Kapanan ictihad kapısı
Fıkhî görüş ayrılıkları, fıkıh ekollerini doğurdu. Daha sonra bunların gelişmesiyle fıkhî mezhepler kurulmuş oldu. Burada işaret etmemiz gereken husus şudur: Bu ihtilaflar dînin özüne ait olmayıp bazı nass'lar hakkındaki anlayış farklarından ve külli hükümleri cüz'i meselelere tatbikten ibarettir. İhtilâfa düşenlerin hepsi, Kur'ân ve Sünnet nass'larına hürmet etmekte beraberdirler. Hattâ onlar, İslâm'a o derecede bağlı idiler ki, ekserisi sahabilerin sözlerine dahi muhalefete müsamaha etmiyordu. Çünkü sahabîler, vahy'in gelişini ve Peygamber'in onu nasıl tatbik ettiğini gözleriyle görmüşler ve İlimlerini bizzat Peygamber (S.A.)'den alarak, kendilerinden sonrakilere aynen nakletmişlerdir. Münakaşaya son verecek kat'î bir delil bulunmayan fer'î meseleler üzerinde meydana gelen ihtilâflar, ağacın dalları mesabesinde olup Şeriatın köküne dokunmamaktadır.İslâm büyükleri, geçmişte ve hali hazırda hiçbir zaman kendi sözlerinin din olduğunu, kayıtsız şartsız bunlara uyulması gerektiğini söylememiştir. Hattâ onlar, müslümanları, hakka götüren delili araştırmaya davet etmişlerdir. Meselâ, Büyük İmam Ebu Hanife, «Bu bizim ulaştığımız en iyi neticedir. Kim bundan hayırlısını bulursa ona uysun” demiştir. Bazı fakihler ona, «Senin bu ulaştığın netice şüphe götürmez bir hakikat mıdır?» diye sormuşlar, o büyük ihlâs ve tevazu sahibi İmam da şu cevabı vermiştir: «Bilmiyorum, belki de ulaştığım netice şüphe götürmez bir bâtıldır.»İmam Şafiî, kıyasa dayanan görüşlerine aykırı bir hadis bulurlarsa talebelerinin kendisine muhalefet etmelerini teşvik ederdi. O, bu hususta şöyle söylerdi: «Sahih bir hadis bulunursa benim mezhebim odur.» O, bütün İmam gücü ile.şöyle haykırmıştır: «Peygamber'in hadîsine muhalefet edersem hangi yer beni taşır, hangi gök beni gölgelendirir?»İmam Mâlik de aynı düşüncelere sahipti. O, talebelerini kendisinin fetvalarını yazmaktan menederdi. Nitekim Ebu Hanîfe de aynı şeyi yapmıştır. Talebesi Ebu Yusuf un kendisinin sözlerini yazdığını görünce ona şöyle demiştir: «Ey Yakub, vay haline! Benim sözlerimi mi yazıyorsun? Ben bugüne göre düşünüyorum. Belki yarın başka türlü düşünürüm. Belki yarından sonra da bir başka türlü düşünebilirim.»Ahmed b. Hanbel, her insanın ictihad yapabileceğini kabul ederdi. Dolayısiyle Hanbelî mezhebinde ictihad kapısı hiç kapanmamıştır. Bazı Hanefî ve Şafiî mezhebine mensup fakihler, son zamanlarda ictihad kapısını kapadığı halde, Hanbeliler, böyle bir şeye teşebbüs etmemişlerdir.Mezheplerarası ihtilâf; zekâları açmış, yorulma bilmez ve sürekli gayretlerle İslam İlimlerinin gelişmesini sağlamıştır. Bu gayretler öyle'zengin fıkhî bir miras bırakmıştır ki, insanlık âleminin en büyük serveti budur, dersek mübalâğa etmiş olmayız. Hattâ onun, eğer iyi bir karşılaştırma yapılırsa, Avrupalıların en büyük hukukî çalışma mahsûlü olarak gördükleri Roma hukukundan kat kat üstün olduğu ortaya çıkar.Müctehid İmamlardan sonra fıkhı çalışmalar, onların talebeleri tarafından aynı metodlarla yürütülmüştür. Daha sonra, sadece önceki İmamların görüşleri incelenmekle yetinilmiştir. Böylece fıkhi düşüncenin yerine öncekilere uyma fikri hâkim olmuştur. Ne yazık ki, hicri dördüncü asırdan