Kuddûsî’ye göre, eğer insan, yaratılışının hikmetini Hakk’ın kendisine verdiği ilim
ihsânıyla idrak ederse, içinde bulunduğu sorumsuzluk ve gaflet karanlığından kurtulur. Çünkü
Yaratıcı, onu, âlem-i nebattan âlem-i hayvâna nakletti ve onu hisseden ve irâde ile hareket
eden bir varlık kıldı ki, bu da Allah’ın kullarına en büyük bağışıdır. Sonra, onu, konuşan bir
varlık yaptı ve onu, cemâd, nebât ve hayvânâta üstün kıldı. Konuşma özelliği sebebiyle insana
mülkün hakîkatını verdi. Aklı sebebiyle de melekler zümresine girdi ki, bu, en yücesi ve en
büyüğüdür.1343
İnsanın varlık yapısına ilişkin sorunun Platon ve Aristotales’ten daha önce, yâni
Sokrates, dönemi öncesinde filozofların üzerinde durduğu konu olmuştur. İnsana ilişkin
düşüncelerin başlangıcı sofistlere hatta doğa filozoflarına ve Thales of Miletus (m.ö.585)’e
kadar uzanır.1344
Bütün insanlık boyunca düşünürlerin ve düşünce ekollerini insan ile ilgili konular en
fazla dikkati insanın mutluluğu sorunu oluşturmuştur. Örneğin, Sokrates’de( 469-399), kendi
kendisiyle Yaratıcısıyla uyum içinde yaşayan insanın, evren ile de uyum içinde olup,
mutluluğu yakalıyabileceğini ifade eder. Çünkü evrensel düzen de kişisel düzen de ortak bir
temel ilkenin ayrı anlatım ve dışlaşmalarından başka bir şey değildir.1345
İnsan bilimi/antropoloji, Alman materyalist düşünür Ludwig Andreas Feuerbach (ö.
1872) ile yeni bir çizgiye oturur. Onunla antropoloji, felsefenin merkezî disiplini olur.
Feuerbach insanı ele alırken ne dünyadan, ne Hegel (ö. 1831) gibi dünya tininden, ne de
Descartes (ö. 1650) ve Kant (ö. 1804) gibi insan aklından yola çıkar. O, insanı bir bütün
olarak hareket noktasına yerleştirir. Ona göre insan, felsefenin temel konularından biri olmalı,
felsefenin merkezinde ye almalıdır.
Feuerbach bu düşüncelerini XVIII. Yüzyılda söylerken ve onun gibi August Comte (ö.
1857) gibi düşünürler daha yeni yeni insanı yüceltmeye çalışırken,1346 tasavvuf insanı
merkeze alma düşüncesini bunlardan on asır önce başarmıştır.
Batı da, XIX.yüzyılda, Nietzche (ö. 1900) ile doruğa çıkan insanla ilgili bilimlerin
çoğalmasına rağmen Max Scheler(ö. 1928)’in de belirttiği gibi, düşünce tarihinin hiçbir
döneminde insan, kendisi için bugünkünden daha sorun olmamıştır. Birbiri ile hiç
ilgilenmeyen bilimsel, felsefi, teoloji ve antropoloji ile ilgili olmasına rağmen, bilim bugün
insan hakkında üzerinde birleşen bilgiden, hala yoksundur.1347 Ne yazık ki, insanı araştıran
bilimlerin durmadan çoğalması, insana ilişkin düşüncelere aydınlamaktan çok karmaşık,
belirsiz ve paradoksol bir şekle dönüştürmektedir.
Batılı düşünce insanı farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda aynı amaçla insan
üzerinde değişik görüşler ileri sürerek “insan”ını aramaya çalışırken, Kuddûsî, “tam insan”
olmanın yolunu göstermektedir. Ona göre, tam insan olmanın en belirgin özelliği, kişinin
öncelikle ayne’l-yakîn bilgiyle Yaratıcısını bilmesidir. Zira ârif olmayan kişinin tam insan
olması mümkün değildir.
