بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حَاصِلِ ضَرْبِ عَاشِرَاتِ دَقَآئِقِ رَمَضَانَ فِى حُرُوفِ مَا كَتَبْتُمْ مِنَ الرَّسَآئِلِ
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Hem mübarek Ramazanınızı, hem inşâallah hakkınızda bin ay kadar meyvedar Leyle-i Kadrinizi, hem saadetli bayramınızı, hem çok kıymetdar hizmetinizi bütün ruhumla tebrik ve tes'id ederim.
Kardeşlerim! Bu defa kudsî kalemle hediyeleriniz o kadar beni minnetdar ve mesrur etti ki, güya dünyayı ışıklandıracak bir nur fabrikası ve mazi ve istikbali rayiha-i tayyibesiyle muattar edecek bir gül fabrikası semadan bizim imdadımıza gönderilmiş ve benim arkamda kuvvet-üz zahr olarak duruyor ve mütemadiyen çalışıyorlar diye mesrur yüzbinler elhamdülillah.
Sabri kardeş! Senin fâsılalı iki mektubun, hizmetinin makbuliyetine iki şahid-i gaybî gösterdi. Senin tabirin ile Nur fabrikasına ben de اَلْفُ اَلْفِ مَاشَأَللَّهُ بَارَكَ اللَّهُ وَفَّقَكَ اللَّهُ derim. Sen ile Sıddık Süleyman, benim nazarımda ve fikrimde ve duamda daima beraber bulunduğunuzdan, senin ile konuştuğum vakit, omuz omuza ikinizi beraber görüyorum. Masum ve mübarek çocuklarınız duadan hissedardırlar.
Hâfız Ali kardeş! Senin mektubundaki tevazuun ve ihlasın ve Hüsrev'e ait medhin ve Risale-i Nur talebeleri bir tek vücud hükmündeki kanaatın, senin hakkında büyük bir ümidimi ve hüsn-ü zannımı tam kuvvetlendirdi. Risale-i Nur'un iki Lütfü'leri ve Mustafa'ları ve Hâfız Ali'leri, Küçük Sabri olan Nu
Sh: » (K: 43)
reddin ile beraber has talebeler dairesinde, Ramazan feyzine, mânevî kazançlara inşâallah hissedar kâbul edildi. Her bir sahifelerini birer kıymetdar hediye hükmünde olan nüshaların yüzünden, ben sana çok hem pek çok borçlu kaldım.
Hüsrev kardeş! Kasem ederim benim elimden gelseydi, yalnız bu defa altun yaldızla yazdığın Mu'cizat-ı Ahmediyey(Hâşiye) mukabil herbir sahifesine, yalnız maddî bir ücret olarak birer altun hediye edecektim. Hakikaten ebedî bir gül fabrikasına kâtib tâyin edildiğinize kanaatım kat'iyet kesbetti. Rabb-ı Rahîm'e hadsiz hamd ü senâ olsun. Tasavvurumda Hüsrev, Rüşdü bir tek isim gibi olmuş. İkinizi, Risale-i Nur'a ait herşeyde beraber biliyorum ve buluyorum. Size اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا âyetine ait ve birden hatıra gelen ve Sabri'nin iki mektubunun daha gelmeden- manevî tesiriyle yazılan bir tetimmeyi gönderdim. bir derece mahremdir, has ve eminlere mahsustur. Şamlı Tevfik, Âyet-ül Kübra Şua'ını, Hâfız Ali'nin otuzüç لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُile tevafuklu tarzda bana yazsa iyi olur. Kardeşlerime birer birer selâm.
Duanıza muhtaç
Said Nursî
بِاسْمِهِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ اِشَارَتِ اْلقُرْآَنِ وَرُمُوزِهِ وَحَقَآئِقِهِ وَحُرُوفِهِ آَمِينَ
(29)
Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
Mübarek Ramazanınızı tebrik ederim. Hâlık-ı Rahîm sizin için buRamazan'ın her bir gecesini, bir Leyle-i Kadir kadar se
------------
(Hâşiye): Ondokuzuncu mektub Ramazanın 19. gecesine tevâfuku Latîf oldu..
Sh: » (K: 44)
vabdar ve her bir günü bir Ramazan kadar meyvedar eylesin, âmin...
