Sayfa 2/2 İlkİlk 12
20 sonuçtan 11 ile 20 arası

Konu: LAHİKALAR. (Kastamonu Lahikası.)

  1. #11
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: LAHİKALAR. (Kastamonu Lahikası.)

    Azîz, Sıddık Kardeşlerim, Sebatkâr ve Hakikî Vârislerim!
    Bugünlerde Risale-i Nur talebeleri hesabına gayet ehemmiyetli, endişeli bir suâl-i manevî kalbime ihtar edildi. Sonra anladım ki; ekser Risale-i Nur talebelerinin lisan-ı halleri bu
    sh: » (K: 151)
    suâli soruyor ve soracaklar. Birden bir cevab hatıra geldi, Feyzi'ye söyledim. Dedi: "Hiç olmazsa icmalen kaydedilsin."
    Endişeli Suâl: Bu âhirzaman fitnesinde, açlık ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalâlet, bîçare aç ehl-i îmanı derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı dîniyeyi ya unutturup, ya ikinci, üçüncü derecede bırakmağa çalışacak diye, rivayetlerden anlaşılıyor.
    Acaba, herşeyde hattâ kaht azabında ehl-i îman ve masumlar için bir vech-i rahmet ve kader-i İlâhî cihetinde adâlet olduğu, bunda ne tarzda olur? Ve ehl-i îman, hususan Risale-i Nur talebeleri bu musibete karşı îman ve âhiret hesabına ne cihetle istifade edip, nasıl davranacaklar ve mukavemet edecekler?
    Elcevab: Şu musibetin en ehemmiyetli sebebi; küfran-ı nimet ve şükürsüzlük ve nimet-i İlâhiyenin kıymetini takdir etmemeklikten gelen bir isyan olduğundan, Âdil-i Hakîm nimetinin hususan gıda kısmının, hususan hayat noktasında en büyük nimet olan ekmeğin hakikî lezzetini ve çok ehemmiyetli kıymetini ve nimetiyet noktasında fevkalâde derecesini göstermekle, hakikî şükre sevketmek hikmetiyle, Ramazan gibi riyazet-i dîniyeye riayet etmeyen şükürsüz insanlara bu musibeti verip, aynı hikmet için adalet etmiş.
    Ehl-i îman, ehl-i hakikat, hususan Risale-i Nur talebelerinin vazifesi; bu musibetli açlığı, Ramazan riyazet-i dîniyesinin tarzındaki açlık gibi vesile-i iltica ve nedamet ve teslimiyet yapmağa çalışmaktır. Ve zaruret bahanesiyle, dilenciliğe ve hırsızlığa ve anarşiliğe yol açmasına meydan vermemektir. Ve aç fakirlere acımayan bir kısım zengin ve bazı ehl-i maaş dahi Risale-i Nur'u dinleyip, bu mecburî açlık hissiyle açlara merhamete gelip zekâtla yardımlarına koşmaktır. Ve nefsini güzel yemeklerle şımartan, serkeş eden ve hevesat-ı rezile ve tuğyanlara sevkedip sarhoş eden gençler dahi, Risale-i Nur'un irşadıyla, bu hâdiseden merdane istifade ederek, fuhşiyat ve günahlardan ellerini bir derece çektiği ve nefislerinin zevklerini ve pisliklere karşı galeyanlarını kırdığı vesilesiyle tâate ve hayrata girip, o hâdiseyi kendi aleyhlerinden çıkarıp, lehlerinde istimâl etmektir.
    sh: » (K: 152)
    Ve ehl-i ibadet ve salâhat dahi, ekser insanların aç kaldığı bu zamanda ve çok karışmış ve haram ve helâl farkedilmeyecek bir tarza gelmiş ve şübheli mal hükmünde ve mânen müşterek olan erzak-ı umumiyeden helâl olmak için mikdar-ı zaruret derecesine kanaat ediyorum diye, bu mecburî belâya bir riyazet-i şer'iye nazarıyla bakmaktır. Kader-i İlâhiyeye karşı şekva ile değil, rıza ile karşılamaktır.
    Umum kardeşlerime hususan musibetzedelere çok selâm ve selâmetlerine dua ediyorum.
    Sabri kardeşim! Seni tevkil edip selâm gönderenlere, ben de seni tevkil ediyorum. Onlara birer birer selâm ediyorum. Senin bu defaki mektubun gerçi geç geldi, fakat birkaç noktada beni çok memnun etti. Sabri'nin elmas ve çelik gibi metanetini ve isabet-i fikrini gösterdi. Mâdem Hâfız Ali ile siz, Atabey yoluyla da muhabere etmeyi münasib görmüşsünüz. Atabey'de Abdullah Çavuş'un veya münasib gördüğünüz birisinin adresini bildiriniz. Abdullah Çavuş'un sizin nâmınıza istediği Onuncu Şua namındaki Fihriste'nin ikinci cildini yazdırdık ve Hizb-ül-Ekber-i Nuriye'yi Feyzi yazdı. Yakında inşâallah göndereceğiz.
