Sahabe; Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin arkadaşları diyebileceğimiz, Asr-ı Saadet insanlarıdır.
Erkek veya kadın, büyük veya çocuk, bir Müslüman, Rasulullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi çok az da olsa bir kere görürse ve iman ile vefat ederse bu kimseye ‘Sahabe’ denir. Sahabe; ‘sohbette bulunan, arkadaş’ manasına gelir. Bu kelimenin çoğulu ‘ashab’dır.
Ashab-ı Kiram, Allah onlardan razı olsun, İslam’ın ilk muhatapları olup Peygamber Efendimiz (sav)’den bizlere, dini değerleri nakleden birinci kuşaktır. Kur’ân-ı Kerim onların derecelerini; “(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte, bu büyük kurtuluştur.” (Tevbe, 9/100) ayetiyle haber vermektedir.
Kur’ân’ın ilk muhatabı da Ashab-ı Kiram’dır. Sahabe-i Kiram radıyallahu anhum, Allah ve Rasulüne tam bir sadakat ile inanmış, fedakâr ve o nispette sadakat sahibi ve metanetliydi.
Evet, Asr-ı Saadet böyle iman, sadakat, dirayet, metanet ve fedakârlık neticesi gerçekleşmiştir. Mal-mülklerini, evlad-ü iyallerini Cenab-ı Hakk’ın hoşnutluğu için terk edip Habeşistan’a ve Medine’ye hicret etmeleri, İslam’ın ihyası ve hakikatlerin tebliği için etrafa, ta İstanbul’a kadar gelip de geriye dönmemeleri, başka neyin ifadesi olabilir?
Ashab-ı Kiram, dini hükümler hususunda en muteber otoritedir. Onlar, İslam dinini yaşadılar ve sınırları aşarak dört bir yana ulaştırmaya çalıştılar. Anadolu ve İstanbul’daki nice sahabe kabirleri bunun göstergesidir. Hidayet Kitabımız buna şöyle tanıklık eder: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a inanırsınız. Ehl-i Kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Ali İmran, 3/110).
Ashabı yeterince tanıyor muyuz?
Bizler Müslüman olarak, Hz. Peygamber’in en yakın arkadaşları ve İslam’ı bize taşıyan Ashab-ı Kiram’ı yeterince tanıyor muyuz? Kafamızdaki ‘sahabe’ imajı nasıl şekillenmiş? Peygamberi Arap, Kitabı Arapça olan bir dinin mensupları olarak, “Anladıysam Arap olayım” sözü, bizde nasıl çağrışımlar uyandırıyor?!...
Evet, maalesef, Araplar ile zencileri karıştırır bir algılayış şeklimiz vardır. (Kaldı ki Sahabeler zenci de olabilirdi. Zencileri aşağı bir ırk gibi görmek de başka bir yanlış.) Sevebilmek için, tanımak gerekmektedir. Tanıyabilmek için okumak, sormak ve öğrenmek gerekmektedir. Siyer ve tarih bilgisi de Müslüman’a farz olan ilimler arasındadır. Tarihini bilmeyenlerin sınırlarını başkaları çizer. Peygamberini ve sahabeyi tanımayan Müslümanlar da başkalarına yem olurlar.
Cahiliye devri insanları, Hz. Peygamberin örnek ahlakı ile ahlaklanıp Asr-ı Saadet insanı haline gelerek, bizlere en güzel örnekler olmuşlardır. Bu insanları, İslam tarihi ve siyer kitaplarını okuyarak tanımalıyız. Onları yeterince tanımaz isek örnek alamayız, çocuklarımıza ve geçlerimize anlatamayız. Onlar da gazete ve ekranlarda bizden olmayanları görerek yetişir, bize ve toplumumuza yabancılaşırlar.
İslam tarihinden haberdar mıyız? Ashab-ı Kiram ve ‘sahabe’ tabirlerini birçok Müslüman bilmiyor. Kişi bilmediğini sevebilir mi? Onu örnek alabilir mi?...
Evet, en küçük bir mesele bile bir kısım zorluklara katlanmayı gerektiriyorsa; İslam gibi insanlığa huzur getirecek bir dinin yaşanması ve yaşatılması ciddi bir gayret ve samimi bir fedakârlık gerektirir. O Sahabe efendilerimiz, imkânsızlıklar içinde oldukları halde, ulvi (yüksek ve güzel) sıfatlara sahip olmak ve süfli (aşağı ve çirkin) sıfatlardan kaçınmakla bu işi başardılar.
Dine ve Hz. Peygamber (sav)’in emanetine vefasızlığın neticesini, Müslümanların bu günkü durumu göstermektedir.
Günümüzde dini ilimleri öğrenip yaşayıp yaşatmaya çalışan insanları alnından öpmek lazımdır. Bunların sayısı arttığı nispette, Kur’an hakikatleri etrafa dal budak salacak, iman esasları insanların kalp ve kafalarında yerleşecektir. Fakat bu inkişafın gerçekleşmesi, her müslümanın kendisine düşen vazifeyi layıkıyla yerine getirmesine ve Sahabe’yi örnek almasına bağlıdır.
Onları tanımak için her gün veya hafta, Sahabe-i Kiram radıyallahu anhum ve onlara yakın zatları, sohbet konusu yapmalı ve onlarla alakalı yazı ve kitapları okumalıdır. Sahabe efendilerimiz, uhrevi hayatı kazanmak için dünya hayatını, ahiret sermayesi haline getirmişlerdir. Peki, bizler zamanlarımızı nasıl geçiriyoruz? Dinimizi öğrenip yaşamak için çalışıyor muyuz?
Farklı insan tiplerine ışık tutuyorlar
İnsan çok özel ve güzel bir varlıktır. Sahabeler tanındıkça farklı mizaca sahip olabildikleri fark edilecektir. Mizaç farklarının Sahabelerdeki tecellisi, daha sonra gelecek Müslümanlar için önemli açılımlara vesile olabilecek düzeydedir. Bu açıdan yapılacak psikolojik tahlil merkezli çalışmalar, çok orijinal tespitlere vasıta olabilecektir.
Sahabelerin farklı mizaçlarının, kıyamete kadar gelecek Müslümanlar için bir ‘prototip’ / örneklik boyutu vardır. Nitekim Rasulullah Efendimiz, “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidayete kavuşursunuz” buyurmuşlardır. Günlük hayatta karşılaşılan farklı olaylara, İslam tarihinde ve Sahabe-i Kiram’ın hayatında örnek açılımlar vardır.
Bir kitapta veya sohbette, Sahabelerin yahut kâmil bir müslümanın hayatından bahsedildiğinde, mü’min, hemen kendi nefsine “Acaba onun yerinde olsaydım aynı davranışı gösterebilir miydim?” Diye sormalıdır.
Dünyanın dört bir yanında Müslümanların gözyaşları akarken, ağıtları ciğerleri yakarken, haysiyet ve şerefimize yakışmayacak sefih ve ahlâksızca sahife ve sahneleri sergileyenlerden, insanlık adına hizmet beklemek beyhude bir iş olacaktır. İslâm Âlemini batıran, batıyı taklide yeltenmesidir.
Kurtuluş ümidi; afakî ve enfüsi delillere önem verip Sultan-ı Kâinatı ve onun Ashabını tanımak suretiyle, Kur'ân'a teslim olmaktadır. Bu, gayri insani hayattan kurtuluşumuz; hamasî nutuklarla değil, ancak insanlığın iftihar tablosu Hazreti Muhammed (sav)'in rahle-i tedrisinden geçmiş, Hûlefa-i Râşidîn ve Sahabe-i Kiram efendilerimizi tanımak ve onların hayat tarzını benimseyip yaşamakla mümkün olacaktır.
İyi bir Müslüman olabilmek için; İman esaslarını, Kur'an hakikatlerini ve Sünnet düsturlarını, çok iyi öğrenmek ve bunları hem dil hem de hal ile neşretmeyi, hayatın gayesi haline getirmelidir. Rasûl-i Ekrem (sav) ile Sahabe-i Kiram’ı radıyallahu anhum, çok iyi tanımalıdır. Onları candan severek, onlara benzemeye çalışmalıdır. Her şeyinde, sadece Yüce Allah'ın rızasını gözetmeli ve mükâfât olarak bununla yetinmesini bilmelidir.
Gençlerimiz kime benzemeye çalışıyor?
Örnekleme/modelleme, dini hayatta da çok önemli bir yere sahiptir. Eğitiminiz, örnekleriniz kadar güçlüdür. Sonraki nesillere intikal ettirmek istediğiniz değerlerinize gereken ilgiyi göstermelisiniz. Bu kapsamda çocuklarımıza ve gençlerimize Sahabe’yi ne kadar sevdirebiliyoruz?
Elbette, bundan önce biz yetişkinler, Sahabe-i Kiram’ı iyi tanımaya çalışmalıyız. Sonra da bunları evlatlarımıza çeşitli çizgi filimler, sinemalar ve menkıbeler ile anlatmalıyız.
Son dönemde bu minvalde kısmen bazı çalışmalar yapıldı. Fakat çocuklarımızı oyalayan veya başka mecralara sürükleyen çizgi filimler vs. ile kıyaslandığında, hala çok büyük bir açık söz konusudur. Bu konuda, iş adamlarımıza, vakıflarımıza ve yazarlarımıza büyük sorumluluk ve görevler düşmektedir.
İsimlerini çocuklarımızda yaşatmalı ve kimin ismini taşıyor ise onun hayatını onlara çok iyi öğretmeliyiz. Hatta hayatlarını, levha olarak odasının duvarına asmalıyız. Yani, futbolcu isimlerini ezberleyinceye kadar, Sahabe adlarını öğretmeye çalışmalıyız. Sokaktakiler hatta bizim çocuklarımız, etkilenme yoluyla Avrupa takımlarındaki futbolcuları bile tek tek sayıyor. Ama kaç tane Sahabeyi tanıyor?
Dayatılan hayat tarzına karşı bir duruş oluşturamazsak biz de sıradanlaşırız. Evimizde, ekranımızda, okulumuzda, onlardan ne kadar bahsediliyor? Sahabeler, âlimlerimiz, evliyalarımız ve diğer kahraman modellerimiz, günlük hayatımızın neresinde yer alıyor?
O halde, biz bu zeminleri oluşturmalıyız. Onları evimizde, ekranımızda ve gönlümüzde yaşatmalıyız.
DR. HÜSEYİN EMİN SERT
GÜLİSTAN DERGİSİ