Size garib bir sehvimi beyan etmek münasebetiyle derim ki, Kur'andan kalbime ilhamolunan doğru ve Hak hakikatler bazen icmalen olduğundan tafsilatında sehiv venisyanım karışır, karıştırır.
Ezcümle: Eskişehir hapishanesinin son meyvesi ve Otuzbirinci Lem'a'nın BirinciŞuaı olan İşârât-ı Kur'âniye Risalesi'nin beşinci Âyeti bulunan (1)
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِىالنَّاسِ
deki işaretini, kuvvetli hissetmiştim. Fakat gayet acele olarak üçbuçuk seneevvel, karakol içinde şiddetli tarassud altında tebyiz ettiğimden, o işyârâtıntasvirinde bir sehiv olmuş, ehemmiyetli sureti gizli kalmıştı. Mükerrer mtaharriyatneticesinde o vakittenberi ve benim eski abamın cebinde saklanmıştı. Ancak bugünlerde tedkik ettim. Size doğrusunu yazacağım. Nüshalarınızdakiyanlışı ona göre tashih ediniz.
Şöyle ki: Beşinci Âyet:
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِىالنَّاسِ
dır. Bu Âyetin remzi latîftir. Çünki hem kuvvetli münasebet-i mânevîyeile, hem cifirle efrad-ı kesiresi içinde, hususi bir surette Risale-i Nur'a ve müellifinebakar.
Şöyle ki; مَيْتًا kelimesi, tenvin (nun) sayılmak cihetiyle beşyüz eder. Said El-Nursî adedi olan beşyüze tevafukla işaret eder ki, Said meyyit hükmünde idi.Risale-i Nur ile ihya edildi, taze bir hayat buldu.
Evet فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِىالنَّاسِ deki iki tenvin
(1) : Sure-ı Enâmdan
Sh: » (K: 45)
(nun) durlar. Bin üçyüz otuz dört eder ki, o aynı zamanda Said umumi harptemaddi ve dehşetli bir mevtten hârika bir tarzda kurtulması, felsefe ve gafletten gelenmânevî ve şiddetli bir ölümden necat bulması ve Kur'an'ın âb-ı hayatı iletaze bir hayata girmesi tarihidir. Ve bu tevafuk-u mânevî ve muvafakat-ı cifriye delaletderecesinde bir işarettir.
Hem فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِىالنَّاسِ de tenvin (nun), ve şeddeli nun (iki nun), ve ( بِهِ) de telaffuz edilen( ى ) sayılmak cihetiyle (1294) bin iki yüz doksan dört eder ki, veladetinin ve hayatınınbirinci senesidir. Demek bu cümle ile hayat-ı maddiyesine, evvelki cümle ile hayat-ımânevîyesine işaret eder.
Elhasıl: Bu âyet manasının müteaddid çok tabakalarından bir işârîtabakadan hem Risalet-in-Nur'a, hem müellifine, hem bu ondördüncü asrınibtidasına, hem ibtidasında Risalet-in Nur'un mebdeine remzen belki işâreten belkidelaleten bakar.
İşte bu parçayı o âyetin bahsinde derc ile o sehiv izale olur.
SaidNursî
***
Azîz kardeşlerime!
Temadî eden tahribat-ı mânevi'ye karşısında -lillahilhamd- gittikçe Risale-i Nur'un mu'cizane mukavemeti ve satveti ve kıymeti tezayüd ediyor. Dâlaletin temel taşı ve nokta-i istinadı olan tabiat tâgutunu dağıtıp, Kur'an elinde bir elmas kılınç olarak her tarafta nurları saçar, zulümatı dağıtır. Fakat dalaletlerin enva'ı çoktur. O nisbette risalelerin dahi ayrı ayrı meziyetleri, ehemmiyetleri var. Eğer kolay ise, Tabiat Lem'asını da bize gönderiniz.
Umumunuza binler selak, makbul dualarınızdan çok istifade eden ve halis dualara çok muhtaç kardeşiniz
Said Nursi
Sh: » (K: 46)
* * *
Emin'le Feyzi'nin imzası altında şu cevab evvelce size gelen fıkralarının âhirindeki cevabın tetimmesidir. Size onlar gönderiyor.
