SEKIZINCI LEM'A: Nasilki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki: O tarla herhalde tohum sahibinin taht-i tasarrufunda oldugunu; hem o tohumu dahi, tarla mutasarrifinin taht-i tasarrufunda oldugunu gösterir. Öyle de: Su anâsir denilen mez-
sh: » (S: 317)
raa-i masnuat, vâhidiyet ve besâtet ile beraber, külliyet ve ihâtalari ve su mahlûkat denilen semerat-i rahmet ve mu'cizât-i kudret ve kelâmât-i hikmet olan nebâtat ve hayvanat, mümaselet ve müsabehetleriyle beraber çok yerlerde intisari, her tarafta bulunup tavattunlari; tek bir Sâni'-i Mu'ciznümâ'nin taht-i tasarrufunda olduklarini öyle bir tarzda gösteriyor ki; güya herbir çiçek, herbir semere, herbir hayvan, o Sâniin birer sikkesidir, birer hâtemidir, birer turrasidir. Her nerede bulunsa, lisan-i hâliyle herbirisi der ki: « Ben kimin sikkesiyim, bu yer dahi onun masnuudur. Ben kimin hâtemiyim, bu mekân dahi onun mektubudur. Ben kimin turrasiyim, bu vatanim dahi onun mensucudur.» Demek en ednâ bir mahlûka Rubûbiyet; bütün anasiri kabza-i tasarrufunda tutana mahsustur ve en basit bir hayvani tedbir ve tedvir etmek; bütün hayvanati, nebâtati, masnuati kabza-i Rubûbiyetinde terbiye edene has oldugunu kör olmayan görür. Evet herbir ferd, sâir efrada mümaselet ve misliyet lisani ile der: « Kim bütün nev'ime mâlik ise, bana mâlik olabilir, yoksa yok.» Her nev', sâir nevilerle beraber yeryüzünde intisari lisaniyla der: « Kim bütün sath-i Arza mâlik ise, bana mâlik olabilir; yoksa yok.» Arz, sâir seyyarat ile bir Günese irtibati ve semâvat ile tesanüdü lisaniyla der: « Kim bütün kâinata mâlik ise, bana mâlik o olabilir; yoksa yok.» Evet faraza zîsuur bir elmaya biri dese: « Sen benim san'atimsin.» O elma lisan-i hal ile ona « Sus!» diyecek. « Eger bütün yeryüzünde bütün elmalarin teskiline muktedir olabilirsen, belki yeryüzünde müntesir bütün hemcinsimiz olan bütün meyvedârlara, belki sefinesiyle hazine-i rahmetten gelen bütün hedâyâ-yi Rahmâniyyeye mutasarrif olabilirsen, bana Rubûbiyet dâva et.» O elma böyle diyecek ve o ahmagin agzina bir tokat vuracak.
DOKUZUNCU LEM'A: Cüz'de cüz'îde, küllde küllîde, küll-i âlemde, hayatta, zîhayatta, ihyada olan sikkelerden, hâtemlerden, turralardan bazilarina isaret ettik. Simdi, nevilerde hesabsiz sikkelerden bir sikkeye isaret edecegiz.
Evet nasilki meyvedâr bir agacin hesabsiz semereleri, bir terbiye-i vâhide, bir kanun-u vahdetle, birtek merkezden idare edildiklerinden, külfet ve mesakkat ve masraf, o kadar sühulet peyda eder ki, kesretle terbiye edilen tek bir semereye müsavi olurlar. Demek kesret ve taaddüd-ü merkez, her semere için, kemmiyetçe bütün agaç kadar külfet ve masraf ve cihazat ister. Fark yalniz keyfiyetçedir.
sh: » (S: 318)
Nasilki birtek nefere lâzim teçhizat-i askeriyeyi yapmak için, orduya lâzim bütün fabrikalar kadar fabrikalar lâzimdir. Demek is, vahdetten kesrete geçse, efrad adedince -kemmiyet cihetiyle- külfet ziyadelesir. Iste, her nevide bilmüsahede görünen sühulet-i fevkalâde, elbette vahdetten, tevhidden gelen bir yüsr ve sühûletin eseridir.
