6 sonuçtan 1 ile 6 arası

Konu: Aşk ve Takvâ

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Aşk ve Takvâ

    Aşk ile taçlanan kişi, en büyük lutfu kazanan kimsedir. Âşıkın yüce aşk ile
    kazandıkları hem dünya hayatında, hem de âhiret hayatında, Allah’ın çok çeşit nimetleriyle
    fazlasıyla nimetlenir. En yüksek mânevî rütbe ve dereceler aşk ile elde edilir. Ma’rifetin
    yansımasında aşkın görünmez ışıltıları vardır. Her kim aşkın engin deryasına dalıp, o
    nimetlerin tadına varırsa, bunun neticesinde âriflik sıfatını kazanmış demektir.
    Bu aynı zamanda Allah’a duyulan muhabbettin ziyadeleşmesiyle oluşan bir
    hakîkattır. Sûfî, Allah dışındaki her nesneye duyduğu ilgiyi bırakmalı, kalbi ve beyni sürekli
    Yaratıcı’sıyla olmalıdır. İyi bir ürün alabilmek için nasıl tarla zararlı otlardan ayıklanıyorsa,
    sûfî de aynı şekilde benliğini her türlü kötü duygulardan arındırmalıdır. Gazâlî insanın
    düşünce dünyası, tefekkür merkezi konumundaki kalbini bir kaba benzetmektedir. Eğer kabı
    tam su ile doldurursanız, ona su koyamazsınız, yâni eğer sevginizi kötü ilgilerden arındırıp
    İlâhî sevgiyi yerleştirirseniz, Allah sevgisi kulun benliğinden artar1919

    Kuddûsî’ye göre, aşkla elde edilen ma’rifet bilgi olmadıkça kişinin hanif olması,
    yâni Allah’ı gereği gibi birlemesi mümkün değildir.
    Gazâlî’de, bilginin/ma’rifetin sevgiden daha önde olduğunu belirtir. Bu bilgi
    temeldir, çünkü, o olmadan sevgi olmayabilir. Hem güçlü bir bilgi, hem de güçlü bir sevgi
    gerekir. Gazâlî’ye göre, sevgi sadece bir duygu değil, oldukça yüksek bir kavrayış formudur.
    Hem duygu, hem de anlayış tekdir. Sûfî Rabbinin kendisine vermiş olduğu sevgiyle O’nu
    tanır, O’nu tanımasıyla mâsîvadan vazgeçer1920. Buda sûfî düşüncesinde sevgi ile kendini
    bilme arasındaki ilişkinin ne derece yakın olduğunu göstermektedir. Gazâlî’de eğer kişi, her
    şeyi Allah’ın sevgisine bağlamayıp ve bunu bu şekilde idrak edip inanmıyorsa aptalca bir
    durum içindedir1921


    Tâcı ‘ışkı her kimin başına geydirdi latıf
    Belki cümle hâlk içinde oldu muhtar-u şerif

    Dû cihânda anı sultân eyledi bi-şek Hudâ
    Şol kişi kim ola gönlü aşk ile herdem elif.1922

    Kurtuluş (hem dünya hem âhirette) ancak ve ancak aşk ile gerçekleşir. Yoksa ham
    zâhidler gibi sürekli oruç tutarak, hac yaparak ve bunlarla gururlanmak değildir. Aşk veya
    sevgi, gerçekte bir duygu olarak anlaşılmadıkça, onun ontolojik özelliği de abidler, zâhidler
    ve aşktan nasiplenmemişler tarafından yanlış anlaşılacaktır. Eğer aşk kendi ontolojik doğası
    içerisinde değerlendirilirse, diğer varlıkla olan ilişkisi daha da anlaşılır olacak ve belki de bu
    zümrelerde aşkın potasına girip, varoluş gayelerini hakîki anlamıyla algılayabileceklerdir.
    Hayat bir varlık olarak kabul edilecekse; aşk da hayatın eylemde bulunan gücüdür.
    Bu aşkın ontolojik doğası olarak tanımlanır. Bu ifadeler, her şeyi harekete geçiren aşk
    olmaksızın, gerçek varlığın olamayacağını açığa çıkarmaktadır. Bireyin aşk tecrübesinde,
    hayatın bizzat kendisi ortaya çıkar.1923






    1852 Kuddûsî, Dîvân, s.50.
    1853 Eric Fromm, The Art of Love, s. 41.
    1854 Pitirim Sorakin-Robert C. Hanson, The Power of Creative Love in Montague, Ashley (ed.) The Meaning of
    Love, Julian Pres 1953, s. 155.
    1855 Gerald Jampolsky, Love is Letting God of Fear, N.Y., Bantom 1981, s. 13.
    1856 ‘Ârâf, 7/39.

    1857 Bk. Atilla Yargıcı, Kur’ânın Önerdiği İdeal İnsan Modelinin Oluşmasında Sevginin Rolü, (Basılmamış

    Doktora Tezi), Ankara 2002, ss. 109-110.
    1858 İbn Manzûr, Lisanü’l-‘Arab, IV, 401-402; Asım Efendi, Kâmûs, IV, 1221-1222.
    1859 Tehânevî, Keşşâf, II, 1527.
    1860 el-Isfahânî, Müfredât, s. 166.
    1861 Kuddûsî, Dîvân, s. 57.
    1862 Âl-i ‘İmrân, 3/102.

    1863 Âl-i ‘İmrân, 3/76.

    1864 Bk. Nahl, 16/128.
    1865 Buharî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkat, 107; İbn Mâce, Fiten, 14.
    1866 Bk. Müslim, Zühd, 11.
    1867 Bk. Tirmizî, Kıyâme, 25.
    1868 Ebû Davûd, Fiten,1.
    1869 Hucurât, 49/7.
    1870 Afifî, The Mystical Philosophy, s. 171.

    1871 Kuddûsî, Dîvân, s. 121.
    1872 Kuddûsî, Dîvân, s. 51.
    1873 Kuddûsî, Dîvân, s. 53.
    1874 Aynı eser, s. 55.

    1875 Derin, a.g.e., s. 8.
    1876 Kuddûsî, Dîvân, s. 55.
    1877 Kuddûsî, Dîvân, s. 56.

    1878 A.e, s.56.
    1879 Kuddûsî, Dîvân, s. 194.
    1880 Sülemî, Risâleler, s. 31.
    1881 Bakara, 2/22.
    1882 Âl-i İmrân, 3/159.

    1883 Âl-i İmrân, 3/146.

    1884 Bakara, 2/195.
    1885 Saf, 61/4.
    1886 Kuddûsî, Dîvân, s. 63.
    1887 Aynı eser, s. 65.

    1888 Kuddûsî, Dîvân, s. 122.
    1889 Aynı eser, s. 65.

    1890 Serrâc, age., s. 56; Kelâbâzî, age., s. 161.
    1891 Bk. Stevev Nadler, “Nicolas Malebranche”, The Cambridge Dictionary of Phılosophy, ( ed. Robert Audi),
    Cambridge Universty Pres, New York 1995, ss. 459-460.
    1892 Eric Blondel, Aşk, Çev: Esra Özdoğan, 3. Baskı, YKY, İstanbul 2004, s.64.

    1893 Kuddûsî, Dîvân, s. 67.
    1894 Aynı eser, s. 68.
    1895 Nietzsche, Ecce Homo, Kişi Nasıl Kendisi Olur, Çev: Can Alkor, YKY, İstanbul 1998, s.42.

    1896 Nietzsche, Deccal, (çev: Hüseyin Kahraman), Yönelim Yayıncılık, Ankara, 1992, s.23, 44.

    1897 Kuddûsî, Dîvân, s. 69.
    1898 Kelâbâzî, age., s. 169.
    1899 Hacc, 22/64.
    1900 Serrâc, age., s. 335.
    1901 Sülemî, Risâleler, ss. 28-29.
    1902 Kuddûsî, Dîvân, s. 12.
    1903 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, VII, 643.
    1904 Atar, Tezkire, s. 396.
    1905 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 267.
    1906 Kuddûsî, Dîvân, s. 79.
    1907 Kuddûsî, Dîvân, s. 81.
    1908 Bkz. Arasteh, A. Rezâ, Aşkta ve Yaratılışta Yeniden Doğuş, Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin Kişilik
    Çözümlemesi,
    çev: Bekir Demirkol-İbrahim Özdemir, (Kitâbiyât), Ankara 2000.

    1909 Kuddûsî, Dîvân, ss. 83–84.
    1910 Nicholson, Reynold A., The Mysticsm of İslâm, (Schocken Boks), I. Edetion, New York 1975, p. 92.
    1911 Kuşeyrî, a.g.e., s. 333.
    1912 Bkz. İbni Sina, Risâle fi’l-Işk, et-Tefsîru’l-Kur’ânî ve Lugatü’s-Sûfîyye fi Felsefeti’bni Sînâ, tahk: Hasan Asî,
    Beyrut, 1983, ss.243–269.
    1913 Kuddûsî, Dîvân, s. 84.
    1914 Kuddûsî, Dîvân, s. 85.
    1915 Gazâlî, İhyâ, IV, 331.
    1916 İbnü’l-Arabî, Kitâbü’l-Hucub ( Mecmû’ur-Resâil), s. 48.
    1917 Aynı eser, s. 49.

    1918 Kuddûsî, Dîvân, s. 204.
    1919 Gazâlî, İhyâ, IV, s.334.
    1920 Gazâlî, Kimyayı Saadet, 106.
    1921 Gazâlî, Cevâhir’ül-Kur’an, Darü’l-Afâk el-Cihad, Beyrut, 1979, s.50.
    1922 Kuddûsî, Dîvân, s. 4.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Aşk ve Takvâ

    Kuddûsî, Allah’a kavuşmayı, İlâhî aşka tutulmuş bir sûfî için ilke kabul ederken,
    dünya ve âhiret arzusunu sûfî için düşünülmeyecek, kalbden geçirilmeyecek bir istek şeklinde
    tasavvur etmektedir. Bunun yanında Gazâlî gibi sûfîler, diğer dünyayı âşık ve Ma’şûkun
    kavuşma yeri olarak kabul ederler. Onlar bu dünyayı da aşk için bir cezaevi, bir kafes olarak
    görmüşlerdir1911.
    İslâm düşünürü İbni Sina (ö.1037) “el-Risale fi el-Işk1912” adlı eserinde çeşitli
    seviyelerde aşkı tartışmıştır. Ona göre aşkın hakikati, güzel olan ve kendisine uygun olanı
    güzel bulup arzulamaktır. En mükemmel ve en sağlam sevgi Hakk’ın kendi zâtına olan
    sevgisidir. Allah’ın sıfatları kendi aralarında zât ile ve zât içinde ayrı olmadıklarından aşk,
    zât-ı İlâhî’nin ve varlığının ta kendisidir. İbni Sina insanda bulunan her nefse karşılık bir tutku
    ve aşkın olduğuna inanır. Bu nefsler, cansız varlıklar, nebâtat, hayvan ve insan ruhlarıdır. İbni
    Sina hem yasak olan cinsi ilişkiye dayalı sevgiyi, hem de kabul edilen Mutlak güzelliğe
    götüren aşkı kabih/ çirkin kabul eder.

    Eğer iki cihânda der isen olsun yüzüm ağ
    Sızır ışk âteşiyle yüreğinde kalması yağ

    Gönül mür’atını tesvîd eden yağ ile kandır
    Mücellâ eyle gönlünü edûp anları ferağ

    Bu ışkın mübtelâsı istemez ağyâr-ı Yâr’i
    Anın çün oldu mecnûnun nice dem meskeni dağ1913.

    Kuddûsî, sûfînin iki dünyada da mutlu olması ve her iki dünyada da yüzünün ak
    olması için, gönlünde yağ gibi birikmiş olan bu iki sevgiden de hemen vazgeçmek gerekir. Bu
    uzaklaşma da ancak aşk ile gerçekleşir. Gönlün yönü olan görüntü tarafını buğulaştıran
    görünmez hâle getiren yağ ve kandır, yâni mâsîvadır. Sûfî aşk ile gönlünü cilâlayacaktır ki,
    görüntüyü engelleyen maddeyi ortadan yok edebilsin. Bu sevgiyle yüklenenler Mâ’şuktan
    başkasına önem vermezler. Bundan dolayıdır ki, Mecnûn’un her zaman huzur bulduğu yerler,
    çöller ve dağlar (tenhâlar) olmuştur. Bu aşkın da oluşması için sûfî’nin sürekli kendini
    engelleyici unsurlardan arındırıp Allah’ı zikr, tefekkür ve tevhîd ile meşgul olması gerekir.

    Her kime ‘ışk hemdem olduysa çürüklü aldu sağ
    Hem anın rûzi cezâda oliserdir yüzü ak

    Gönlünü Mâ’şuka veren gayriye meyl eylemez
    Mâl-i dünya mülki cennet ona olmaz bendur

    Kimse nâil olmadı bu ışka sorun hac ile bağ
    Zikri Hakk’a ol müdâvim mâsivadan et ferağ1914.

    Kuddûsî’ye göre, aşk ile birleşen sûfî, can çekişmekten, yok olmaktan kurtulup diri
    olur. İşte o zaman sûfî’nin meskeni leş kargalarının üşüştüğü yer olmaktan çıkıp gülistan hale
    gelir. Aşk ile olan sûfîyi ancak, dünya serveti ve cennet nimetleri yolundan alıkoyar. Fakat
    âşık, bu tür masîvaya itibar etmeyendir. Onun gönül dünyasında nurdan lambalar yanar. Bu
    aydınlanma da ancak çok ibâdetle, çokça namaz kılıp, oruç tutmakla değil, devamlı Allah’ı
    anmakla gerçekleşir.
    Aynı zamanda bu aydınlanma, sûfîler için ma’rifet mutluluğun kaynağına
    kavuşmaktır. Onun için Allah sevgisi, Allah’ı bilmek/ma’rifet ile orantılıdır. Bu konuda sûfîlerin
    örnek/model olarak kabul ettikleri Râbia, Allah sevgisi/âşkı konusunda en mükemmel
    modeldir1915. Fakat bunun yanında Hâllac’ın ezoterik bir âlemden gelen aşk sözleri sûfîlerce pek
    hoş karşılanmamış, onların ağızlarından çıkan sözler vefasızlık olarak kabul edilmiştir. Bazı
    sûfîler muhabbetin (aşk) saklanmasını bir hicâp olarak görmüşlerdir. Çünkü muhabbet ahvâlinin
    saklanabilmesi, onun kulun üzerindeki otoritesinin kuvvetli olmadığının göstergesidir. Hâlbuki
    gerçek aşkın insan üzerindeki otoritesi diğer bütün otoriterlerden daha kuvvetli olduğu için ve
    muhabbetin lisanı kuru bir sözden ibaret olmayıp hâl lisanı olduğu için onun gizlenmesi mümkün
    değildir.1916 Onun için aşk hâlini gizleyen akıl ve nazar sahibidir, bazı konuları düşünüp
    tartıyordur. Bu ise aşk konusunda bir noksanlıktır. Zîrâ sûfîlere göre aklın çekip çevirdiği aşkta
    bir hayır yoktur.1917

    Medârisde ledün ‘ilmin bileni sen bulamazsın
    Elest bezminde hamr-ı nûş iden mestândan al dersi