Sual: Bize verdiğiniz cevabda diyorsunuz: "Siyasî geniş daireleri merak ile takib eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder." Bunun izahını istiyoruz?
Elcevab: Üstadımız diyor ki:
Evet bu zamanda merak ile, radyo vasıtasıyla, ciddî alâkadarane küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve mânevî pek çok zararları vardır. Ya aklını dağıtır manevî bir divane olur, ya kalbini dağıtır mânevî bir dinsiz olur, ya fikrini dağıtır mânevî bir ecnebî olur.
Evet ben kendim gördüm: lüzumsuz bir merak ile, mütedeyyin iken âmi bir adam ,beride ilme mensubiyeti varken-eskiden beri İslâm düşmanı olan bir kâfirin mağlubiyetiyle ağlamak derecesinde bir mahzuniyet ve Âl-i Beytden Seyyidler Cemaatinin bir kâfire karşı mağlubiyetinden mesruriyetini gördüm. Böyle âmî bir adamın, alâkasız bir geniş daire-i siyaset hâtırı için, böyle kâfir bir düşmanı mücahid bir seyyide tercih etmek, acaba divaneliğin ve aklı dağıtmaklığın en acib bir misali değil midir?
Evet hâricî siyaset memurları ve erkân-ı harbler ve kumandanlara bir derece vazifece münasebeti bulunan siyasetin geniş dairelerine ait mesaili; basit fikirli ve idare-i ruhiye ve dîniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine ait lüzumlu vazifesini geri bıraktırmakla, onları meraklandırıp ruhlarını serseri, akıllarını geveze ve kalblerini de hakaik-i îmaniye ve İslâmiyeye ait zevklerini, şevklerini kırıp havalandırmak ve o kalbleri serseri etmek ve manen öldürmek ile dinsizliğe yer ihzar etmek tarzında, kemal-i merak ile onlara göre mâlâyâni ve lüzumsuz mesail-i siyasiyeyi radyo ile ders verip dinlettirmek, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye öyle bir zarardır ki; ileride vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir.
Evet herbir adam vatanla, milletle, hükûmetiyle alâkadardır. fakat bu alâkadarlık, muvakkat cereyanlara kapılıp millet vatan,
Sh: » (K: 47)
hükûmetin menfaatini bazı şahısların muvakkat siyasetlerine tâbi' etmek, belki aynını telâkki etmek çok yanlış olmakla beraber; o vatanperverlik, milletperverlik hissinden ve vazifesinden herkese düşen vazife bir ise, kendi kalb ve ruhundan, idare-i şahsiye ve diniye ve hâkeza: Çok dairelerden hakikî vazifedar olduğu hizmet ve alâka ve merak on, yirmi belki yüz'dür. Bu ciddî ve lüzumlu bu kadar çok alâkaların zararına olarak, o bir tek lüzumsuz ve ona göre mâlâyâni olan siyaset cereyanlarına feda etmek, divanelik değil de nedir?
Üstadımızın bize gayet acele ile verdiği cevabı bu kadar. Biz de, o acele ifadeyi acele kaydettik, kusura bakmayınız.
Biz de, bütün kuvvetimizle bunu tasdik ediyoruz. Çünki bunu kendimizde ve gördüğümüz dostlarımızda tecrübelerle müşahede ettik. Hattâ çokları meraklarından, cemaati belki de namazı terkeder derecede ifratla, tam namaz vaktinde konuşan radyoyu dinleyip, mimsiz medeniyetin sefahet ve dalâlet ve İslâm'a ettiği ihanet cezası olarak mütemadiyen başına gelen tokadlara ve boğuşmalarına ve geniş siyaset dairelerine alâkadârâne dikkat etmekle; ve nefesi zehirli şahıslardan radyoda ders almak, kudsî ve mühim vazifelerine de tam zarar ediyorlar.
Risale-i Nur şakirdlerinden
Emin,
(R.H.)
(31)
Salahaddin'in bir fırkasıdır.
(Otuzbirinci ve Otuzikinci âyetlerin Risale-i Nur'a işaretlerini istihrac etmeğemuvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salâhaddin, Risale-i Nur'un ehemmiyetlişâkirdlerinden olduğundan, Salâhaddin'in şu fıkrası, Yirmiyedinci Mektub'unfıkraları içine girmeye lâyıktır.)