Elhasil: Bir cinsin bütün enva'i, bir nev'in bütün efradi âzâ-yi esâsîde muvafakat ve müsabehetleri nasil isbat ederler ki, tek bir Sâniin masnularidir. Çünki vahdet-i kalem ve ittihad-i sikke öyle ister. Öyle de: Bu meshud sühulet-i mutlaka ve külfetsizlik, vücub derecesinde îcab eder ki; bir Sâni'-i Vâhid'in eserleri olsun. Yoksa imtina' derecesine çikan bir suûbet, o cinsi in'idama ve o nev'i ademe götürecekti.
Velhasil: Cenâb-i Hakk'a isnad edilse, bütün esya birtek sey gibi bir sühulet peyda eder. Eger esbaba isnad edilse herbir sey, bütün esya kadar suûbet peyda eder. Mâdem öyledir; kâinatta su görünen fevkalâde ucuzluk ve su göz önündeki hadsiz mebzûliyet, sikke-i vahdeti günes gibi gösterir. Eger gâyet mebzuliyetle elimize geçen su meyveler, Vâhid-i Ehad'in mali olmazsa, bütün dünyayi verse idik, birtek nari yiyemezdik.
ONUNCU LEM'A: Tecelli-i Cemâliyyeyi gösteren hayat; nasil bir bürhân-i ehadiyettir, belki bir çesit Tecelli-i Vahdettir. Tecelli-i celâli izhar eden memat dahi, bir bürhân-i vâhidiyettir. Evet meselâ وَلِلَّهِ اْلمَثَلُ اْلاَعْلَى nasilki Günese karsi parlayan ve akan büyük bir irmagin kabarciklari ve zemin yüzünün mütelemmi' seffafâti, Günesin aksini ve isigini göstermek Sûretiyle Günese sehadet ettikleri gibi, o kataratin ve seffafatin gurubuyla, gitmeleriyle beraber arkalarindan yeni gelen katarat taifeleri ve seffafat kabileleri üstünde yine Günesin cilveleri hasmetle devami ve isiginin tecellisi ve noksansiz istimrari kat'iyen sehadet eder ki: Sönüp yanan, degisip tazelenen, gelip parlayan misâlî günesçikler ve isiklar ve nurlar; bir bâki, daimî, âlî, tecellisi zevalsiz birtek Günesin cilveleridir. Demek o parlayan kataratlar; zuhuruyla ve gelmeleriyle Günesin vücudunu gösterdikleri gibi; gurublariyla, zevalleriyle, Günesin bekasini ve devamini ve birligini gösteriyorlar. Aynen öyle de: Su mevcûdât-i seyyale, vücudlariyla ve hayatlariyla Vâcib-ül
sh: » (S: 319)
Vücud'un vücub-u vücuduna ve Ehadiyetine sehadet ettikleri gibi; zevalleriyle, ölümleriyle o Vâcib-ül Vücud'un Ezeliyetine, Sermediyyetine ve Ehadiyyetine sehadet ederler. Evet gece gündüz, kis ve yaz, asirlar ve devirlerin degismesiyle gurub ve uful içinde teceddüd eden ve tazelenen masnuat-i cemile, mevcûdât-i lâtife, elbette bir âlî ve sermedî ve daim-üt tecelli bir cemâl sahibinin vücud ve beka ve vahdetini gösterdikleri gibi; o masnuat, esbab-i zâhiriye-i süfliyyeleriyle beraber zeval bulup ölmeleri, o esbabin hiçligini ve bir perde oldugunu gösteriyorlar. Su hal kat'iyen isbat eder ki; su san'atlar, su nakislar, su cilveler; bütün esmâsi kudsiyye ve cemile olan bir Zât-i Cemil-i Zülcelâl'in tazelenen san'atlaridir, tahavvül eden nakislaridir, taharrük eden âyineleridir, birbiri arkasindan gelen sikkeleridir, hikmetle degisen hâtemleridir.