    Said Nursî

    * * *
    (101)
    Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
    Bu def'a Sabri ve Hâfız Ali'nin mektubları, Risale-i Nur'un fevkalâde bir kerametini ve hârika kuvvetini gösteriyor. Medrese-i Nuriye'nin çalışkan ve gayyûr talebeleri birkaç gün zarfında, Hâfız Mehmed'in zâyi olan kitablarına mukabil umumunun yazılmasını ve ona verilmesini taahhüd edinmelerine, bu havalideki şâkirdleri fevkalâde mesrûr eyledi. Hâfız Ali'nin tahkikatına gelenlerin, "Mağazalarda kâğıt kalmadı. Risale-i Nur şakirdleri kâğıdı bitirdiler" diye demeleri ve Mehmed Zühdü'nün kitabları kendine iade edilmeleri, Risale-i Nur şakirdlerini müftehirane teşci ve teşvik eden bir hâdisedir. Sabri mektubunda, "İki-üç senedir Risale-i Nur, te'lif cihetinde tevakkuf devresini geçiriyor" diye hikmetini soruyor. Bunun
    sh: » (K: 153)
    cevabı uzundur. Hem te'lif, ihtiyarımız dairesinde değil. Hem Risale-i Nur şakirdlerinin te'liften hisseleri kalmak için, bazı ehemmiyetli esbab ve ârızalar mâni oldu.
    Burada başta Âsiye olarak Ulviye, Lûtfiye gibi çok çalışkan hanım şakirdler, Medrese-i Nuriye'deki hemşirelerine ve selâm gönderen Sabri'nin refikasına hem kardeşlerine arz-ı hürmet ve selâm ve dua ederler.
    Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ederiz.
    * * *
    (102)
    Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
    Kahraman Tâhirî'nin ve Kâtib Osman'ın mektubları hakikaten benim için bir ilâç hükmüne geçti. Yarım maddî, yarım manevî endişe hastalığına bir tiryak hükmüne geçti. Cenâb-ı Hak onlardan ve sizlerden ebeden râzı olsun. Evet azm ve sebatınız ve ihlâs ve ciddiyetiniz, ehl-i dünyayı mağlûb etmiş ve ediyor. Yoksa bir tek Tesettür Risalesi'yle yüzyirmi adamı tevkif edenleri, yüzotuz risale ile bir tek adamı tevkif edemediklerinin sebebi: İhlâsınız ve metanetinizdir, hükmediyor.
    Tâhirî'nin Hizb-ül Ekber ve Vird-ül A'zam'ı tab' için İstanbul'a gitmesini bütün ruhumuzla onu tebrik ve muvaffakıyetine dua ediyoruz. İstanbul'da Şefik'ten başka Risale-i Nur'la ciddî alâkadarlar çoktur, fakat adreslerini bilmiyorum. Yalnız Barla'lı Hacı Bekir ve İnebolu'lu icra dairesinde bulunan Hâfız Emin ve Güran'lı Mehmed Efendi'yi de Şefik vasıtasıyla bulabilir. İstanbul dostları münasebetiyle, meşhur bir vâiz benim ile görüşmek için gelmiş, görüşemeden gitmiş. Bir zata yazılan bir mektubun sureti size gönderiliyor; belki oradaki bazı adamlar, bu adam gibi o hitaba muhtaçtırlar.
    * * *
    (103)
    İstanbul'a uğrayan Risale-i Nur şakirdleri senin gayret ve ciddiyetini ve te'sirli va'zını bize haber verdiler. Senin gibi metin ve hâlis bir zâtı, Risale-i Nur dairesinde görmek arzu
    sh: » (K: 154)
    ediyorlar. Ben de onlar gibi cidden seni Risale-i Nur dairesinde görmek istiyorum. Bilirsin ki, iki elif ayrı ayrı olsa iki kıymeti var; Bir çizgi üstünde omuz omuza verse, onbir kıymet aldığı gibi, senin te'sirli nasihatınla ihzar ettiğin hizmet-i îmaniye tek başıyla kalsa, şimdiki tehacümat-ı müttehideye karşı dayanması çok müşkil; Eğer Risale-i Nur'un hizmetine iltihak etse, o iki elif gibi onbir, belki yüzonbir kıymetinde ve kuvvetinde olacak ve karşıdaki ittifak etmiş dalâletlere karşı dayanacak.
    Bu zaman ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevî hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahib olmak için bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini, o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa o buz parçası erir, zâyi olur; o havuzdan da istifade edilmez.
    Hem mûcib-i taaccüb, hem medar-ı teessüftür ki; ehl-i hak ve hakikat, ittifaktaki fevkalâde kuvveti ihtilâf ile zâyi ettikleri halde; ehl-i nifak ve ehl-i dalâlet, meşreblerine zıd olduğu halde; ittifaktaki ehemmiyetli kuvveti elde etmek için ittifak ediyorlar. Yüzde on iken, doksan ehl-i hakikatı mağlub ediyorlar.