Salahaddin diyor ki; Bin üçyüz ellisekiz senesi Danzig'den çıkan birkıvılcım Avrupa içerisine sür'atle yayılarak büyük bir yangın halinialdığından, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduğundan Türkiye dekısmî seferberlik yaptı, 1359'da 27,28,29 doğumluları silâh altına aldı. Bumeyanda, Risalse-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi çok talebeler de, bir hik
* * *
Sh: » (K: 48)
mete binâen askere alınmıştı. Üstadımız, yalnız altı-yedi ay kadar,Risale-i Nur'un intişarı hususunda başka muhitte bulunmamız icab ettiğinden, kalb,fikir ve avucunu Cenâb-ı Hakk'ın rahmetine açtığı mânenanlaşıldığından, bu duasının kabûlü Risale-i Nur'un mühim bir mkerametineticesi olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur'a hizmet içingönderildik. Altı-yedi ay sonra, Feyzi ve Salâhaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra,mezkûr kur'aların en tehlikeli bir zamanda Alman orduları Romanya'yı işgal,Bulgaristan'ı tazyik, İtalya da Yunanistan'la harbettiği bir sırada, terhisleriyle, okeramet anlaşılmıştır. (Hâşiye)
Hem Salâhadddin emsalinden bir ay sonra ordudan sevkedilmesi, İneboludaemsalleriyle beraber bulunmadığı memleket halkından bazı kimselerin gözünebatarak, müteaddit ihbaratta bulunmaları üzerine, askerlik şubesi tarafından reis,polis vasıtasiyle babasını şubeye celb ile oğlunun nerede olduğu sorulduğunda,oğlundan bir gün evvel gelen telgrafı göstererek, İzmit Deniz Alayı'na mürettebolduğunu ve oğlunun kasden gitmediği, bir ay ticarete gittiği anlaşılmasiyle,babası Ahmed Nazif serbest bırakılmasıdır.
Hem mâdem direğine yazılıp askerlikleri tehir edilenler içinde, her günbenimle görüşen kâtib bir arkadaşım, beni unutup kaydetmediği, sonra da o teciledilenler hem askere alındığı hem de fena nazariyle bakıldığı veSalâhaddin o zarardan kurtulmasıdır.
Hem Salâhaddin'in müretteb olduğu alaya, onbeaş gün geç iltihak etmesindendolayı bir ceza verilmeden ve hiçbir tavsiyeye muhtaç kalmadan alay yazıcısıolarak alınması, hem terhisleri zamanında bakayaların üç gün dahi olsa,mahkemeye verildiği halde, kendisinin bir ay bakayalığı olduğu halde, bir cezagörmeden terhis ve alay kumandanı ve yâverinin teessüründen gözleri yaşararakayrılışı, Risale-i Nur'a ait bir keramet olduğuna bizce kat'î kanaat gelmiştir.
Hem bir vakit Tosya'dan Kastamonu'ya gelirken, beraberim
---------
(Hâşiye): Buradaki Haşiyeyi Üstadımız kalemiyle işaretliyerekçıkartmıştır. (Nâşir)
Sh:»(K:49)
de Risale-i Nur'un Lem'a ve Şuâlar'ı vardı. Haşre ait bir mebhas okuyordum.Kamyon yokuşları tırmanıyordu. Havanın ve makinenin harareti bana ağırlıkve fikrime de«Bu Risale-i Nur muazzam bir mu'cize-i Kur'aniyedir. Başka sahada mu'cizegösterebilir mi? Halbuki mu'cize, Enbiye Aleyhimüsselâm'a mahsustur. Resûl-i EkremAleyhissalâtü Vesselâm'dan sonra mu'cize gösterilmeyecektir» mülâhazasıesnâsında kamyon müdhiş sadmelerle üç takla, yirmibeş-otuz metre yerdenaşağı yuvarlandık. Şehadet getiriyordum. Yaralımıyım diye kendimiyokladım. Yüzbin şükür hiç bir yaram yok. Korkarak doğruldum, şoförünkafası gözü parçalanmış, «ah, of» çekiyor. Etrafımı tetkik ettim;şoför tarafındaki kapı ve camlar hurdahaş olmuş. Benim tarafımdaki ince cambile kırılmamış. O anda bunun büyük bir keramet olduğunu, mu'cizeolmadığını ve bu daha böyle mâcerâlı şeyleri tefekkür etmemek içinkerâmetkarâne gaybî bir tokat olduğunu anladım.