    Veren iki cihâna gönlünü dûr oldı çün Hakkdan
    Geçüben mâsivâdan Hak ile kalandan al dersi.1918
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Aşk ve Takvâ

    Aşk, sûfîyi Rabbanîlik potasında eriten ateştir. Sûfî bu ateşe tutuşunca kendine
    özel bütün kimliklerini yitirir. Sûfînin daha önceden ibâdetle, ilimle, takvâve zühdle kazandığı
    bütün varlıkları, değerli bildiklerini yok ederek, en yüce makâma ulaştırır. Önceden elde
    ettikleri, sûfîyi Rabbine karşı fedakar olmaya götüren etkenler değildir. Bunlar âşıklara göre
    sadece bir oyalamadan ibaret ritüellerdir. Onlar aşkı, en güzel nimet, en büyük servet ve en
    büyük rütbe olarak görür, insanlar için bütün hastalıkların ilacı ve en büyük aydınlık yol
    gösterici olarak bilirler.

    Muhibb olmağa sa’y et gör ne hâletdir mahabbet
    Hısâl-i evliyâdan hoşça hasletdir mahabbet

    Mahabbetsiz havâyic kulluğu makbûl değildir
    ‘İbâdet içre bir güzel ‘ibâdetdir mahabbet

    Gark etdi vücûd mülkünü deryâyı teşevvuk
    Göründü gönül gözüne çün sûyı mahabbet.1902

    Kuddûsî’ye göre aşksız sûfî diken gibidir. İnsanları sözleriyle, ameliyle eğiteceği
    yerde istemeyerek onlara zarar verebilir. Aşktan gafil olanlar verimsiz toprağa benzerler,
    oraya ne ekilirse ekilsin ürün alınamaz. Sevgiyle bağlanmadıkları şeyden ne kendileri
    faydalanabilir, ne de bir başkasına faydaları dokunur. Onlar ebterler (verimsiz) gibidirler.
    Arzu ve istekleri doğrultusunda hareket ederler. Fakat İlâhî küpten sarhoş olanların elleri,
    yeryüzüne diken ekse doğudan batıya dek, yerde güller biter; her taraf güllük-glüstanlık
    olur.1903
    Âşık olanın bütün varlığı gider ve tevhîdle birleşir. O artık kavuşmayı ve
    birleşmeyi hak etmiştir. Bu birleşmeyi sağlayan da “mahabbet”tir. Onun için sûfîler, kuldan
    Allah’a giden yolu “muhabbet” olarak açıklamışlardır. Onlar muhabbeti, mahbûbdan
    başkasını görmemek, ondan başkasını dost edinmemek ve O’ndan bir ân bile uzak kalmamak
    şeklinde yorumlamışlardır.1904 Âşıklar hep recâdan söz ederler, çünkü, civanmerd ve cömert
    insanlardır, onlar iyilikte bulunmada ve insanlara karşılıksız vermeden başka bir şeyden söz
    etmezler. Onlar, “havf”ı gündemlerine almazlar.1905

    Derdi ‘aşktır ‘âşıkân beyninde dermandan garaz
    Cân fidâ etmektir ancak kurb u sultandan garaz

    İste Kuddûsî O Yârin ‘ışkını leyl ü nehâr
    Rengine ‘ışkın boyanmak din ü imamdan garaz1906.

    Kuddûsî’ye göre, sûfîler için aşkla büyümek, din ve imana bürünmek gibidir.
    Âşıkların beyninde oluşan aşkın çaresi, Allah’a kurbiyetle sûfînin kendi varlığını O’na feda
    etmesidir. Zâhid kişinin gayesi cennette zevk ve keyf sürmek için amelde bulunmak ise,
    sûfînin amacı da, aşkın verdiği cezbe ile delikanlı gibi çile çekmektir. Âşık, Allah’ın vermiş
    olduğu aşk derdinden dolayı şükrünü yerine getirmelidir.

    Girûben dil şehrine ‘ışk varlığım buldu hulût
    Ar u nâmus şişesi hem eyledi taşa sukût1907.

    Kuddûsî’ye göre, aşk sûfînin gönül dünyasını fethettiği zaman, varlığını yok eder ve
    tevhîdi gerçekleştirir. Onun için sûfîler yaşadıkları mânevî tecrübenin, ulaştıkları hakikatlerin
    sırlarını kelimelere dökmenin oldukça zor olduğunu, sözlü olarak beyan ettiklerinin;
    hissettiklerini, bizzat yaşadıklarını anlatmada yetersiz kaldığını çeşitli şekillerde ifade etmişlerdir.
    Örneğin; Mevlânâ ifade ettikleriyle hissettiklerini karşılaştırınca tatmin olmadığını şöyle açıklar:
    “Aşkın açıklanması ve yorumu için her ne söylesem de sevmeye başladığımda o açıklamadan
    utanıyorum. Her ne kadar dilin yorumu onun netleştiriyorsa da dilsiz aşk daha da açıktır.”1908

    Ol sıfât-ı hüsnü vechin dayalı divâne dil
    Kat edûp meylin sivâdan sana etti pes revâğ

    İbn Ethem şah iken ‘ışkı anı etti fakir
    Kıldı hem ‘aşk ile Mansûr boynuna urgan bağ1909.

