Gice gündüz çalış tevhîde ol ‘âşık unut gayrı
Münâfıklar disünler kim delidür bu mürâ’iyâ
Olur, ‘ışk zikr ile hâsıl gönülde ez-kadim ‘adet
Akar Nil-i mübarek-veş tolar galbe olur derya
Celîsi zâkirin çün Hak Teâlâ Hazreti imiş
Hemân zikr eyle Kuddûsî sana olsun celîs Mevlâ1026.
Kuddûsî’nin tasavvuf anlayışına göre, sûfînin hiçbir zaman dinmeyen tek arzusu
Allah’a kavuşmadır. Hakk ile beraber olmak arzusuyla yanıp tutuşan âşık sûfîler bir an önce
Allah’a kavuşmak isterler. Bu vuslat, ancak O’na duyulan aşk aracılığıyla gerçekleşir.
Sevgiliye duyulan aşk, sevgilinin ismi anıldıkça, onun eserlerine bakıldıkça Nil nehri gibi
taşar ve daha da artarak deryaya dönüşür. Eğer zikir olmazsa, Allah ile kul arasında sevgi bağı
oluşmaz, o yüce dost meclisi kurulmaz, Mâ’şuk’la muhabbet derinliğine girmek
gerçekleşmez. Fakat sevgiyle oluşan bu ilişkide, “Allah anıldığı zaman yürekleri oynar ve
üzerlerine O’nun âyetleri okunduğunda, imanlarını artırır.”1027 Kuddûsî’ye göre, artık vuslat
gerçekleşmiş demektir. Çünkü kul, Allah’ı sürekli anmanın bereketiyle kısa zamanda O’na
vasıl olur. Zikir o kula sülûku kolaylaştırır ve yakınlaştırır.1028 Zira Allah’ın bu konuda
kullarına vaadı vardır: “ Ben, kulumun beni zannı yanındayım. Beni zikrettiği zaman Ben
onunlayım. O, beni kendi içinde zikrederse, bende onu kendi içimde zikrederim. O, beni bir
toplulukta zikrederse, ben de onu daha hayırlı bir toplulukta zikrederim. O, bana bir karış
yaklaşırsa, ben ona bir zir’â yaklaşırım, o bana bir zi’â yaklaşırsa, ben ona bir kulaç
yaklaşırım, o bana yürüyerk gelirse, ben ona koşarak giderim.”1029 Yine Allah başka bir
hadîs-i kudsîde: “Ben, beni zikredenin yanında oturan dostuyum”1030 buyurmaktadır. Kişi
ancak birini, ona olan sevgisi derinleştikçe daha iyi anlayabilir1031. Âşıkın Mâ’şuk’una
kavuşması için onun sevgisiyle yok olması ne kadar gerekli ise, kulun da Allah’a vuslatı için,
O’nun sevgisinde fani olması en az o kadar gereklidir1032.
Kuddûsî’nin temel gayesi, Allah’ı sürekli olarak kalbde diri tutmak ve dil ile
Allahı zikretmekdir, ve bu iki zikirde türünde de, Kuddûsî için zaman kaydı yoktur. Ona göre
sâlik, dil ile zikri icra edemediği vakit kalb ile zikri ifa etmelidir. Bu zikr-i kalbdir. Allah’ın
kendi dışındakilerden saklayıp yalnız kendi bilgisinde tuttuğu zikirdir.1033
Bu zikir, dillerin ve organların katılmadığı, yalnızca gönüllerin farkında olduğu
zikirdir. Bu, kalbin Allah’a olan aşkından dolayı, O’nu ulu bilmesi ve yüceltmesine benzer.
Bütün bunlar Allah/Mâ’şuk ile kul/aşığın bizzat kendisi arasında olup biten şeylerdir1034.
Kalbi zikir, tefekkür yapanların bu tecrübeyi, yâni tefekkürü ortaya koyması mümkün
değildir. Örneğin bazı tarîkatların müntesiplerinin tümünün kalbî zikir verilmektedir. Hâlbuki
bu tarîkatlara bağlı olan bütün sâliklerin sözünü ettiğimiz ileri basamaklara varmış olduklarını
göstermemektedir. Tarîkatlardaki zikr-i kalbi özel bir anlam taşıyıp, bu tarîkatların bir
gereğidir. Ama Kuddûsî’nin kastettiği zikr-i kalbi, İlâhî aşk tutkunu sûfîlerin, iç
deneyimlerinin ileri boyutlara ulaşmasından ortaya çıkan bir durumdur.
İdemez oldum lisân ile bu gün çok zikrini
Zikr-i kalbi eylesem ‘ışkın dahi bî-intihâ1035.
Kuddûsî’ye göre, tasavvufî pratiğin merkezinde bulunan zikir önemli bir rûhî eğitim
temrinidir. Zikir, Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını belli bir ahenk içerisinde tekrarlayarak
anmak ya da hatırlatmaktan ziyade, kalbî teslimiyetten gelen bağlılığın hem benlik olarak,
hem de dil ile ifade edilmesidir. Onun içindir ki bütün sûfîler zikri yaşanan dinîn kilit taşı
olarak görmüşlerdir.1036 Tasavvuf ve tarîkat etkinliğinin temel gayesi, insanda Allah‘ı temsil
eden ve kalpte yerleşmiş olan ruhun şeytana galip gelmesidir. Yâni ruhun “nefs” üzerindeki
üstünlüğünü sağlamak, mâsivâ ile özdeşleşmiş olan nefs üzerinde tam bir üstünlük elde
etmektir. Çünkü nefs, tasavvufun ana temalarından birisidir. Tasavvuf mücadelesi, nefsi yok
etme mücadelesidir. İnsan doğası “nefs” ile “rûh” arasında devamlı olarak süregelen bir
mücadele temeline dayanır. Zikrin bu mücadeledeki hedefi insanın fiziksel varlığını
ruhanî varlığından ayırarak, bu ruhanî varlığın Allah’a doğru özgürce hareketini
sağlamaktır. Zikir, düşünceyi bir yerde toplamak, tarîkte ilerlemeye yardım edecek ruhsal
güçleri salıvermektir. Genel olarak zikir tasavvufta bu perspektiften değerlendirilir.
Kuddûsî, kişinin inşâsında en faziletli rolu oynayan tevhîd zikrini, yolu bütün
engellerden temizleyen akrebe benzetir. Allah’tan başka tüm ağyârı, tevhîdin “lâ” kılıcıyla,
akrebiyle, süpürgesiyle temizleyip “illallah”a ortamı hazır hâle getirmektir. Tevhîd’in “lâ”sı
1026 Kuddûsî, Dîvân, s.132.
1027 Enfal, 8/2.
1028 Kuddûsî, Hazinetü’l- Esrâr, vr.,215b.
1029 Müslim, Zikir, 2.
1030 Aclunî, Keşfü’l- Hafâ, I.,232.
1031 Furnandez Saznegelman-İnâyet Han, Jung Psikolojisi ve Tasavvuf, İnsan Yay., İstanbul, 1994, s.31.
1032 Gazâlî, İhyâ, I, 428.
1033 Kuddûsî, Hazinetü’l- Esrâr, vr.,215b
1034 El-İsfehanî, Hılyetü’l-Evliyâ, X, 264.
1035 Kuddûsî, Dîvân, s.140.
1036 R. Nicholson,, The Mystics of İslâm, Arkana, 1989, p. 45.