Risale-iNur Şakirtlerinden
Salahaddin
***
(32)
Feyzi'nin yediği Şefkat tokadıdır.
Üstadım bana kardeşim Husrev Efendi tarzında Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesi'niyazdırıyordu. Ben -yâni Feyzi- bir parça tenbellik ettim. Birden, 28'lilerle askereistenildim. Üstadım dedi: «Git, mu'cizat-ı Ahmediye'yi yaz, seni şimdivermiyeceğim.» Başladım. O emir bir hafta geri kaldı. Tekrar bir ârıza ile yazınoksan kaldı. Tekrar askere çağırıldım. Yine Üstadım: «Git yaz!».Ciddî çalışmaya başladım. Fevkalme'mul, yine emir geri kaldı. Bir hafta sonra,tekrar bir mazerete binâen yazıyı bıraktım. Üstadım dedi: «Senin şimdivazifen Risale-i Nur noktasında askerliktedir.» Birden emir geldi, bir şefkat tokadıyeyip vazifeme gönderildim.
Cenâb-ı Hakk'a şükür Risale-i Nur'a alâkadar-it-tâka (Hâşiye)çalıştım ve çalıştırıldım. Üstadımız bize söyledi gibi
----------------
(Hâşiye): Alakadar-it-taka ( اَلَىقَدَرِالطَّاقَه ) gücüm yettiği nisbette.
(Nâşir)
Sh:»(K:50)
yedi ay sonra terhis edilip Üstadımıza ulaştım. İnşâallah bu kabahatimde afvolmuştur.
Risale-i Nur'u, hem bizi hizmet-i Kur'aniyede sebkat eden Husrev, Hâfız Ali,Rüştü, Sabri gibi hâlis, sıddık, metin, çalışkan kardeşlerimi şefi' tutarakafvımı Üstadımdan isterim. Evet ben itiraz ediyorum ki, tenbelliğimin neticesi olarakbu şefkat tokadını yedim.
Mehmed Feyzi
***
(33)
AHMED NAZİF'İN BİR FIKRASIDIR:
Kıymetli Üstadım! Yüksek şahsiyetinizin aczi ve fakrı içinde inâyet-i Rabbaniye ve rahmet-i İlâhiye ile Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın i'cazlarını güneşin parlak ve keskin şuaları gibi kalblerimize nüfuz ettiren ve hakaik-ı dîniye ve îmaniyenin, dalâlete yüz tutan zaif ve âciz mü'minlerin halâsı ve selâmeti ve hidayete çıkarılmasına hâdim ve kudsî Risale-i Nur'un, elbette bir hâdî ve bu zamanın muhtaç bulunduğu bir sâhib-i zuhûr nâmını taşıyacağı şübhesizdir.
Binaenaleyh hem Kur'an'ın tercümanı ve dellâlı ve hem de bu Risale-i Nur'un müellif ve hâdim-i yegânesi bulunmanız, hem de âciz ve fakir bir nefer iken, manevî hizmetinizle müşiriyet derece-i âliyesine terfi ve tefeyyüze istihkak kesbetmiş bulunmanızdır ki; Âlîm-i Mutlak, Hakîm-i Mutlak, Kâdir-i Mutlak olan Zülcelâl Hazretleri, bu kudsî vazife-i âliyeyi, kıymetsiz gördüğünüz, çok kıymetli ve faziletli ve feyizli ve âlî derecelerde yüksek bir dellâla tevdi ve nasib ve bilhassa me'mur etmiştir. (Hâzâ min fadli rabbî)
Biz âciz ve âsi ve günahkâr hizmetkârlarınızı dahi lûtuf ve keremiyle irşada ve hidayete siz Üstadımızı rehber ve mürşid ve vasıta buyurmuştur ki; ebedî minnet ve şükranlarımızı edadan âciz bulunuyoruz.
İşte Üstadım, çok kıymetli arkadaşımız ve hizmet-i Kur'aniyede kıymetli refikimiz ve şerikimiz Küçük Hüsrev ve Mehmed Feyzi'nin mektubundan, başka yerde ve mahalde
Sh: » (K: 51)
mevsimsiz olduğunu idrak ederek, bu hakikî kelimeyi ve mübarek ism-i şerifi Risale-i Nur'a dahi henüz zâhiren takmak haddim değildir ve istimalinden hazer ediyorum. Çünki Üstadımın izin ve müsaadesi olmadıkça, bu gibi lâkabların kıymeti olamaz. Ancak Risale-i Nur'dan aldığım ilham üzerine, muhitimizde birinciliği ihraz eden bir kardeşimiz olan Feyzi'nin mektubunda bahsedilmesi, sırf hüsn-ü niyet ve fart-ı merbutiyet ve sadâkattan ve ihlastan doğmuştur.
Bu izharın hatâsından hâdis olan meşguliyetinize sebebiyet verdiğimden çok müteessir oldum.. af buyurunuz. İkaz ve irşad edici nimet ve himmet, itabınızla af buyurulmasını ve Risale-i Nur'un mânevî tokatlarından muhafaza edilmekliğimizi kemal-i hulûsla istirham eylerim.
Aziz ve kıymetli Üstadım! Cenab-ı Hakk'ın lûtuf ve keremiyle ve hadsiz ihsanatıyle, intisaben hizmet-i kudsiyesinde bulunduğum Risale-i Nur'un maddî ve manevî pek çok kerametlerini ve bereketlerini aynelyakîn görmüş ve lezzetini tatmış olan bu âciz hizmetkârınızın noksanlarını hüsn-ü niyete ve hulûs-u kalbine bağışlamanızı rica ederken, bu mübarek Risale-i Nur'un pek çok kerametlerinden birkaçını arzediyorum.
Şöyle ki:
Risale-i Nur tercümanı ve müellif ve sahibi bulunan zât, bin üçyüz yirmidört (1324) ve yirmibeş (25) rumî senelerinde, İstanbul'da iştiharla "Bediüzzaman" nâmı ve lâkabı altında matbuatın sitayişle neşriyatından mütehassis olarak, o zaman onyedi yaşımda bulunduğum ve çok cahil ve çocukluk devresinde iken, bu mübarek isim kalbimde yer tutmuş. Ve bu kalbî muhabbet hürmeti için olacak ki; bin üçyüz yirmialtı (1326) senesinde Hazret-i Üstad'ın, "Bediüzzaman Said-i Kürdî" lâkabı altında Karadeniz seyahatında iki hizmetkârı ile İnebolu'yu ziyaret ederek, o zaman İnebolu'nun meşhur ulemasından Hacı Ziya ve diğer ulema arasında vapura teşyi edildiği sırada tesadüfen çarşıda karşılaştığım ve çok derin muhabbet hissiyle bu mübarek zâta selâm durarak mütebessim ve nuranî sîmalarıyle ve keskin nazarlarıyle selamlarına ve manevî nazarlarıyle iltifatlarına mazhar olduğum günden beri artan muhabbet ve
Sh: » (K: 52)
alâkamı, otuz senelik hâtırımdan kat'iyen silinmediğini aynelyakîn görüyordum.
Tahminen ve takriben altı sene evvel bir gazete sütununda, Isparta'da halkın fazla alâka göstermesinden, din ve îman telkin etmesinden ürken ehl-i dünya tarafından tevkif edildiğini teessürle okumuştum. Otuz senelik uzun bir zaman içinde bir def'a böyle acı haber aldığım halde, âkibetinden kat'iyyen başka bir malûmat edinememiştim.
On seneden beri Cenâb-ı Rabb-ül Âlemîn Hazretlerinden niyazımda, daima beş vakit dualarımda, "Ya Rab! Bana bir mürşid-i kâmil ihsan buyur" niyazında iken, bundan üç sene evvel yani hicrî bin üçyüz elliyedi (1357) ve milâdî bin dokuzyüz otuzsekiz (1938) senesinde, İnebolu'da bir kahvede, Kastamonu'lu bir zavallı sarhoşun sitayişle bahsettiği bir zâtın Kastamonu'da mevcudiyeti ve menfî olarak bulunduğunu işittim. Dikkat ettim ve tahkik ve tamik ettim. Anladım ki; otuz senedir kalbimde saklı olarak taşıdığım o zamanki Said-i Kürdî olduğunu hayretle öğrendim. Ve kalbimdeki sevgi günler geçtikçe ateşlendiğini hissettiğimden, her tehlikeyi göze alarak ziyaret edip, mübarek ellerini öpmek lâzım ve şart olduğunu bildim. Ve ziyaretimde, Eski Said'in ism-i mübarekleri Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur'un müellifi ve sahibi olarak buldum. Kemâl-i aşk ve ihlâs ile sarıldım. Ve benim yegane mürşidim ve rehberim ve büyük üstadım o Risale-i Nur'dur dedim. Ve bana bu hadsiz ihsanatı hidayet ve inayet buyuran Cenab-ı Hakk'a, Kur'an-ı Hakîm'in harfleri adedince şükrederek Elhamdülillâh.. Hâzâ miİİİİn fadİİİİli rabbî dedim. (Hâşiye)
Risale-i Nur'a intisab etmezden evvel, maddî ve dünyevî her işlerimizde ve ticarethanemizin kazançlarında ve şahsî ve hususî işlerimizde, Risale-i Nur'a intisabdan sonraki hârikulâ-
______________________________ _________
(Hâşiye): Evet bazı ehl-i velâyetin ileride talebesi olacak zâtlar, daha dünyaya gelmeden, hiss-i kablelvukuun inkişafıyla kerametkârane keşfettikleri gibi; Risale-i Nur'un talebelerinin mühimlerinden birkaç zât dahi, çok zaman evvel, bir hiss-i kablelvuku' ile, ileride Said ile alâkadar bir surette bir Nur'a hizmet edeceğini hissetmişler. İşte, onların birisi de Nazif'dir.
Sh: » (K: 53)
de farkları ve bereketleri görmekle beraber; en büyük bir ticaret ve mes'ud bir zenginin müferrah ve serbestliğinden daha fazla ferah ve sürur ve serbest ve yaşayış tarzında sıhhat ve âfiyetle -Elhamdülillah- mes'udane imrar-ı hayat eylemekte olduğumuzu ve Risale-i Nur'un kudsî lütuf ve kerametlerine medyun bulunduğumuzu itiraf ve tasdik ederiz.
Üstad Hazretlerinin me'zuniyet-i hususiyesiyle, Risale-i Nur namına neşriyat ve hakaik-i îmaniye noktasında, bilhassa ibadet ve namaz hakkında şahsımın câhil ve âciz, nâkıs, iktidarsız vaziyetim ile vâki' olan ve olacak bulunan telkinat-ı diniyedeki kuvvetli ikna' ve müessir hitabelerin âsâr-ı fiiliyesini aynen müşâhede ettiğimi; üstadım Risale-i Nur namına kemâl-i fahirle, bir çok namazsız müslümanları -Elhamdülillah- namaza ve Camilere devama muvaffak bulunmak gibi kudsî hizmetlerin âsâr-ı fiiliyesinden, Risale-i Nur'un büyük hârika kerâmetinden tulû' ettiğini ve etmekte olduğunu tasdik ederiz.
Bu içinde bulunduğumuz Alman ve İngiliz harbinin bidayetinden, devamı müddetince, hadsiz zındıka ve münafıkların hiç yoktan sebebsiz olarak, şahsıma bir isnâdat olsun için, gerek münevver fikirli âlim ve gerekse cahil mülhid hemen hemen birkaç dostlarım müstesna, memleket halkı kudsî hizmetimden küstürmek için, şeytan (aleyhi mâyestehık) bütün memleket halkını iğfal ederek aleyhime tahrik etmiş olacaktır ki; "Nazif, muhalif bir siyasetle ittihad-ı İslâm'a tarafdar eder, siyaset propagandası yapıyor" zihniyetini şiddetle aleyhimde, memleket halkına ve erkân-ı hükûmete kadar sirayet ettiriyorlar.
Ve bütün şeytanların tecessüsleri tahrik edilmiş. Güya aleyhdarlarım benden bir intikam almak hasebiyle gıyabımda, hem müdhiş cereyanı şiddetlendirmek için, kendilerince menfur telakki ettikleri Almancı nâmiyle hakaretlere maruz bırakmaktan çekinmediler.