    Âşık gönlünde meydana gelen devrim ile, o güzel yüzlü Yâr’e âşık olur. Bu aşkla
    gönlünde Mâ’şukundan başka her şeyi söküp atar. İşte bu aşk birçok insanın yaşamında
    fırtınalar koparıp, rutin hayat çizgisini değişmiştir. Örneğin, İbrahim Ethem gibi bir sultan
    bütün servetini terk ederek, fakirliği seçmiştir. Hâllac-ı Mansûr bu İlâhî aşk ile boynuna
    vurulan ip ile idama gitmiştir. Seyyid Nesiminin derisinin yüzdürülmesine neden olan aynı
    aşktır. Bu aşkın gönüllerde alevlenmesinin sebebi; âşık gönüllerde, Mâ’şukun firkatinden
    akan yağın ateşlenmesidir. Gönüldeki yağ, mâsîvayı sembolize eder. Gönülden oluşan yağ,
    kişinin Allah’tan başkasına, yâni mâsîvaya bağlılığını gösterir.
    Ezelî ve İlâhî aşkını, beşerî aşk ifadeleri içerisinde dile getiren sûfî, şiirlerinde daha
    çok aşk sembolizmi kullanılmaktadır. Çünkü onlara göre Allah, mutlak güzelliktir ve bütün
    güzelliklerin kaynağıdır. Bu nedenle de her hoşa giden, güzel görülen ve sevilen şeyin
    arkasındaki hakîkat Mâ’şûk’tur. Allah güzel olan her bir surette tecellî eder. Bundan dolayı beşerî
    aşk olarak isimlendirilen şey hakîkatte İlâhî aşktan ve ona ulaştıran bir berzahtan başka bir şey
    değildir.1910
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Aşk ve Takvâ

    Kişi âşık olup, Muhabbet Şah’ı olan Allah’a bu sıfatla kulluk yapmayınca iki var
    oluşta (iki dünyada)da mutluluğu yakalayamaz. Kuddûsî’ye göre, âşığın mutluluğu sadece
    âhiret için değil, her iki dünya içinde gerçekleşir ama arzusu her ikisi de değildir.
    Nitekim panteist düşünür Spinoza’ya göre, Tanrı aşkı dünya aşkıdır, onun
    zorunluluğunun nesnel bir biçimde kavranmasıdır, dolayısıyla bir neş’eden daha fazlasıdır.
    Sevgi bilgeliğin ve tamamlanmışlığın kusursuzluğudur.1888

    Mücerred zühd ü takvâ ile zinhâr
    Ma’ârif cevherine kâr olunmaz1889.

    Kuddûsî’ye göre, aşktan mücerret kalan sûfîlerin, Allah âşıklarına karşı birçok
    şekilde eleştirileri vardır. O’nun, sonsuz ve coşkudan doğan muhabbetinin vermiş olduğu cûş
    hâli, âşıkların hem söz, hem de eylem olarak diğer insanların anlayamadığı bazı hâller
    yaşadığı gerçeği vardır. Âşıkları tenkid edenler, âşık ile Mâ’şuk arasında var olan bu
    gizemlerle dolu iletişimi anlayamadıkları için kolaylıkla bu yola başvurmaktadırlar. Zira onlar
    bilmezler ki, seven kişi kendi sıfatlarını, huyunu, hâlini bırakarak sevdiği kişinin ahlâkına
    bürünmüştür.1890
    Zira bazı düşünürler de, genelde aşkın birleme ve birleşme gücü üzerinde
    durmuşlardır. Örneğin, Fransız felsefeci ve teologu Nicolas Malebranche (ö. 1715)1891 göre,
    sevmek, kusursuzluğa hayranlık duymaktan, iyinin çekimine kapılmaktan geçer. Bu iyilik de
    aslında Tanrı’nın onlara yansıyan yapıtıdır. Sonuçta sevmek, Tanrı’da varolmayı istemek,
    onun gücüne minnet duymaktır1892

    İhtiyârı fark edüp girdik yoluna sıdk ile
    Çekmeyiz derd aşkımız var yok ise dînârımız1893.

    Âşıklar, “elest bezmi”n de Allah’a olan aşklarından dolayı verdikleri bu sözlerini
    bozmaları mümkün değildir. Onlar, bu fakrı tercih ederek, sıdk/doğruluklarını ortaya koyan
    kişilerdir. Onlar için dert ve sıkıntı söz konusu değildir. Maddî olarak varlıklı değillerse de,
    onlar Allah’tan başka her şeyin yokluğunu tercih ettiklerinden dolayı mutludurlar.

    Dünyâyı seven ahretin zevkini bulamaz
    Mevlayı seven gayriye herkiz nazaretmez1894.

