7 sonuçtan 1 ile 7 arası

Konu: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 13. Söz

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart SÖZLER / Risale-i Nur'dan 13. Söz

    بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
    Onüçüncü Söz

    بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
    وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ { وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغِى لَهُ
    Kur'an-i Hakîm ile felsefe ulûmunun mahsûl-ü hikmetlerini, ders-i ibretlerini, derece-i ilimlerini müvazene etmek istersen; su gelecek sözlere dikkat et!
    Iste Kur'an-i Mu'ciz-ül Beyân'in bütün kâinattaki âdiyat nâmiyla yâdolunan, hârikulâde ve birer mu'cize-i kudret olan mevcûdât üstündeki âdet ve ülfet perdesini keskin Beyânâtiyla yirtip, o hakaik-i acîbeyi zîsuura açip, nazar-i ibretlerini celbedip, ukûle tükenmez bir hazine-i ulûm açar.
    Felsefe hikmeti ise, bütün hârikulâde olan mu'cizât-i kudreti, âdet perdesi içinde saklayip, câhilâne ve lâkaydâne üstünde geçer. Yalniz hârikulâdelikten düsen ve intizâm-i hilkatten hurûc eden ve kemâl-i fitrattan sukut eden nâdir ferdleri nazar-i dikkate arzeder, onlari birer ibretli hikmet diye zîsuura takdim eder. Meselâ: En câmi' bir mu'cize-i kudret olan insanin hilkatini âdi deyip lâyakdlikla bakar. Fakat insanin kemâl-i hilkatinden hurûc etmis, üç ayakli yahut iki basli bir insani bir velvele-i istigrabla nazar-i ibrete teshir eder. Meselâ: En lâtif ve umumî bir mu'cize-i rahmet olan bütün yavrularin hazine-i gaybdan muntâzam iâselerini âdi görüp, küfran

    sh: » (S: 144)
    perdesini üstüne çeker. Fakat intizâmdan süzuz etmis, kabilesinden cüda olmus, yalniz olarak gurbete düsmüs, denizin altinda olan bir böcegin bir yesil yaprakla iasesini görür, ondan tecelli eden lütuf ve keremle hâzir balikçilari aglatmak ister (Hâsiye). Iste Kur'an-i Kerim'in ilim ve hikmet ve mârifet-i Ilâhiyye cihetiyle servet ve ginâsi; ve felsefenin ilim ve ibret ve mârifet-i Sâni' cihetindeki fakr ve iflâsini gör, ibret al!
    Iste bu sirdandir ki: Kur'an-i Hakîm, nihayetsiz parlak, yüksek hakikatlari câmi' oldugundan, siirin hayâlâtindan müstagnidir. Evet Kur'an-i Mu'ciz-ül Beyân'in i’câz derecesindeki Kemâl-i nizâm ve intizâmi ve kitab-i kâinattaki intizâmât-i san'ati, muntâzam üslûblariyla tefsir ettikleri halde; manzum olmadiginin diger bir sebebi de budur ki: Âyetlerinin herbir necmi, vezin kaydi altina girmeyip tâ ekser âyetlere bir nevi merkez olsun ve kardesi olsun ve mâbeynlerinde mevcûd münâsebet-i mâneviyeye rabita olmak için, o dâire-i muhita içindeki âyetlere birer hatt-i münasebet teskil etsin. Güya serbest herbir âyetin, ekser âyetlere bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü var. Kur'an içinde binler Kur'an bulunur ki, herbir mesreb sahibine birisini verir. Nasilki Yirmibesinci Söz'de Beyân edildigi gibi; Sûre-i Ihlâs içinde otuzalti Sûre-i Ihlâs mikdarinca herbiri zil-ecniha olan alti cümlenin terkibatindan mütesekkil bir hazine-i ilm-i tevhid bulunur ve tâzammun ediyor. Evet nasilki semâda olan intizâmsiz yildizlarin sûreten adem-i intizâmi cihetiyle herbir yildiz, kayid altina girmeyip herbirisi ekser yildizlara bir nevi merkez olarak daire-i muhîtasindaki -birer birer- herbir yildiza mevcûdat beynindeki nisbet-i hafiyyeye isaret olarak birer hatt-i münasebet uzatiyor. Güya herbir tek yildiz, necm-i âyet gibi umum yildizlara bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü vardir. Iste intizâmsizlik içinde kemâl-i intizâmi gör, ibret al!
    وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغِى لَهُ nün bir sirrini bil! Hem âyet-i وَمَا يَنْبَغِى لَهُ sirrini da bununla anla ki: Siirin se'ni; küçük ve sönük hakikatlari, büyük ve parlak hayallerle süslendirip begendirmek ister. Halbuki Kur'anin hakikatlari; o kadar büyük, âlî, par-
    ______________________________ _________
    (Hasiye): Amerika'da aynen bu vâkia olmustur.




    sh: » (S: 145)
    lak ve revnakdardir ki, en büyük ve parlak hayal, o hakikatlara nisbet edilse; gâyet küçük ve sönük kalir. Meselâ:
    يَوْمَ نَطْوِى السَّمَاءَ كَطَىِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ { يُغْشِى اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا
    اِنْ كَانَتْ اِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَاهُمْ جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ
    gibi hadsiz hakikatlari buna sahiddir. Kur'anin herbir âyeti, birer necm-i sâkib gibi, i’câz ve hidâyet nurunu nesr ile küfrün zulümâtini nasil dagittigini görmek, zevketmek istersen; kendini o asr-i câhiliyette ve o sahrâ-yi bedeviyette farzet ki, hersey zulmet-i cehil ve gaflet altinda perde-i cümûd ve tabiata sarilmis oldugu bir anda, birden Kur'anin lisan-i ulviyesinden يُسَبِحُ ِللّهِ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى اْلاَرْضِ اْلمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ اْلحَكِيمِ gibi âyetleri isit, bak. O ölmüs veya yatmis mevcûdât-i âlem يُسَبِحُsadasiyla isitenlerin zihninde nasil diriliyorlar, hüsyar oluyorlar, kiyam edip zikrediyorlar. Hem o karanlik gökyüzünde birer câmid atespâre olan yildizlar ve yerdeki perisan mahlûkât, تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ sayhasiyla isitenlerin nazarinda; gökyüzü bir agiz, bütün yildizlar birer kelime-i hikmet-nümâ, birer nur-u hakikat-edâ; ve arz bir kafa; berr ve bahr birer lisan; ve bütün hayvanat ve nebâtat birer kelime-i tesbih-fesan Sûretinde arz-i dîdar eder. Yoksa bu zamandan tâ o zamânâ bakmakla, mezkûr zevkin dekaikini göremezsin. Evet o zamandan beri nurunu nesreden ve mürur-u zaman ile ulûm-u müteârife hükmüne geçen ve sâir neyyirat-i Islâmiye ile parlayan ve Kur'anin günesiyle gündüz rengini alan bir vaziyet ile yahut sathî ve basit bir perde-i ülfet ile baksan, elbette herbir âyetin ne kadar tatli bir zemzeme-i i'câz içinde ne çesit zulümati dagittigini hakkiyla göremezsin ve bir çok enva'-i i'câzi içinde bu nev-i i'câzini zevk edemezsin. Kur'an-i Mu'ciz-ül Beyân'in en yüksek bir derece-i i'câzina bakmak istersen, su temsili dinle, bak. Söyle ki:
    sh: » (S: 146)
    Gâyet yüksek ve garib ve gayetle yayilmis acib bir agaç farzedelim ki; o agaç bir perde-i gayb altinda, bir tabaka-i mestûriyet içinde saklanmis. Mâlûmdur ki: Bir agacin, insanin a'zalari gibi; onun dallari, meyveleri, yapraklari, çiçekleri gibi bütün uzuvlari arasinda bir münasebet, bir tenâsüb, bir müvâzenet lâzimdir. Herbir cüz'ü, o agacin mahiyetine göre bir sekil alir, bir Sûret verilir. Iste, hiç görünmeyen (ve hâlen görünmüyor) o agaca dair biri çiksa, bir perde üstünde onun herbir a'zâsina mukabil birer resim çekse, birer hudud çizse, dalindan meyveye, meyveden yapraga, bir tenâsüble bir Sûret tersim etse ve birbirinden nihayetsiz uzak mebde ve müntehasinin ortasinda uzuvlarinin ayni sekil ve Sûretini gösterecek muvafik tersîmatla doldursa; elbette sübhe kalmaz ki, o ressam o gaybî agaci gayb-âsina nazariyla görür, ihâta eder, sonra tasvir eder.
    Aynen onun gibi, Kur'an-i Mu'ciz-ül Beyân'in dahi, hakikat-i mümkinata dair (ki o hakikat; dünyanin ibtidasindan tut, tâ âhiretin en nihayetine kadar uzanmis ve fersten arsa ve zerreden semse kadar yayilmis olan secere-i hilkatin hakikatina dair) Beyânât-i Furkaniyesi, o kadar tenâsübü muhafaza etmis ve herbir uzva ve meyveye lâyik birer Sûret vermistir ki; bütün muhakkikler, nihayet-i tahkikinde, Kur'anin tasvirine «Mâsâallah, Bârekâllah» deyip, «Tilsim-i kâinati ve muammayi hilkati kesf ve fetheden yalniz sensin ey Kur'an-i Hakîm!» demisler.
    وَلِلّهِ اْلمَثَلُ اْلاَعْلَى -temsilde kusur yok- Esmâ ve Sifât-i Ilâhiyyeyi, suun ve ef'âl-i Rabbâniyyeyi, bir secere-i tûba-i nur hükmünde temsil edelim ki; o secere-i nuraniyenin daire-i âzameti, ezelden ebede uzanip gidiyor. Hudud-u kibriyâsi, gayr-i mütenahî fezâ-yi itlakta yayilip îhatâ ediyor.
    Hudud-u icraati,
    يَحُولُ بَيْنَ اْلمَرْءِ وَقَلْبِهِ { فَالِقُ اْلحَبِّ وَالنَّوَى { هُوَ الَّذِى يُصَوِّرُكُمْ فِى اْلاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاءُ hududundan tut tâ وَالسَّموَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ { خَلَقَ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضَ فِى سِتَّةِ اَيَّامٍ { وَ سَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ hududuna kadar uzanmis o hakikat-i nurani-
    sh: » (S: 147)
    yeyi; bütün dal ve budaklariyla, gayât ve meyveleriyle o kadar tenâsüble ve birbirine uygun, birbirine lâyik, birbirini kirmayacak, birbirinin hükmünü bozmayacak, birbirinden tevahhus etmeyecek bir Sûrette o hakaik-i esmâ ve sifâti ve suun ve ef'âli Beyân etmistir ki, bütün ehl-i kesf ve hakikat ve daire-i melekûtta cevelan eden bütün ashâb-i irfan ve hikmet, o Beyânât-i Furkaniyeye karsi «Sübhânallah» deyip, «Ne kadar dogru, ne kadar mutabik, ne kadar güzel, ne kadar lâyik» diyerek tasdik ediyorlar.


    Seni çok Özledim Annem

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 13. Söz

    Meselâ: Bütün daire-i imkân ve daire-i vücuba bakan, hem o iki secere-i azîmenin bir tek dali hükmünde olan îmanin erkân-i sittesi ve o erkânin bütün dal ve budaklari, tâ en ince meyve ve çiçekler aralarinda o kadar bir tenâsüb gözetilerek tasvir eder ve o derece bir müvazenet Sûretinde târif eder ve o mertebe bir tenâsüb tarzinda izhar eder ki, akl-i beser idrâkinden âciz ve hüsnüne hayran kalir. Ve o îmân dalinin bir budagi hükmünde olan Islâmiyet'in erkân-i hamsesi aralarinda ve o erkânin tâ en ince teferruati ve en küçük âdâbi ve en uzak gâyâti ve en derin hikemîyâti ve en cüz'î semeratina varincaya kadar aralarinda hüsn-ü tenâsüb ve Kemâl-i münasebet ve tam bir müvazenet muhafaza edildigine delil: O Kur'an-i câmiin nusus ve vücuhundan ve îsârat ve rumuzundan çikan Seriat-i Kübrâ-yi Islâmiyenin kemâl-i intizâmi ve müvazeneti ve hüsn-ü tenâsübü ve resaneti; cerhedilmez bir sahîd-i âdil, sübhe getirmez bir bürhân-i kati'dir. Demek oluyor ki; Beyânât-i Kur'aniye, beserin ilm-i cüz'îsine, bâhusus bir ümmînin ilmine müstenid olamaz. Belki bir ilm-i muhita istinad ediyor ve cemi' esyayi birden görebilir, ezel ebed ortasinda bütün hakaiki bir anda müsahede eder bir Zâtin kelâmidir. َاْلحَمْدُ ِللّهِ الَّذِى اَنْزَلَ عَلَى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِوَجًا bu hakikata isaret eder.

    اَللّهُمَّ يَا مُنْزِلَ الْقُرْآنِ بِحَقِّ الْقُرْآنِ وَ بِحَقِّ مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْقُرْآنُ نَوِّرْ قُلُوبَنَا وَ قُبُورَنَا بِنُورِ
    اْلاِيمَانِ وَ الْقُرْآنِ آمِينَ يَا مُسْتَعَانُ

    * * *

    Onüçüncü Sözün Ikinci Makami
    بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
    (Câzibedâr bir fitne içinde bulunan ve daha aklini kaybetmeyen Bâzi gençlerle bir muhaveredir.)
    Bir kisim gençler tarafindan simdiki aldatici ve câzibedâr lehviyat ve hevesâtin hücumlari karsisinda «Âhiretimizi ne Sûretle kurtaracagiz» diye, Risale-i Nur'dan meded istediler. Ben de Risale-i Nur'un sahs-i mânevîsi nâmina onlara dedim ki: Kabir var, hiç kimse inkâr edemez. Herkes ister istemez oraya girecek. Ve oraya girmek için de üç tarzda «Üç Yol»dan baska yol yok.
    Birinci yol: O kabir, ehl-i îmân için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapisidir.
    Ikinci yol: Âhireti tasdik eden, fakat sefahet ve dalâlette gidenlere, bir haps-i ebedî ve bütün dostlarindan bir tecrid içinde bir haps-i münferid, yalniz basina bir hapis kapisidir. Öyle gördügü ve îtikad ettigi ve inandigi gibi hareket etmedigi için öyle muamele görecek.
    Üçüncü yol: Âhirete inanmayan ehl-i inkâr ve dalâlet için bir idam-i ebedî kapisi... Yâni: Hem kendisini, hem bütün sevdiklerini îdam edecek bir daragacidir. Öyle bildigi için, cezasi olarak aynini görecek. Bu iki sik bedihîdir, delil istemiyor, göz ile görünür. Mâdem ecel gizlidir; her vakit ölüm, basini kesmek için gelebiliyor ve genç ihtiyar farki yoktur. Elbette daima gözü önünde öyle büyük

    sh: » (S: 149)
    dehsetli bir mes'ele karsisinda bîçare insan; o îdam-i ebedî, o dipsiz, nihayetsiz haps-i münferidden kurtulmak çaresini aramak ve kabir kapisini bir âlem-i bâkîye, bir saadet-i ebediyyeye ve âlem-i nura açilan bir kapiya kendi hakkinda çevirmek hâdisesi; o insanin dünya kadar büyük bir mes'elesidir.
    Bu kat'î hakikat, bu üç yol ile bulundugunda ve bu üç yolun da mezkûr üç hakikat ile olacagini ihbar eden yüzyirmidört bin muhbir-i sâdik, ellerinde nisâne-i tasdik olan mu'cizeler bulunan enbiyalar ve o enbiyalarin haber verdikleri ayni haberleri, kesf ve zevk ve suhud ile tasdik eden ve imza basan yüzyirmidört milyon evliyanin ayni hakikate sehadetleri ve hadd ü hesaba gelmeyen muhakkiklerin, kat'î delilleriyle -o enbiya ve evliyanin verdikleri ayni haberleri- aklen ilmelyakîn derecesinde(*) isbat ettikleri ve yüzde doksandokuz ihtimal-i kat'î ile «Idam ve zindan-i ebedîden kurtulmak ve o yolu saadet-i ebediyeye çevirmek, yalniz îmân ve itaat iledir...» diye ittifakan haber veriyorlar.
    Acaba yüzde bir ihtimal-i helâket bulunan bir tehlike yolunda gitmemek için, bir tek muhbirin sözü nazara alinsa ve onun sözünü dinlemeyip o yolda giden adamin, endise-i helâketten gelen elem-i mânevî, onun yemek istihasini kaçirdigi halde; böyle yüzbinler sadik ve Mûsaddak muhbirlerin yüzde yüz ihtimal ile, dalâlet ve sefahet göz önündeki kabir daragacina ve ebedî haps-i münferidine kat'î sebeb oldugunu ve îman, ubûdiyyet; yüzde yüz ihtimal ile o daragacini kaldirip, o haps-i münferidi kapatip, su göz önündeki kabri, bir hazine-i ebediyeye, bir saray-i saadete açilan bir kapiya çeviriyor diye ihbar eden ve emârelerini ve âsârlarini gösterdikleri halde, bu acîb ve garib ve dehsetli ve âzametli mes'ele karsisinda bulunan bîçare insan ve bâhusus müslüman: Eger îmân ve ubûdiyyeti olmazsa, bütün dünya saltanati ve lezzeti bir tek insana verilse; acaba o göz önündeki, her vakit oraya çagrilmasina nöbetini bekleyen bir insana verdigi o endiseden gelen elîm elemi kaldirabilir mi? Sizden soruyorum.
    Mâdem ihtiyarlik, hastalik, musibet ve her tarafta vefiyâtlar o dehsetli elemi desiyorlar ve ihtar ediyorlar. Elbette o ehl-i dalâlet ve sefahet yüzbin lezzeti ve zevki alsa da, yine o mânevî bir cehennem kalbinde yasar ve yakar. Fakat pek kalin gaflet sersemligi muvakkaten hissettirmez.
    ____________________________
    (*) Onlardan birisi Risale-i Nur'dur. Meydandadir.

    sh: » (S: 150)
    Mâdem ehl-i îmân ve taat, göz önünde gördügü kabri bir hazine-i ebediyeye, bir saadet-i lâyezâlîye kendisi hakkinda bir kapi oldugunu ve o ezelî mukadderat piyangosundan milyarlar altun ve elmaslari kazandiracak bir bilet dahi îmân vesikasiyla ona çikmis. Her vakit «Gel biletini al!» diye beklemesinden derin, esâsli, hakikî lezzet ve zevk-i mânevî öyle bir lezzettir ki: Eger tecessüm etse ve o çekirdek bir agaç olsa, o adama hususî bir cennet hükmüne geçtigi halde; o zevk ve lezzet-i azîmeyi terkedip, gençlik sâikasiyla, o hadsiz elemler ile âlûde zehirli bir bala benzeyen sefihane ve heveskârane muvakkat bir lezzet-i gayr-i mesruayi ihtiyar eden, hayvandan yüz derece asagi düser. Ecnebi dinsizleri gibi de olamaz. Çünki onlar, peygamberi inkâr etseler, digerlerini taniyabilirler. Peygamberleri bilmeseler de Allah'i taniyabilirler. Allah'i bilmeseler de kemâlâta medâr olacak Bâzi güzel hasletler bulunabilir. Fakat bir müslüman; hem enbiyayi, hem Rabbini, hem bütün Kemâlâti Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm vasitasiyla biliyor. Onun terbiyesini birakan ve zincirinden çikan daha hiçbir peygamberi (A.S.) tanimaz ve Allah'i da tanimaz. Ve ruhunda Kemâlâti muhafaza edecek hiçbir esâsâti bilemez. Çünki peygamberlerin en âhiri ve en büyükleri ve dini ve dâveti, umum nev'-i besere baktigi için ve mu'cizâtça ve dince umuma faik ve bütün nev'-i besere bütün hakaikte üstadlik edip, ondört asirda parlak bir Sûrette isbat eden ve nev'-i beserin medâr-i iftihari bir zâtin terbiye-i esâsiyelerini ve usûl-ü dînini terkeden, elbette hiçbir cihette bir nur, bir Kemâl bulamaz. Sukut-u mutlaka mahkûmdur.
    Iste ey hayat-i dünyeviyyenin zevkine mübtelâ ve endise-i istikbal ile istikbalini ve hayatini temin için çabalayan bîçareler! Dünyanin lezzetini, zevkini, saadetini, rahatini isterseniz; mesrû dairedeki keyfe iktifa ediniz. O, keyfinize kâfidir. Haricinde ve gayr-i mesrû dairedeki bir lezzetin içinde bin elem oldugunu sâbik Beyânâtta elbette anladiniz. Eger mâzi, yâni geçmis zamanin hâdisatini, sinema ile halihâzirda gösterdikleri gibi; istikbaldeki ahvâl dahi, meselâ elli sene sonraki halleri bir sinema ile gösterilse idi, ehl-i sefahet simdiki güldüklerine yüzbinlerce nefrin ve nefret edip aglayacaktilar. Dünya ve âhirette ebedî ve daimî süruru isteyen, îmân dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) kendine rehber etmek gerektir.


    Seni çok Özledim Annem

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 13. Söz

    sh: » (S: 151)

    BIRKAÇ BIÇARE GENÇLERE VERILEN BIR TENBIH, BIR DERS, BIR IHTARDIR
    Bir gün yanima parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesât cihetinden gelen tehlikelerden sakinmak için tesirli bir ihtar almak isteyen bu gençlere, ben de eskiden Risale-i Nur'dan meded isteyen gençlere dedigim gibi dedim ki: Sizdeki gençlik kat'iyyen gidecek. Eger siz daire-i mesruada kalmazsaniz, o gençlik zayi' olup basiniza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eger terbiye-i Islâmiye ile o gençlik nimetine karsi bir sükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarfetseniz, o gençlik mânen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasina sebeb olacak.
    Hayat ise, eger îmân olmazsa veyahut isyan ile o îmân tesir etmezse; hayat, zâhirî ve kisacik bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünki insanda akil ve fikir oldugu için, hayvanin aksine olarak hâzir zamanla beraber geçmis ve gelecek zamanlarla da fitraten alâkadardir. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadigi için, hâzir lezzetini, geçmisten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endiseler bozmuyor. Insan ise, eger dalâlet ve gaflete düsmüs ise, hâzir lezzetine geçmisten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endiseler o cüz'î lezzeti cidden acilastiriyor, bozuyor. Hususan gayr-i mesru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasinda asagi düser. Belki ehl-i dalâletin ve gafletin hayati, belki vücudu, belki kâinati; bulundugu gündür. Bütün geçmis zaman ve kâinatlar, onun dalâleti noktasinda madumdur, ölmüstür. Akil alâkadarligi ile ona zulmetler, karanliklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, îtikadsizligi cihetiyle yine madumdur. Ve ademle hasil olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatina zulmetler veriyorlar. Eger Îman hayata hayat olsa; o vakit hem geçmis, hem ge-

    sh: » (S: 152)
    lecek zamanlar îmânin nuruyla isiklanir ve vücud bulur. Zaman-i hâzir gibi ruh ve kalbine îmân noktasinda ulvî ve mânevî ezvaki ve envar-i vücudiyeyi veriyor. Bu hakikatin, «Ihtiyar Risâlesinde» e Yedinci Rica'da izahi var. Ona bakmalisiniz.
    Iste hayat böyledir. Hayatin lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatinizi îmân ile hayatlandiriniz ve feraizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz. Her gün ve her yerde ve her vakit vefiyatlarin gösterdikleri dehsetli hakikat-i mevt ise, size; -baska gençlere söyledigim gibi- bir temsil ile Beyân ediyorum:
    Meselâ, burada gözünüz önünde bir daragaci dikilmis. Onun yaninda bir piyango (fakat pek büyük bir ikramiye biletleri veren) dairesi var. Biz buradaki on kisi alâküllihal, ister istemez, hiç baska çare yok, oraya davet edilecegiz, bizi çagiracaklar. Ve çagirma zamani gizli olmasindan her dakika, yâ «Gel idam biletini al, daragacina çik!» veyahut «Gel, milyonlar altun kazandiran bir ikramiye bileti sana çikmis gel, al!..» Demelerini beklerken, birden kapiya iki adam geldi. Biri yari çiplak güzel ve aldatici bir kadin, elinde zâhiren gâyet tatli, fakat zehirli bir helva getirip yedirmek istiyor. Diger biri de: aldatmaz ve aldanmaz ciddî bir adam, o kadinin arkasindan girdi. Dedi ki: «Size bir tilsim, bir ders getirdim. Bunu okusaniz, o helvayi yemezseniz, o daragacindan kurtulursunuz. Bu tilsim ile emsalsiz ikramiye biletini alirsiniz. Iste bu daragacinda zâten gözünüzle görüyorsunuz ki, bal yiyenler oraya giriyorlar ve oraya girinceye kadar o helvanin zehirinden dehsetli karin sancisi çekiyorlar ve o büyük ikramiye biletini alanlar çendan görünmüyorlar ve zâhiren onlar da o daragacina çiktiklari görünüyor. Fakat onlar asilmadiklarini, belki oradan kolayca ikramiye dairesine girmek için basamak yaptiklarini milyonlar sahidler var, haber veriyorlar. Iste pencerelerden bakiniz. En büyük memurlar ve bu isle alâkadar büyük zâtlar yüksek sesle ilân ediyorlar ve haber veriyorlar ki; o daragacina gidenleri aynelyakîn gözünüz ile gördügünüz gibi, bu ikramiye biletini tilsimcilar aldiklarini hiç sek ve sübhesiz gündüz gibi kat'î biliniz.» dedi.
    Iste bu temsil gibi zehirli bir bal hükmünde olan gayr-i mesrû dairedeki gençligin sefahetkârane zevkleri, hazine-i ebediyyenin ve saadet-i sermediyyenin bileti ve vesikasi olan îmâni kaybettigi için, daragaci hükmünde olan ölüm ve ebedî zulümat kapisi olan kabrin

    sh: » (S: 153 )
    musibetine, aynen zâhiren göründügü gibi düser ve ecel gizli oldugu için genç, ihtiyar farketmeyerek her vakit ecel cellâdi, basini kesmek için gelebilir. Eger o zehirli bal hükmünde olan hevesât-i gayr-i mesruayi terkedip, tilsim-i Kur'anî olan îman ve feraizi elde etmekle ve fevkalâde mukadderat-i beser piyangosundan çikan saadet-i ebedîyye hazinesi biletini alacagina, yüzyirmidört bin Enbiya Aleyhimüsselâm ile beraber hadd ü hesaba gelmeyen ehl-i velâyet ve ehl-i hakikat müttefikan haber veriyorlar: ve âsârini gösteriyorlar.
    Elhâsil, gençlik gidecek. Sefahette gitmis ise, hem dünyada, hem âhirette, binler bela ve elemler netice verdigini ve öyle gençler ekseriyetle suiistimal ile, israfat ile gelen evhamli hastalikla hastahanelere ve taskinliklariyla hapishanelere veya sefalethanelere ve mânevî elemlerden gelen sikintilarla meyhanelere düseceklerini anlamak isterseniz; hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisan-i halinden, gençlik sâikasiyla israfat ve suiistimalden gelen hastaliktan eninler, eyvâhlar isittiginiz gibi; hapishanelerden dahi, ekseriyetle gençligin taskinlik sâikasiyla gayr-i mesru dairedeki harekâtin tokatlarini yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini isiteceksiniz. Ve kabristanda ve mütemadiyen oraya girenler için kapilari açilip kapanan o âlem-i berzahta -ehl-i kesfelkuburun müsahedâtiyla ve bütün ehl-i hakikatin tasdikiyla ve sehadetiyle- ekser azablar, gençlik sû'-i istimalâtinin neticesi oldugunu bileceksiniz. Hem nev'-i insanin ekseriyetini teskil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz. Elbette ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretler ile "Eyvah gençligimizi bâdiheva, belki zararli zayi' ettik. Sakin bizim gibi yapmayiniz." diyecekler. Çünki, bes-on senelik gençligin gayr-i mesru zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azab ve zarar ve âhirette cehennem ve sakar belasini çeken adam, en acinacak bir halde oldugu halde
    اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ sirriyla hiç acinmaya müstehak olamaz. Çünki zarara rizasiyla girene merhamet edilmez ve lâyik degildir. Cenâb-i Hak bizi ve sizi, bu zamanin cazibedâr fitnesinden kurtarsin ve muhafaza eylesin, âmîn...

    * * *
    sh: » (S: 154)

    RISALE-I NUR MIZANLARINDAN ONÜÇÜNCÜ SÖZ'ÜN IKINCI MAKAMININ HASIYESIDIR
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Risale-i Nur'daki hakikî teselliye mahpuslar çok muhtaçtirlar. Hususan gençlik darbesini yeyip, taze ve sirin ömrünü hapiste geçirenlerin, Nurlara ekmek kadar ihtiyaçlari var. Evet gençlik damari, akildan ziyade hissiyati dinler... His ve heves ise kördür. Âkibeti görmez. Bir dirhem hâzir lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder. Bir dakika intikam lezzeti ile katleder. Seksen bin saat hapis elemlerini çeker ve bir saat sefahet keyfiyle bir namus mes'elesinde- binler gün hem hapsin, hem düsmaninin endisesinden sikintilarla ömrünün saadeti mahvolur. Bunlara kiyasen bîçare gençlerin çok vartalari var ki: En tatli hayatini en aci ve acinacak bir hayata çeviriyorlar ve bilhassa simalde koca bir devlet, gençlik hevesâtini elde ederek, bu asri firtinalariyla sarsiyor. Çünki: Âkibeti görmeyen kör hissiyatla hareket eden gençlere, ehl-i namusun güzel kizlarini ve karilarini ibahe eder. Belki hamamlarinda erkek kadin beraber çiplak olarak girmelerine izin vermeleri cihetinde bu fuhsiyati tesvik eder. Hem serseri ve fakir olanlara zenginlerin mallarini helâl eder ki: Bütün beser bu musibete karsi titriyor.
    Iste bu asirda Islâm ve Türk gençleri kahramânâne davranip iki cihetten hücum eden bu tehlikeye karsi, Risale-i Nur'un Meyve ve Gençlik Rehberi gibi keskin kilinçlariyle mukabele etmeleri elzemdir. Yoksa o bîçare genç, hem dünya istikbalini, hem mes'ud hayatini, hem âhiretteki saadetini ve hayat-i bâkiyesini azablara, elemlere çevirip mahveder ve sû-i istimâl ve sefahetle hastahanelere ve hissiyat taskinliklariyle hapishanelere düser. Eyvahlar, esefler ile ihtiyarliginda çok aglayacak. Eger terbiye-i Kur'aniye ve Nur'un hakikatleriyle kendini muhafaza eylese, tam bir kahraman genç ve mükemmel bir insan ve mes'ud bir Müslüman ve sâir zîhayatlara, hayvanlara bir nevi sultan olur.


    Seni çok Özledim Annem

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 13. Söz

    sh: » (S: 155)
    Evet bir genç, hapiste yirmidört saat her günkü ömründen tek bir saatini bes farz namazina sarfetse ve ekser günahlardan hapis mâni oldugu gibi o musibete sebebiyet veren hatâdan dahi tövbe edip sâir zararli, elemli günahlardan çekilse hem hayatina, hem istikbaline, hem vatanina, hem milletine, hem akrabasina büyük faidesi olmasi gibi o on-onbes senelik fâni gençlikle ebedî parlak bir gençligi kazanacagini, basta Kur'an-i Mu'ciz-ül Beyân, bütün Kütüb ve Suhuf-u Semâviyye kat'î haber verip müjde ediyor.

    Evet o sirin, güzel gençlik ni'metine istikametle, tâatle sükretse; hem ziyadelesir, hem bâkilesir, hem lezzetlenir. Yoksa hem belali olur, hem elemli, gamli, kâbuslu olur, gider. Hem akrabasina, hem vatanina, hem milletine muzir bir serseri hükmüne geçirmege sebebiyet verir.
    Eger mahpus, zulmen mahkûm olmus ise, farz namazini kilmak sartiyle, herbir saati, bir gün ibâdet hükmünde oldugu gibi, o hapis onun hakkinda bir çilehane-i uzlet olup eski zamanda magaralara girerek ibâdet eden münzevî sâlihlerden sayilabilirler. Eger fakir veya ihtiyar veya hasta ve îmân hakikatlarina müstak ise; farzini yapmak ve tövbe etmek sartiyle herbir saatleri dahi yirmiser saat ibâdet olup hapis ona bir istirahathane ve merhametkârâne ona bakan dostlar için bir muhabbethane, bir terbiyehane, bir dershane hükmüne geçer. O hapiste durmakla haricindeki müsevves, her tarafta günahlarin hücumuna mâruz serbestiyetten daha ziyade hoslanabilir. Hapisten tam terbiye alir. Çiktigi zaman bir kà til, bir müntakim olarak degil, belki tövbekâr, tecrübeli, terbiyeli, millete menfaatli bir adam çikar. Hattâ Denizli hapsindeki zâtlarin az bir zamanda Nurlardan fevkalâde hüsn-ü ahlâk dersini alanlarini gören Bâzi alâkadar zâtlar demisler ki: «Terbiye için onbes sene hapse atmaktansa, onbes hafta Risale-i Nur dersini alsalar, daha ziyade onlari islah eder.»
    Mâdem ölüm ölmüyor ve ecel gizlidir; her vakit gelebilir ve mâdem kabir kapanmiyor; kafile kafile arkasinda gelenler oraya girip kayboluyorlar ve mâdem ölüm, ehl-i îmân hakkinda idam-i ebedîden terhis tezkeresine çevrildigini, hakikat-i Kur'aniye ile Risale-i Nur günes gibi göstermis ve ehl-i dalâlet ve sefahet hakkinda göz ile göründügü gibi bir idam-i ebedîdir; bütün mahbubatindan ve mevcûdâttan bir firak-i lâyezâlîdir: Elbette ve elbette hiç bir sübhe kalmaz ki, en bahtiyar odur ki; sabir içinde sükredip hapis müddetinden tam istifade ederek,

    sh: » (S: 156)
    Nurlar dersini alarak, istikamet dairesinde îmanina ve Kur'ana hizmete çalismaktir.
    Ey zevk ve lezzete mübtelâ insan! Ben yetmis yasimda binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelyakîn bildim ki: Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalniz îmândadir ve îmân hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir on tokat vurur, hayatin lezzetini kaçirir.
    Ey hapis musibetine düsen bîçareler! Mâdem dünyaniz agliyor ve tatli hayatiniz acilasti; çalisiniz, âhiretiniz dahi aglamasin ve hayat-i bâkiyeniz gülsün, tatlilassin, hapisten istifade ediniz. Nasil bâzan agir serait altinda düsman karsisinda bir saat nöbet, bir sene ibâdet hükmüne geçebilir. Öyle de, sizin agir serait altinda herbir saat ibâdet zahmeti; çok saatler olup, o zahmetleri rahmetlere çevirir.
    * * *

    باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَ مُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُاللّهِ وَبَرَكَا تُُه
    Aziz, siddik kardeslerim!
    Hapis musibetine düsenlere merhametkârane, sadâkatla, hariçten gelen erzaklarina nezaret ve yardim edenlere kuvvetli bir teselliyi «Üç Noktada» Beyân edecegim.
    Birinci Nokta: Hapiste geçen ömür günleri, herbir gün on gün kadar bir ibâdet kazandirabilir ve fâni saatleri, meyveleri cihetiyle mânen bâki saatlere çevirebilir ve bes-on sene ceza ile, milyonlar sene haps-i ebedîden kurtulmaga vesile olabilir. Iste ehl-i îmân için bu pek büyük ve çok kiymetdar kazanç sarti, farz namazini kilmak ve hapse sebebiyet veren günahlardan tövbe etmek ve sabir içinde sükretmektir. Zâten hapis çok günahlara mânidir, meydan vermiyor.
    Ikinci Nokta: Zeval-i lezzet elem oldugu gibi, zeval-i elem dahi lezzettir. Evet herkes geçmis lezzetli, safali günlerini düsünse; teessüf ve tahassür elem-i mânevîsini hissedip «Eyvah!» der ve geçmis musibetli, elemli günlerini tahattur etse; zevalinden bir mânevî
    sh: » (S: 157)
    lezzet hisseder ki: «Elhamdülillah sükür, o bela sevabini birakti gitti" der. Ferah ile teneffüs eder. Demek bir saat muvakkat elem, zevaliyle ruhta bir mânevî lezzet birakir ve lezzetli saat, bilakis elem birakir. Mâdem hakikat budur ve mâdem geçmis musibet saatleri, elemleri ile beraber madum ve yok olmus ve gelecek bela günleri simdi madum ve yoktur ve yoktan elem yok ve madumdan elem gelmez. Meselâ, birkaç gün evvel aç ve susuz olmasindan, bir-iki gün sonra aç ve susuz olmak ihtimalinden, bugün onlar niyetiyle mütemadiyen ekmek yese ve su içse, ne derece divaneliktir. Aynen öyle de, geçmis ve gelecek elemli saatleri -ki hiç ve madum ve yok olmuslar- simdi onlari düsünüp sabirsizlik göstermek ve kusurlu nefsini birakip, Allah'tan sekva etmek gibi «oof! of!» demek divaneliktir. Eger saga-sola yâni geçmis ve gelecege karsi sabir kuvvetini dagitmazsa ve hâzir saate ve o güne karsi tutsa, tam kâfi gelir. Sikinti ondan bire iner. Hattâ sekva olmasin, ben bu üçüncü Medrese-i Yusufiyede, birkaç gün zarfinda, hiç ömrümde görmedigim maddî ve mânevî sikintili, hastalikli musibetimde, hususan Nur'un hizmetinden mahrumiyetimden gelen me'yusiyet ve kalbî ve ruhî sikintilar beni ezdigi sirada, inâyet-i Ilahiye bu mezkûr hakikati gösterdi. Ben de sikintili hastaligimdan, hapsimden razi oldum. Çünki: « benim gibi kabir kapisinda bir bîçareye, gafletle geçebilir bir saati, on saat ibâdet saatleri yapmak büyük bir kârdir» diye sükreyledim.
    Üçüncü Nokta: Sefkatkârane hizmetiyle yardim etmek ve muhtaç olduklari riziklarini ellerine vermek ve mânevî yaralarina tesellilerle merhem sürmek, az bir amel ile büyük bir kazanç var. Ve disaridan gelen yemeklerini onlara vermek, ayni yemek kadar o gardiyan ve gardiyan ile beraber dâhilde ve hariçte bîçare mahpuslara çalisanlara -bir sadaka hükmünde- defter-i hasenatina yazilir. Hususan musibetzede, ihtiyar veya hasta veya fakir veya garib olsa, o sadaka-i mâneviyenin sevabini çok ziyadelestirir. Iste bu kiymetli kazancin sarti, farz namazini kilmaktir. Tâ ki o hizmeti, lillah için olsun. Hem bir sarti da sadakat ve sefkat ve sevinçle ve minnet etmemek tarzda yardimlarina kosmaktir.


    Seni çok Özledim Annem

  5. #5
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 13. Söz

    sh: » (S: 158)

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
    Ey hapis arkadaslarim ve din kardeslerim!
    Size hem dünya azabindan, hem âhiret azabindan kurtaracak bir hakikati Beyân etmek, kalbime ihtar edildi. O da sudur:
    Meselâ: Birisi birisinin kardesini veya akrabasini öldürmüs. Bir dakika o hiddet yüzünden milyonlar dakika hem kalbî sikinti, hem hapis azabini çeker. Ve maktulün akrabasi dahi intikam endisesiyle ve karsisinda düsmanini düsünmesiyle, hayatinin lezzetini ve ömrünün zevkini kaçirir. Hem korku, hem hiddet azabini çekiyor. Bunun tek bir çaresi var: O da, Kur'anin emrettigi ve hak ve hakikat ve maslahat ve insâniyet ve Islâmiyet iktiza ve tesvik ettikleri olan barismak ve Mûsalaha etmektir.
    Evet, hakikat ve maslahat sulhtur. Çünki: Ecel birdir, degismez. O maktul, herhalde ecel geldiginden daha dünyada kalmayacakti. O katil ise, o kaza-i Ilâhiyeye vasita olmus. Eger barismak olmazsa, iki taraf da daima korku ve intikam azabini çekerler. Onun içindir ki, «Üç günden fazla bir mü'min diger bir mü'mine küsmemek» Islâmiyet emrediyor. Eger o katl, bir adavetten ve bir kinli garazdan gelmemisse ve bir münafik o fitneye vesile olmus ise; çabuk barismak elzemdir. Yoksa o cüz'î musibet büyük olur, devam eder. Eger barissalar ve öldüren tövbe etse ve maktule her vakit dua etse, o halde her iki taraf çok kazanirlar ve kardes gibi olurlar. Bir gitmis kardese bedel, birkaç dindar kardesleri kazanir. Kazâ ve kader-i Ilâhîye teslim olup düsmanini afveder ve bilhassa mâdem Risale-i Nur dersini dinlemisler, elbette mabeynlerinde bulunan bütün küsmekleri birakmaga hem maslahat ve istirahat-i sahsiye ve umumiye iktiza ediyorlar.

    sh: » (S: 159)
    Nasilki Denizli hapsinde birbirine düsman bütün mahpuslar, Nurlar dersiyle birbirlerine kardes oldular ve bizim beraetimize bir sebeb olup (hattâ dinsizlere, serserilere de) o mahpuslar hakkinda "Masâallah, bârekâllah" dedirttiler, o mahpuslar tam teneffüs ettiler. Ben burada gördüm ki, birtek adamin yüzünden yüz adam sikinti çekip beraber teneffüse çikmiyorlar. Onlara zulüm olur. Merd, vicdanli bir mü'min, küçük ve cüz'î bir hatâ veya menfaatle yüzer zarari ehl-i imânâ vermez. Eger hatâ etse verse, çabuk tövbe etmek lâzimdir.
    * * *

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    Aziz yeni kardeslerim ve eski mahpuslar!
    Benim kat'î kanaatim gelmis ki; buraya girmemizin inâyet-i Ilâhiye cihetinde bir ehemmiyetli sebebi sizsiniz. Yâni sizi, Nurlar tesellileriyle ve îmanin hakikatlariyle sizi bu hapis musibetinin sikintilarindan ve dünyevî çok zararlarindan ve bosubosuna gam ve hüzün ile giden hayatinizi faidesizlikten, bâdiheva zâyi' olmasindan ve dünyanizin aglamasi gibi âhiretinizi aglamaktan kurtarip tam bir teselli size vermektir. Mâdem hakikat budur. Elbette siz dahi, Denizli mahpuslari ve Nur talebeleri gibi birbirinize karsi kardes olmaniz lâzimdir. Görüyorsunuz ki: Bir biçak içinize girmemek ve birbirinize tecavüz etmemek için disaridan gelen bütün esyaniz ve yemek ve ekmeginizi ve çorbanizi karistiriyorlar. Size sadakatla hizmet eden gardiyanlar çok zahmet çekiyorlar. Hem siz beraber teneffüse çikmiyorsunuz, gûya canavar ve vahsî gibi birbirinize saldiracaksiniz. Iste simdi sizin gibi fitrî kahramanlik damarini tasiyan yeni arkadaslar, bu zamanda mânevî büyük bir kahramanlik ile heyet'e deyiniz ki: «Degil elimize biçak, belki mavzer ve rovelver verilse, hem emir de verilse, biz bu bîçâre ve bizim gibi musibetzede arkadaslarimiza dokunmayacagiz. Eskide yüz düsmanlik ve adavetimiz dahi olsa da, onlari helâl edip hatirlarini kirmamaga çalisacagimiza, Kur'anin ve îmânin ve uhuvvet-i Islâmiyenin ve maslahatimizin emriyle ve irsadiyla karar verdik.» diyerek, bu hapsi bir mübarek dershaneye çeviriniz.
    * * *
    sh:» (S: 160)

    LEYLE-I KADIRDE IHTAR EDILEN BIR
    MES'ELE-I MÜHIMME
    Onüçüncü Sözün Ikinci Makaminin Zeyli

    Leyle-i Kadir'de kalbe gelen pek genis ve uzun bir hakikate, pek kisaca bir isaret edecegiz. Söyle ki:

    Nev'-i beser bu son harb-i umumînin esedd-i zulüm ve esedd-i istibdadi ile ve merhametsiz tahribati ile ve birtek düsmanin yüzünden yüzer mâsumu perisan etmesiyle ve maglûblarin dehsetli me'yusiyetleriyle ve galiblerin dehsetli telâs ve hâkimiyyetlerini muhafaza ve büyük tahribatlarini tâmir edememelerinden gelen dehsetli vicdan azablariyle ve dünya hayatinin bütün bütün fâni ve muvakkat olmasi ve medeniyet fantaziyelerinin aldatici ve uyutucu oldugu umuma görünmesiyle ve fitrat-i beseriyyedeki yüksek istidadatin ve mahiyet-i insâniyyesinin umumî bir Sûrette dehsetli yaralanmasiyle ve gaflet ve dalâletin, sert ve sagir olan tabiatin, Kur'anin elmas kilinci altinda parçalanmasiyle ve gaflet ve dalâletin en bogucu, aldatici ve en genis perdesi olan siyaset-i ruy-i zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakikî Sûreti görünmesiyle elbette ve elbette hiç süphe yok ki: Simalde, Garpta, Amerika'da emâreleri göründügüne binaen nev-i beserin mâsuk-u mecâzîsi olan hayat-i dünyeviyye, böyle çirkin ve geçici olmasindan fitrat-i beserin hakikî sevdigi, aradigi hayat-i bâkiyyeyi bütün kuvvetiyle arayacak ve elbette hiç süphe yok ki: Bin üçyüzaltmis senede, her asirda üçyüzelli milyon sâkirdi bulunan ve her hükmüne ve dâvasina milyonlar ehl-i hakikakt tasdik ile imza basan ve her dakikada milyonlar hâfizlarin kalbinde kudsiyyet ile bulunup lisanlariyle besere ders veren ve hiç bir kitafta emsali bulunmiyan bir tarzda, beser için hayat-i bâkiyeyi ve saadet-i ebediyyeyi müjde veren ve bütün beserin yaralarini tedâvi eden Kur'an-i Mu'cizül-Beyânin siddetli, kuvvetli ve tekrarli binler âyâtiyle, belki sarihan ve isareten onbinler defa dâva edip haber veren ve sarsilmaz kat'î delillerle, süphe getirmez hadsiz hüc-


    sh:» (S: 161)
    cetleriyle hayat-i bâkiyeyi kat'iyyetle müjde ve saadet-i ebediyyeyi ders vermesi, elbette nev-i beser, bütün bütün aklini kaybetmezse, maddi veya mânevî bir kiyamet baslarina kopmazsa; Isveç, Norveç, Finlandiya ve Ingiltere'nin Kur'ani kabûl etmege çalisan meshur hatipleri ve Amerikanin dîn-i hakki arayan ehemmiyetli cem'iyyeti gibi rûy-i zeminin genis kit'alari ve büyük hükümetleri Kur'an-i Mu'cizül-Beyâni arayacaklar ve hakikatlerini anladiktan sonra bütün ruh u canlariyle sarilacaklar. Çünkü bu hakikat noktasinda kat'iyyen Kur'anin misli yoktur ve olamaz ve hiçbir sey bu mu'cize-i ekberin yerini tutamaz.
    Sâniyen: Mâdem Risale-i Nur, bu mu'cize-i kübrânin elinde bir elmas kilinç hükmünde hizmetini göstermis ve muannid düsmanlarini teslime mecbur etmis. Hem kalbi, hem ruhu, hem hissiyati tam tenvir edecek ve ilâçlarini verecek bir tarzda hazine-i Kur'aniyyenin dellâlligini yapan ve Ondan baska me'hazi ve mercii olmayan ve bir mu'cize-i mâneviyyesi bulunan Risale-i Nur o vazifeyi tam yapiyor ve aleyhindeki dehsetli propagandalara ve gâyet muannid zindiklara tam galebe çalmis ve dalâletin en sert kuvvetli kalesi olan tabiati, «Tabiat Risalesi» yle parça parça etmis ve gafletin en kalin ve bogucu ve genis daire-i âfâkinda ve fennin en genis perdelerinde «Asâ-yi Mûsa» daki Meyvenin Altinci Mes'elesi ve Birinci, Ikinci, Üçüncü, Sekizinci Hüccetleriyle gâyet parlak bir tarzda gafleti dagitip nur-u tevhidi göstermis.


    Seni çok Özledim Annem

  6. #6
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 13. Söz

    sh:» (S: 162)

    Meyve Risalesinden Altinci Mes'ele
    Risale-i Nur'un çok yerlerinde izahi ve kat'î hadsiz hüccetleri bulunan îmân-i billah rüknünün binler küllî bürhânlarindan birtek bürhâna kisaca bir isarettir.
    Kastamonu'da lise talebelerinden bir kismi yanima geldiler. "Bize Hâlikimizi tanittir, muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar" dediler. Ben dedim: Sizin okudugunuz fenlerden her fen, kendi lisan-i mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâliki tanittiriyorlar. Muallimleri degil, onlari dinleyiniz.
    Meselâ: Nasilki mükemmel bir eczahane ki, her kavanozunda hârika ve hassas mizanlarla alinmis hayatdar macunlar ve tiryaklar var. Sübhesiz gâyet meharetli ve kimyager ve hakîm bir eczaciyi gösterir. Öyle de, küre-i arz eczahanesinde bulunan dörtyüz bin çesit nebâtat ve hayvanat kavanozlarindaki zîhayat macunlar ve tiryaklar cihetiyle, bu çarsidaki eczahaneden ne derece ziyade mükemmel ve büyük olmasi nisbetinde, okudugunuz fenn-i tip mikyasiyla küre-i arz eczahane-i kübrâsinin eczacisi olan Hakîm-i Zülcelâl'i hattâ kör gözlere de gösterir, tanittirir.
    Hem meselâ: Nasil bir hârika fabrika ki, binler çesit çesit kumaslari basit bir maddeden dokuyor. Seksiz, bir fabrikatörü ve meharetli bir makinisti tanittirir. Öyle de, küre-i arz denilen yüzbinler basli, her basinda yüzbinler mükemmel fabrika bulunan bu seyyar makine-i Rabbâniye, ne derece bu insan fabrikasindan büyükse, mükemmelse, o derecede okudugunuz fenn-i makine mikyasiyla küre-i arzin ustasini ve sahibini bildirir ve tanittirir.
    Hem meselâ, nasilki gâyet mükemmel binbir çesit erzak etrafindan celbedip içinde muntâzaman istif ve ihzâr edilmis depo ve iase anbari ve dükkân, seksiz bir fevkalâde iase ve erzak mâlikini ve sahibini ve memurunu bildirir. Öyle de, bir senede yirmidört bin senelik bir dairede muntâzaman seyahat eden ve yüzbinler ve ayri ayri erzak isteyen taifeleri içine alan ve seyahatiyla mevsimlere ugrayip,

    sh:» (S: 163)
    bahari bir büyük vagon gibi, binler ayri ayri taamlarla doldurarak, kista erzaki tükenen bîçare zîhayatlara getiren ve küre-i arz denilen bu Rahmanî iase anbari ve bir sefine-i Sübhaniye ve binbir çesit cihazati ve mallari ve konserve paketleri tasiyan bu depo ve dükkân-i Rabbanî, ne derece o fabrikadan büyük ve mükemmel ise; okudugunuz ve okuyacaginiz fenn-i iase mikyasiyla, o kat'iyette ve o derecede küre-i arz deposunun sahibini, mutasarrifini, müdebbirini, bildirir, tanittirir, sevdirir.
    Hem nasilki: Dörtyüz bin millet içinde bulunan ve her milletin istedigi erzaki ayri ve istimal ettigi silâhi ayri ve giydigi elbisesi ayri ve tâlimati ayri ve terhisati ayri olan bir ordunun mu'cizekâr bir kumandani, tek basiyla bütün o ayri ayri milletlerin ayri ayri erzaklarini ve çesit çesit eslihalarini ve elbiselerini ve cihazatlarini, hiçbirini unutmayarak ve sasirmayarak verdigi o acib ordu ve ordugâh, sübhesiz bedâhetle o hârika kumandani gösterir, takdirkârane sevdirir. Aynen öyle de, zemin yüzünün ordugâhinda ve her baharda yeniden silâh altina alinmis bir yeni ordu-yu Sübhanîde, nebâtat ve hayvanat milletlerinden dörtyüz bin nev'in çesit çesit elbise, erzak, esliha, tâlim, terhisleri gâyet mükemmel ve muntâzam ve hiç birini unutmayarak ve sasirmayarak bir tek kumandan-i âzam tarafindan verilen küre-i arzin bahar ordugâhi, ne derece mezkûr insan ordu ve ordugâhindan büyük ve mükemmel ise, sizin okuyacaginiz fenn-i askerî mikyasiyla, dikkatli ve akli basinda olanlara o derece küre-i arzin Hâkimini ve Rabbini ve Müdebbirini ve Kumandan-i Akdes'ini hayretler ve takdislerle bildirir ve tahmid ve tesbihle sevdirir.
    Hem nasilki: Bir hârika sehirde milyonlar elektrik lâmbalari hareket ederek her yeri gezerler, yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektrik lâmbalari ve fabrikasi, seksiz, bedâhetle elektrigi idare eden ve seyyar lâmbalari yapan ve fabrikayi kuran ve istial maddelerini getiren bir mu'cizekâr ustayi ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanittirir, yasasinlar ile sevdirir. Aynen öyle de, bu âlem sehrinde dünya sarayinin damindaki yildiz lâmbalari, bir kismi -kozmografyanin dedigine bakilsa- küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmis defa sür'atli hareket ettikleri halde, intizâmini bozmuyor, birbirine çarpmiyor, sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor. Okudugunuz kozmografyanin dedigine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyade
    sh:» (S: 164)
    büyük ve bir milyon seneden ziyade yasayan ve bir misafirhane-i Rahmâniyede bir lâmba ve soba olan günesimizin yanmasinin devami için, her gün küre-i arzin denizleri kadar gazyagi ve daglari kadar kömür veya bin arz kadar odun yiginlari lâzimdir ki sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvî yildizlari gazyagsiz, odunsuz, kömürsüz yandiran ve söndürmeyen ve beraber ve çabuk gezdiren ve birbirine çarptirmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanati, isik parmaklariyla gösteren bu kâinat sehr-i muhtesemindeki dünya sarayinin elektrik lâmbalari ve idareleri ne derece o misâlden daha büyük, daha mükemmeldir, o derecede sizin okudugunuz veya okuyacaginiz fenn-i elektrik mikyasiyla bu mesher-i âzam-i kâinatin Sultanini, Münevvirini, Müdebbirini, Sâniini, o nuranî yildizlari sahid göstererek tanittirir. Tesbihatla, takdisatla sevdirir, perestis ettirir.
    Hem meselâ, nasilki bir kitab bulunsa ki: Bir satirinda bir kitab ince yazilmis ve herbir kelimesinde ince kalemle bir Sûre-i Kur'aniye yazilmis, gâyet mânidar ve bütün mes'eleleri birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde meharetli ve iktidarli gösteren bir acib mecmua, seksiz, gündüz gibi, kâtib ve Mûsannifini Kemâlâtiyla, hünerleriyle bildirir, tanittirir. Mâsâallah, Bârekâllah cümleleriyle takdir ettirir. Aynen öyle de, bu kâinat kitab-i kebiri ki, birtek sahifesi olan zemin yüzünde ve birtek formasi olan baharda, üçyüz bin ayri ayri kitablar hükmündeki üçyüz bin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde, yanlissiz hatâsiz, karistirmayarak, sasirmayarak; mükemmel, muntâzam ve bazen agaç gibi bir kelimede bir kasideyi; ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabin tamam bir fihristesini yazan bir kalem isledigini gözümüzle gördügümüz bu nihayetsiz mânidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan su mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur'an-i Ekber-i Âlem, mezkûr misâldeki kitabdan ne derece büyük ve mükemmel ve mânidar ise, o derecede sizin okudugunuz fenn-i hikmet-ül esya ve mektebde bilfiil mübaseret ettiginiz fenn-i kiraat ve fenn-i kitabet, genis mikyaslariyla ve dürbün gözleriyle bu kitab-i kâinatin nakkasini, kâtibini hadsiz Kemâlâtiyla tanittirir. Allahü Ekber cümlesiyle bildirir, Sübhanallah takdisiyle târif eder, Elhamdülillah senalariyla sevdirir.
    Iste bu fenlere kiyasen, yüzer fünundan herbir fen, genis mikyasiyla ve hususî aynasiyla ve dürbünlü gözüyle ve ibretli nazariyla bu kâinatin Hâlik-i Zülcelâl'ini Esmâsiyla bildirir; sifâtini, Kemâlâtini tanittirir.

    sh:» (S: 165)
    Iste bu muhtesem ve parlak bir bürhân-i vahdâniyet olan mezkûr hücceti ders vermek içindir ki; Kur'an-i Mu'ciz-ül Beyân çok tekrar ile en ziyade
    رَبُّ السَّموَاتِ وَ اْلاَرْضِ ve خَلَقَ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضَ âyetleriyle Hâlikimizi bize tanittiriyor, diye o mektebli gençlere dedim. Onlar dahi tamamiyla kabûl edip tasdik ederek: "Hadsiz sükür olsun Rabbimize ki, tam kudsî ve ayn-i hakikat bir ders aldik. Allah senden razi olsun." dediler. Ben de dedim:
    Insan binler çesit elemler ile müteellim ve binler nevi lezzetler ile mütelezziz olacak bir zîhayat makine ve gâyet derece acziyle beraber hadsiz maddî, mânevî düsmanlari ve nihayetsiz fakriyla beraber hadsiz zâhirî ve bâtinî ihtiyaçlari bulunan ve mütemadiyen zeval ve firak tokatlarini yiyen bir bîçare mahluk iken, birden îmân ve ubûdiyetle böyle bir Padisah-i Zülcelâl'e intisab edip bütün düsmanlarina karsi bir nokta-i istinad ve bütün hâcâtina medâr bir nokta-i istimdad bularak, herkes mensub oldugu efendisinin serefiyle, makamiyla iftihar ettigi gibi, o da böyle nihayetsiz Kadîr ve Rahîm bir padisaha îmân ile intisab etse ve ubûdiyetle hizmetine girse ve ecelin idam ilânini kendi hakkinda terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnetdar ve ne kadar mütesekkirane iftihar edebilir, kiyas ediniz.
    O mektebli gençlere dedigim gibi musibetzede mahpuslara da tekrar ile derim: Onu taniyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardir. Onu unutan saraylarda da olsa zindandadir, bedbahttir. Hattâ bir bahtiyar mazlum idam olunurken bedbaht zalimlere demis: "Ben idam olmuyorum. Belki terhis ile saadete gidiyorum. Fakat ben, de sizi idam-i ebedî ile mahkûm gördügümden sizden tam intikamimi aliyorum." Lâ ilahe illallah diyerek sürur ile teslim-i ruh eder.


    Seni çok Özledim Annem

  7. #7
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 13. Söz

    sh: » (S: 166)
    Hüve Nüktesi
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
    Çok aziz ve siddik kardeslerim;
    Kardeslerim,
    لآَ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ ve قُلْ هُوَ اللَّهُ deki هُوَ lâfzinda yalniz maddî cihette bir seyahat-i hayaliyye-i fikriyyede hava sahifesinin mütalâasiyla âni bir Sûrette görünen bir zarif nükte-i tevhidde; meslek-i îmâniyyenin hadsiz derece kolay ve vücub derecesinde sühuletli bulunmasini ve sirk ve dalaletin mesleginde hadsiz derecede müskilâtli, mümteni' binler muhal bulundugunu müsahede ettim. Gâyet kisa bir isaretle o genis ve uzun nükteyi Beyân edecegim.
    Evet nasilki bir avuç toprak, yüzer çiçeklere nöbetle saksilik eden kabinda eger; tabiata, esbaba havale edilse lâzimgelir ki; ya o kabda küçük mikyasta yüzer, belki çiçekler adedince mânevî makineler, fabrikalar bulunsun veyahut o parçacik topraktaki herbir zerre, bütün o ayri ayri çiçekleri, muhtelif hâsiyetleriyle ve hayattar cihazatiyla yapmalarini bilsin; âdeta bir ilâh gibi hadsiz ilmi ve nihayetsiz iktidari bulunsun. Aynen öyle de: Emr ve iradenin bir arsi olan havanin, rüzgârin her bir parçasi ve bir nefes ve tirnak kadar olan
    هُوَ lâfzindaki havada; küçücük mikyasta, bütün dünyada mevcûd telefonlarin, telgraflarin, radyolarin ve hadsiz ve muhtelif konusmalarin merkezleri, santrallari, âhize ve nâki-
    sh: » (S: 167)
    leleri bulunsun ve o hadsiz isleri beraber ve bir anda yapabilsin veyahut o
    هُوَ deki havanin belki unsur-u havanin herbir parçasinin herbir zerresi, bütün telefoncular ve ayri ayri umum telgrafçilar ve radyo ile konusanlar kadar mânevî sahsiyetleri ve kabiliyetleri bulunsun ve onlarin umum dillerini bilsin ve ayni zamanda baska zerrelere de bildirsin, nesretsin. Çünki bilfiil o vaziyet kismen görünüyor ve havanin bütün eczasinda o kabiliyet var. Iste ehl-i küfrün ve tabiiyyun ve maddiyyunlarin mesleklerinde degil bir muhal, belki zerreler adedince muhaller ve imtinalar ve müskülâtlar âsssikâre görünüyor. Eger Sâni'-i Zülcelâl'e verilse, hava bütün zerratiyla onun emirber neferi olur. Birtek zerrenin muntâzam birtek vazifesi kadar kolayca, hadsiz küllî vazifelerini Hâlikinin izniyle ve kuvvetiyle ve Hâlika intisab ve istinad ile ve Sâniinin cilve-i kudreti ile bir anda simsek sür'atinde ve هُوَ telâffuzu ve havanin temevvücü sühuletinde yapilir. Yâni, kalem-i kudretin hadsiz ve hârika ve muntâzam yazilarina bir sahife olur ve zerreleri, o kalemin uçlari ve zerrelerin vazifeleri dahi, kalem-i kaderin noktalari bulunur. Birtek zerrenin hareketi derecesinde kolay çalisir.
    Iste ben
    لآَ اِلَهَ اِلاَّ هُو ve قُلْ هُوَ اللَّهُ deki hareket-i fikriye ile seyahatimde hava âlemini temasa ve o unsurun sahifesini mütalâa ederken, bu mücmel hakikati tam vâzih ve mufassal aynelyakîn müsahede ettim ve هُوَ nin lâfzinda, havasinda böyle parlak bir bürhân ve bir lem'a-yi vâhidiyyet bulundugu gibi; mânâsinda ve isaretinde gâyet nurani bir cilve-i Ehadiyyet ve çok kuvvetli bir hüccet-i tevhid ve هُوَ zamirinin mutlak ve mübhem isareti hangi zâta bakiyor isaretine bir karine-i taayyün o hüccette bulunmasi içindir ki, hem Kur'an-i Mu'ciz-ül Beyân.. hem ehl-i zikir makam-i tevhidde bu kudsî kelimeyi çok tekrar ederler diye ilmelyakîn ile bildim. Evet meselâ: bir nokta beyaz kâgitta, iki-üç nokta konulsa
    sh: » (S: 168)
    karistigi ve bir adam, muhtelif çok vazifeleri beraber yapmasiyla sasiracagi ve bir küçük zîhayata, çok yükler yüklenmesiyle altinda ezildigi ve bir lisan ve bir kulak, ayni anda müteaddid kelimelerin beraber çikmasi ve girmesi intizâmini bozup karisacagi halde; aynelyakîn gördüm ki:
    هُوَ nin anahtari ile ve pusulasiyla fikren seyahat ettigim hava unsurunda herbir parçasi hattâ herbir zerresi içine muhtelif binler noktalar, harfler, kelimeler konuldugu veya konulabilecegi halde, karismadigini ve intizâmini bozmadigini; hem ayri ayri pek çok vazifeler yaptigi halde, hiç sasirmadan yapildigini ve o parçaya ve zerreye pek çok agir yükler yüklendigi halde hiç za'f göstermeyerek, geri kalmayarak intizâm ile tasidigini; hem binler ayri ayri kelime, ayri ayri tarzda, mânâda o küçücük kulak ve lisanlara Kemâl-i intizâmla gelip çikip, hiç karismayarak bozulmayarak o küçücük kulaklara girip, o gâyet incecik lisanlardan çiktigi ve o her zerre ve her parçacik, bu acîb vazifeleri görmekle beraber Kemâl-i serbestiyet ile cezbedârâne hal dili ile ve mezkûr hakikatin sehadeti ve lisaniyla لآَ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ ve قُلْ هُوَ اللَّهُ اَحَدٌ deyip gezer ve firtinalarin ve simsek ve berk ve gök gürültüsü gibi havayi çarpistirici dalgalar içerisinde intizâmini ve vazifelerini hiç bozmuyor ve sasirmiyor ve bir is diger bir ise mâni olmuyor... Ben aynelyakîn müsahede ettim.
    Demek ya herbir zerre ve herbir parça havada nihayetsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilmi, iradesi ve nihayetsiz bir kuvveti, kudreti ve bütün zerrata hâkim-i mutlak bir hassalari bulunmak lâzimdir ki; bu islere medâr olabilsin. Bu ise, zerreler adedince muhal ve bâtildir. Hiçbir seytan dahi bunu hatira getiremez. Öyle ise bu sahife-i havanin; hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn derecesinde bedâhetle Zât-i Zülcelâl'in hadsiz gayr-i mütenahî ilmi ve hikmetle çalistirdigi kalem-i kudret ve kaderin mütebeddil sahifesi ve bir levh-i mahfuzun âlem-i tegayyürde ve mütebeddil suunatinda bir levh-i mahv-isbat naminda yazar bozar tahtasi hükmündedir.
    Iste hava unsurunun yalniz nakl-i asvat vazifesinde mezkûr cilve-i Vahdaniyyeti ve mezkûr acaibi gösterdigi ve dalaletin had-

    sh: » (S: 169)
    siz muhaliyetini izhar ettigi gibi, unsur-u havâînin sâir ehemmiyetli vazifelerinden biri de elektrik, câzibe, dâfia, ziya gibi sâir letâifin naklinde sasirmadan muntâzaman, asvat naklindeki vazifeyi gördügü ayni zamanda, bu vazifeleri dahi gördügü ayni zamaninda, bütün nebâtat ve hayvanata teneffüs ve telkîh gibi hayata lüzumu bulunan levazimati Kemâl-i intizâm ile yetistiriyor. Emir ve Irade-i Ilahiyyenin bir arsi oldugunu kat'î bir Sûrette isbat ediyor. Ve serseri tesadüf ve kör kuvvet ve sagir tabiat ve karisik, hedefsiz esbab ve âciz, câmid, câhil maddeler bu sahife-i havaiyyenin kitabetine ve vazifelerine karismasi hiçbir cihetle ihtimal ve imkâni bulunmadigini aynelyakîn derecesinde isbat ettigini kat'î kanaat getirdim ve herbir zerre ve herbir parça lisan-i hal ile
    لآَ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ ve قُلْ هُوَ اللَّهُ اَحَدٌ dediklerini bildim ve bu هُوَ anahtari ile havanin maddî cihetindeki bu acaibi gördügüm gibi, hava unsuru da bir هُوَ olarak âlem-i misâl ve âlem-i mânâya bir anahtar oldu.
    Mütebâkisi simdilik yazdirilmadi. Umuma binler selâm.
    * * *


    Seni çok Özledim Annem

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •