Dördüncüsü: Şapka giymediğimi mahkûmiyetime ehemmiyetli bir sebeb göstermeleridir.
Beni konuşturmadılar, yoksa beni cezalandırmağa çalışanlara diyecektim ki; üç ay Kastamonu'da polisler ve komiser karakolunda misafir kaldım. Hiçbir vakit bana demediler şapkayı başına koy. Ve üç mahkemede şapkayı başıma koymadığım ve başımı makhemede açmadığım alde, Afyon müstesna bana ilişmedikleri ve yirmi üç sene bazı dinsiz zâlimlerin, o bahane ile bana gayr-ı resmî çok sıkıntılı ve ağır bir nevi ceza çektirdikleri ve çocuklar ve kadınlar ve ekseri köylüler ve dairelerde giymeğe mevbur olmadıkları ve hiç bir maddî maslahat giymesinde bulunmadığı halde, benim gibi münzevi; bütün müçtehidlerin ve umum Şeyhül-İslamların yasak ettikleri bir serpuşu giymediğim bahanesiyle ve uydurmalar iulâvesiyle, yirmi sene bir âdetle tekrar beini cezalanldırmağa göndüzde rakı içip, namaz kılmayanları hürriyet-i şartiye var diye, kendi fesi iken, ilişmediği halde, bu derece şiddet ve tekrarla ve ısrarla beni bir Kıyafetim için suçlandırmağa çalışan; elbette ölümün îdam-ı ebedîsini ve kabrinde dâimî hmaps-i nünferidini gördükten msonra mahkeme-i kübrada ondan bu batâsı sorulacak.
Beşincisi: Otuzüç âyâtı Kur'aniyenin tahsikârâne işaretine mazariyetini; ve İman-ı Ali (Kerremallahü Vechehü) ve Gavs-ı A'zam (Kuddise sırruhu) gibi evliyanın takdirlerini; ve yüzbin ehl-i îmanın tasdiklerini; ve yirmi senede millete ve vatana zararsız pekçok menfatli yüksek bin mertebeyi kazı-andıran Risale-i Nur'u sinek kanadı gibi bahanelerle, bazı risealelerinin müsaderesine hattâ dörtyüz sahife olan ve yüzbin adamın îmanlarını kurtaran ve kuvvetlendiren"zülfikar - Mu'cizat-ı Ahmediye" mecmuasını, içindeki eskiden yazılmış ve mürur-u zaman ve af haklı tevsirlerine dair, iki ahife bahanesiyle o pekçok menfaatlli ve kıymatdar mecmuanın müsaderesine çalıştığı gibi şimdi de Nur'un kıymetter risalelerinden, her birisinin bir kelime içinde bir-iki kelimesine yanlış mânâ vermekle, o bin menfaatli risalenin müsaderesine çalıştığını, bu üçüncü iddianameyi işiten
sh:» (T: 555)
ve neşrettiğimiz kararnameyi işi-ne ve neşrettiğimiz kararnameyi gören tasdik eden. Biz dahi:
ِلكُلِّ مُصِيبَةٍ اِنَّا لِلَّهِ وَاِنَّآ اِلَيْهِ رَاجٍعُونَ
deriz. وَنِعْمَ الْوَكِيلُ بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Altıncısı: Nur'un şâkidlerinden bazılarını fevkalâde îman hüccetlerini ve sarsılmaz ayn-el yakîn ulûm-u îmaniyeyi nurlarda görüp istifade ettiklerinden bu bîçare tercüm-anına bin nevi teşvik ve tebrik ve takdir ve teşekkür nev'inde, ziyade hüsn-ü zan ile ve müfritane medhetmeleri ile beni suçlu gösterene derim: Ben âciz, zaif, gurbette, menfi, yarım ümmî ve aleyhimde propaganda ile haklı benden ürkütmak halleri içinde, Kur'anın ilâçlarından ve îmanın kudsî hakîkatlarından dertlerime tam derman olanların kenldime bulunduğum zaman, bu millete ve bu vatan evlâdlarına dahi tam bir ilâç olduğuna tam kanaat getirdiğim için kıymetdar hakikatleri kaleme aldım. Hattım pek noksan olmasından yardımcılara pek çok muhtaç iken, inayet-i İlâhiyye bana sâdık, has, metin yardımcıları verdi. Elbette ben onların hüsn-ü sanlarına ve samimane medihlerini bütün bütün reddetmek ve hatırlarını tekdir ile kırmak, o hazine-i Kur'aniyeden alınan Nurlara bir ihanet ve adâvet hükmüne geçer diye o elması kalemli ve kahraman kalbli muavinleri kaçırmamak için onların âdi ve müflis şahsımakarşı medh-ü senalarını, asıl mal sahibi ve bir mânevî mu'cize-i Kur'âniye olan Risale-i Nur'a ve has şâkirdlerinin şahsiyet-i mâneviyesine çeviriyordum. Ve bana benim haddimden yüz derece ziyade hisse veriyorsunuz diye bir cihette hatırlarını kırıyordum. Acaba hiç bir kanun, müstenkif olan ve râzı olmayan bir adamı başkalırının onu medhetmesiyle suçlu yapar mı ki, kanun namına hareket eden resmî me'mur beni suçlu yapıyor?
Her neşrettiğimiz aleyhimde yazılan kararnamenin ellidördüncü sahifesinde: Hem Nur'un mesleğinde hiç bir cihette benlik, şahsi makamlara arzu etmek. şan ve şeref kazanmak olmaz. Nur'daki ihlâsi bozmamak için, uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmağa kendimi mecbur biliyorum diye kararnamede yazdıkları...Ve yine kararnamede yirmiikinci ve
sh:» (T: 556)
üçüncü sahifesinde "kusurunu bilmek fark ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhîyeye iltica etmek ki; o şahsiyetle kendimi herkesten ziyade bîçâre, âciz, kusurlu görüyorum. O halde, bütün halk beni medh ü sena etse, beni inandıramazlar ki iyiyim, sabib-i kemalim. Sizi bütün bütün kaçırmamak için, üçüncü hakikî şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve sû-i hallerini söylemiyeceğim. Cenab-ı Hak inayetiyle en etna bir nefes gibi, bu şahsımı esrar-ı Kur'aniyede istihdam ediyor. Yüzbin şükür olsun. "Nefis cümleden etna, vazife cümleden âlâ." fıkrasını, kararnamede yazdıkları halde, beni başka zâtların medhile ve Risale-i Nur mânasiyle bana bir hidayet edici vasfını vermekle, beni suçlu yapanlar, elbette bu hatâlarının cezasını dehşetli çekmeğe müstehak olurlar.
Başıma gelen musîbetlerden yedincisi: Biz ve umum Nur risaleleri Denizli ve Ankara ağır ceza ve temyiz mahkemelerinin ittifakıyla beraet ettiğimiz ve umum risale ve mektublarımızı bize iade ettikleri ve "Temyizin bozma kararında, Denizli beraetinde faraza bir hatâ dahi olsun, o bedret ve hüküm kat'iyyen kesbetmeştir, daha tekrar muhakeme edilmez." dedikleri halde, ben Emirdağında üç sene münzevi ve iki - üç terzi çırağı nöbetle bana hizmet vepek nadir olarak, beş-on dakika bazı dindar zâtlardan başka, zaruret olmaktan konuşmayan ve tek bir yere Nurlara teşvik için haftada bir tek mektiptan teşvik ieçein haftada bir tek mektubtan başka muhabere etmiyen ve kendi müftü kardeşine üç senedeş üç mektubdan baka yazmayan ve yirmi otuz seneden beri devam eden te'lefini bırakan, yalnız baütün ehl-i Kur'an îmana menfaatlğı yirmi sahifelik iki nükte, (Biri : Kur'an'daki tekrarların hikmeti, diğeri: Melekler hakkındakie bazı mes'elelerden) hiçbir risale daha te'lif etmeyen; ve yalnızmahkemelerini iade ettikleri risalelerin büşük mecmualar yapılmasına ve eski harf ile tab'edilen "Âyet-ül kübrâ" nın beşyüz nüshası mahkeme tarafından bize teslim edildiğinden ve teksir makinesi rahmen yasak olmadığından, Alem-i İslâm'ın istifadesi fikriyle kardeşlerime neşr için teksirine izin verecek, onların tasdikleri ile meşgul olan ve kat'iyyen hiç bir siyasetle alâkadar olmıyan ve memleketine gitmek için, resmen izin verildiği halde, bütün menfilere muhalif olarak dünyaya ve siyasete kaçırmamak için, sıkıntılı bir gurbeti kabul edip, memlekitine gitmeyen bir adam hakkında, bu üçüncü ittihamnâmedeki asılsız isnadlarla ve yalan bahisler ve yanlış mânalarla o adamı suçlu yapmağa çalışanlar -şimdilik söyleyemiyeceğim- dehşitli iki mâna hükmettiğini, bu yirmi ayda bana karşı
sh:» (T: 557)
muamelesi isbat ediyor.
Ben de derim: Kabir ve sakar yeter, mahkeme-i kübra ya havale ediyorum.
Sekizincisî: Beşinci Şuâ iki sene Denizli ve Ankara Mahmekelerinin ellerinde kalıp, sonra bize iade ettiklerinden, Denizli mahkemesinde beraetimizi metice veren müdafaatımla beraber "Sirac-ün-Nur" ismindeki biyüt mecmuanın âhirinlde yazılmış.Gerçi evvelce mahrem tutuyorduk, fakat mâdem mahkemeler onu teşhir edip, beraetle, bize iade ettiler Demek bir zararı yoktur diye teksirini izin verdim. Ve o Beşinci Şuânl'ın aslı, kırk elli sene evvel yazılmış müteşabih blir kısım hadîslerdin, fakat ümmette eskiden beri intişar eden bir kısımına, gerçi bazı ehl-i hadîs bir za'fiyet isnad etmişler,. fakat zâhirî manaleri mendar-ı itiraz olmasından, sırf ehl-i îmânı şüphe yelrden kurturmak için yazıldığı halde bir zaman sonra onun hârika te'vellerini bir kısımı göstere göründüğü için, biz onu mahrem tutuk; tâ yanlış mâna verilmesin. Sonra, mütaaddit mahkemeler onu tedkik edip, teşhirine sebep olmakla berabar, bize iade ettikleri halde, şimdi bin tekrar onunla suçlu yapmak ne kadar adâletten, haktan. insaftan uzak olduğunu bizi kanaat-ı vicdaniye ile mahkûm etmek ve onları dahi mahkeme-i kübraya havale ederek, وَنِعْمَ الْوَكِيلُ بِاسْمِهِ سُبْحَانَهَderiz.
Dokuzuncusu: Çok mühimdir. Fakat bizi mahkûm edenler Risale-i Nur'u mütalâa ettiklerinin hatırı için, onları kızdırmamak fikriyle yazmadım.
Onuncusu: Kuvvetli ve ehimmiyetlidir. Fakat yine onalrı küstürmemek niyetiyle şimdilik yazmadım. (Hâşiye)
_______________________
(Hâşiye): Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm; mu'cize-i Kübra-yı Mi'raciyle, cin ve inse ve melâikeye nübüvvetini gösterdiği ve müşrikîne ve münafıklara karşı, erkân-ı îmaniyenin kutbu olan Zât-ı Zülcelâli, Cenneti ve Cehennemi bizzat gözüyle müşahede edip, Muhammedül-Emin ismiyle müsemma olan Zât-ı mübarekiyle, Cenab-ı Hakkın varlığını ve haşri ve Mahkeme-i Kübrayı bütün cin ve inse haber verdiği gibi; Risale-i Nur da, "Haşirdeki Mahkeme-i Kübraya Bir Arzuhal" olan bu risale ile bu asrın imanî, i'tikadî olan istinad noktaları sarsıldığından, şek ve şüpheye düşen ehl-i îmana ve ehl-i vukufa ve ehl-i hâkimlere, Cenab-ı Hakkın varlığını ve adâletini, Mahkeme-i Kübrayı ve haşri, âlem-i gaybı, âlem-i şehadete getirip; kat'iyyen, aslâ şekk ve şüphe olmayacak derecede; dalâlete, küfr-ü mutlaka düşenlere Cehennemi ve ehl-i îmana da Cenneti, bu dünyada gözlere göstermiştir. Bütün nev-i beşere îman-ı tahkikiþyi hakkalyakîn isbat etmiştir. Cenab-ı Hak, Risale-i Nur Müellifi Üstadımızdan ebediyen razı olsun. Âmîn!
Küçük Ali
sh:» (T: 558)