2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: Kuddûsî’nin tasavvuf düşüncesinde aşk ve ma’rifet

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Kuddûsî’nin tasavvuf düşüncesinde aşk ve ma’rifet

    Kuddûsî’ye göre muhabbet, kendisiyle beraber tevhîd ve ihlâs sahibini çepçevre
    kuşatan cezb edici bir atmosferdir. Eğer kişi, bir şeyi severse, o şeyi paylaşmak veya o şeyde
    başkasının ortaklığını kabul etmesi mümkün değildir. Örneğin ne bir erkek hanımın da
    herhangi bir ortaklığı arzu eder, ne de bir kadın kocasında alenî olsun gizli olsun herhangi bir
    ortağı ister. Sevgi ve dostluğun helâl/hukukî kılınan miktârının üzerine yapılan her fazlalıklı
    sevgide şirk/ortaklık vardır.1732
    Bütün varlığın onun için yaratıldığı, “Sen olmasaydın âlemi yaratmazdım
    övgüsünü alan ve Allah’ın sadece onun için “habibim” ifadesini kullandığı sevgili peygamber
    Hz. Muhammed (s.)’in sevgi konusunda “Allah güzeldir, güzelliği sever1733” sözü, hem
    Yaratıcının güzelliği ve hem de O’nun tecellî ettiği varlığın güzel olduğu gerçeği ortaya
    çıkmaktadır. Buna göre bütün güzelliklerin sahibi olan Allah, aynı zamanda gerçek sevginin
    kaynağıdır. Onun için insanın idrak ettiği her nesnenin güzelliğinde bir zevk ve her zevk ve
    güzelliğin olduğu yerde de sevgi olacaktır1734. Hakk ile kul arasında gerçekleşen sevginin
    oluşmasına sebep olan en önemli unsurlardan biri de, Peygamber (s.)’e duyulan sevgidir.

    ‘Aklımı alub perîşân eyledi bu ‘ışk meni
    Rûz u şeb nâlân u giryân eyledi bu ‘ışk meni

    Perde-i nâmûs u ‘ârı bir nazarda çâk idüb
    Mübtelâ-yı meyl-i Cânân eyledi bu ‘ışk meni1735

    Kuddûsî’ye göre, aşk, aklın ve mantığın bütün sınırlarına meydan okuyarak, iman
    ve amellerin, yaşanan makâm ve hâllerin ruhunu oluşturur. Bu duygudan yoksun olanlar
    hayatın anlamını bilmeyen ruhsuz cesetler gibidir1736. Öyle bir duygudur ki, bedeni ve aklı
    tamamıyla hakimiyet altına alır. Bu konuda Hz. peygamber (s.) de: “Sevgin seni kör ve sağır
    eder1737” buyurarak, aşkın enginliğine dikkat çekmektedir. Fakat burada, dikkat çeken önemli
    bir nokta şudur; insan bir varlığı güzelliği için sevdiği zaman aslında Allah’tan başkasını
    sevmiyor demektir. Çünkü Allah varlığa tecellî ettiğinden dolayı, güzel vasfı Yaratıcı olan
    Allah’ın özelliği olmuş oluyor ve sonuçta sevilen varlık değil, Yaratandır1738. Yâni, âşık,
    Yaratıcının bizzat kendisini görmüyor, fakat O’nun gönlüne sevgiyi gönderen Yaratıcıyı,
    yarattığı varlıklarda görebiliyor. Burada asıl konu kişinin taşıdığı niyetin hâl ile ortaya
    konulmasıdır.
    Bundan dolayı, aşkla yoğrulan sûfînin temel amacı, duyuların ve insan aklının
    yetersizliği ile örülmüş hayal perdesini kaldırmak, fiziksel dünyanın ötesini gönlündeki
    alıcılar vasıtasıyla algılamak, böylece hakîkate, yâni varoluşun özüne erişilir; bu da, Allah’ın
    tecrübî vechidir.1739