    Kuddûsî’ye göre, âşıklar, Allah ile diğer insanların kavrayamadıkları
    bir gizli
    sohbet içindedirler. Bu özel ilişkiden dolayı da sûfîler yaptıklarından dolayı herhangi bir
    hesap içinde değildirler. Onlar amelleri için, ne cenneti arzularlar, ne de bu dünyadan bir paye
    isterler. Âşıklar ne dünya, ne de âhiret arzusundalar. Çünkü onlar biliyorlar ki, her iki arzuda
    onlara bu ulvî sevginin hazını yaşatamaz.
    Sûfînin gönül dünyasından gelen bu İlâhî sevgi faydacılıktan tamamen uzaktır. Bu
    aşkı idrâk edemeyen kişiler, nihilizmin en önemli temsilcisi Nietzsche’de olduğu gibi yanlış
    algılarlar. Nietzsche, sevgiyi, cinsiyetler arası ilişki, en olumlu ve verimli anlamda, iki
    benliğin kendini ortaya koyması, bunların çarpışması, herkesin diğerinin karşısında silindiği
    ve yerlere kadar eğilip öncelik tanıdığı bir dizi nezâket gösterisi değil, iki gerçek kişilik
    arasındaki “savaş” olarak tanımlar. İnsan neyse onu verecektir. Sevmek ve vermek için, var
    olduğunu kanıtlaması gerekir1895. Yine Nietzsche, her konuda olduğu gibi, aşk konusunda da
    karamsarlığını sürdürür. Ona göre aşk Troya atı gibi, kendi içinde daha az tavsiye edilebilecek
    arzular, kurnazca manevralar ve su götürmez tehditler barındırır. Hıristiyanlığın üç erdemi
    bunlardır işte: İman, aşk ve umut. Ona göre bunlar üç erdem değil, üç hiledir1896.

    Ham içüben kanarız vecde gelip döneriz
    ‘Işk oduna yanarız nûru olur nârımız1897.

    Kuddûsî, vecd ile aşkı birbirleriyle ilişkilendirir. Aşkı tadanlar, aşkın vermiş
    olduğu duygu ile vecd’e gelir ve sema yaparak bunu dindirmeye çalışır. Sûfîye semadaki
    dönüşü sağlayan Aşkın kişiyi vecde getiren coş hâlidir. Çünkü vecd, sûfî için kalbin işitmesi
    ve görmesi hâlidir.1898 Nitekim âyette Allah: “Baş gözleri kör olmaz, ama göğüste bulunan
    kalb gözleri kör olur”1899 buyurmaktadır. Aynı zamanda vecd, Kuddûsî’nin üzerinde titizlikle
    durduğu gibi, kalbin daha önce kaybettiği saflığa zikir aracılığıyla tekrar kavuşması
    hâlidir.1900 Vecd öyle bir hâldır ki, vakt kişiye galib geldiği zaman beşerî vasıflar ortadan
    kalkar, vücûd/varlık kendinden geçmenin ötesinde hâllerinden de habersiz duruma gelir.1901
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  5. #5
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Aşk ve Takvâ

    Âşık sûfînin kalbi her türlü gizli ve açık şirkten temiz olmalıdır. Kuddûsî, âşıkların
    kalbini saraya benzetir. Nasıl temiz ve düzenli olmayan bir konak devlet başkanına layık
    görülmüyorsa, her türlü mâsîvadan temizlenmemiş bir kalbe de Allah’ın yerleşmesi mümkün
    değildir. Onun için âşık kulların gönül dünyası tevhîd, zikir, tefekkür ile Allah’ın
    konaklamasına hazır bir saray haline getirilmelidir.

    Muhabbet hamrını nûş eyleyen bir kez olur mest
    Gözü açık özü hayrân, gören sanur ki hışyâr1878.

    Allah’ın ârif kullarına bu dünyada yaşadıkları bağlılık ve aşkdan dolayı birçok
    elem ve keder gelir. Bu ızdıraplar, ârifin, irfanının ziyadeleşmesine neden olur. Çünkü o
    muhabbet şarabından içmiştir. Aşk şarabından içen kimse de, kendisine gelen keder ve
    acıların farkında değildir. O kendinden geçip mest olmuştur. Onun ruh yapısı, şehid olan
    kişinin çektiği ızdırab kadar acı çeker. Şehidin de çektiği acının hissi bir pire ısırması
    kadardır.

    Hevâyı ‘ışkın ey dilber beni nâlân u zâr itdi
    Düşürdi özge sevdâya yirmi kûh-sâr itdi

    Safâ vü zevk u ‘ışretler sürer idim şu ‘alemde
    Benim heb varımı ‘ışkın çerisi târümâr itdi.1879