    * * *
    (104)
    Aziz Kardeşlerim!
    Bu dakikada Hüsrev, Rüşdü, Re'fet, Isparta'nın Hâfız Ali'si askerlikten ne vakit geleceklerini merak ediyorum. Hususan Hüsrev'in kalemi, ne vakit Risale-i Nur'un fâtihane intişarına kavuşacak diye bilmek istiyorum. Onlara da selâmımı tebliğ ediniz. Şimdi bundan on dakika evvel, cesurca fakat kalemsiz iki adam, Risale-i Nur dairesine biri birisini getirdi. Onlara dedim ki: "Bu dairenin verdiği büyük neticelere mukabil, sarsılmaz bir sadakat ve kırılmaz bir metanet ister. Isparta kahramanlarının gösterdikleri hârikalar ve cihanpesendâne hidemât-ı nuriyenin esası, hârika sadâkatları ve fevkalâde metanetleridir. Bu metanetin birinci sebebi: Kuvvet-i îmaniye ve ihlâs hasletidir. İkinci sebebi: Cesaret-i fıtriyedir."
    Onlara dedim: "Sizler cesaretle ve efelikle tanınmışsınız ve
    sh: » (K: 155)
    dünyaya ait ehemmiyetsiz şeyler için fedakârlık gösterirsiniz. Elbette Risale-i Nur'un kudsî hizmetinde ve cihana değer uhrevî neticelerine mukabil, merdâne ve fedakârâne cesaret ve metanet gösterip sadâkatınızı muhafaza edersiniz." dedim. Onlar da tam kabul ettiler.
    * * *
    (105)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniye'de Kuvvetli Arkadaşlarım!
    Bu def'a kahraman Tâhir'i umumunuz nâmına gördüm ve onda bir Lütfü, bir Hâfız Ali, bir Hüsrev ve bir Said (fakat genç Said) müşahede ettim. Cenâb-ı Hakk'a çok şükrettim. Bu def'a onun kokusunu alıp, o daha gelmeden benim yanıma gelen komiser ve taharri adamları münasebetiyle; benden talebeler tarafından suâl edilen bir mes'ele, belki size de bir faidesi var diye gönderildi.
    * * *
    (106)
    DAİMİ HİZMETİNDE BULUNAN RİSALE-İ NUR ŞAKİRDLERİ TARAFINDAN EDİLEN BİR SUALE CEVABDIR.
    Sual: Bu kadar zamandır hizmetinizde bulunuyoruz. Dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete dair bir alâkanızı, merakınızı görmedik. Daima îman ve âhiret dersinden başka bir meşgalenizi görmüyoruz. Öyle anlamışız ki; bu onsekiz senedir vaziyetiniz böyle imiş. Nedendir ki; Isparta'da hiçbir şey yokken memleketi heyecana getirip sizi mahkemeye verdiler. Ve yüz arkadaşınızı, dört ay mahkeme tahkikatı neticesinde dünya ile, siyaset ile alâkaya dair bir şey bulamadılar. Yalnız kendilerini ve mahkemelerini ebedî mahcub edecek bir bahane buldular; ve yüzden, yalnız beş-on adama beş-altı ay ceza verdiler.
    Hem burada altı seneden ziyade karakolun nezareti ve nazarı altında oturduğun, odanın pencereleriyle dâima senin her vaziyetin karakolca görüldüğü halde; bundan iki-üç ay ev-
    sh: » (K: 156)
    vele kadar her vakit gizli ve âşikâre seni tarassud, kaç def'a taharri etmeleri, dostları senden kaçırmak için tahkikatlarla sana en mühim ve karışık bir siyasetçi gibi bakmaları nedendir? Biz bundan hem müteessir, hem mütehayyiriz. Ancak iki-üç aydır yanınıza serbest gelebiliyoruz. Evvelde korkarak, gizli gelebilirdik. Bu mes'eleyi bize izah et.
    Elcevab: Ben de sizin gibi, belki sizden çok ziyade bu vaziyetten hem hayret, hem taaccüb ediyor. Bu sualinizin izahlı cevabı, Yirmiyedinci Lem'a olan mahkemeye karşı Müdafaat Lem'asıyla, Onaltıncı Mektub risalesidir. Şimdilik kısaca bir-iki esas beyan ediyorum:
    Birincisi: Âsâyişi temin ve idare memurları, inzibat polisleri ve komiserleri bize ve mesleğimize karşı değil tevehhümkârâne taarruz ve evhama düşmek, belki himayetkârâne teşvik ve teşci etmek vazifelerinin muktezasıdır. Çünki: Onların vazifelerinin temel taşı, hürmet, merhamet, helâl-haramı bilmekle, itâat düsturuyla hayat-ı içtimaiye emniyet dairesinde cereyan edebilir.
    Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit, bu esasları te'min ediyor. Neticesi de bilfiil görülmüş. Risale-i Nur'un en mühim merkezi Isparta ve Kastamonu olduğundan, sair memlekete nisbeten zâbıta memurları insafla dikkat etseler, Risale-i Nur'un onlara parlak yardımını görecekler.
    Hem talebelerinde bu kadar kesret ve kuvvet ve hak ellerinde bulunduğu halde, âsâyişe hiçbir zararı dokunmadığını ve talebelerden bin adam, on adam kadar hayat-ı içtimaiyeye zarar vermediklerini, kalbi bozuk olmayan görür. Bu mes'elenin sırr-ı hikmeti budur ki:
    Âlem-i insaniyette ve İslâmiyette üç muazzam mes'ele olan îman ve şeriat ve hayattır. İçlerinde en muazzamı îman hakikatları olduğundan bu hakaik-i îmaniye-i Kur'aniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur'an'ın hakikatları, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan îmanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risale-i Nur'un has ve sâdık talebeleri, gayet
    sh: » (K: 157)
    şiddet ve nefretle siyasetten kaçıyorlar.
    Hattâ sizin bu kardeşiniz -siz de bilirsiniz- bu onsekiz senedir, o kadar muhtaç olduğum halde siyasete, hayat-ı içtimaiyeye temas etmemek için, hükûmete karşı bir tek müracaatım olmadığını ve bu sekiz-dokuz aydır küre-i arzın bu herc ü mercinden bir tek defa ne sual ve ne de merak etmek ve ne de anlamak ve ne de medar-ı sohbet etmediğimi hattâ şimdi sulh olmuş mu, harb bitmiş mi, İngiliz ve Alman'dan başka kimler harbediyor bilmediğimi, biliyorsunuz.
    Hem herkesi geveze ve sersem eden ve üç seneden beri odamdan işitilen radyoyu, iki def'adan başka ne dinlediğimi ve ne de sorduğumu, benimle beraber olan sizler biliyorsunuz. Bu derece bu vaziyetlere karşı alâkâsız ve lâkayd bir adamın tâkib ettiği mesleğe taarruz eden ve evhama düşüp tarassudla sıkıntı veren, ne derece insaftan uzak düştüğünü en insafsız da tasdik eder.
    İkinci Esas: Ey kardeşlerim! Sizler biliyorsunuz ki; bizim mesleğimizde benlik, enaniyet, şan ü şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz. Onu ihsas eden hâlâttan şiddetle ictinab ediyoruz. Elbette burada, altı-yedi sene gözünüzle ve yirmi seneden beri tahkikatınızla anlamışsınız ki, ben şahsıma karşı hürmet ve makam vermek istemiyorum.
    Sizleri o noktada şiddetle tekdir etmişim. Benim haddimden fazla mevki vermeyiniz, diye sizden darılıyorum. Yalnız, Kur'an-ı Hakîm'in bu zamanda bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur hesabına, ben de onun bir şakirdi olmak haysiyetiyle ona karşı tasdikkârâne teslimi ve irtibatı, şakirane kabul ediyorum. İşte bu derece enaniyetten ve benlikten ve şan ü şeref nâmı altındaki riyakârlıktan kaçmayı düstur-u hareket ittihaz eden adamlara karşı ehl-i hükûmetin, ehl-i idare ve zâbıtanın evhama düşmeleri ne kadar mânasız ve lüzumsuz olduğunu divaneler de anlar.
    Said Nursî

    * * *
    sh: » (K: 158)
    (107)
    Azîz, Sıddık, Sebatkâr Kardeşlerim!
    Musibetzedelerin mânevî galebesi, beraeti; değil yalnız sizleri ve bizleri, belki bu memleketteki bütün ehl-i îmanı sevindirir bir mahiyettedir. Çünki Risale-i Nur'un hürriyetine meydan açtı. Şimdiye kadar, müsadere tevehhümüyle pek çok ihtiyata mecbur olmuştuk. Bu onsekiz senede ve bilhassa buradaki altı senede, risaleleri gizlemek hususunda pek çok zahmet çektim ve daima endişe ederek azab çekiyorduk.
    Cenâb-ı Hakk'a Risale-i Nur'un hurufatı adedince hamd ü sena ve şükür olsun ki; bu def'a manevî galebesiyle o zâlîmane ve zulmetkârâne perdeyi parçaladı. Az bir zahmetle büyük bir ücret ve geniş bir fütuhata zemin hazırladı. Ve bu iki ay tevakkuf müddeti, aynen hapsimiz hâdisesi gibi, başka bir tarzda, daha geniş bir dairede Risale-i Nur'un intişarına vesile oldu. Sizleri ve bilhassa musibetzedeleri ve hususan Hâfız Mehmed'i tebrik ediyoruz ve geçmiş olsun deriz. Bir Tesettür Risalesi'yle yüz adamı, yüz gün tevkif eden ve onun gibi yüzer risalelerle bir tek adamı bir gün tevkif edemeyen bir mahkemeye hükmedip galebe çalan, sizlerin hârika sadâkâtınız ve fevkalâde ihlâsınız ve sarsılmaz metânetiniz ve kuvvetli tesanüdünüz olduğu bizce kat'iyet kesbetti, şübhemiz kalmadı. Cenâb-ı Hak sizden ebeden râzı olsun, âmin.
    * * *
    (108)
    Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
    Evvelâ: Seksen küsur sene bir ömr-ü mânevîyi sizlere kazandıracak olan şuhur-u selâse-i mübarekeyi ve bilhassa bu geceki Leyle-i Regaib'i tebrik ediyoruz. Sizin beraetiniz ve mânen galebeniz, zalimleri şaşırttı. Cepheyi burada değiştirdiler. Düşmânâne taarruzdan vazgeçip, dostâne hulûl edip, has talebeleri Risale-i Nur'un hizmetinden geri bırakmak için, memuriyet gibi bir meşgale buluyorlar veya terfian işi çok diğer bir memuriyete veya diğer bir meşgaleyi buluyorlar. Burada o neviden çok vâkıalar var. Bu taarruz bir cihette daha
    sh: » (K: 159)
    zararlı görünüyor.
    Sâniyen: Burada lise mektebine tesirli bir nur girdi. O da Otuzikinci Söz'ün Birinci Mevkıfı, Otuzuncu Lem'a'nın İsm-i Adl ve Hakem Nükteleri, Tabiat Lem'ası hâtimesine kadar, Âyet-ül Kübrâ'nın "Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine giren herbir misafir..." diye başlayan Birinci Makam'ın başından ilham, vahiy mertebeleri hariç kalıp tâ onsekizinci mertebe olan kâinatın hudus hakikatı tâ imkâna kadar, yeni hurufla, bir ihtar-ı mânevî ile izin verdik. Daktilo (el makinası) ile kendilerine yazdılar. Siz de bu dört parçayı birden cild yapıp, yeni hurufla, ehl-i inkâra onikilik top güllesi gibi atabilirsiniz.
    Ben bu sene çok zaif ve ihtiyar ve âciz bir halde bulunduğumdan, genç kardeşlerimden mânevî muavenetlerini bu mübarek şuhur-u selâsede rica ediyorum. Herbirisine birer birer selâm ve dâreynde selâmetlerine dua ediyoruz.
    Said Nursî

    * * *
    (109)
    (Bu mektub gayet ehemmiyetlidir)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Bugünlerde Kur'an-ı Hakîm'in nazarında îmandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i sâlih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i sâlih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def'-i şer, celb-i nef'a râcih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def'-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiş.
    Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlâsla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.
    Hem takvâ içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünki bir ha-
    sh: » (K: 160)
    ramın terki vâcibdir. Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibadetten gelen ehemmiyetli âmâl-i sâlihadır.
    Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Mâdem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüzer günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih işlemiş hükmündedir. Malûmdur ki; bir adamın bir günde harab ettiği bir sarayı, yirmi adam yirmi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam çalışmak lâzım gelirken; şimdi binler tahribatçıya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve te'siratı pek hârikadır. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydı, onun tamirinde mu'cizevâri muvaffakıyet ve fütuhat görülecekti.
    Ezcümle: Hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde gayet elîm ve bîçare ihtiyarlar ve peder ve valideler hakkında dehşetli neticeler veriyor.
    Cenab-ı Hakk'a şükür ki; Risale-i Nur bu müdhiş tahribata karşı, girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneyn'in tahribiyle, Ye'cüc ve Me'cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur'ân'înin tezelzülüyle de Ye'cüc ve Me'cüc'den daha müdhiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.
    Risale-i Nur'un şakirdleri, böyle bir hâdisede mânevî mücahedeleri, inşâallah zaman-ı Sahabedeki gibi az amelle, pek çok büyük sevab ve âmâl-i sâlihaya medar olur.
    Azîz kardeşlerim! İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlâs kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirâk-i â'mâl-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile, herbirinin â'mâl-i sâliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi, li-
    sh: » (K: 161)
    sanlariyle herbirinin takva kal'asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir. Ve bilhassa fırtınalı tehacüme hedef olan bu fakir ve âciz kardeşinize, bu mübarek şuhur-u selâsede ve eyyam-ı meşhurede yardımına koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve şefkatkârların şe'nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, îman ve sadakat şartlarıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmidört saatte, iştirâk-ı â'mâl-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz def'adan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum.
    Bu kere Kâtib Osman kardeşimizin gayet cami ve çok müjdeli mektubu buhavalide bir bayram yaptırdı. Birbirimizi tebrike sevk eyledi. Cenâb-ı Hak ondan vesizden ebeden razı olsun. Ve onun sisteminde sebatkâr çok şakirdleri yetiştirsin.âmin.
