Kur’ân-ı Kerîm Bütün İlimlerin Kaynağıdır
Asr-ı Saadetten bu ana kadar bin dörtyüz küsur sene geçmiş olduğu halde Kur’ân’ın değil bir âyet-i kerîmesi, bir kelimesi ve hatta bir harfi bile tebdil olunmamıştır. Kıyamete kadar da ilânihaye böyle devam edecektir.
Allah’ın fermanlarının bir kısmı sahifeler halindedir. Bunlara Suhuf denir. Suhuf yüz sahifedir. Vahiy yoluyla Cebrail aleyhisselâtü vesselâm vasıtasıyla peygamberlere gönderilmiştir. Taksimi şöyledir:
10 sahife Hazret-i Âdem Peygamber aleyhisselâtü vesselâm’a
50 sahife Hazret-i Şit Peygamber aleyhisselâtü vesselâm’a
30 sahife Hazret-i İdris Peygamber aleyhisselâtü vesselâm’a
10 sahife Hazret-i İbrahim Peygamber aleyhisselâtü vesselâm’a verilmiştir.
Muhtelif kitaplarda rivayet olunur ki Cebrail aleyhisselâtü vesselâm yirmidört bin defa Peygamber Efendimiz aleyhisselâtü vesselâm’a, oniki bin defa Adem aleyhisselâtü vesselâm’a, dört bin defa İdris aleyhisselâtü vesselâm’a, elli bin defa Nuh aleyhisselâtü vesselâm’a, kırkikibin defa İbrahim aleyhisselâtü vesselâm’a, on bin defa İsa aleyhisselâtü vesselâm ‘a gelmiştir.
Hakk’ın iradelerinin bir kısmı da kitap hâlindedir bunlara da Kütüb denir. Taksimi şöyledir :
Tevrat, Hazret-i Musa aleyhisselâtü vesselâm’a
Zebur, Hazret-i Davud aleyhisselâtü vesselâm’a
İncil, Hazret-i İsa aleyhisselâtü vesselâm’a
Kur’ân, Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm Efendimiz’e inzal buyurulmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm bu kitapların cümlesinden âli ve ledünnîdir. Ecmel (en güzel) ve ekmel (en kâmil) bir kitaptır. İlâhî ahkâm ile doludur.
Kur’ân-ı Kerîm’in kat’i olan hükümleri ve emirlerine Âhkâm-ı Kur’âniyye denir.
Akaid, ibadet ve ahlâk, muâmelat ve ûkubâta ait hükümler koyar.
Kur’ân-ı Kerîm’e, Kur’an isminin verilişi, ilâhî kitaplar arasında, kitapların ve bütün ilimlerin semerelerini kendisinde toplamış olduğu içindir.
Nitekim, şânı yüce Allah, buna aşağıdaki âyetiyle işaret buyurmuştur:
وَيَوْمَ نَبْعَثُ فى كُلِّ اُمَّةٍ شَهيدًا عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَهيدًا عَلى هؤُلَاءِ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَىْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرى لِلْمُسْلِمينَ
“O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu Kitab'ı da sana, her şey için bir beyân, hidâyet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl 89)
Kur’ân-ı Kerîm, hakikat ehline göre bütün hakikatleri kendisinde toplayan ledünn ilminin de icmâlidir.
Kur’ân yirmi üç yılda parça parça indirilmiştir. On üç yıl kadar süren Mekke döneminde inen âyet ve sûreler, Allah'ın birliğine, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve âhiret gününe iman gibi daha çok iman ve ahlâk ile ilgili konuları kapsar. Hazret-i Âdem aleyhisselâtü vesselâm'dan beri gelen tevhid inancı işlenir. Allah'a ortak koşma ile mücadele edilir ve geçmiş milletlerden ibretli kıssalar anlatılır.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm'in Hazret-i Âdem'den sonra peygamber olan Hazret-i Nuh'tan itibaren devam eden vahiy zincirinin devamı olduğunu da açıklar.