‘Ayne’l-yakîn Hâlîki ‘irfân gerek bimeğe
Her kim ki ‘arif değil olmaz insân bütün
.1348
“İnsan” konusuna bu farklı ve yetersiz yaklaşımlardan sonra, tasavvufun merhamet ve
şefkat yüklü yaklaşımı bu yüce varlığa gereken değeri verdiğini göstermektedir. Sûfîlerdeki
insana karşılıksız hizmet Hz. peygamberler ve onları izleyen asil insanî ruhu kazanan
insanlardaki îsar1349 makâmıyla kazanılır. Bu makâm, yalnızca başkalarını düşünme bilincini
sûfîye vermektedir. Sûfî bu anlayışını da Yaratıcı’sının: “…Bir sığınak arayışı içinde
kendilerine gelenlerin hepsini seven ve başkasına verilmiş olanlara karşı kalblerinde hiçbir
haset olmayan, aksine kendileri yoksulluk içinde bulunsalar bile diğerlerini kendilerine tercih
ederler; işte böyleleri, açgözlülükten korunanlardır, mutluluğa ulaşacak olanlar
onlardır.”1350 gibi âyetlerinden almıştır. Bu, sûfînin Hakk’dan aldığı ikrâm ve nimetlendirmek
vasfından kaynaklanmaktadır. Çünkü onlar, “Biz sizi yalnız Allah rızası için doyuruyoruz;
sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz.”1351 İlâhî emrini kendilerine ilke edinen
kişilerdir. Sûfî îsâr ederken cömertliğin zirvesine çıkmıştır, o, aynı zamanda gelecekte muhtaç
olacağı şeyi ihtiyaç sahibine vermektedir.1352 Onun için sûfî, maddeye karşı eğilmeyen,
onunla padişahlık sürdüren kişi değil, param parça olmuş gönül hırkalarını diken kişidir.1353
Zira sûfî, hiçbir şey olmayandır bir şey olan; o, varlıktan/benlikten ölendir, o, ölmeyen diriye
ulaşan kişidir.1354
Kuddûsî’nin düşüncesinde insan, mükemmel/seçilmiş ve mahdum bir varlık olarak
yaratılmıştır. Bütün varlıklar; melekler, hayvanlar, rüzgârlar, su, ateş, toprak, ağaçlar, taşlar,
bitkiler, güneş, ay, yıldızlar, cennet ve orada bulunan nesnelerin hepsi insana hizmet
etmektedir. Allah’ın yarattığı her varlık, O’na ibâdet ederken, O’nu tesbih ederken, O’nu her
ân tâzim ederken insana sadece yemek, içmek eğlenmek, uyumak düşer mi? Bütün hakîkatleri
kendinden cem’ eden varlık olarak insanın Yaratıcı’sından gafil kalması düşündürücüdür.1355
1329 Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrâr, vr. 259a.
1330 Aynı eser, vr. 258b.
1331 İsrâ, 17/44.
1332 Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrâr, vr. 258b.
1333 Kuddûsî, Dîvân, s.105.
1334 Nesefî; İnsanü’l-Kâmil, s.23.
1335 Fernend Schwarz, Kadîm Bilgeliğin Yeniden Keşfi, çev. Ayşe Meral Aslan, İnsan Yayınları, İstanbul 1997,
s. 208.
1336 Kuddûsî, Dîvân, s. 111.
1337 T. Burakhardt; An Introduction to Sûfî Doctrine, trans. D. M. Mathesan, (Lahore: M. Ashraf), 1963, s.94.
1338 Kuddûsî, Dîvân, s. 25.
1339 Aynı yer.
1340 Takiyeddin Mengüşoğlu, Ontolojik Esaslara Dayanan Felsefi Antropoloji Hakkında Düşünceler,
Yüzyılımızda insan, Haz. Loarno Kuçuradi, TFKY, Ankara, 1997, s. 1.
1341 Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrâr, vr. 258b
1342 Kuddûsî, Dîvân, s. 34.
1343 Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrâr, vr. 258b.
1344 Max Scheler, İnsanın Kozmostaki Yeri, (çev. Harun Dere), Ayraç Yayınları, Ankara 1998, s. 10.
1345 Cassirer, age., s. 21.
1346 Scheler, age., s. 20.
1347 Scheler, age., s. 32.
1348 Kuddûsî, Dîvân, s. 152.