YİRMİ YEDİNCİ MEKTUBUN ZEYLİ VE
İKİNCİ KISMI
(Hulûsi-i sânî ve büyük bir âlim olan
Sabri Efendi'nin fıkralarıdır.)
Meb'us-u âlem Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz Hazretlerinin insanları hayrette bırakan ve cüz'î şuûru olana îman-ı kâmil bahşeden, fevkalhad ve hârikulâde mânen bin envâ-ı mu'cizat-ı Ahmediyeyi ihtiva eden ve pek âlî ve azim kıymeti müsbet ve müsellem bulunan On Dokuzuncu Mektubun dördüncü cüz'ünü; nazar ve teveccüh-ü fâzılânelerinde min-gayr-i haddin vekilleri bulunduğum mûmâileyh Hulûsi Beyefendi'ye irsâl kılınmak üzere istinsaha başlamıştım.
Bin mü'cize-i Muhammediyye münderic olan On Dokuzuncu Mektub, mukaddemen dahi arzedildiği vecihle arzumun fevkınde pek ziyade ulvî ve nuranî mebâhis ve vekâyi-i risalet - meâbiyeyi beyan ve müjde ile ruh ve kalb-i âcizîyi bahâr-ı âlem gibi gül ve gülistanlığa çevirmiştir. Bu hususta kalben hisseylediğim duygulardan mütevellid ve lâzımü'l-arz medh ü senâyı gayet parlak bir tarzda arzetmek, ehass-ı emelim ise de maalesef söylemekten âciz bulunduğumu beyân ile iktifa ediyorum. Yalnız şu noktayı hissettim ki: O vekâyi'de siz cismen değilse de fakat ruhen, Server-i Kâinat Efendimiz Hazretleriyle beraber idiniz tasavvur ediyorum. Zira o vekâyi-i mezkûrenin künyesiyle, mevkiiyle, an'anesiyle kat'iyyen müşâhede ve ol vecihle nakl ve tahrir buyurduğunuza kani' ve kailim.
On Altıncı Mektubu Atabey'e giderken götürdüm. Ekseri noktalar bir kısım ihvânı ağlattı ve amcazâdem Zühdü Efendi, Onaltıyı okuyunca, "Şimdiye kadar bilmediğim ve görmediğim nuranî ve pek kesretli sürur-ı mânevîyi ihtiva eden bir pencere bugün kalbimde açıldı. Şu pencereden hâsıl olan netâyici yazmak
(Sh: B-28)
iktidarımın fevkınde ise de, avn-i İlâhîye dayanarak bir arîza ile arzetmek ehass-ı emelimdir. Nihayetsiz selâm ve hürmetlerimi tebliğe tavassutunuzu rica ederim" dediler.
Sabri
26
Gönlüm ister ki, hemen Risaletü'n-Nurun umumunu yazıversem de mâmelekimde bulunan dürr-i yektâları istidadım nisbetinde mütalâaya başlasam.
Otuz Birinci elmas külliyatını avn-i Hak ve inâyet-i ekremîleriyle iki gün evvel ikmâle muvaffak oldum. Ahmed kardeşime aid derkenarı tefhim ettim. Biraz okur ve Onuncu Söz'ü istiyor, fakat bu Söz kıymet-i mâneviye itibariyle mevcâdatdan ağırdır. İ'caz-ı Kur'an'ın ikinci cüz'ünü hemen hitam buldurmak üzereyim. Fakat müştak bulunduğumuz Otuz İkinci Söz'ü dahi lütuf buyuracak olursanız hâsıl olacak memnuniyetimi bir vecihle arzetmekten âciz kalacağım. Çünki, bu gibi kıymettar ve mânidar eserleri işittikten sonra görmek iştiyâkı gittikçe artıyor ve bu tabiattan bir türlü kendimi men'edemiyorum.
Sabri
27
Bu defa istinsahına muvaffak olduğum nurlu Yirmi Dokuzuncu Söz'de, melâike denizlerinde sefâin-i Kibriyâya yapışarak seyran ederken ve beşerin hatâ-savab işlediği ef'ali, kat'î olarak umumî yoklama defter-i kebîrinde okunacağını, nef' ve zarar hiçbir şey'in mektûm bırakılmıyacağını, şiddetle ihtâr eden, beka-i ruh âlemini temaşa ederken; matlab-ı a'lâ ve maksad-ı aksâ olan ba's ve mahkeme-i kübrânın ahkâmını kable'l-vuku' makam-ı istima'da dinlerden ve bilhassa "Medarlar" merdivenlerinden âli makamlara mânevî suûd ederken, hele Onuncu Medar ve Üçüncü, Dördüncü Mes'elelerde deniz dalgıçları gibi deryâ-yı mâneviyatta dalıp yüzerken, o kadar envâr-ı hakâik-ı kibriyâya ve ezvâk-ı letâif-i ulyâya müstağrak oldum ki, arz ve ifadeden âcizim.
Sabri
(Sh: B-29)
28
Müşrik ve münkirleri mağlûb ve ilzâm eden ve son sistem malzeme-i cihadiye-i vahdâniyeyi hâvi ve câmi', kuvvet ve resâneti çelik, kıymet ve ehemmiyeti elmas ve cevâhir ve akik bir kal'a-misâl olan Otuzuncu Söz'ü istinsaha muvaffak oldum.
Sabri
29
Sözler sayesinde şu bir seneyi mütecâviz bir müddetten beri şevk ile taallüm, inayetle tefeyyüz, tergib ile tenevvür, hâhişle telezzüz, işaretle tahallûk, tedricle tekemmül tarîkında ilerlemeğe sâî bulunduğum bu muayyen müddetin bir gününe sâbıkan geçirmiş olduğum umum hayâtımın bile mukabil alamıyacağı kanaatındayım.
Sabri
30
(İkinci bir Sabri olan Ali Efendi'nin bir fıkrasıdır)
Sözler öyle hâzık bir doktordur ki, gözsüzlere hidayet-i Hak ile göz, ve kalbsizlere inhidam-ı kat'iyyeye uğramamış ise kalb, ve şuurunda çatlaklık yoksa tenvîr ile düşünceye sevk, ve "nereden, nereye, necisin?" suâl-i müşkilin halli ile insanlığın iktiza ettiği insaniyeti bahşediyor.
Ali
31
(Yine Sabri'nin)
Sözler namında olan bahr-i muhît-i Nur'da iki seneyi mütecaviz bir zamandan beri, seyr ü seyahatımın semere ve neticesini görüp bilmek hususunda şimdiye kadar zemin ve zaman müsaid olmadığından, sermaye-i ticaretimin ne derecelere çıktığını; daha doğrusu bir ticaret edinebildim mi, yoksa edinemedim mi, mütereddid ve mütehayyir idim.
Hamden-lillâh bu şehr-i rahmet ve mağfirette, inayet-i Rabbaniye ve muavenet-i Peygamberiye ve himemat ve daavât-ı üstadâneleri berekâtiyle sermaye-i ilmiye-i evveliye-i bendegânemin yüzde doksan
(Sh: B-30)
dokuz derece yükseldiğini fehmettim. O menâbi-i ilmiye ve temsilât-ı hakikiye, meclislerimi o kadar tezyin ve tenvir etmektedir ki, arzetmekten âcizim. Beşerin pek ziyade ayağını kaydıran şu asırda, gayetle hârika ve fevkalhad cihazât ve malzemeyi neşreden (Nur) fabrikasından her nevî techizatı almak farz olduğunu bilip, her türlü senâ ve sitâyişe bihakkın sezâ ve lâyık bulunan ve hiç bir suretle riyâya hamli imkânsız olan müessese sâhib-i âzamına, ne derecelerde ifâ-yı şükran ve arz-ı minnetdarî eylesem, yine hakkıyla vazife-i zimmetimi edâ etmiş olamıyacağım.
Sabri
32
Çoktan beri ruh-u kemterânemin son derece müştak bulunduğu ve her bir kelimesi birer elmas mahzeni olan şu Yirmi Sekizinci Risale-i pür-nurlarını "lehül-hamd" kırâat ve istinsaha muvaffak oldum. Şu altun-misal hurufattan mürekkeb elmas menbaının derece-i kıymet ve rağbet ve ehemmiyetini arz ve ifade hususunda (mübalâğa olmasın) mümkün olsa idi, şu Risale-i kıymetdarînin hakâik-ı nâmütenâhîsini muvazzıh ve câmi' bir çok kelimatın vaz'ettirilmesine çalışacaktım ki, hakikat lâyıkıyla ifade edilsin. Zira Hâlik-ı Âlem Hazretleri, şu mükevvenâtı halk ve îcad ve her birini birer vazife ile tavzif ve ecel-i âlemin hulûlünde, mes'uliyyet noktasında bu dünyada acz ve fakr ve za'f ve ihtiyacını fehm ve idrâk ederek, kavânîn-i ezeliye ve desâtir-i Rabbaniyeye imtisâl ve ittiba' edenlere, şu mevzûbahs "Cennet" gibi bir nimet ile i'zaz edecek ve ale'l-husus Cennette en büyük nimet, Cemâl-i bâ-kemâl-i Rabbaniyeyi müşahede ve müşerrefiyet-i uzmâ olduğundan, şu fânî âlemdeki her şey binnetice Cennete nâzır ve hayran olduğu ve şu hakâikın menba'ı olan Fürkan-ı Mübîn ve Kur'ân-ı Azîmin ebvâb-ı müteaddidesini feth ve esrâr -ı gûna-gûnuna ıttıla' ile derya-i hakâika dalmak herkese müyesser olmadığından, beş sual ve beş cevab miftah-ı hakikîsiyle o künûz-u mütenevvia kapılarını açıp pek yakından ve kamâl-i sarâhatla gösterilmesi ciheti, değil bu abd-i âcizin kâsır aklı, belki oldukça yüksek zekâlara mâlik olanların bile takdirine hakkıyla şâyan olduğunu kail ve kaniim.
Sabri
(Sh: B-31)
33
Kemal-i ulviyet ve kıymet-i bînihayesini arz ve ifadeden âciz bulunduğum şu Sözler'deki âlî ve azîm üslûb ve gayeler, bu abd-i pürkusuru ihya ve âdeta "ba'sü ba'delmevt" haline getirdi ve "Siyah Dutun Bir Meyvesi" namiyle müsemmâ, Avrupa meftunlarına endaht edilen altun topun elmas güllelerini gördüm, hayran oldum.
Sabri
34
Yirminci Mektub'u yazarken vaktimin adem-i müsaadesi cihetiyle çabuk yazmağa fazlaca sa'y ettiğimden sathî bir nazar ve kırâat edildi. Derince düşünüp zihnimde tararrür ettiremedim ise de, müsaade-i fâzılâneleri ile şu hakikatı arza ictisar ediyorum ki, bu Mektub-u azîmü'l-mefhum, şimdiye kadar tesyâr buyurulan umum Nur Risalelerinin, hülâsatü'l-hülâsa zübdesi ve menba'-ı amîkı olduğuna müşâhedemle beraber, tafsilât ve teşrihat hususunda dahi zevil-akıl olanlar için, ibare-i Arabî ile tahrir buyurulan ve yedi fıkra-i mânidar ve Türkçe meâllerinde münderic olduğuna kanaat-ı kâmilem mevcut bulunduğunu arz ile başkaca bir arzu daha uyandırdı ve dedim: Âh Hudâ-yı Müteâl ve Vâhibü'l-A'mâl ve'lâmâl Hazretleri tevfikat-ı Samedanîsini ihsan buyursa da, Üstad-ı Âlîkadrimden "fenn-i ilm-i kelâm" ı taallüm ile tefeyyüz edebilsem, dedim ve bu arzu kalb-i bendelerîde ile'l-ebed merkûz kalacaktır ki, bu da kıymet-i bîpayanını hissedip ulviyet ve kudsiyetini hakkıyla ifadeden âciz bulunduğum Yirminci Mektub'u mergûbdan mütevelliddir.
Sabri
35
Hele Birinci Söz'de Besmelenin derece-i ehemmiyeti ve suret-i temsiliyesi şâyan-ı takdir ve hayrettir. Öteden beri her kitabın ibtidasında "Besmele, Hamdele, Salvele" nin zikrinin vücubu, hoca efendilerimiz tarafından beyan edilmiş ise de, bu gibi nefsi iskât edecek bir temsil işitilmediğinden bu derece zihinde takarrür ve temerküz etmemişti. Şu temsil, Besmele Sözü olan Birinci Söz'de ne kadar musîb ve mânidar olduğunu insan olan takdir eder.
Sabri
(Sh: B-32)
36
Üç kitabdan Yirminci Söz'ü ilk defa okudum. Habl-i Metîn-i İlâhî ve Kanun-u Mübîn-i Rabbanî olan Kur'ân-ı Azîmüşşân'da, şu son asırda vücuda gelen ve firenklerin medar-ı iftiharları bulunan tahte'l-bahir, tayyare, vesaire gibi eşyaya, bin üç yüz küsür sene mukaddem işaretle ifade edildiğini öğrenerek Kitab-ı Mübîn'in mazi ve müstakbelden vermekte olduğu ihbarat-ı gaybiye ve sâdıka ve beyanât-ı hârika, dost ve düşmanı meftun ve hayretlerde bıraktığı cihetle, bir kat daha i'caz-ı Kur'ân'ı isbat ve te'yid etmiştir. Yirmi Üçüncü ve Otuzuncu Sözler'in baş taraflarından üçer, beşer sahife okuyabildim. Mahzen ve medfen-i mücevherâta rasgelmiş bir fakir gibi hangi cevheri alacağımı harîsâne düşünüyorum.
Sabri
37
Bahr-i mu'cizât, Fahr-i Kâinat Efendimiz Hazretlerinin "şu sisli asırda paslı ruhlarımızı tenvir ve tesrir eden" ve "sâik-ı hayât-ı ebediyeleri bulunan" On Dokuzuncu Mektub'un beşinci cüz'ünü alarak, üçüncüsünü iade ettim. Fahr-i Kâinat Efendimizin mu'cizâtından olan parmaklarından su akıtarak orduya içirmesine dikkat ederek derin bir tefekküre daldım. O sırada kalemim boya şişesinde idi. Yazmak vazifeme muvakkat bir fâsıla verecektim. Kalemimi tuttum, mürekkebi ile yerinde koymamak için kalemdeki mürekkeb bitinceye kadar bir iki kelâm daha yazayım da öyle bırakıyam dedim. Başladım, yarım sahife yazdım, kalemden boya kesilmedi. Bundaki hikmeti düşündüm, kalem kurudu. Sonra bir çok defalar kalemi dikkatle boyaya batırarak yazdım, tecrübe ettim. Yarım satır, nihayet bir satıra kâfi gelebildi. Bu da Hatib-i Bağdadî'nin فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ اَلْفَ سَنَةٍ sırrındaki (Hâşiye) tefekküründen mütehassıl vâkıayı andırır bir te'kid-i i'caz-ı Nebevîdir, dedim.
(Hâşiye): O tefekkürde bir günlük işi bir dakikada yapmış. (Bu Hâşiye, Üstadın el yazısı iledir.)
***
(Sh: B-33)
38
Evvelce takdim kılınan arîzalarımdaki ta'birat ve elfâz-ı ta'zimiyem ne için hak olmasın. Zira şu kıymetdar ve ehemmiyet-i nâmütenâhiyeyi ihtiva ve âleme berk-ı hâtıf gibi satvet-i mâneviye ve hakikiyesini emsâli gibi i'lâm ve ilân eden Yirmi Altıncı Mektub-u mergûbu, yirmi günden beri muhtelif derecâtta müntesibîn-i ilmiye mütalâa ettikleri halde, bugün tashihine lüzum görülen ve alât-ta'dad yirmi sekiz noktada ta'dil ve ilâve buyurulan nukat-ı mühimme, kelimat ve tâbirat-ı âliyeyi zâid veya noksan diyebilecek bir kimse çıkmasın ve çıkmıyor.
Evet şu asrın eşhâs-ı muzırrasına karşı ilân etmiş olduğu cihâd-ı mâneviyede müşâhede edilen muvaffakıyet-i fevkalâdenin, o gürûh-u hazele ve rezeleyi iskât ve ilzam ettiğini zerre kadar insafı ve iz'anı ve insaniyette hazzı olanın ikrar ve itiraf ve tasdik etmesi, vecîbeden olduğu vareste-i rayb ve zunûndur.
Sabri
39
(Şu fıkra Şamlı Hâfız Tevfik'indir)
Altun yaldızla yazılması lâzımgelen eser-i âlinizde, Resûl-i Müctebâ Aleyhi Ekmelü't-tehâya Efendimiz Hazretlerine dil uzatan, hâin-i bîdin olan mülhid hâinlerin kuruyası dillerini inâyet-i İlâhî ve ruhaniyet-i Peygamberî ve şeriat kılıncı ile kesmeğe muvaffak olduğunuz şu eser-i bergüzîdenizi Cenâb-ı Hak ind-i İlâhîsinde ve nezd-i Peygamberîde kabul eylesin. Şefâat-ı Nebevîyeye efendimi ve fakiri de nâil eyleyip, sancak-ı Muhammedî (ASM) tahtında cümlemizi ihvanlarımızla beraber haşreylesin, âmin.
Tevfik
40
(Yine Sabri'nin)
Burak-ı tevfik ile hakâik-ı semâvata râh-ı urûcu irâe ve tefhim için, tanzim ve tasnif buyurulan ve her bir lem'a-i ulviyesi, aklî ve naklî binler âyât ve alâim-i îmanı fevkalhad izah ve isbat eden ve
(Sh: B-34)
bir mirkat-ı îman ve bir mir'at-ı Vâcibü'l-Vücud ve'l-Mennân olan ve saray-ı dâr-ı bekanın elmas bir miftahı bulunan Yirmi İkinci bahr-ı hakâikı inâyet-i İlâhiye ile istinsaha muvaffak oldum.
Sabri
41
(Şu fıkra, hakikî ve birinci kardeşimiz olan Hakkı Efendi'nindir.)
Mükerreren mütalâa ve kırâet ederek, arş kadar yüksek eserleriniz hakkında mütalâa serdine, bir kelime hatta bir nokta ilâvesine kendimde cür'et ve kudret bulamadığımdan dolayı, bu babda bir mütalâa dermeyânına imkân göremiyorum. Yalnız çok yüksek, cihan kadar kıymetdâr mübarek eserleri okuyup, cehaletimiz hasebiyle idrâk edebildiğimiz kadar istifade ve istifâzaya çalışarak müstefid olabilmek bizim için pek büyük bir nimettir.
Hakkı
42
(Bu fıkra dahi Hakkı Efendi'ninidir.)
İşbu cihan-kıymet eserin mütalâasında nasıl bulduğumuz istifsar buyuruluyor. Dekâik-ı hikmet ve hakâik-ı ilmiye ile tezyin ve tarsin edilmiş olan yüksek eser hakkında bir mütalâa serdetmek, bidâamın fevkındedir.
Hakkı
43
(Şu fıkra ikinci bir Sabri olan Hâfız Ali'nindir.)
Efendim! Yirmi Beşinci Söz, Cenâb-ı Hakk'ın ferman-ı mübîni olan Kur'ân-ı Mu'cizü'l-beyân için öyle bir vuzûh-u etemmi hâvi bir muarrif-i hakikîdir ki: Bahr-i hakâikta seyr ü seyahat eden ve hâricen çelikle mücellâ ve müstahkem ve dâhilen elmas ve akikle müzeyyen ve müberhen ve menba'ı - hakikîsi olan Fürkan-ı Hakîm gibi, daima gençliğini ve resanetini, zinet ve hüsnünü tezyid ve muhafaza eden ve hiç bir vecihle ahkâm-ı memdûhasına nakîsa getirmeyen, bir sefine-i semâviyenin mahsûlü olup, kalbleri kışırlana
(Sh: B-35)
rak felsefenin çıkmaz çığırlarına sapan gâfil ve âsilere şiddetle darbe-i müdhişe ve mühlikesini çarpan o Söz, muti'lere lûtf-u dest-i mânevisiyle dünyevî ve uhrevî nihayetsiz mükâfatını ihsan eden Cenâb-ı Hakk'ın, zât-ı üstadânelerine lütuf buyurduğu ve "Vehhâb" ism-i celîlinden tulû' eden nurun lem'asiyle ziyalandırıp hakâik-ı İlâhiyenin zerrelerini bile pırlantalar gibi görüp ve gösteren üstadımın hakâik denizinde seyr ü seyahatları esnasında isabet eden mevceler ki: Yekdiğerini müteâkip her birisi başlı başına bir mu'cize hatta bir katresi bile îcaziyle i'cazını gösterdiğini gördüğümde "Mâşâallah", "Elhamdülillâhi alâ nûri'l-îman ve hidâyeti'r-Rahmân" cümle-i celîlesini lisanımda vird ediyorum.
Ali
44
(Yine şu fıkra Sabri'nindir)
Nurları âlemi tenvîr eden, kıt'ası küçük ve kıymeti pek büyük ve ulvî ve azîmü'l-meâl ve bizzat hatt-ı ekremîleriyle muharrer elmas risalelerini istinsah ve Yirmi İkinci Nur deryasına dalıyorum.
Sabri
45
(Şu fıkra mühim bir talebe olan Seyyid Şefik'indir)
Şifahâne-i kalbinizden tulû' eden Otuz Üçüncü Söz'ünüzle otuz üç cihetten marîz olan kalb-i mecruhumuzu tedavi buyurmanızı bilhassa istirham eylerim.
Seyyid Şefik
46
(İnşâallah Kur'ân'a büyük hizmet edecek olan Küçük Hâfız Zühdü'nün mektubudur.)
Bugün istinsahına muvaffak olduğum İ'caz-ı Kur'ân'ın bu bîçâre talebenize bahşetmiş bulunduğu nihayetsiz füyûzat, mevte mahkûm ruhuma öyle bir tabîb-i hâzık ameliyatı yapmış ki, mübtelâ olduğum emrâz-ı kalbiyeyi tedavi ve yeniden hayat bahşetmiş olduğundan, arz-ı minnetdârî eyler ve bu bînazîr mücevherat mahzeninin diğer
(Sh: B-36)
renkli kapılarının da açılmasını âcizâne istirham eylerim.
Otuz Üçüncü Mektub'un otuz üç penceresinden ayrı ayrı lemeân eden nurânî ziyalar kalb-i âcizâneme feyyaz nurlarıyla gül-âblar serpti. Daha birçok Nur Risalelerinin füyuzâtından hisse-yâb olmasına bârigâh-ı Ehadiyetten tazarru' ederim efendim.
Hâfız Zühdü
47
(Yine şu fıkra Sabri'nindir.)
"Ma'ruzât-ı hususiye": Şu on dördüncü asr-ı Muhammedîde (ASM) marziyat-ı Rabbaniye ve tebligât-ı Ahmediyeyi bihakkın ifâ ve icra ve i'lâm ve infâz eden elhak "matla'-i şems-i füyûzât" tâbiriyle tavsif ve tâzime mâsadak bulunan "Nur" risale-i feridelerinden ruh-u âciziye in'ikâs eden ve sermaye-i kemterânemden olmayıp sırf Risaletü'n-Nur'un füyûzât ve lemeâtından derip, çatıp yazdığım arîzalarım, mahzâ bir eser-i hüsn-ü teveccüh-ü kerîmaneleri olarak, Risaletü'n-Nur sırasına idhâl edilmesi hicabımı intâc etmiştir. Zira bahr-i muhîta nisbeten bir cedvel hükmünde bile olamayan, bu abd-i âcizin pürkusur ifadeleri öyle bâlâ bir mevki'de yer tutacak bir mahiyette olmadğı âşikârdır. Umarım Cenâb-ı Kibriyâ'dan ki: Kârin bulunduğu nevvâr ve ziyâdâr Sözler'in nur ve ziyâlarından müstefîd ve ziyâdar ola.
Sabri
48
(Şu fıkra Hulûsi'nindir.)
Esasen siyaset anlamadığım bir iş, şunun bunun âmâline hizmet, menfurum. Zilletle yaşamak, tahammül edemediğim hallerdir. Felillâhilhamd, Allah'ımız bir, peygamberimiz bir, Kitâbımız bir, Dinizim bir ... ilâ âhir. Bu bir birler, bize yekdiğerimizi Allah için sevmek kaydını sağlamlaştırmakla beraber, ruhî, kalbî, ebedî, lâyemût bir birlik te'min etmektedir. Hamd ve şükürler olsun mü'miniz. Hayatda tesadüf edeceğimiz binlerle musibet ve acılaraمَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِgibi çok müessir devamız var.
(Sh: B-37)
Yine idrâk ediyoruz ki, burada vazifeleri nihayet bulanlar için, ebedî mev'ûd bir hayat başlıyor. Biz de bu yolun yolcusu, bu hanın misafiri, bu fabrikanın muvakkat bir amelesi olduğumuz için, er geç o kâfileye iltihak edeceğiz.
Kısa, müz'iç, dağdağalı, elemli, hüzünlü, firaklı ve ancak o sermedî hayatın mezraası olan bu fânî ve kararsız âlemde başlayan garazsız, ivazsız, pürüzsüz ve kimsenin arzusuna tâbi olmadan, sırf hasbî ve ciddî, hâlis ve muhlis arkadaşlığımızın meyvesini ve her türlü saadeti câmi' hayatda idrâk edeceğiz.
Ümid ve îman gibi pek âlî sermayemiz var. Hoca efendi hazretlerinin âlî tavsiyeleri: Beş vakit namazını tadil-i erkân ile kıl. Yani başka ibadete gücün yetmez. Namazın nihayetindeki tesbihleri yap, yani başka zikri yapamadım diye teessüf etme. Yedi kebâiri terk et, çünki seğâiri arayacak zamanda değiliz.
İttiba'-ı sünnet et, zira bu zamanda arkasında gidilecek ve harekâtı taklide değer sâf, hâlis ve muhlis bir hâdi ki, (o da seni yine bu yola götürecektir.) Maal'esef bulamıyacaksın, belki bu yola çıkaracaklar vardır. Fakat kömür ile elması kim fark edecek? Öyle ise sen çalış ondan daha iyi kılavuz bulamazsın. Derslerinden birinde ki, her vakit zikir ettiğim مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ şefâat-bahş vecizesi hâtırımızda varken, şübhesiz her musibet ve her elem hoş karşılanacaktır.
Aziz kardeş! Zaman olur ki her şey, herkes, her muamele, kalbi incitiyor. Fakat işte tiryakı: فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
Her zaman söylüyorum: Biz bu fâni hayat için dostluk yapmıyoruz. Bu kısa hayâta veda etmek, indimizde ve itikadımızda ebedî bir hayatın mukaddemesidir, öyle ise müteessir olmayalım. Nice ki, o hayata başlamadık. İşte mürasele ile müvasalayı te'min edelim. Allah'a güvenelim, O'ndan medet dileyelim.
(Sh: B-38)
َاْلحَمْدُ لِلّهِ الَّذِى هَدَينَا لِهذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ لَوْلاَ اَنْ هَدَينَا اللّهُ لَقَدْجَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِاْلحَقِّ
اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَى اْلاَبَدِ عَدَدَ مَا فِى عِلْمِ اللّهِ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمْ
Hulûsi
49
(Sabri'nin Yirmi Birinci ve Yirmi İkinci Sözleri yazdığı vakit yazdığı mektubun bir fıkrasıdır.)
Bil'umum Risâlâtü'l-Envâr her biri ayrı ayrı mevzularda, haddü hesaba gelmeyen müşkilleri halletmeleriyle beraber bendeniz şöyle tasavvur ediyorum ki: Nur deryasından nûş etmek isteyen bir kimse, Birinci ve Yirmi Birinci ve Yirmi İkinci Sözleri alsa, diğerlerine eli yetişmezse dahi maraz-ı kalbîyi def' ve ref'e, ruhu tenvir ve tesrire kâfi bulunduğu meşhud ve müsellemdir. Zira Birinci Söz tevhid miftahıdır. Yirmi Birin birinci şıkkı da mirkat-ı Cennettir. İkinci şıkkı da emraz-ı kalbiyenin tedâvisi için nazîrsiz bir şifahâne-i eczadır. İksir ilâçlarıyla bilâ istisna herkeste bulunan vesvese marazını tedavi ve kal' eder. Kalb ve ruhta Kur'ân-ı Hakîm'in ebedî ve nâmütenâhî füyûzât ve envârından gelen revzat-ı inşirâhiyeyi küşâd ile saâdet-i ebediyyeye îsal edecek bir râh-ı necat ve selâmettir. Yirmi İki ise; Bürhanlariyle, Lem'alariyle insan olanın akâid-i dîniyesini tahkim ve tarsîne emsalsiz bir rehber bulunduğunu arz ederim efendim.
Sabri
50
(Şu fıkra Husrev'in mektubundandır.)
Sevgili ve Muhterem Üstadım,
Sözlerinizin (yani Risalelerinizin) her biri birer derya-yı azîmdir. Sözlerinizden pek çok feyz alıyorum. O kadar ki, okudukça tekrar etmeyi istiyorum. Ve tekrarında duyduğum İlâhî bir zevki târif edemiyeceğim. Bugün Sözlerinizden değil hepsini, bir tanesini alan insaf ile okursa, hakkı teslime ve münkir ise gittiği yolu terke, fâsık ise tevbeye mecbur olacağına kat'iyyen ümidvârım.
Husrev
(Sh: B-39)
51
(Şu fıkra Re'fet Bey'in mektubudur.)
Sözler'iniz mürşidâne ve çok yüksek olduğundan gayet dikkatli ve tahlil ederek okunmak icab ediyor. Serdeylediğiniz delâil- akliye ve mantıkıye o kadar tatlı ve hayret-bahşdır ki: İnsan okudukça okuyor ve nâmütenâhî bir zevk-i mânevî hissederek hiç elinden bırakmak istemiyor. Bu sebeble bir defa okumak kâfi değil. Hepsi yanında bulunup daima okumalıdır.
Re'fet
52
(Şu fıkra dahi Sabri Efendi'nin mektubudur.)
Üstadım Efendim!
Şu kıymetli elmaslar Cenâb-ı Hakk'tan Habîb-i Zîşânına gönderilen Şecere-i Tûbânın nâmütenâhî semereleri olduğunu ve bunların emsâli gibi bînazîr mücevherâtın ihrâç ve teşhiri zamanını bulup sergi-i Rabbaniye ve Muhammediyeye vaz'eden zât-ı üstadânelerine şu dakikada kâsır aklım ve istidadsız lisanımla şöyle dualar ediyorum:
اَللّهُمَّ احْفَظْ مُؤَلِّفَ هَذَ الدُّرِّ الْيَكْتَا الَّذِى هُوَ مَوْسُومٌ بِرَسَالةِ النُّورِ وَ اَعْطِ قَلْبَهُ وَ قَلْبَ صَبْرِى اَلَّذِى هُوَ مَمْلُوءٌ بِالْحَقَائِقِ وَ اْلاِبْتِهَاجِ وَ السُّرُورِ آمِينَ
Sabri
53
(Hulûsi Bey'in fıkrasıdır.) Maddeten uzak düşen bu bîçâre talebenizi yakından temsil eden Hâfız Sabri Efendiyle diğer zevatın Nurlar hakkındaki ihtisasları çok kıymetli ve yüksek ve lâyıklı bir surette ifade edilmiştir. Bir mektubunuzda Muallim Cûdî'nin kasidesi münasebetiyle buyurduğunuz vecizeyi burada tekrara münasebet geldi.
وَمَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتِى وَ لكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى بِمُحَمَّدٍ
Sırrınca güzellik
(Sh: B 40)
yazılarımızda değil, belki i'câz-ı Kur'ân'dan olan nurlu Sözlere ve Mektûbata aittir. Her ferd-i mü'min, derece-i fehm ve zevkine göre, aslında güzel olan bir şeyi târif eder. Acz ve fakrdaki lezzet, şefkat ve tefekkürdeki ulviyet; hakikaten hiçbir şeyle kabil-i kıyas değilmiş.
Hâl-i âlem müsaid olsa da, hazine-i hassa-i Kur'ân'dan çıkararak tâbir-i âlinizce dellâllığını yaptığınız elmasları çok gözler görse. Görse de, sarhoşlar ayılsa, mütehayyirler kurtulsa, mü'minler sevinse, mülhidler, kâfirler, müşrikler imana, insafa, daire-i akla gelseler. Ve bu mes'ud ve ulvî neticeyi bizlere idrâk ettirmesini eltaf-ı İlâhiyeden tazarru ve niyaz ediyorum. Âmin.
Muhterem Üstad! Allah-ı Zülcelâl Hazretlerine ne kadar müteşekkir bulunsanız yeridir. Acz ve fakr tezkeresiyle girmeye muvaffak olduğunuz saray-ı Kur'ân'ın has hazinesinden, gözler görmemiş, kulaklar işitmemiş cevherleri görüyor ve me'zun olduğunuz miktarını necim necim çıkartarak evvelâ kendiniz bakıyor, sonra "Eyyühel insan! İşte bakınız, bu misafirhaneyi açan, âlemleri rahmetiyle yaratan, sizi hikmetiyle halk buyurup bu âleme gönderen Sultan-ı kâinat bin üç yüz küsur sene evvel büyük bir elçisi Habîb-i Ekremi (ASM) vasıtasiyle, size hilkatteki hikmeti, buraya gelmekteki maksadı, ubudiyetin iktiza ettiği hizmeti ilh ... bildirmişti. Bu âlî tebligatı, o kudsî ahkâmı sizin anlıyacağınız lisanla anlatıyorum, dinleyiniz. Eğer aklınız varsa, gözünüz görüyorsa, insanlığınız varsa, hakîkati anlar ve îmana gelirsiniz ..." diye beyânatta bulunuyorsunuz. Bizler hasbe'l-kader felillâhilhamd bu kudsî beyânatı yakından dinlemek, görmek ve göstermek iştiyakını gösterdik. Siz de o elmasları gösterip bizi uyandırdınız. Hakikati anlatıp, yolumuzu doğrultmaya vesile oldunuz. Allah sizden ebeden razı olsun. Nefs-i emmarenin zebunu, cin ve ins şeytanlarının hedefi olmaktan kurtulamadık ise de, bu hasbî ve Kur'ânî hizmetten zevk alıyoruz, lâyıkıyle yapamıyorsak da yolunda bulunuyoruz.
اِنَّمَا اْلاَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ
Hulûsi
&
(Sh: B-41)
İKİNCİ ZEYL
54
(Ümmî fakat allâmelerin işini gören ve esrâr-ı Kur'âniyeye karşı Isparta'nın intibahına sebeb olan, âhiret kardeşim Âdilcevazlı Bekir Ağa'nın Sözler hakkındaki ihtisâsatıdır.)
Fazîlet-meâb Üstadım Hazretleri,
Efendim, evvelâ arz-ı tâzim ve hürmetle mübarek ellerinizi öperek, her an ve zaman lisanıma yakıştığı kadar dua eder ve duanızı rica ediyorum.
Efendim, mâlûmunuz fakir talebeniz ve kardeşiniz câhil olduğum halde, güneş-misâli olan risale-i bergüzîdelerinizden umum Nur Risalelerinizi okutup dinledim. Güneşin nuruna sed çekilemediği gibi ve sed çekilmek ihtimali olmadığı gibi risalelerinize de sed çekilemez. Onları istima'da ruh ve kalbimi tedkik ettim, tedkikatımda ne gibi hissetmiş ve anlamış olduğumu aradım, bakdım ki; ruh ve kalbimde bir feyezan ve çoşkunluk var ki, beni bilâihtiyar bir vazifeye sevk etmek için hemen "haydi haydi" diye tazyikata başladı. Ben de ruhumda olan ve bu vâkıayı tâkib ederken o Nurların irae ettiği miftahları gördüm ve gösterildi. Anladım ki, bu anahtarlar ile îcab eden kapıları açıp, o Nurlara ehil olan kardeşlerimi (min gayri haddin) arayıp bulmak vaziyeti âdeta bana emrolunup, o Nurlardan güneş gibi nur saçılması hususunda ben de bu hâli kendime vazife addettim.
O Nurlardan almış olduğum anahtarları teslim ile, hâin-i din olan mülhidlerin elleri kımıldanmayacak derecede kırılması için, hamdenlillâh bu kardaşlarımı arayıp buldum. Emânetullah ve emânât-ı peygamberînin (ASM) gayet parlak yakut ve zümrütten
(Sh: B-42)
kıymettar olan hazinelerini o zâtların ellerine teslim ettim. Elhamdülillâh Cenâb-ı Hakk muvaffak etti. O mübarek eserlerinizi mütalâa eden eşhas, insan iseler ve insaniyetle alâkaları varsa îman eder. İnanmadıkları takdirde ya insaniyetten istifa etmeli, veyahut insan değiliz demeli. Bu eserler başlı başına ayrı ayrı birer fâtihtir. İnşâallah her cihetle, feth ederek fâtih olacaktır. Cenâb-ı Mevlâ âhirette cümlemizi sevabına nâil eyleyip, şefaatına mazhar buyursun. Âmin ...
Tekrar mübarek ellerinizi bûs ile, duanızı istirham eylerim efendim hazretleri.
Abdülcelil oğullarından
Âdilcevazlı
Emrullah oğlu Bekir
55
(Bu fıkra Hulûsi-i sâni Sabri'nindir.)
Bekledim tâ ki: Onuncu Söz neşredilmiş, işbu kıymeti mükevvenâta fâik olan mübarek nurlu eserden bir nüshacık ihsan buyuruldu. Hemen aldığım dakikada, zîruhtan hâlî ve zümrüd-misâl yeşillenmiş nebâtat arasında bir ağacın altına gittim. Lâkin mevsim itibariyle haliçe-i zemîn gayet revnaktar ve enva' türlü çiçeklerle müzeyyen ve muhteşem ise de ânifü'l-beyân eser, âlem-i bekanın sened-i hakikî ve kat'îsi ve en kavî ve gayet rasîn ve son derece güzel naklî ve aklî ve mantıkî ve târifi imkânsız bir delâil ve berâhin-i kat'iyye ile müsbet ve hattâ haşir hakkında ayağı kayarak mühlik uçurumlara giden ve en fena bataklıklara düşen, hüsran ve dalâlette boğulan pek çok kimseleri dakik ve amîk işârât ve hakâikı ile ihya ettiğini ve edeceğini alâ-kadri'l-istitâa öğrendim.
Her ne kadar o kıymettar eserin derecat-ı refîa ve mühimmesini hatta en kısa bir cümlesini bile hakkıyla anlayabilmek ve o hususta söz sarfedebilmek, bidâamın fersah fersah fevkınde ise de, menba'-ı hakîkisi bulunan Fürkan-ı Mübîn'den tam bir feyz alan ve emsâli görülmemiş bir şâheser olduğunu anladım. Bu fakir, şiddetli acz ve
(Sh: B-43)
zaafımla bîhadd bahr-i hakâika daldım ve bahr-i muhît-i nura girebilmeğe şu mübarek eser, elmas bir miftahım oldu.
Binaenaleyh havass ve havassu'l-havass dikkatle onu mütalâa ederlerse, daha ne derecelerde hakâik-ı İlâhiye ve maarif-i Rabbaniye müşâhede ederek, iktisab-ı füyûzât edeceklerini tahmin edemem. Bundan başka şu nuranî ve ulvî ve kudsî eser, numarası itibariyle dokuz eserin daha mukaddemen sebkat ettiğini îma ve işaretle beraber ve "On" numaradan sonra daha bir çok eserlerin vücudunu mutazammın bulunmasına dair bir hassasiyet-i kalbiye uyandırdı.
Sonra anladım ki: Kur'ân-ı Hakîm'in nur ve ziyâdar menba'ı cûş u hurûşa gelmiş. Fürkân-ı Hakîmin elmas maâdininden dehşetli bir infilâk husûl bulmuş, Sözler namında hadsiz tiryaklar ve mücevherat zâhir oldu. Pek çok kulûb def'-i maraz ve kesb-i âfiyet etti. Fürkan-ı Mübîn'in feyziyle Sözler'inin her birini herkese görmek müyesser olmayan gayet dakik ve amik beyânât-ı hârikalarını röntgen makinesi ile temsil ediyorum. Nasıl o röntgen şuâı şu uzuvların içindeki en hafî ve ince hali görüyor, gösteriyor. Öyle de nurların hazinedarları olan Sözler dahi, hakâik-ı eşyada en ufacık zerreleri bile görmek ve göstermek hâssasını hâizdir.
Sabri
56
(Şu iki fıkra Husrev'indir.)
Şimdiye kadar emsâline tesadüf etmediğim bu güzel ve yüksek Sözler'i birdenbire kavramak herkese müyesser olamayacağı için, afvımı rica ediyorum. Duanız berekâtiyle bir gün gelip ona da Cenâb-ı Hakk'ın muvaffak buyuracağı ümidini taşıyorum. Ve beni zât-ı âlînize tevdi' eden ve Sözler'i yazmaklığıma ruhsat veren Cenâb-ı Hakk'a milyarlarca hamdediyor ve şükrediyorum.
Husrev
(Sh: B-44)
57
(Keza Husrev'in.)
Risalelerin yüksekliğine ve güzelliğine ve lâtifliğine âciz lisanımla, kısa aklım ile ve zaif idrâkimle hayrette kaldığım şöyle dursun, bilâkayd her okuyanı bizzarure tahsine sevk ediyor. Cenâb-ı Hakk'a ne kadar hamdeylesem, şükreylesem bu lütufların hakkını ödeyemem.
Husrev
58
(Şu fıkra Hafız Zühdü'nündür.)
Nur bahçesinin nurlu meyvelerinden iki tanesini daha koparmağa muvaffak oldum. Bu meyvelerin muhtevî bulunduğu lezzeti, kasır lisanımla şimdi ifade edebilmekten çok âciz bulunuyorum. Nebiyy-i Âhirü'z-zaman Aleyhi Ekmelüssalâtü Vesselâmın huzur-u saâdetine ve pâk, lâtif sohbet-i Nebeviyeleriyle müşerref olmak zevkini idrâk ettiren bu kıymettar On Dokuzuncu Mektubu mütalâa etmekten bir türlü doyamıyorum. Bilcümle Risaletü'n-Nur'un takdir ve tevkîri hususunda söz söyleyebilmekten kalemim âciz ve nâkıstır. Cenâb-ı Vâhibü'l-Atâyâ'dan dilerim ki, Nur bahçelerinin meyvelerinin hepsinden tatmağa arkadaşlarım gibi âcizlerini de muvaffak kılsın.
Hâfız Zühdü
59
(Bir Nur talebesinin fıkrasıdır.)
Bugün o yüksek kitabın ikmâline muvaffak oldum. "Mi'rac'ın ikmâl ve mütalâasından mütevellid sürur ve saâdetimi ta'riften kalemim dûçâr-ı acz oluyor. Mütalâadan doğan duygularımı hülâsaten ve bir cümle ile arz edeceğim:
"Mi'rac'in mütalâasında hayatın felâket girdablarını ve saâdet-i ebediyeye giden mânevî deryânın selâmet yollarını gösteren kalb dolusu bir nur ve ziya buldum. Evet her temsilâtta isbat edilen pek çok hakikatler ve bugün tahatturu ve tahayyülü bile ruhumuzu
(Sh: B-45)
doldurup taşırmağa kâfi gelen Asr-ı Saâdet ve hârikalar devri gözümün önünde hayatlandı, fikirden fikre, hayretten hayrete düştüm.
"Mi'rac" kitabı, felsefe düşkünü mu'terizlerin felsefesini her zaman için iflâs ve sukut ettirmek kuvvetine mâlik bir eserdir. "Mi'rac" kitabı başlı başına asıllardaki hakikatleri i'zam edilmeden ve bîtarafâne bir tefekkürün bile göreceği ve kabul edeceği bir nazarla isbat eden ve kapalı kalmış noktaları ehl-i îmana ma'kul ve mantıkî fikirlerle izhar eden bir kitab-ı tarihtir.
Gaflete dalmış ve dalâletin mağlûbu ve bir tutam aklıyla kendisine bir mümtaz mevki' vermek isteyen feylesoflar, "Mi'rac" gibi bir şâheser karşısında apoletleri sökülmüş, bütün şöhret ve namı sukûta mahkûm bir kral vaziyetine düşer. O kral ise daimî bir ye'se mahkûmdur. Halbuki bunca hakikatler karşısında felsefe zincirleri ve mu'teriz efkârı birer birer kırılan dâvasının ve iddiasının haksız olduğunu anlayan feylesof ise Hâlik-ı A'zamın kudret ve azameti huzurunda secde eder ve af diler.
Zekâi
60
(Zekâi'nin fıkrasıdır.)
Namaza dair fazîlet ve mükâfat menba'ı olan Dördüncü ve Dokuzuncu ve Yirmi Birinci Sözler ruhumun karanlık köşelerini nâkabil-i ta'rif bir surette tenvir etmiştir. Kemâl-i aşk ve şevkle tetebbu' ettiğim bu şâheser, şübhe bulutları içinde vakitlerini bir hiç için zâyi' edip giden ehl-i gaflete ve gençlik hevesâtına esîr olup mürur-u zamanla nâdim olarak tarîk-ı hakikati arayanlara bir refîk-i hayât olsun.
Zekâi
61
(Şu fıkra Doktorundur.)
Hocam, emaneten bendenizde bulunan iki kitabı emrediyorsu
(Sh: B-46)
nuz. Bendeniz de yalvarıyorum ki, gelecek hafta takdim edeceğim. Çünki, kücüğünü iki defa, büyüğünü bir defa okuyabildim. İhâtamın darlığı veya aczim dolayısiyle idrakim de kıttır. Binâenaleyh sizin o muhteşem temsillerinizi defalarca daha okumak istiyorum ki, cüz'î-küllî bir alâka hâsıl olsun. Yâ Rab! O ne büyük mantık, o ne büyük müskit beyân ve tarz-ı telâkki. Ah Üstadım, bu mübarek dinin mübecceliyetini idrâk ve ihâta ve takdirde size ve ancak size medyûn-ı şükrânım ve minnettârım. لِسَبَبٍ مِنَ اْلاَسْبَابِ Dinî akidelerimin azîm bir inkılâbı var. Nur Risalelerinden aldığım dinî ve insanî ve vicdânî ve iktisadî ve ilmî dersler bana hayatta muvaffakıyet verecektir.
Dr. Yusuf Kemâl
62
(Doktorundur.)
Tam mânâlarıyle mefhumlarını kavramak iktidarında olmadığım o yüksek eserlerinizi fırsat buldukça okuyorum. İrşâd-ı âliyeleri unutulmaz ve şâheser hâtıradır. Mezarıma kadar dinî akîdelerinizin esîri ve kurbanıyım. Üstadım, sizin Sözleriniz benim dinî muhayyelemi cidden değiştirdi. Ve daha sevimli bir mecrâya sevk etti. Şimdi bendeniz, doktorların düşündüğü gibi düşünmüyorum.
Dr. Yusuf Kemâl
63