sonra yavaş yavaş başlamış olan taklitçilik, sonraki yüzyıllarda büsbütün İslâm dünyasını kaplamıştır.Taklide sürükleyen sebepleri şöyle özetleyebiliriz:1— Talebeler hocalarına uymuşlar, bunlardan sonra gelenler de daha öncekilere uymuşlar ve bu nesilden nesile sürüp gitmiştir. Gelen her yeni nesil, kendinden önceki nesli daha çok takdir etmiş ve ona uymayı vazife bilmiştir.2 — Kaza (yargılama), kendine göre bir metod ve olayları bir disiplin içerisinde halletmek istemektedir.Sahabiler.Tâbiile r, ve Teba-î Tabiin devrinde kaza (yargılama) belli kayıtlara tâbi değildi. Çünkü, bu devirlerde dinî duygu ve takva herşeyin üstündeydi. Bu devirlerde kazayı bir disipline sokmak fikri ortaya çıkmış ise de gerçekleşememiştir. Abbasi Halifesi el-Mehdî ve Harun er-Reşid devirlerinde kaza işleri Hanefî fıkhına göre yürütülmeğe başlanmıştır. Bundan sonra Hanefî mezhebi, İslâm devletinin uzun asırlar boyu resmî mezhebi olmuştur. Endülüs (İspanya) ve Kuzey Afrika'da Mâlikî mezhebi, bir müddet Şam'da Şafiî mezhebi aynı yeri işgal etmiştir.3 — Hicriilk üç asırda meydana gelen fıkhı servet, birçok meselelerin çözümünü sağlamıştır.4 — Hicrî üçüncü asırdan sonra mezhep taassubu hâkim olmuş ve mezhebler arasında sert çekişmeler alevlenmiştir, özellikle aynı ülkelerde bulunan mezhebler arasındaki çekişme (cedel) ler, pek şiddetlenmiştir. Buna misal olarak Hanefî ve Şafii mezheblerini verebiliriz.İşte bu gibi sebeplerden îslâm bilginleri, sadece eskilerin sözlerine başvurmakla yetinmişlerdir. Daha' sonraki asırlarda ictihad kapısı kapanmış ve koyu bir taklit çağı, başlamıştır. Bütün mezhepler, ictihad kapısının kapanması fikrini aynı şekilde karşüamamış-lardır. Bu fikir, Hanefî ve Şafiî mezheblerinde büyük bir kabule mazhar olmuş, Mâliki mezhebinde daha az revaç bulmuş, Hanbelî mezhebinde ise reddedilmiştir. Yukarıda da söylediğimiz gibi Han-belîler, yeni olayların hükümlerini ortaya koymak için her asırda bir müctehidin bulunması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.Zeydiyye ve îmamiyye mezhebleri ile Haricîler, kendi bilginlerinin ictihad etmelerini zorunlu görmüşlerdir. Zahirîler de daha ileri giderek, her müslümanın takati nispetinde ictihad yapması gerektiğini söylemişlerdir. Onlara göre nıüslümanlar, hiç olmazsa fetva verenlerin kim olduklarını ve onların verdiği fetvaların nelere dayandığını bilmelidirler.Zahirîlerin dışında içtihadın zarurî olduğunu söyleyenler, bunun âlimlere mahsus bulunduğunu ve halkın fetva sorduğu kimseleri taklid edebileceğini ileri sürmüşlerdir.Çağımızda zihinler ictihad kapısının yeniden açılmasına yönelmiştir, Mevkii ne olursa olsun hiçbir fakih, ictihad kapısını kapatma yetkisine sahip değildir. Çünkü insan aklı, hiçbir zaman düşünmekten men edilemez. Öte yandan yeni olayların, mevcut hayat şartları altında bir hükme bağlanması gerekir.Elbette ictihad kapısının kapatılması kötü bir şeydir. Fakat, ictihad için gerekli ehliyete sahip olmayanların ictihad yapmaları İslâmiyete daha çok zarar getirir. Bunun içindir ki müctehid'de bulunması gereken ehliyeti ve ictihad şartlarını belirtmek mecburiyetindeyiz. Müctehid olacak kimse, önce İslâm dîninin genel amaçlarını iyice kavramalıdır
.Muhammed ebu zehra