Kabirleri seviyorum ben.. Çok şey söyleyip yine de sessiz olan yerdir orası. Yanlarında hata yapsam kınamıyorlar, arkamı döndüğümde dedikodumu yapmıyorlar, bende hiç kusur aramıyorlar. Diriler kadar korkunç gelmiyorlar bana… Mesela ben dirilere bir üzüntümü söylemeye korkarken , onların yanında ise ağlayabiliyorum. Tefekkürün, tevekkülün, yaşamın adresi oralar yani kabristanlar.. En diri, en canlı, en anlamlı mekandır oralar. Mevtalar sessiz ve derince sizi tefekküre hapsediyor. Sessizlikleri ve hareketsizlikleri sizin için sadece bir ibret alma hali oluyor.
Yarınlar için bildiğim kesin gerçek, ölüm!.. Her an gelebilecek ve her canlıya gelecek olan, kimine soğukluğu, kimisine de sıcaklığı hissettiren ölüm!
”Ölüm!” ne kadar kolay sadece dört harf, iki hece. Ama ne kadar da soğuk ve gerçekce öyle değil mi? Bir gün herkesin muhakkak tadacağı, o ”ölümlü” etiketine sahip olacağı isimdir.
Ah ölüm ah!…Fanilikten ebediliğe dönüş ve ödünç alınan nimetin sahibine teslim edilişidir. Öyle ki kişinin kıblesi neresi olursa olsun yine de varacağı son durak herkesle aynıdır. Ölüm asıl olan hayata geçiş noktasıdır. Kabirler yalnızdır hem de yapayalnız. Toprağın altında sadece mevta ve amelleri kalmıştır. Terapiye ihtiyaç duyarsanız, kendinize gelmek isterseniz benim gibi oralara gidin derim. İnsana en derinden yaklaşan ve en büyük gerçekleri söyleyen yer oralardır.
Gelin şimdi oralara yelken açalım…
Bir mezarın yanına sessizce çöküyorum. Bu mezar yanındaki bir çok mezar gibi şatafatlı şekilde çevrilip mermerlenmemiş, süslenmemiş. Tahtaya yazılmış olan ölüm tarihini bile zor okuyorum. İslamın emrettiği şekilde bir mezar yapılmış. İçindeki insan da artık evi olmuş olan bu mezar gibi islamın emrettiği şekilde yaşayarak göçmüş olan bir insanmıydı elbette bilemiyorum. Ne kadar tuhaf kimi islam üzerine yaşayıp, islam hali üzerine ölürken bulunduğu ev (mezar) islama uygun değil. Kimisi de islamın emrettiği yaşam nizamından farklı yaşayıp küfür üzere ölürken evi (mezarı) islamın emrettiği şekilde. Bu uygunluk belki de maddiyat zorluğu nedeniyle zorunlu da olmuş olabilir onu da bilemiyorum. Ama sonuç itibariyle gösterişli yahut gösterişsiz de olsa girdikleri yer aynı toprağın altı.
Düşünüyorum da mezarları süslemekteki amaç nedir? Kime ve niye süslenir? Öyle yapınca bir albeni artışı mı yaşıyor? Hiç sanmıyorum… Mezar mezardır işte. Toprağın altı… İsterseniz altından, zümrütten veya yakuttan yapılsın yine de ”aaa çok güzelmiş, bir an önce girmek isterim” diyeni bulamazsınız. Hem alt iyi olmadıktan sonra üstten banane.
Alt iyi derken yanlış anlaşılmasın ben sapkın mezhep ehli gibi kabrin içerisine oda yapılsın, yatak konulsun şeklinde birşeyden bahsetmiyorum. Benim zikrettiğim şey tamamen ameller boyutu..
Şuan başında durduğum kabire bakıyorum ve elimi toprağının üzerinde gezdiriyorum. Bildiğiniz toprak işte… Pamuk gibi yumuşak değil, pütürtülüğü avuçlarımın içinde..
Şuan yerin üstündeyim ve toprak doğrudan sadece ellerime temas ediyor. Gözlerimi kapatarak aynı şekilde altında olduğumu ve kabrin bana sarıldığını ”hoş geldin” dediğini hissediyorum. Hissetmekten öte yaşıyorum sanki…
İbn Ebiddünya Muhammed et-Teymi’den rivayet ediliyor: ”Kabir daralmasının aslı şudur: Esasında kabir insanların anasıdır, insanlar topraktan yaratılmışlar ve uzun süre analarından uzak kalmışlardır. Sonunda Allah*u Teala evlatlarını kendisine döndürünce kabir bir insanın gurbete gidip dönen yavrusunu bağrına basması gibi onlara sarılmıştır. Kim Allah(svt)’a itaat ediyorsa onun kabri az daralır. Kim de Allah(svt)’a isyan içerisindeyse onun kabri çok ve sıkı daralır.” (Taberani)
Bu sarılma bana fazla gelmiş olacak ki gözlerimi hemen açmam gerektiğine karar verdim. Açtığım gibi de gözüm karşımda duran mezara dikildi. Üstüne kocaman bir şekilde ‘El-Fatiha’ yazılmış….
Beni bir tefekküre sevk etti bu yazı.. Ben fatiha okudukça mevta azaptan mı kurtulacaktı acaba diye düşünürken kendimce bu duruma bir çözüm de buldum.. Öyle ise nöbetleşe herkes kendi mevtasının başında dursa, sırasıyla fatiha okunsa, mevtada rahatlasa azap görmese daha iyi olmaz mı? Haksız mıyım?
Bu ayet yollanırken öncelik bana değil de mevtalara mı verilmişti? Peki bu ayet yollanmadan öncekilerin durumu ne oluyor? Fetrette kaldılar değil mi? Peki Peygamberin (asm) bunu hiç okumadığı sahabelerinin durumu ne oluyor?
”Fatiha” dedikçe içime bir huzur doluyor . Bu ayet bana inmiş olmalı. Bana bazı hakikatleri anlatıyor olmalı. Allah (svt) bu ayeti elbette boşuna indirmemiştir. Bu ayetin derinliklerine inmeliyim. Kendimi bu ayette kaybetmeli ve bu ayette dirilmeliyim diye düşünüyorum.
Ve her bir ayet sırayla dudağımda terennüm oluyor. Ayetler bana koşuyor sanki..
Ve ilk ayetle başlarken yolculuğuma, bu yolculukta kendimi kaybediyorum.
”Alemlerin Rabbin’e hamd olsun”(Fatiha-1)
”RAB’‘ ne kadar güzel bir sıfat. Dilimi nasılda güzelleştiriyor. Bu kadar güzel bir sıfatın sahibini düşünmeye çalışıyorum da, düşünemeyeceğimi fark ediyorum. Zihnimin belli bir yerden ötesine geçemediğini görüyorum. Güzel bir sıfatın sahibi elbette en güzel olanı olmalıydı. Yaratan yarattığından ve sahibi olduğu isimlerden en güzeli olmazmıydı hiç..?
Rab; rububiyyetin tezahürü, efendiliğin en nihai şekli..
Bu ismin ortağı olmak isteyenler ne kadarda çok var. Hasetçiler nasılda aç kurt gibi.. Ayrı Rab seçenler ve ”Rabbim Allah” dediği için dövülenler ne kadar çok var. Ayette ”Alemlerin Rablerinden birisi ya da sadece şuranın Rabbi”(haşa) demiyor. Alemlerin Rabbi diyor.. Bütün nebavatın, bütün kainatın Rabbi.. Seni Allah (svt) kabul edipte Rab kabul edemeyenlere veyl olsun..
Rablikte hiçbir ortağı olmayıpta bizi bir damla sudan yaratıp, bir surete koyan Rabbim sana sonsuzlarca hamdu senalar olsun.
Bu ayetin üzerine okunulması istenilen mevta eğer Sen’in Rabliğine ortak koştu ise acaba bu ayeti ona hatırlatmam ona serinlikten ziyade tekrar bir azap olmayacak mı? ”Bu ayeti duymadın mı” diye yüzüne çarpılmayacak mı?
Bu ayeti uğurlarken ”O Rahman ve Rahim’dir”(Fatiha-2) ayeti düşüyor dudaklarıma.. Bütün alemi kuşatan Rahman isminin yanında Rahim ismi nasıl da tek kalıyor. Nasılda müstekbirlere sırt çevirip sadece muttakilerle muhattap oluyor. Ne kadar yücesin Rahman ve Rahim olan Rabbim, ne kadar da özelsin..
Aynı kelimede geçen isimlerinin adaleti bile birbirine gıpta ettirecek şekilde.
”Din gününün maliki”(fatiha-3) olduğunu sadece dilde telaffuz edenler, şimdi adım başı beşerlerden bu ayeti mi dileniyorlar? Satılmış hocalar, dinini oyun ve eğlence edinenlerin üstüne bu ayeti mi okuyorlar? Ne kadarda acı…”Sadece sana kulluk ve ibadet eden , sadece senden yardım isteyenler”(fatiha4) nerede? Her türlü rabıtada kaybolmuşlarken Sana edilecek olan rabıtadan nasıl da gafiller.
Gözümle etrafı temaşa ediyorum da şuan nerdeyse herbir kabrin başında el açmış mırıldananlar var. Kimilerinin elinde liste mevcut belli ki isteklerini sıralıyorlar bilmem nerenin şeyhi yazan kabrin başında. Kimisi okuduğu hatmin duasını mevtasının başında bitirmeye çalışırken, kimisi ellerini açmış dua eder halde.. Ne hallere geldik… Nasılda yaşam klavuzumuz olan kuran’ın anlamını ve kendimizi öldürdük. Canlı kanlı olup, gören, işiten,yürüyen, yiyip içebilen, gülen konuşan insanlar, toprak altında sessiz ve hareketsiz duran kendini bile yerin altından çıkarmaya güç yettiremeyen, serzenişe cevap veremeyen cansız bedenlerden yardım istiyorlar. Halbuki mevtanın orada yatması ölümü, acziyeti, muhtaçlığı gösteren en açık seçik tebliğdir. Ölüden diriye olan bu mesajı fatiha da bile anlayamayanlar ”el-fatiha” diye ölüye tekrar hediye ediyorlar. Bedenen ölmüş olandan ziyade bu fatihaya ruhen ölenlerin ihtiyacı var. Hani Hasan Basri’nin meşhur sözü vardır ya: ”ölülerinizi gömdünüz fakat ibret almadınız” diye.. İşte söylenen bu durum….
”Hidayet eyle bizi doğru yola”(fatiha5) diye zikrettikleri duayı ne kadar samimiyetle söylüyorlar acaba? Pardon kendilerine değil bu ayet ölülereydi öyle değil mi?
Tamam da ölü dedikleri artık hiçbir ibadetten, yoldan, dinden mesul değilken neyin hidayetine mazhar olmak isteyebilirler. İmtihan olarak, kulluk olarak yollandıkları dünya ile amel etme hesapları kapanmamışmıydı? Sadaka-i cariye dışında neyi gözleyebilirler??
Son ayetle mutlu kimselerin yolunu düşlerken sadece Allahumme Amin diyerek gözyaşlarımı yüzümden silmeye çalışıyorum.
Bu ayete ne kadar da aç, ne kadar da muhtacız. Mevtaya; ”sen dur bu ayeti ben önce kendime okumalıyım” demek istiyorum. Ve her kabrin başına giderek ”fatiha okuyun” yazan her yazısın başına ”kendinize” ibaresini kalın harflerle ek yapmak istiyorum.
Sufyan es-Sevri der ki; ”Kim kabri çok anarsa, onu cennet bahçelerinden bir bahçe olarak bulacaktır. Kim de anmaktan gafil olursa onu ateş çukurlarından bir çukur olarak görecektir. Ben de tefekkürümüzü kabristana ve fatihaya çevirelim istedim…
Artık fatiha ile diriliyor ve olduğum yerden doğruluyorum. Ağırlaşan adımlarla kabristandan uzaklaşmaya çalışıyorum. ”Ey müslim mezaristan sakinleri size selam olsun, bana bir el-fatiha yaşamak düşüyor.” Fatihayı anlayıp yaşamak ümidiyle… BUKET KENT