Halbuki ben, Lillâhilhamd Risale-i Nur'un irşadiyle, hakaik-i îmaniye ve Kur'aniyeyi bütün kâinatın fevkınde gördüğümden ve îtikad ettiğimden, değil küre-i arzdaki cereyanlara, belki bana verilse de, bütün dünya saltanatına da âlet edemem. Ben, yalnız hakikatçı ve îmancı ve Kur'ancı Risale-i Nur'un bir
Sh: » (K: 54)
hâdimiyim. Kaç senedir bütün bu hücumlariyle beraber, iki eser-i inâyet var:
Birisi Risale-i Nur'un neşriyatındaki hizmetime zarar verilmediği gibi, fevkalme'mul muvaffak olduk.
İkincisi: Her ne vakit şiddetli hücum edileceği zaman, Üstadımızdan dikkat emrini alıyorduk. Hem de Risale-i Nur'un âşikâr bir kerametidir ki, bin üçyüz ellidokuz (1359) sene-i hicrî Ramazan-ı Şerif'in on veya onikinci günlerinde -Allah rahmet etsin- vefat eden kardeşlerimizden Hâtib Mehmed namındaki zât, Yirmialtıncı Lem'a olan İhtiyarlar Risalesini yazarken hasta olarak yazmağa kadir olmadığından (لآَاِلَهَ اِلاَّ هُوَ ) kelime-i tevhidi yazarak bıraktığı, ziyaretine gelen diğer kardeşimiz ve fa'al arkadaşımız, Mehmed Feyzi Efendi'ye ikmalini rica ederek dünyaya veda ve ebedî hayatına, inşâallah bu kelime-i tayyibe ile hayatının sonunu mühürliyerek îmanlı olarak kabre girdiğini izhar ve Risale-i Nur'un talebelerine açık bir müjde ve tebşiratta bulunmuştur.
İşârât-ı Kur'aniye'nin yirmialtıncı âyetinin فَفِى اْلجَنَّةِ خَالِدِينَ sırrıyla, "Risale-i Nur talebeleri, îman ile kabre gireceklerdir" tebşiratının sıdkını gösteren bu açık kerametin ve tebşirat-ı azîmenin bütün kardeşlerimize tamim olunmasını, Risale-i Nur'un derece-i ulviyetini ve hâdimle-rinin mükâfatlarının ne zaman ve ne suretle verilmekte olduğunu aynel-yakîn bilinmek ve görülmek üzere, şu hakikat muvafık ise İşarat-ı Kur'aniye Risalesine tahşiye olunmasını rica ederim, kıymetli Üstadım.
Risale-i Nur şakirdlerinden
Ahmed Nazif Çelebi
(R.H)
* * *
(34)
Aziz Kardeşlerim;
Sizin mübarek yazılarınız ve gönderdiğiniz risaleler hususan tevafuklular,hususan Aliler'in kıymetdar risaleleri, bilhassa Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesi bu havalideçok fütuhatı var,
Sh:»(K:55)
Altı - yedi aydır İstanbul'da da fütuhat yapıldı. Şimdi de vilâyât-ışark'a, Diyarbekir tarafına gitti. Hüsrev bilse ki, o risale vasıtasiyle ne kadar sevapkazanmış, pek fevkâlade memnun ve mesrur olacaktı. Şimdilik o yaldızlı veçok kıymetdar risale elimden çıktı. Hüsrev hesabına geziyor.
Buna mukabil o kerametli kalem bana bir nüsha, aynı tarzda yaldızlı yazmak veOndokuzuncu Söz'ü de, onun âhirine zeyli gibi ilhak etmek ve Mirac Risalesi'nin deüçüncü esasının âhirinde üç müşkilden birinci müşkilin (Elcevap)deyip, Risalet-i Ahmediyye delail'ini fihriste suretinde beyan eden üç, dört yaprağı taikinci müşkilin cevabına kadar, onu da âhirinde bir hâtime ve Ayet-ül-Kübra'nınonbeşinci mertebesindeki Risalet-i Ahmediyye bahsini de, eğer münasip görülse o dailhak edilsin.
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ مَا اَرْسَلْتُمْ لَنَا
(35)