    Kuddûsî’ye göre aşk, sâlikin, seyr u sülûkunda en büyük devrimi gerçekleştiren
    etkendir. Aşk, sûfînin benliğini kuşatınca, ilim, amel, zühd ve takvâdan eser bırakmayıp,
    sûfînin önceki hayatının otokritik yapmasına neden olur. Sûfî aşkla beraber Yüce Yaradanına
    karşı, itirafta bulunmaya ve özür dileme içerisine girer.
    Kuddûsî, ilâhî, aşkı bir mıknatısa benzetir. Bu İlâhî aşkın iksiri öyle çekicidir ki,
    sûfîyi bir mıknatıs gibi Allah’a çeker. Aşk, sûfîyi atmosferine aldığı zaman, gönlünü feth
    ederek orada köklü bir değişiklik yapar. Önceden yerleşmiş olan bütün iyi ve kötü duyguları
    veya o kişi için değerli olan her şeyi yağmalayıp yok eder. Çünkü İlâhî aşk kişinin var olan
    eski hâlini yok edip, Allah’ın varlık deryasında hiçliğe bürünür.1880 Ne iyi olarak bilinen ilim,
    takvâ, keramet, amel, izzet ve benzerlerini, ne de kötü olarak bilinen ucb, riyâ, kibir, gurur,
    yöneticilik sevgisi, mevki makâm sevgisi ve zulmü bırakır. Bütün bu duyguların odağı olan
    kalbi tamamıyla değiştirir. Aynı zamanda kişinin saadet ve mutluluk zannettiği dünya sevgisi
    veya cennet sevgisini yerle bir ederek ona yüce bir değer vererek Allah’a yükseltir. Aşkı
    bulan için, önceden kalbe yerleşmiş bütün bu duygular hastalıktır.
    Kuddûsî, âşıkların bezm-i elest’te aşklarını bulduklarını, bu sıfatı kazanan
    insanların dostlarının Allah olduğunu söyler. nitekim Kur’ân da Allah’ın en Yüce sevgili, dost
    olduğunu çeşitli âyetlerle açıklamaktadır. Allah sevgisi, insanın mükemmelliğe ulaşmasındaki
    nitelikleri vurgulamaktadır. Örneğin, “Allah, çok tevbe edenleri ve çok temizlenenleri
    sever.”1881 “Allah tevekkül edenleri sever,”1882 “…sabr edenleri sever”1883 ihsânda bulunan ve
    iyilik yapanları sever1884 ve kendi yolunda saf bağlayarak mücadele ednleri sever.1885 Kısacası
    Allah her konuda kendi rızası için eylemde bulunanları sever.

    Zikr-i Hudâ’dır kârımız leyl ü Nehâr her dem bizim
    Çün anı zikr etmek ile kuvvetlenür imanımız1886.

    Âşıkların en önemli özelliği, devamlı olarak Allah’ı hatırlamalarıdır. Çünkü
    Allah’ı anmak onların imanlarını kuvvetlendirir.
    İlâhi aşkın tekkesi, hânkâh’ı sûfî’nin gönlüdür. Sûfî için akıl, ilim, ma’rifet ve
    aşk’ın kaynağı burasıdır. Kuddûsî, aşkı yakalayamamış sûfîleri, aşkın iksirini içmeye davet
    etmektedir. Çünkü, yukarıda da belirtildiği gibi, Allah, çok ibâdet, zühd ve takvâ ile
    ulaşılacak bir ilah değildir. Ona göre, Allah, ancak aşk ile bilinebilir. Ve aşk olmadan irfan
    sahibi olmak da mümkün değildir. Aşk, âşığı Allah’tan gayrisinden koruyarak, onu berrak bir
    şekilde (tertemiz) Allah’a kavuşturan tek teslimiyet biçimidir.. Aşk, âşık sûfîye âriflik sıfatını
    kazandıran tek yoldur. Sûfî, Allah’ı hakkıyla, gereği gibi ancak aşk ile bilebilir.

    Muhabbet şâhına kul olmayınca
    Dû kevnin mülküne sultan olunmaz

    Hudâyı ‘ışk ile bildi bilenler
    Ki ansız sâhib-i ‘irfân olunmaz1887.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  6. #6
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Aşk ve Takvâ

    Aşk ve Takvâ


    İnsanın öz oluşumunun sevgi tohumları üzeride yeşermiş olan tasavvuf
    anlayışında, takvâ kavramı, bilinenin aksine korkudan ziyade sevgiyi temel alan bir
    kavramdır. Anlam olarak Müslümanlar arsında tartışmalı olan takvâ kelimesi bir çok yerde
    asıl amacından farklı bir şekilde kullanılmıştır. Genelde takvânın temeli aşka ve sevgiye
    dayalı bir dinde “korku” olarak anlaşılması, Yaratıcının sıfatlarından uzak bir anlam
    vermektedir. Zira Allah: “Ey adem oğulları! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatacak
    peygamberler gelir de kim onlara karşı gelmekten ittika ederse (sakınır) ve kendisini
    düzeltirse, onlara korku/havf yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”1856 buyurmaktadır. Bu
    âyetteki “itteka”nın “korku” anlamına gelmediği açık bir durumdur.1857 Takva, lugat
    anlamıyla, sevgili olan Allah’ın sevgisini kaybetmemek için sakınmak, korunmaktır.1858
    tasavvuf termonolijinde ise, dinin emirlerine bağlanmaktır, korkuyla bağlılık değildir.1859
    Takvâ sahibi sadece yasak olanlardan kaçınmaz, aynı zamanda Sevgilisine karşı duyduğu
    sevgiye helâl gelmesin diye bazı mübahlardan da sakınarak bağlılığını güçlendirir.1860

    İlm ü amal zühd-ü takvâdan eser komadı ışk
    Girüben dil karyesine eyledi hep tarumâr1861.