Elhasil: Su kitab-i kebir-i kâinat, nasilki vücud ve vahdete dair âyât-i tekviniyyeyi bize ders veriyor. Öyle de: O Zât-i Zülcelâl'in bütün evsaf-i Kemâliyye ve cemâliyye ve celaliyyesine de sehadet eder. Ve kusursuz ve noksansiz Kemâl-i zâtîsini isbat ederler. Çünki bedihîdir ki, bir eserde Kemâl, o eserin mense ve mebdei olan fiilin kemâline delâlet eder. Fiilin kemâli ise, ismin kemâline ve ismin kemâli, sifatin kemâline ve sifatin kemâli, se'n-i zâtînin kemâline ve se'nin Kemâli, o zât-i zîsuûnun Kemâline, hadsen ve zarureten ve bedâheten delâlet eder. Meselâ: Nasilki kusursuz bir kasrin mükemmel olan nukus ve tezyinati, arkalarinda bir usta ef'âlinin mükemmeliyetini gösterir. O ef'âlin mükemmeliyeti, o fâil ustanin rütbelerini gösteren ünvanlari ve isimlerinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o Esmâ ve ünvanlarinin mükemmeliyeti, o ustanin san'atina dair sifatlarinin mükemmeliyetini gösterir ve o san'at ve sifatlarinin mükemmeliyeti, o san'at sahibinin suun-u zâtiyye denilen kabiliyet ve istidad-i zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterir ve o suun ve kabiliyet-i zâtiyyenin mükemmeliyyeti, o ustanin mahiyet-i zâtiyyesinin mükemmeliyetini gösterdigi misillü... Aynen öyle de: Su kusursuz, futursuz هَلْ تَرَى مِنْ فُطُورٍ sirrina mazhar olan su âsâr-i meshude-i âlem, su mevcûdât-i muntâzama-i kâinatta olan san'at ise; bilmüsahede bir müessir-i zil-iktidarin Kemâl-i ef'aline delâlet eder. O Kemâl-i ef'al ise, bilbedâhe o Fâil-i Zülcelâl'in Kemâl-i Esmâsina delâlet eder. O kemâl-i Esmâ ise, bizzarure o Esmânin müsemma-i Zül-
sh: » (S: 320)
cemâlinin Kemâl-i sifatina delâlet ve sehadet eder. O Kemâl-i sifat ise, bilyakîn o mevsuf-u Zülkemâlin kemâl-i suununa delâlet ve sehâdet eder. O Kemâl-i suun ise, bihakkalyakîn o zîsuunun kemâl-i zâtina öyle delâlet eder ki, bütün kâinatta görünen bütün enva'-i Kemâlât, Onun Kemâline nisbeten sönük bir zill-i zaîf Sûretinde bir Zât-i ZülKemâl'in âyât-i Kemâli ve rumuz-u celâli ve isarat-i cemâli oldugunu gösterir.