    1718 Muhammed b. Ebî Bekir İbn Kayyım el-Cezviyye, Medâricû’s-Sâlikîn, I-III, Kahire, ts, Dâru’l-Hadîs, III,
    s.10.
    1719 İbn Manzûr, Lisân’ul-Arab, I, 293.
    1720 Hud, 11/90; Burûc, 85/14.
    1721 Ebu’l Kâsım Hüseyin b. Muhammed Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fi Garîbi’l-Kur’ân, thk: Muhammed
    Seyyid Kîlânî, Dâru’l-Mârife, Beyrut, ts. s.516.
    1722 Derin, a.g.e., s.240.
    1723 Fahreddin Râzi, Mefâtihu’l-Gayb et-Tefsiru’l-Kebîr, I-XXXII, Beyrut, 1990, XXXI, 112.
    1724 Hud, 11/90.
    1725 İbnü’l-Aravi, Futûhât, II, s.336.
    1726 Nisâ, 4/135.
    1727 İbnü’l-Aravi, Futûhât, II, s.336
    1728 Bakara, 2/165.
    1729 İbnü’l-Arabî, Futûhât, II, s. 337.
    1730 İbnu’l-Kayyım el-Cezviyye, a.g.e. III, 11–17.
    1731 Kuşeyrî, Risâle, 320.
    1732 Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrâr, vr. 219a.
    1733 Müslim, İmân, 147.
    1734 Gazâlî, İhyâ, IV, 276.
    1735 Kuddûsî, Dîvân, s.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Kuddûsî’nin tasavvuf düşüncesinde aşk ve ma’rifet

    KUDDÛSÎ’NİN TASAVVUF DÜŞÜNCESİNDE AŞK VE MA’RİFET

    Aşk Anlayışı


    Aşk/sevgi/muhabbet kelimesi, varlığın var oluş sebebi olarak bilinen kökü Mutlak
    Varlığa dayanan dalları ise, O’nun var ettiği her şeyde görülen bir gerçektir. İnsanlık tarihi
    boyunca her düşünceye mensup insanın hayatında en çok kullandığı bu kelime genellikle
    sosyal bilimlerin felsefe, edebiyat ve tasavvuf gibi bilim alanlarında en fazla işlenmiştir.
    Aşk bir taraftan beşerî ilişkilerin karmâşık yapısı içerisinde en çekici konuyu
    oluştururken, bir taraftan da güçlü ve zayıf yanları, felsefi kaygıları, ahlâkî kaygıları ve dinî
    hassasiyetleri arayışlar ortamında buluşturan, kaynaştıran, olgunlaştıran bir kesişme noktası
    bir var oluş bilincidir. Bundan dolayı aşk bir taraftan günlük yaşamı insanlar arası ilişkileri
    oluşturan tarih ve sosyal hayat kaynağını ilgilendirdiği kadar, diğer taraftan da, din, felsefe ve
    edebiyat konusunda doğrudan ilgilendirmektedir. Aşk bir taraftan beşerî ve tabii bir ilişki/aşkı
    mecâzi, diğer taraftan da hayatın ve varlığı oluş nedeninin metaforik ve mistik boyutta
    açıklama getiren bir felsefe, bir dünya görüşü ve derûnî bir hayat görüşü/aşk-ı hakiki
    durumundadır.
    Sûfî perspektifte muhabbet denilince ilk kul ile Yaratıcı arasında oluşan sıcak
    ilişkidir. Varlığın ve evrenin var olma nedeni olan bu kelimeyi Kuddûsî’nin perspektifiyle
    açıklamadan önce, dilcilerin, felsefecilerin ve mutasavvıfların bu önemli duyguya getirdikleri
    tanım ve açıklamalara değinmekte yarar vardır.
    Sûfîlerin çokça kullandığı muhabbet “el-muhabbe” kelimesi, Arapça “h – b – b ”/
    ح ب ب kökünden türemiştir. Ve sözlük anlamıyla, saflık ve beyazlık anlamında
    kullanılmıştır. Çünkü Araplar dişlerin parlaklılığı için حبب الاسنان /hubebü’l-esnan” tabirini
    kullanırlar. Kelime “yükselmek ve açığa çıkmak” anlamında, sağnak yağmurla suyun üstüne
    çıkan şeylere “ حبب الماء /hubebü’l-ma” denilmiştir. Aynı şekilde “sebat ve kararlılık”
    anlamında, devenin çöküp kalkmamasına Araplar احب البعير /ehabbe’l-be’îru” tabirini
    kullanmışlar. Kelime “öz ve çekirdek” anlamında kalbin merkezine, özüne حبة
    القلب /habbetü’l-kalb” karşılığında değerlendirmiştir. Ve “korumak ve tutmak” anlamında,
    suyun tutulması حب الماء /hibbu’l-mâ” şeklinde kullanılmıştır1718.
    Kelime الحبة /el-hıbbe” kökünden alınmıştır diyenlere göre ise, çekirdek, tohum,
    nüve, öz anlamına gelmektedir1719. Bazı dilciler kelimenin الود /el-vüdd” mastarından “bir şeyi
    sevmek ve olmasını istemek anlamına geldiğini ve Kur’an’da “el-Mevedde”1720 olarak
    geçtiğini söylerler1721. İbnu’l Arabi’ye göre “el-vedd” sevginin kararlı ve kesin şeklidir ki, bu
    şekilde sevgiye hiçbir güç zarar veremez. Aynı zamanda kalbde oluşan ‘ışk, hubb ve hevânın
    sürekliliğini sağlar1722. Vedûd, mübalağa olduğu için hem etken, hem de edilgen bir yapıya
    sahip olduğu için “çok seven” anlamına geldiği gibi, “çok sevilen” anlamına da
    gelmektedir1723. Zirâ, Allah Kur’ân’da. “Allah çok sevendir/ vedûddur”1724 buyurmaktadır.
    İbnu’l Arabi de eşyâyı tanımlarken “vüdd”un dışında ona karşılık gelecek bazı
    kavramlar kullanmaktadır. Örneğin “hevâ” kavramı sevginin ilk aşamasıdır. Sözlük anlamı
    ise, kalbe düşen veya kalbte oluşan herhangi bir şey anlamındadır. Bu da üç şeyle olur;
    görmek, duymak ve bol nimetlere ulaşmakla gerçekleşir1725. Hevâ, Hakk’a karşı değil,
    objelere karşı oluşan bir sevgidir. Çünkü Allah kullarına “hevâlarının peşine
    düşmemelerini
    ”1726 emretmektedir. Diğer kavram “hubb”dur. Etimolojik olarak hubb,
    Arapçada bir kabın suyla taşması anlamındadır. Bu şekilde kabın içindeki kirler dibe çöker ve
    su kirden temizlenir. Bunun gibi seven kulun Allah’a olan sevgisi çok fazladır ve
    inanmayanların sevgisi o sevgiyi kirletmeyecektir, taşan suyun içindeki kir gibi devamlı dipte,
    silik kalacaktır1727.
    İbnu’l-Arabi’ye göre ‘ışk, sevginin/hubb yoğun olarak yaşanmasıdır. Sevgi kulun
    bütün bedenini istila edip, Mâ’şuk’a karşı gözlerini kör ettiğinde ve kan gibi damarlarında
    sevgi aktığında “ışk” duygusu oluşur. Bu kavram Kur’an’da kullanılmaz, fakat İbnu’l-Arabi
    âyette geçen, اشد حب /eşeddü hubb”1728 tabirinden yola çıkarak sevginin yoğunlaşması,
    taşması anlamında ‘ışk tabirini kullanmıştır. Bu tür sevgiye iki örnek verir, birincisi Yusuf
    Hz. peygamber ile Züleyha’nın aşkı, ikincisi ise, meşhur sûfî Hâllac’ın aşkıdır1729.
    Bu tanımların yanında, sûfîler muhabbet/sevginin terminolojik olarak birçok çeşitli
    tanımını yapmışlardır. Örneğin muhabbet, hayır olarak görülen her şeyi istemek, mâhbûbu,
    sahip olduğu her şeye tercih etmek, görünen ve görünmeyen her yerde sevgiliye itaat etmek,
    gönülde mahbûptan/sevgiliden başka hiçbir şeye yer vermemek şeklinde târif edilmiştir1730.
    Yine sûfîler dostluğun samimi ve katıksız olanına ve sevgiliye kavuşma ve onun
    güzelliğini görme heyecan ve susuzluğu içinde bulunan kimsenin kalbinin coşmasını
    “mahabbet” anlamında kullanmışlardır1731.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

Benzer Konular

  1. Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 17.02.11, 20:15
  2. Hizbü’l-envâri’l-hakaiku’n-nûriye’den
    By BaRLa in forum Açıklamalı Risale-i Nur Dersleri
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 22.07.10, 11:17
  3. Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 28.06.10, 06:06
  4. Tasavvuf’ta İstidâd Önemli mi?
    By girayhan80 in forum Tasavvuf
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 24.08.09, 09:35
  5. Hz.Ebu Bekir(Radiyallahü anh) ’’Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!..’’
    By Konyevi Nisa in forum Hz.Ebu Bekir Sıddık
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.02.09, 17:02

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •