Tefekkür, insan için yol göstericidir; hareket etmenin, hayat serüveninin haz
ırlık
plânıdır. Geceler, sûfîler için zikir ve tefekkürle beraber aşkın yükselişi, Rabbin yer semâsına
iniş vaktidir. Yâni, bir vuslat vaktidir. Mâsîvanın görüntüsünden uzaklaşarak, yalnızca Hakk
ile başbaşa kalmanın zamanıdır. Ağyârın hiçbir izi yoktur âşık sûfînin gözünde, yakınında,
çevresinde, konuşmasında, sadece Ma’şûk’una kavuşma ânını gözler. Onun için gündüzlerde,
mâsîvaya karşı yapılacak mücadelenin hazırlık safhasıdır. Sûfîler, halk arasındaki yalnızlıktan
ancak tefekkür ile kurtulabilirler.1263
İ
rmek istersenma’ârif sirrinin gâyâtıa
Aç gözünü kıl nazar ol Hâlik’ın âyâtına
Zât-ı pâkında tefekkür etme asla ey azîz
Kim bilinmez ‘akl erişmez ol Hudânın Zâtına
Yerlere hem yerde olan sun’i Hakk’a kılnazar
On sekiz bin âleminehem dürlü mahlûkâtına
Sıdk ile bak göklere hem dahi göklerde olan
Afitâb ve mâh-u yâr-u seb’u seyyâratına
Eyle Kuddûsî tefekkür Hâlikin halkına kim
Feyz-i Rabbânî dola bir gün gönül mir’âtine1264
Kuddûsî’nin buradaki amac
ı, var olan varlıkların, dış detayları ve tezahürleri
bakımından insanların nesnelere ve bu nesnelere olan mânevî etkilere karşı duyarsızlıklarını
canland
ırmaktır. İşte tefekkür gittikçe cılızlaşıp zayıflayan bu derûnî düşünceyi canlandırmak
amacı gütmektedir. Kuddûsî, bu derin düşünceyi sûfî için sık sık hatırlatmaktadır. O, sûfî
tefekkürünün amacının derûnî düşünceye bağlı hayat ile fiili hayatı birleştirmesine bağlı
olarak, tefekkürün sûfînin karakterinin olu
şumu üzerindeki önemli etkiye inanmaktadır.
Kuddûsî, Kur’ân’ın âyetlerinden hareketle sûfîyi hem iç âlemin, hem de dış dünya
üzerinde düşünmeye çağırmaktadır. Her varlık insanı derin düşüncelere götürecek birer
âyettir. Bu âyetleri analiz edip anlamaya çalışmak akıllı her insan için güzel bir öğretidir.
Fakat insanların çoğu sadece kendi üzerlerindeki âyetlerin ışığında Tanrı’yı bulabilecekleri
halde, kalbî bilgilerini keşf edemediklerinden ne yazık ki bu aydınlanmadan çok uzaktırlar.
Onlar için tefekkür edilecek e
şyâ sadece kendi varlıkları değildir; var olan her nesne onları
Yarat
ıcıyı tanımaya ve bilmeye götüren birer kılavuzdur. Çünkü, Allah, âyetinde “Biz onlara
âyetlerimizi ufuklarda/afak ve kendi nefislerinde göstereceğiz”1265 buyurmaktadır. Burada
Kuddûsî’nin kast ettiği, ezoterik/hermetik/içsel bir yaklaşımdır. Âyetler/işaretler/semboller
insanın varlığın mahiyetini anlamaları için birer emaredir. Sûfî düşünce de “tek” bir hakikat
vardır; diğer gölgeler birer işaretten başka bir şey değildir. Yâni Allah’ın diktiği âyetler “tek”
gerçeği anlamayı idrak etmeye yardım eden unsurlardır. Ama derunî olmayan düşünceler de,
yâni ezoterik/zâhiri perspektifte âyet sadece âyettir. Ama Hz. Peygamber (s.) “Kur’an’ın yedi
batını (boyutu) vardır” buyurmaktadır. Bu da bize ezoterik yaklaşımda, varlığın katlı ve
derûnî anlamlar üzerine bina edildiğini gösterir1266.
Tasavvufî bilgi ma’rifet/derin araştırma ve tahkik sonucunda meydana gelir.
ma’rifetle Yaratanı hakkıyla bilerek yargıda bulunan, edindiği bilgi sayesinde daima dik
olarak ayaktadır. Bu bilgiyle Allah’ı hakkıyla tanıyan devamlı olarak tefekkür hâlindedir1267.
Kuddûsî’ye göre, sûfînin ma’rifetin sırrına ulaşıp, zulmet perdelerini ortadan
kaldırması şarttır. Onun için özellikle Allah’ın yeryüzüne diktiği işâret/âyetleri iyi
gözlemlenmesi gereklidir. Sûfi bu gözlemleri yaparken kesinlikle Hakk’ın zâtı üzerinde
düşünmemelidir. Çünkü, duüşünceyle, akılla bu İlâhî Zât’ın kavranması mümkün değildir.
Fakat, sûfînin, Yaratıcı’nın yarattığı nesnelerin sırrını kavramak ve Rabbanî feyzlerden
faydalanması için, tefekküre dalarak İlâhî aydınlama ile gönül dünyasını aydınlatmalıdır.
Allah’ın yer yüzündeki her sa’natı, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir dikili âyettir.
Sen de Kuddûsî tefekkür bahrine dal
ışk ile
Çün ona her kim dalarsa o bülise dürlerin1268.
Yukar
ıda da ifede ettiğimiz gibi Kuddûsî’nin tasavvuf düşüncesinde İlâhî aşkı
tadman
ın ve ma’rifet aydınlığa kavuşmanın temelinde derin düşünme/tefekkürün önemli bir
etkinliği vardır. Kuddûsî aynı zamanda, Allah’ı hatırla tutmak/zikir ile tefekkürü birbirinden
ayırmayarak, ikisini de sûfînin olgunlaşmasının temel taşı olarak görür. O, tefekkürün engin
sularında dolaşan insanın her türlü isteklerine kavuşacağına inanır. Tefekkür insanı, evreni ve
evren içindeki bütün varlığı anlama ve keşf etmeye götüren mihenk taşıdır.
1262 Kuddûsî, Pendnâme-i Kuddûsî, vr., 208b.
1263
Kuddûsî, Dîvân, s. 98.
1264
Kuddûsî, Dîvân, s. 167.
1265
Fussilet, 41/53.
1266
M. Erol Kılıç, Ezoterik, Bahar, 2006, s.46. “Padişah-ı Âlem Olmak Bir Kuru Gavga İmiş”, Mahmud Erol ile
Söyleşi, A. Sait Aykut – E. Efe Çakmak, İstanbul, 2006, s.107.
1267
İbnü’l-Arabî, “Hilyetü’l-Ebdâl”, Resâil, Neşr: Muhammed Şihabeddin el-Arabî, Dâr-ı Sadr, Beyrut, 1997,
s.507.
1268
Kuddûsî, Dîvân, s.144.