    Takva, kalbin Allah’dan ayıracak her şeyden uzak durarak, bütün benliğiyle
    kendini adamasıdır. Bunun sınırını Allah âyet ile çizmektedir: “Ey iman edenler! Derin bir
    duyarlıkla Allah’a karşı sorumluluğunuzun hakkıyla bilincinde olun ve O’na kendinizi
    yürekten teslim etmeden önce ölümün sizi alt etmesine izin vermeyin”1862 Takvâ, Kur’ânın
    ortaya koyduğu şekliyle sevgidir. Çünkü takvâ sahiplerini Allah sever: “…Allah kendine karşı
    sorumluluk bilinci taşıyanları sever.”1863 Ve onlarla beraber olduğunu vaad eder.1864Allah’ın
    hakkını en çok gözetleyen ve Allah’ın sevgisini ziyâdesiyle kazanan Hz. Peygamber (s.) buna
    en çok riayet edendir: “ sizin en çok takvâ sahibi olanınız benim”1865 Allah takva sahibi
    kulunu seveceğini,1866 buna karşılık kulun da nefsini muhâsebeye çekmeden takvâya
    ulaşamayacağı gerşeğide ortadadır.1867 Aynı zamanda Peygamber (s.), kendisinin
    sevdiklerinin ve dostlarının müttakîler olduğuna vurgu yaparak, takvânın sevgiye dayalı
    olduğunu belirtir.1868 Kısacası Allah insanların kalplerine muhabbet nurunu “takvâ” ile
    bağlamıştır, çünkü âyette: “Allah size imanı sevdirdi ve onu sizin kalblerinizde süsledi”1869
    buyurarak, bu sevginin tadı ve güzelliğinin süsü ile takvâ kalplerin ayrılmaz bir parçası haline
    gelir.
    Sûfî perspektifte, seven ile Sevilen/âbid ile mâ’bud arasında tam bir sevgi bağı
    vardır. Onlara göre, ibâdetin doğasının derinliklerine indiğimizde, sevgi temel form olarak
    görülmektedir. Çünkü, sûfîlerin, İlâhî aşkı tadan kesiminde, kişinin ibâdetinin anlamı,
    karşılığı, Allah’a olan fazla sevgisidir1870. Kul ile Tanrısı arasındaki ilişkide baskın olan
    duygu sevgidir.

    ‘Işksız olan ‘âbid olursa dahi merdûd olur
    Çün ibâdet eyler ol cennet için Tenrisine
    Zümre-i ehli Hudâya girmeyip mefkûd olur.1871

    Kuddûsî, aşksız yapılan ibâdetin derinilikten yoksun olduğundan dolayı, bunu kim
    yaparsa yapsın kabul göremeyeceğini iddia eder. Bu aşktan yoksun ibâdeti, rutin hâle getiren
    abidler için de geçerli olduğu görüşündedirler. Çünkü aşk ile ibâdet etmeyen kişiler cennet
    karşılığında bu kulluğa yaptıkları için samimiyet ve dürüstlük yoktur. Bunlarda Allah’ın
    dostluğunu kazanamazlar1872.
    Kuddûsî’ye göre, aşkın kalbi fethetmesi, kişiyi kendi atmosferine alması ancak
    Allah’ı ve mahlukatın sırlarını düşünmekle mümkün olur. Sûfîyi aşkın cezb edici atmosferine
    sokan tefekkürdür. Cezbe de olmazsa kişinin aşka ulaşması imkansızdır1873

    Âşık-ı miskîni ışk evvel zelil u hor eder
    Varını yapma edip dil şişesin meksûr eder1874

    Kuddûsî İlâhî aşkın insanı normal insan standartlarından çıkarıp hâlk arasında
    perişan ettiğini söyler. Bu aşk insana ayrılık, acı, ızdırab, fakirlik, yalnızlık gibi menfi
    durumlarla karşılaştırdığını, fakat neticede insanı onlardan uzaklaştırıp Hakk’a ulaştırdığını
    söyler. Aşığın kalbi devamlı kırıktır. Çünkü o Mâ’şukunu hep arar.
    Platon da, Kuddûsî gibi sûfîlerin bu aşk bağlılığına benzer tutkuyu, aşırı/coşkulu
    sevgiyi, yoğun bir sevgi ya da aşırı hissediş olarak, insanı tamamlayan bir duygu olarak
    tanımlar. Bu da, bazılarınca sûfîlerin aşk veya sevgiye getirdikleri tanımların Platon ve Yunan
    felsefesinden alındığına dair iddialara sebep olmuştur.1875

    Bu ışkın kadrini müfti müderris sanma bilirler
    Ulvî kadrini anın sülûk ehli münibden sor1876.

    Ve aşk hissetme ve yaşama konusunda, ancak bu aşkı tadan seyrü sülûk kişilerin
    bilebileceğini diğer kişilerin hangi uzmanlık alanında yetki sahibi olsalar dahi, bu konuyu
    anlamalarının mümkün olamayacağını ifade eder.

    Saray pâk olmayınca Padişah’a lâyık olmaz
    Kulübi ehl-i ‘ışk Yezdâna me’va demişler1877.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

Benzer Konular

  1. Takva
    By ACİZKUL in forum Hadis Bahçesi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.08.09, 21:14
  2. Takva
    By Zümrüt in forum Kur'an Fihristi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 09.06.09, 07:58
  3. Takva
    By Konyevi Nisa in forum İSLAM İLMİHALİ
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 12.01.09, 08:58
  4. TakvÂ
    By Konyevi Nisa in forum T -Harfi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 06.01.09, 14:08
  5. Takva
    By Konyevi Nisa in forum Kur'an'da Müminler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.11.08, 13:45

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •