Âşıkların Vasıfları
Kuddûsî’nin aşk anlayışında, âşıkların yükü sürekli onlara “âh” çektirecek kadar
ağır bir yüktür. Âşık kişi, salt akıl ile hareketi bırakır, kendini İlâhî aşkın akıntısına bırakır.
Gönlüne dosttan/Allah’tan gelen İlâhî nefhâlarla hareket eder. O gönlüne düşen ateşin vermiş
olduğu heyecan ve dürtüyle amel eder. Gönlünde alevlenen aşk, bütün maddî-mânevî
benliğini sarar. O, bu İlâhî ateşle Allah’tan başka herhangi bir düşünce ve arzuyu üzerinde
barındırmaz. O, artık hakan olmuştur. Çünkü, o, şöhrete ve nama önem vermeyen, hem dünya
sevgisinden, hem de cennet sevgisinden vazgeçen, beden ve ruhunu tamamıyla en güzel
alışveriş ile Allah’a hibe eden O’na kavuşmayı arzulayan kişidir. Bu yüce duygu Kuddûsî’nin
şiirinde şu şekilde ifade edilir:
Işka giriftâr olan gönlünü Dosta salan
Akıl verup aşk alan Vâllah-û hayrân olur.
Ad ile sandan geçer iki cihandan geçer
Cisim ile candan geçer vâsil-ı cânân olur
1850.
Âşık hâlk içinde yaşayıp, hâlkın içinde gelen kişidir. Nefs kalesini tenha yerlerde
inzivalarda değil, hâlkın içinde yaşayarak yıkan kimsedir. O, öyle bir Rahmani cezbe
yakalamıştır ki, bir damla gibi yola çıkarken, aşkının alevlenmesiyle sonunda okyanusa
dönüşmüştür. Onun hareketleri, ameli, insanlar arasında sıra dışı olarak algılanır. Onun
dilinde sürekli zikir vardır ve sonuçta, bu zikrin alevlenen sevdasıyla ârif sıfatını kazanır.
Kande bakar dost görür vecde gelüp raks urur
Âleme hükmü yürür cümleye sultân olur1851.
Kolay mı zan eder sûfî bu aşkın derdinî zirâ
Verir dehşet hezârân dürlü behcet gösterüp güller.
Samimi âşıklar en güzel alışverişi yapan kişilerdir. Onlar, âyette de geçtiği gibi,
“malları, canları karşılığı” bir pazarlık yapmışlardır. Mâsîva karşılığında aşkla sevgiliyi
tercih ettiler. Âşıkın bağlandığı hûb öyle bir sevgidir ki onu tanımlamak mümkün değildir.
Ancak bu sevdayı yaşamak gerekir. Sûfîyi öyle bir coşturur ki, engin okyanuslar, taşkın sular
gibi, herhangi bir kimsenin önünde set oluşturması mümkün değildir. Bu aşkı tadan kimseyi
hiçbir kimse tenkid etme gücüne sahip değildir. İster zâhid olsun, ister bu aşkı tam anlamıyla
tadamayan sâlik olsun. Çünkü bu yolda birçok zorluk vardır. İnsanı hayrete, dehşete düşüren
bin türlü engel vardır. Zâhirde insana güzel gelen fakat, yaşanmadan zorluğu anlaşılmayan
binlerce güçlük vardır. Fakat İlâhî aşkı içip, bu aşkla kendinden geçen sâlikler bu ateşte
yanarak, ancak vuslata ulaşabilirler. Nasıl şeker kamışı olmadan şekerin tadı anlaşılmazsa,
aşka tutulmadan bu aşkı insanlara anlatmak mümkün değildir. Bu tadı bilmeyenlerin Allah’ı
bilmeleri olası değil, çünkü hayvanlar gibi gafildirler1852.
Erich Fromm’a göre sevgiye bu şekilde yaklaşım, özgün bir kişiye olan ilişki
değildir. Sevgi bir tavır, sadece bir sevgi “nesnesine” değil, tüm dünyaya karşı bağlılığı
belirleyen bir karakter ve yönelimidir. Eğer kişi, sadece tek bir insanı sever ve onun dışındaki
tüm çevresine kayıtsız kalırsa, onun sevgisi sevgi değildir1853.
Bazı psikolglar da, bireyin yaşamsal, zihinsel, mânevî ve toplumsal sağlığı ve
gelişiminde belirleyici etmen olmasından dolayı sevgiyi iyileştirici ve canlılık kazandıran
unsur olarak değerlendirirler. Onlar, sevgiyi insan yaşamının yüce değerlerine doğrunun
gücüne, bigiye, güzelliğe, özgürlüğe, iyiliğe ve mutluluğa sevk eden itici güç olarak
görürler.1854 Psikiyatrların ortak görüşü ise, sevgi korkudan kurtulmaktır.1855
1849 Margaret Smith, The Persian Mystics, London, 1032, s.19.
1850 Kuddûsî, Dîvân, s. 47.
1851 Aynı yer.