GÜNESLER KUVVETINDE ONBIRINCI LEM'A: Ondokuzuncu Söz'de târif edilen ve kitab-i kebirin âyet-i kübrâsi ve o Kur'an-i Kebirdeki ism-i azâmi ve o secere-i kâinatin çekirdegi ve en münevver meyvesi ve o sarây-i âlemin günesi ve Âlem-i Islâmin bedr-i münevveri ve Rububiyyet-i Ilahiyenin dellâl-i saltanati ve tilsim-i kâinatin kessaf-i zîhikmeti olan Seyyidimiz Muhammed-ül Emin Aleyhissalâtü Vesselâm, bütün enbiyayi sayesi altina alan Risâlet cenahi ve bütün Âlem-i Islâmi himayesine alan Islâmiyet cenahlariyla hakikatin tabakatinda uçan ve bütün Enbiya ve mürselîni, bütün Evliya ve siddikîni ve bütün Asfiya ve Muhakkikîni arkasina alip bütün kuvvetiyle vahdâniyeti gösterip, Ars-i Ehadiyete yol açip gösterdigi îmân-i billah ve isbat ettigi Vahdâniyet-i Ilahiyeyi hiç vehim ve sübhenin haddi var mi ki, kapatabilsin ve perde olabilsin? Mâdem Ondokuzuncu Söz'de ve Ondokuzuncu Mektub'da o bürhân-i katiin âb-ul hayat-i mârifetinden Ondört Resha ve Ondokuz Isarat ile, o zât-i mu'ciz-nümânin enva'-i mu'cizâtiyla beraber, icmâlen bir derece târif ve Beyân etmisiz. Surada su isaret ile iktifa edip, o vahdâniyetin bürhân-i katiini tezkiye eden ve sidkina sehadet eden esâsâta isaret Sûretinde bir salavat-i serife ile hatmederiz.
اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ دَلَّ عَلَى وُجوُبِ وُجُودِكَ وَ وَحْدَانِيَّتِكَ وَ شَهِدَ عَلَى جَلاَلِكَ وَ جَمَالِكَ وَ كَمَالِكَ الشَّاهِدُ الصَّادِقُ الْمُصَدَّقُ وَ الْبُرْهَانُ النَّاطِقُ الْمُحَقَّقُ سَيِّدُ اْلاَنْبِيَاءِ وَ الْمُرْسَلِينَ الْحَامِلُ سِرَّ اِجْمَاعِهِمْ وَ تَصْدِيقِهِمْ وَ مُعْجِزَاتِهِمْ وَ اِمَامُ اْلاَوْلِيَاءِ وَ الصِّدِّقِينَ الْحَاوِى سِرَّ اِتِّفَاقِهِمْ وَ تَحْقِيقِهِمْ وَ كَرَامَاتِهِمْ ذُو الْمُعْجِزَاتِ الْبَاهِرَةِ وَ الْخَوَارِقِ الظَّاهِرَةِ وَ الدَّلاَئِلِ الْقَاطِعَةِ الْمُحَقَّقَةِ الْمُصَدَّقَةِ لَهُ ذُو الْخِصَالِ الْغَالِيَةِ فِى ذَاتِهِ وَ اْلاَخْلاَقِ الْعَالِيَةِ فِى وَ ظِيفَتِهِ وَ السَّجَايَا السَّامِيَةِ فِى شَرِيعَتِهِ الْمُكَمَّلَةِ الْمُنَزَّهَةِ لَهُ عَنِ الْخِلاَفِ مَهْبِطُ الْوَحْىِ الرَّبَّانِىِّ بِاِجْمَاعِ الْمُنْزِلِ وَ الْمُنْزَلِ وَ الْمُنَزَّلِ عَلَيهِ سَيَّارُ عَالَمِ الْغَيْبِ وَ الْمَلَكُوتِ مُشَاهِدُ
sh: » (S: 321)
اْلاَرْوَاحِ وَ مُصَاحِبُ الْمَلئِكَةِ اَنْمُوزَجُ كَمَالِ الْكَائِنَاتِ شَخْسًا وَ نَوْعًا وَ جِنْسًا (اَنْوَارُ ثَمَرَاتِ شَجَرَةِ الْخِلْقَةِ سِرَاجُ الْحَقِّ بُرْهَانُ الْحَقِيقَةِ تِمْثَالُ الرَّحْمَةِ مِثَالُ الْمُحَبَّةِ كَشَّافُ طِلْسِمِ الْكَائِنَاتِ دَلاَّلُ سَلْطَنَةِ الرُّبُوبِيَّةِ الْمُرْمِزُ
بِعُلْوِيَّةِ شَخْصِيَّتِهِ الْمَعْنَوِيَّةِ اِلَى اَنَّهُ نُصْبَ عَيْنِ فَاطِرِ الْعَالَمِ فِى خَلْقِ الْكَائِنَاتِ ذُو الشَّرِيعَةِ الَّتِى هِىَ بِوُسْعَةِ دَسَاتِيرِ هَا وَ قُوَّتِهَا تُشِيرُ اِلَى اَنَّهَا نِظَامُ نَاظِمِ الْكَوْنِ وَ وَضْعُ خَالِقِ الْكَائِنَاتِ نَعَمْ اِنَّ نَاظِمَ الْكَائِنَاتِ بِهَذَا النِّظَامِ اْلاَتَمِّ اْلاَكْمَلِ هُوَ نَاظِمُ هذَا الدِّينِ بِهذَا النِّظَامِ اْلاَحْسَنِ اْلاَجْمَلِ سَيِّدِنَا نَحْنُ مَعَاشِرَ بَنِى اَدَمَ وَ مُهْدِينَا اِلَى ْالاِيمَانِ نَحْنُ مَعَاشِرَ الْمُؤْمِنِينَ مُحَمَّدٍ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ عَلَيْهِ اَفْضَلُ الصَّلَوَاتِ وَ اَتَمُّ التَّسْلِيمَاتِ مَا دَامَتِ اْلاَرْضُ وَ السَّموَاتُ فَاِنَّ ذَالِكَ الشَّاهِدَ الصَّادِقَ الْمُصَّدَقَ يَشْهَدُ عَلَى رُؤُسِ اْلاَشْهَادِ مُنَادِيًا وَ مُعَلِّمًا ِلاَجْيَالِ الْبَشَرِ خَلْفَ اْلاَعْصَارِ وَ اْلاَقْطَارِ نِدَاءً عُلْوِيًّا بِجَمِيعِ قُوَّتِهِ وَ بِغَايَةِ جِدِ يَّتِهِ وَ بِنِهَايَةِ وُثُوقِهِ وَ بِقُوَّةِ اِطْمِئْنَانِهِ وَ بِكَمَالِ اِيمَانِهِ بِاَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَريكَ لَهُ
GÜNESLER KUVVETINDE ONIKINCI LEM'A: Su Yirmiikinci Söz'ün Onikinci Lem'asi, öyle bir bahr-i hakaiktir ki; bütün yirmiiki Söz, ancak onun yirmiiki katresi ve öyle bir menba-i envardir ki, su yirmiiki Söz, o günesten ancak yirmiiki lem'asidir. Evet o yirmiiki aded Sözlerin herbirisi, Semâ-i Kur'anda parlayan birtek necm-i âyetin bir lem'asi ve bahr-i Furkan'dan akan bir âyetin irmagindan tek bir katresi ve bir kenz-i âzâm-i Kitabullah'ta herbiri bir sandukça-i cevâhir olan âyetlerin birtek âyetinin birtek incisidir. Iste Ondokuzuncu Söz'ün Ondördüncü Reshasinda bir nebze târif edilen o Kelâmullah; Ism-i âzamdan, Ars-i âzamdan, Rububiyyetin tecelli-i âzamindan nüzul edip, ezeli ebede rabtedecek, fersi arsa baglayacak bir vüs'at ve ulviyet içinde bütün kuvvetiyle ve âyâtinin bütün kat'iyyetiyle mükerreren لآَاِلَهَ اِلاَّ هُوَ der,
sh: » (S: 322)
bütün kâinati ishad eder ve sehadet ettirir. Evet لآَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ * بَرَابَرْ مِيزَنَدْ عَالَمْ
Evet o Kur'ana selim bir kalb gözüyle baksan göreceksin ki: Cihat-i sittesi öyle parliyor, öyle seffaftir ki; hiçbir zulmet, hiçbir dalâlet, hiçbir sübhe ve rayb, hiçbir hile içine girmeye ve daire-i ismetine duhûle fürce bulamaz. Çünki üstünde sikke-i i’câz; altinda bürhân ve delil; arkasinda nokta-i istinadi, mahz-i vahy-i Rabbanî; önünde saadet-i dâreyn; saginda, akli istintak edip tasdikini temin; solunda, vicdani istishâd ederek teslimini tesbit; içi, bilbedâhe safi hidâyet-i Rahmâniyye; üstü, bilmüsahede hâlis envar-i îmâniye; meyveleri, biaynelyakîn Kemâlât-i insâniyye ile müzeyyen âsfiya ve Muhakkikîn-i Evliya ve Siddikîn olan o lisan-i gaybin sinesine kulagini yapistirip dinlesen; derinden derine, gâyet munis ve mukni, nihayet ciddî ve ulvî ve bürhân ile mücehhez bir sada-yi Semâvî isiteceksin ki, öyle bir kat'iyetle لآَاِلهَ اِلاَّ هُوَ der ve tekrar eder ki; hakkalyakîn derecesinde söyledigini, aynelyakîn gibi bir ilm-i yakîni sana ifade ve ifaza ediyor.
Elhasil: Herbirisi birer günes olan, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile Furkan-i Ahkem ki biri âlem-i sehadetin lisani olarak bin mu'cizât içinde bütün Enbiya ve Asfiyanin taht-i tasdiklerinde Islâmiyet ve Risâlet parmaklariyla isaret ederek bütün kuvvetiyle gösterdigi bir hakikati...
Digeri: Âlem-i Gaybin lisani hükmünde, kirk vücuh-u i’câz içinde, kâinatin bütün âyât-i tekviniyesinin taht-i tasdiklerinde, hakkaniyyet ve hidâyet parmaklariyla isaret edip bütün ciddiyetle gösterdigi ayni hakikati.. acaba o hakikat, günesten daha bâhir, gündüzden daha zâhir olmaz mi?
Ey dalalet-âlûd mütemerrid insancik! (Hasiye) Atesböceginden daha sönük kafa fenerinle nasil su güneslere karsi gelebilirsin? Onlardan istigna edebilirsin? Üflemekle onlari söndürmeye çalisirsin? Tuuuh! tuf.. senin o münkir aklina... Nasil o iki lisan-i gayb ve sehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve su kâinatin sahibi namina ve Onun hesabina söyledikleri sözleri ve dâvalari inkâr edebilirsin? Ey bîçâre ve sinekten daha âciz, daha hakîr! Sen necisin ki, su kâinatin Sahib-i Zülcelâl'ini tekzibe yelteniyorsun?
____________________________
(Hasiye): Bu hitab, Kur'ani kaldirmaga çalisanadir.
sh: » (S: 323)
Hâtime
Ey akli hüsyar, kalbi müteyakkiz arkadas! Eger su Yirmiikinci Söz'ün basindan buraya kadar fehmetmissen, Oniki Lem'ayi birden elinde tut. Binler elektrik kuvvetinde bir sirac-i hakikat bularak, Ars-i âzamdan uzatilip gelen âyât-i Kur'aniyeye yapis. Burak-i tevfike bin, semâvât-i hakaikte uruc et, Ars-i mârifetullaha çik... اَشْهَدُ اَنْ لآََ اِلهَ اِلآَّ اَنْتَ وَحْدَكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ de. Hem
لآَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَ يُمِيتُ وَ هُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
diyerek, bütün mevcûdât-i kâinatin baslari üstünde ve mescid-i kebir-i âlemde vahdaniyyeti ilân et...
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا آِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَآ اِنَّكَ اَنْتَ االْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَآ اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَآ اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْلَنَا وَارْحَمْنَا اَنْتَ مَوْلَينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ االْكَافِرِينَ
رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ رَبَّنَا اِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لاَ رَيْبَ فِيهِ اِنَّ اللَّهَ لاَ يُخْلِفُ الْمِيعَادَ
اَللَّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ وَ عَلَى اَلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ وَارْحَمْنَا وَ ارْحَمْ اُمَّتَهُ بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ اَمِينَ
وَ اَخِرُ دَعْوَيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