslam’da kaldığı için imanlı sayılmış olacaktır.
Daru’l-İslam’da bulunan müşriklerin çocukları ve zimmilerin (İslâm devletindeki gayr-i müslim vatandaş) çocukları da Daru’l-Harp’teki kafirlerin çocukları gibidir. Çünkü bu çocuklarda iman yoktur. Bunlar cennete giremez. Cehennemde sonsuz kalmak da tekliften sonra, inanmamanın cezasıdır.
Çocuk ise, mükellef değildir. Bunlar hayvanlar gibi, diriltilip hesapları görüldükten sonra yok edileceklerdir.
Eskiden, bir peygamberin vefatından sonra çok vakit geçip, zalimler tarafından din bozulup, unutulduğu zamanlarda yaşayıp, peygamberlerden haberi olmayan insanlar da kıyamette böyle sonradan, tekrar yok edileceklerdir.
Ey oğlum! Bu fakir çok geniş ve çok derin düşünüyorum da, Peygamberimiz s.a.v.’in haberi yetişmeyen yeryüzünde hiçbir yer kalmadığını anlıyorum. Bütün dünyanın O’nun davet nuru ile güneş gibi aydınlandığı görülüyor. Hatta duvar arkasında bulunan, Yecüc ve Mecüc’a bile ulaşmış bulunuyor.
Mektubat-ı İmam-ı Rabbani, 259. mektup