Nefsani afetler ve mal-mülk sevgisi,kalpleri perdeleyen şeylerdir.
Akıl zevkleri ve ruhları melekut alemine ait arzu ve istekleri de
havassın kalplerini örten perdelerdir.
Kalbin müşahede ettiği derecelerde yükselmesi ve bu makamlarda gördüğü özel rahmetlere
ve rağbet edilecek nimetlere takılıp kalması da mahbubların / Allah tarafından özel seçilen
ve sevilen kulların kalplerinin perdelenmesidir. Çünkü onlar, nefis şehevi arzularını geçince,
sahip oldukları ilahi sevgi sayesinde akıl perdeleyen şeyler ortadan kalkıca, ruhun
arzularında takılıp kalmiş olmaktadırlar. Onlar, ruhun arzu ve isteklerini geçip kendilerinden
nur perdeleri de kalkmadıkça, Yüce Zat ile yüzyüz gelemezler. O'nun sıfatlarına bakamazlar.
Bu hali elde edince , işte o zaman bütün varlıkları geride bırakmış, onlara ait nişanları
kalpten silmiş olurlar.
Kulun kalbinden bütün makamlara ait perdeler kalkınca, ilahi ihsanlara nazar kesilince ,
müşahede gerçekleşince, gönülden makam ve derecelere ait arzu yok olunca, talip/isteyen
silinir, matub/istenen kalbe hakim olur; rağbet eden kul fena bulur/yok olur; kalpte asıl
rağbet edilen Yüce Mevla baki kalır. Işte o zaman, Yüce Allah kendilerine isme bağlanmanın
ne olduğunu gösterir. Bu , perdelerin sonu ve Allah'a yakınlığın ev velidir.
Allah'u Teala, varlıklara ait nişan ve alametlerde ne yapacaklarını görmek için kendilerini
imtihan eder. Kalpte hiçbir şeye ait bir isim ve nişan kalmayınca şu aytin hakikati ortaya çıkar :
" Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacak, ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zatı
bakı kalacaktır " ( Rahman 53/ 26-27 )
işte o durumda kul için bu makam sahih olur. Bu manada şu söz söylenmiştir:
Fanı ettiğin kulda, bekadan sonra zuhur ettin; Aştı cümle alemi, çünkü artık her şey sendin.
Bu makam, kulun, elde ettiği her şeyi bizzat Yüce Mevla'sı ile ulaştığı ve artık O'nunla hayat
bulduğu, ayakta durduğu bir makamdır. Bundan önce ise, elde ettiğini O'nun
( arada sebepleri ) var etmesiyle elde ediyor ve O'nun ( sebepleri vasıta kılarak )
tutmasıyla ayakta duruyordu.
Bayezid-i Bistami derdi ki :
" Şayet Allah sana Hz. Musa'nin (a.s.) münacaatını, Hz. Isa'nin (a.s.) ruhaniyyetini,
Hz. Ibrahim'in (a.s.) dostluğunu verse bile sen bunlardan daha ötesi iste. Çünkü
onun yanında bunlardan kat kat üstün lütuflar vardır. Eğer sen bunlarla yetinirsen
Allah bunlarala seni perdeler "
Bu onları ve onların durumdunda olanların imtihanıdır. Çünkü onlar , peygamberlerden
sonra derecelerine göre , bu imtihana tabi tutulurlar. Kul, ( Allah'tan başka ) talep edilen
hiçbir şeye bakmaz ve rağbet edilen hiçbir varlığıa takılıp kalmazsa , Allah onu mahbubları/
kendisinin seçip sevdiği kulları makamına çıkarır ; onu kendi gölgesind barındırır, ona
şefkatiyle muamele eder. Bu makmdaki kimse, gözleriyle Yüce Mevla'yi görür, O'nunla
bizzat görüşür; O'na yönelir ; O'ndan hiç kopmaz ; O'nun yakınlığına koşar ; O'ndan hiç
uzak kalmaz. Artık sadece O'nu müşahede eder ; arada başka hiçbir yüz görmez ;
( nimet ve ihsanda ) O'nun elinden başkasını görmez. O'nun Kayyumiyetine= her şey
ayakta tutmasına bizzat şahit olur. Işte bu, Hakka taip olan ariflerin ulaşmayı arzuladıkları
en son makamdır.
Allah dostu ariflerden birisi demiştir ki :
" Bana keşif yoluyla kırk huri gösterildi. Onlar havada koşuşuyorlardı. Üzerlerinde altından,
gümüşten ve mücevherden yapılmış çok güzel elbiseler vardı. Üzerlerindeki elbiseler onların
hareketleri ile ses veriyor, değişik şekiller alıyordu. Onlara, hayranlıkla şöyle bir nazar ettim;
bundan dolayı tam kırk gün cezalandırıldm. Daha sonra bana onlardan çok daha güzel,
seksen huri gösterildi. Bana : " Onlara bak ! " denildi ; ancak ben onlara bakmamak için
secdeye kapandım ve secdede gözlerimi yumarak : " Ya Rabbi, Senden başkasından sana
sığınırım, benim bunlara ihtiyacım yoktur " diye yalvardım. Bu şekılde yalvarmaya devam
ettim; nihayet onlar benden uzaklaştırıldı.
Allah'in bunun gibi kulları her zaman ve her asırda, her yerde çokça mevcuttur.
Onlar, Allah'in arzına dağılır, şehirlerine yayılırlar. Kulları arasında O'nun örtüsü
altında gizlenir, kendilerini saklarlar. Akıllar, bu alanda zayıf olduğu için onların sıfatlarını
anlayamaz ve onların gerçek halleri kalplerde tespit edilemez. Çünkü onların en basit
özellikleri , bütün hareket ve duruşlarında ihlas üzere amel etmeleridir.
Bize göre en büyük özellik ve güzellik budur.
( Ebu Talib El- Mekki )