Allahü Teâlâ şöyle buyurur:
اِنَّا اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ كَمَا اَوْحَيْنَا اِلى نُوحٍ وَالنَّبِيّنَ مِنْ بَعْدِه وَاَوْحَيْنَا اِلى اِبْرهيمَ وَاِسْمعيلَ وَاِسْحقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَعيسى وَاَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهرُونَ وَسُلَيْمنَ وَاتَيْنَا دَاوُدَ زَبُورًا
"Şüphesiz biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yunus'a, Hârun'a ve Süleyman'a vahyettik. Dâvud'a da Zebûr'u verdik." (Nisa: 163)
Medine'de inen âyet ve sûrelerde ise daha çok hukuk kuralları yer almıştır. Bu âyetlerde, aile ve devletin tanzimi, insanların birbiriyle veya devletle olan ilişkileri, akitler, sulh ve savaş hâlleri açıklanır. Çünkü M. 622 tarihinden itibaren artık Medine'de bu hükümleri uygulamak için yeterli güce sahip bir İslâm Devleti teşekkül etmiş bulunuyordu. Bu devletin başında Allah'ın Resûlü Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm bulunuyordu.
Hazret-i Ali der ki “Resûlullah aleyhisselâtü vesselâm’dan şöyle işittim:
“Haberiniz olsun ki birtakım fitneler zuhur edecektir.” buyurdu.
“Ya Resûlallah! O fitnelerden kurtuluş nedir? diye sordum.
“Kitâbullahtır! Çünkü sizden öncekilerin haberleri de, sizden sonrakilerin haberleri de aranızdakilerin hükmü de ondadır. O, hak ile bâtılı ayıran kesin bir hükümdür. Onu, zorbalıkla bıraktıran kimsenin Allah boynunu kırar. Hidâyeti, istikameti ondan başkasında arayanı dalâlete düşürür. O, Allah’ın en sağlam habl-i metinidir. O, hikmetle dolu Kur’ân’dır. O, sırat-ı mustakîmdir. O, boş arzuların haktan saptıramayacağı, dillerin karıştırıp belirsiz edemeyeceği, alimlerin doyamayacağı, çok tekrarlanmasından bıkılmayan, akılları hayrette bırakan, meziyetleri bitip tükenmeyen bir kitab-ı rahmanîdir. O, öyle bir kitaptır ki cinlerden bir zümre onu dinledikleri zaman ‘Biz, gerçek hayranlık veren bir Kur’ân dinledik ki O, hakka ve hidâyete götürüyor. Bundan dolayı biz de ona inandık...’ demişlerdir. Ona dayanarak konuşan, doğrulanır. Onunla amel eden, ecre erer. Onunla hükmeden, âdil olur. Ona dâvet eden, hidâyete ve hidâyet yoluna dâvet etmiş olur buyurdu.”[1]
Kur’ân-ı Kerîm 114 sûredir. 86 Sûre Mekke’de nâzil olmuştur. 28 sûre Medine’de nâzil olmuştur. Bu sûrelerdeki âyetlerin sayısı da Abdullah bin Abbas’a göre 6666’dır.
Kur’ân-ı Kerîm Üzerine İlmî Çalışmalar
Ashâb-ı Kiram’dan sonra kendilerine ilimde Tabiîn bilginleri vâris olmuşlardır.
Tebe-i Tabiîn’den yetişen alimler, Kur’ân-ı Kerîm’in taşıdığı ilim ve fenleri çeşitlerine göre ayırıp her biri, bunlardan bir ilim ve fenle meşgul oldular.
Müfessirler, Kur’ân-ı Kerîm’in kelimeleri üzerinde durdular. Bazı kelimelerin bir mânâya geldiğini, bazı kelimelerin iki ve hattâ daha çok mânâlara geldiğini gördüler. Bir mânâya gelen kelimeleri ona göre tefsir ettiler. Böyle kelimelerin mânâsındaki gizli ve müphem noktaları açıkladılar. İki ve daha çok mânâya gelebilen kelimeleri okuyup üzerinde enine boyuna düşünerek en muhtemel mânâyı tercih ettiler.
Usulcüler, Kur’ân-ı Kerîm’deki aklî, aslî ve nazarî deliller üzerinde durdular. Meselâ, şânı yüce Allâh’ın:
لَوْ كَانَ فيهِمَا الِهَةٌ اِلَّا اللّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
“Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki arşın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.” (Enbiyâ: 22)
âyetinden ve daha başka bir çok âyetlerden, Allah’ın birliğini, varlığını, ezelî ve ebediliğini, kudret ve ilminin sonsuzluğunu belirten ve O’nu, şânına lâyık olmayan sıfatlardan tenzih eden deliller çıkarıp buna Usûl-i Din ilmi adını verdiler.
Bir kısım alimler de Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetlerin mânâlarını düşünüp bazısının şümullü olduğunun ve bazısının da hususa hitap ettiğinin farkına vararak lügatlerden hakikat ve mecaz gibi hükümler çıkardılar. Tahsis, İhbar, Nass, Zâhir, Mücmel, Muhkem, Müteşâbih, Emir, Nehiy, Nesh, Kıyasın çeşitleri, İstishab-ı hâl ve İstikrâ üzerinde durdular. Bu ilme Usûl-i Fıkıh adını verdiler.
Bazı alimler de Kur’ân’da olan helâl, haram ve sair ahkâm üzerinde doğru düşünme ve sağlam görüşü pekiştirip bunun usûlünü ve fürûunu belirlediler, bunların hepsi üzerinde gereği gibi durdular. Buna da Fürû ilmi, Fıkıh ilmi diye ad verdiler.
Ulemadan bir cemaat, Kur’ân-ı Kerîm’in lügatlarını tespit ve kelimelerini kaydetmeğe, Kur’an harflerinin mahreçlerini, adetlerini öğrenmeğe, Kur’an’ın kelimelerini, âyetlerini, sûrelerini, hizblerini, secdelerini sayıp her on âyetin sonuna alâmet ve işaretler koymaya özendiler. Bunlardan başka müteşâbih kelimeleri ve birbirine mümasil âyetleri, bunların mânâları ve taşıdıkları incelikler üzerinde durmaksızın saymakla iktifa ettiler. Bu âlimlere de Kurrâ ismi verildi.
Bir kısım ulema, Kur’ân-ı Kerîm’deki isimler ve fiiller, âmil harfler vesaire üzerinde durdular. İsimler ve tâbileri, fiillerin çeşitleri, lazım ve müteaddîleri, kelimelerin resm-i hattı, bütün bunlara ait incelikler, nükteler, i’rab müşkilleri ve hatta her kelimenin müşkili ile uğraştılar. Bunlara Nahiv Erbabı denildi.
Yine bir kısım ulemâ da, Kur’ân’da anılan geçmiş asırlara ait kıssalara ve geçmiş milletlere bakıp onların her birinin haberlerini naklederek eserlerini ve vak’alarını tedvin ettiler. Bunlara da Tarih ve Kıssa Uleması adı verildi.
Kur’ân, Hazret-i Nuh, Lut, İbrahim aleyhisselam gibi peygamberleri, Ad ve Semûd kavimlerine ait haberleri anlatır. Hazret-i Musa ve Fir'avn arasında geçen olayları, Hazret-i Meryem'i, Hazret-i İsa’yı ve doğumunu haber verir; Süleyman aleyhisselam, Davud aleyhisselam gibi hükümdar peygamberlerin Zülkarneyn gibi hükümdarların, Yecüc ve Me’cüc gibi fasit kavimlerin kıssalarını beyân eder. Diğer semavi dinlerin kutsal kitaplarındaki tahrif edilmemiş bilgiler de Kur’ân’ı teyit etmektedir. Bütün bunlar ümmi, okuma ve yazma bilmeyen bir peygamber olan Hazret-i Muhammed'in diliyle haber verilmektedir. Bu bilgiler Kur’ân’ın ve Resûlullah’ın hak olduğuna delildir.