    Gül veNur ve Mübarekler ve Medresi-i Nuriye hey'etleri ve ümmî ihtiyarlar vemâsumlar başta olarak umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize selâm ve selametve saadetlerine dua ediyoruz.
    SaidNursî
    ***

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ اْلقُرْآنِ وَاَسْرَارِهِ
    (110)
    (Hizb-ül Kur'an-ül Âzam'ın) tab'ına muvaffakiyet Risale-i Nur'un inşâallahfütuhatına ve mu'cizeli Kur'an'ın tab'ına bir pişdardır. Sizleri tebrik ediyoruz. Buşuhûr-u mübarekede o Hizb-i A'zam'ın kazandıracağı sevabın bir misli defter-ia'mâlinize girecekler. Bu büyük mânevî kâr ona sarf olunan mal ve vakit vehizmetten çok ziyadedir. Kahraman Tâhir bu hizmette, elhak muvaffakıyetle tamiktidarını gösterdi. Her bir nüshanın satıldığı vakit, hediyesi kaç kuruşise, bize bildiriniz. Hem bu havaliye göndereceğiniz miktarı sşu adresle gönderiniz.(Çankırı'da komisyoncu Mustafa İpek vasıtasiyle Kastamonu'da

    Sh:»(K:162)
    Nasrullah Cami şadırvanında Çaycı Emin'e) gönderilecek. KahramanTâhirin yazdığı tarzdaki tab' çok müşkilatlı olmuş. Bu kadar müşkilatiçinde vuku' bulmamış bir tarzda tevafuklu çıkması bir eser-i inayettir. Cenâb-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun.
    Tâhir'in Onuncu Sözün mülhakatiyle Küçük Ali'nin yazdığı lâhikalıtarzda «münasibmidir?» diye sormasına deriz: «Evet münasiptir.» Yalnızism-i Hayy'dan aldığı parçanın haşre ait ve münasip olmayan bir parçasıgirmiş. Hem daha başka risalelerde haşre ait müessir parçalar bulsanız ilhakedersiniz.
    Hem Mu'cizat-ı Kur'aniyye olan Yirmi Beşinci Söz âhirleri acelelik belasıylamücmel kaldığına bedel, ona zeyl ve lâhika olmak için Sabri'ye bir kaç ay evvelyazdığım bir mektubdaki kendi yazdığı nüshasına «ilave et» demiştik.
    Hem Hasan Âtıf'ın bana yazdığı Mu'cizat-ı Kur'aniyye'ye, Kur'an'ınmu'cizatına ait bazı parçaları burada biz ilhak ettik. Siz de Kur'an'ın i'cazıylemünasebettar mühim nükteler ve Yirminci Söz, Sure-i Fethin âhir ayeti ve Rumuz-uSemaniye'ye ait Fihristenin yazdığı parçaları gibi tensip ve tensikinizle ilhak etseniziyi olur. Tâ ki Mu'cizat-ı Ahmediyye risalesi gibi Onuncu Söz, Yirmi Beşinci Sözlâhikalarıyla tam tekemmül etsin ve o üç erkân-ı îmaniyye tam kuvvetlerini,haşmetlerini mülhidlere göstersin. Onsekizinci Lem'a'nın Fihristesi ise yazmasısizlere aittir. Siz yazınız bize de gönderiniz.
    Kardeşimiz Marangoz Ahmed'in Medrese-i Nuriye'nin başlarından olan HafızMehmed'in tam beraeti ve bütün risalelerini teslim alması onun dediği gibi bir keramet-iNuriye'dir, biz de tasdik ediyoruz. Rü'yasında Hz.Ali (R.A.) etrafımızdaki yılanlarıöldürmesi, tabiri pek zahir bir rü'ya-yı sâdıkadır. Hocanın sualine verdiğizerafetli cevap ve temsili bir teşbih cihetiyle, o rü'yanın bir ma'na-yı işarîsialtına girebilir. Yoksa böyle sarih şeylere ma'nası budur denilse münasip olmaz.
    Orada bulunan umum kardeşlerimize selâm ve dua eder ve dualarınızı isteriz.
    Kardeşiniz
    SaidNursî

    * * *


    sh: » (K: 163)
    (111)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Dün Emin bu havaliye gelen bir kolordu münasebetiyle, istemediğim ve Rus'un harbe devamını bilmediğim halde; Rusya'nın Kafkas'la ittisali kesilmesini söyledi. Ben onun sözünü kesip susturduğum halde, kalbim ehemmiyetle bir alâka gösterdi.
    Sonra bugün namazda ve tesbihatında iken, mânevî tarzda denildi ki: Küre-i Arz'da çarpışan, mücadele eden cereyanlardan her halde birisi İslâmiyete ve Kur'an'a ve Risale-i Nur'a ve mesleğimize tarafdar olacak; bu noktadan ona karşı merakla bakmak gerektir. Bakmamak için bir-iki mektubda yazdığım sebebler çendan kalbe, akla kâfidir; fakat meraklı ve hevesli olan nefse kâfi gelmiyor diye kalbime geldi.
    Aynen tesbihatta ihtar edildi ki: ehemmiyetli sebebi ise: Bakmakta bir tarafa tarafgirlik hissi uyanır; tarafgir nazarı, tarafdar olduğu taraf cereyanın kusurunu görmez, zulmüne rıza gösterir belki alkışlar. Hâlbuki küfre rıza, küfür olduğu gibi, zulme razı olmak dahi zulümdür. Elbette zemin yüzünde bu dehşetli düelloda, semavatı ağlatacak zulümler ve tahribat oluyor; çok mâsum ve mâzlumların hukukları kayboluyor, mahvoluyor. Mimsiz gaddar medeniyetin zâlîmane düsturu olan, "Cemaat için ferd feda edilir, milletin selâmeti için cüz'î hukuklara bakılmaz" diye, öyle dehşetli bir zulüm meydanı açmış ki, kurûn-u ûlâ vahşetlerinde de emsali vuku bulmamış. Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın adalet-i hakikiyesi, bir ferdin hakkını cemaata feda etmez; "Hak, haktır; küçüğe büyüğe, aza çoğa bakılmaz" diye kanun-u semavî ve hakikî adalet noktasında Risale-i Nur şakirdleri gibi hakikat-ı Kur'aniye ile meşgul adamlar, zaruret olmadan lüzumsuz, yalnız hevesli bir merak için, netice itibariyle faidesi bulunan ve netice daha gelmeden evvel lüzumsuz bakmak ve zâlîmane tahribatlarını alkışlamak suretiyle İslâmiyet ve Kur'an lehine hizmet edeceği o cereyanın harekâtını fikren takib etmekle meşgul olmak münasib olmadığı için; nefis de, akıl ve kalbe tâbi olup merakını bırakmış diye anladım.
    sh: » (K: 164)
    İkinci Mes'ele: Risale-i Nur'un Isparta'da kat'i galebesi, zındıkları şaşırttı. Fakat bazı mütemerrid ve muannid ve ölen herifin ruh-u habîsi hükmünde bazı zındıklar, o mağlubiyete karşı gelmek fikriyle, baştan aşağıya kadar Kur'an ve Peygamber (A.S.M.) aleyhinde, fakat perde altında, aynen münazara-i şeytaniye bahsinde hizb-üş-şeytanın, Peygamber (A.S.M.) ve Kur'an hakkında mesleklerince söyledikleri tâbiratı başka bir tarzda o zındık herif istimal etmiş.
    Onun gibi yahudi, mütemerrid ve dinsiz feylesoflarından ve Avrupa'nın zındıklarının eskiden beri Kur'an ve Peygamber'in (A.S.M.) hâlâtından medar-ı tenkid buldukları noktaları, bu İslâm ismi altındaki zındık, kurnazcasına, safdil Müslümanlara ve Risale-i Nur'u görmeyenlere dinlettirmek ve göstermek için öyle bir tarzda gitmiş ve küfrünü gizlemeye çalışmış ki; şeytanette, şeytandan ileri gitmiş. Beni çok müteessir etti.
    Kardeşimiz Sabri'nin mektubunda, «muannid mülhidlerin, Risale-i Nur'un cereyanına karşı kurdukları çürük ve vâhi hud'aları, örümcek ağı ve yuvası gibi kuvvetsiz ve o şeytanet perdeleri kıymetsiz ve mukavemetsizdir, Risale-i Nur'a karşı yırtılır ve yırtılacak.» dediği gibi; bu zındık ve muannid ve mütemerrid ve ölen herifin ruh-u hâbisi olan zındığın yazdığı ve zâhiren Müslümanlara Türkçülük lehinde, fakat hakikatta Kur'an ve Peygamberin (A.S.M.)'ın azamet ve haşmet-i mâneviyelerini kırmak ve hiçe indirmek ve âdileştirmek niyetiyle yazılan bu matbu eser de, Mu'cizat-ı Kur'an ve Mu'cizat-ı Ahmediye'ye (A.S.M.) karşı örümcek ağı da olamaz, parçalanır. Fakat binler teessüf ki; Risale-i Nur'u görmeyenlere kat'î zarar verdiği gibi, Risale-i Nur'u görenler de merak edip, "Acaba ne var?" demekle, sâfi kalblerini bulandırır. Lâakall vesvese ve evham verir.
    Risale-i Nur'un kahraman şakirdleri böyle şeylere karşı müteyakkız davranmak ve faaliyetlerini ziyadeleştirmek lâzım geliyor. Fena şeyle zihnen meşgul olmak da, fena olduğu için kısa kesiyorum. Sakın ona ehemmiyet vermekle halkları meraklandırıp baktırılmasın. Belki ehemmiyetsiz, dinsizcesine, yalnız esma-i mübareke ve âyât-ı mübarekenin bazı meâli için-
    sh: » (K: 165)
    den hariç kalmak itibariyle ehemmiyetsiz bir paçavradır, bilinsin. Bu herifin ne derece haddinden tecavüz ettiğini bu temsilden anlayınız. Meselâ: Çok uzak bir mecliste, mütehassıs ve müdakkik âlimlerin okudukları ve tedkik ettikleri bir kitaba ve ders aldıkları bir zâta, pek uzak bir mesafede bakmak isteyen ve görmeyen bir ebleh, o âlimlerin aksine hüküm verip onları tenkid eden, divanece hezeyan eder.
    Cenâb-ı Hak ehl-i îmanı ve Risale-i Nur şakirdlerini böylelerin şerrinden muhafaza eylesin, âmin.
    Said Nursî

    * * *
    (112)

  2. #12
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: LAHİKALAR. (Kastamonu Lahikası.)

    KASTAMONU'DAKİ KARDEŞLERİMİZE HİTABEN YAZILAN BİR HAKİKATTIR. (Belki size de faidesi olur diye gönderdim.)
    Risale-i Nur kendi sâdık ve sebatkâr şakirdlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymetdar neticeye mukabil fiat olarak, o şakirdlerden tam ve hâlis bir sadâkat ve dâimi ve sarsılmaz bir sebat ister. Evet Risale-i Nur onbeş senede kazanılan kuvvetli îman-ı tahkikîyi, onbeş haftada ve bazılara onbeş günde kazandırdığına, yirmi senede yirmibin zat tecrübeleriyle şehadet ederler.
    Hem iştirâk-i a'mâl-i uhreviye düsturuyle, herbir şâkirdine, her bir günde binler hâlis lisanlar ile edilen makbûl duaları ve binler ehl-i salâhatın işledikleri a'mâl-i sâlihanın misil sevablarını kazandırıp, herbir hakikî, sâdık ve sebatkâr şakirdini amelce binler adam hükmüne getirdiğine delil; kerametkârâne ve takdirkârane İmam-ı Ali Radıyallahü Anhın) üç ihbarı ve keramet-i gaybiye-i Gavs-ı A'zam'daki (K.S.) tahsinkârâne ve teşvikkârâne beşareti ve Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan'ın kuvvetli işaretle, o hâlis şakirdler ehl-i saadet ve ashab-ı Cennet olacaklarına müjdesi pek kat'î isbat ederler. Elbette böyle bir kazanç, öyle bir fiat ister.
    Madem hakikat budur. Risale-i Nur dairesinin yakınında bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat ve sofî meşreb zatlar, onun cereyanına girmek ve ilim ve tarîkattan gelen eski sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve genişlemesine çalışmak ve şâkirdlerini teşvik etmek ve bir buz parçası olan enaniyetini, tam bir havuzu kazanmak için, o dairedeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir ve elzemdir. Yoksa Risale-i Nur'a
    sh: » (K: 129)
    karşı rakìbane başka bir çığır açmak ile hem o zarar eder, hem bu müstakìm ve metin cadde-i Kur'aniye'ye bilmeyerek zarar verir; zİİİİİİİındıkaya bir nevi yardım olur.
    Sakın, sakın! Dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin! اَلْحُبُّ فِى اللَّهِ *وَ الْبُغْضُ فِى اللَّهِ düstur-u Rahmanî yerine, el'iyâzübillâh اَلْحُبُّ فِى السِّيَاسَةِ وَ الْبُغْضُ لِلسِّيَاسَةِ düstur-u şeytanî, hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve el-hannas gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve tarafdarlık ile zulmüne rıza gösterip, cinayetine manen şerik eylemesin.
    Evet bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azâb içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-ı ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.
    Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedardır, azab çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet, rahmet-i umumiye-i İlahiyeden ve hikmet-i tâmme-i Sübhâniyeden habersiz olduğundan, nev-i beşere rikkat-i cinsiye, alâkadarlık cihetiyle kendi eleminden başka nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleriyle dahi müteellim olup azab çekiyor. Çünki lüzumsuz ve mâlâyâni bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdisatına merak ile dinleyerek, karışarak ruhlarını sersem ve akıllarını geveze etmişler. Ve bilerek kendi zararına fiilen rıza göstermek cihetinde, zarara razı olana şefkat edilmez mânasındaki اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ kaide-i esasiyesiyle şefkat hakkını ve merhamet liyakatını kendilerinden selbetmişler. Onlara acınmayacak ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz başlarına belâ getirirler.
    Ben tahmin ediyorum ki: Bütün küre-i arzın bu yangınında
    sh: » (K: 130)
    ve fırtınalarında, selâmet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakikî ehl-i îman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur'un dairesine sadâkatla girenlerdir.
    Çünki bunlar, Risale-i Nur'dan aldıkları îman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adâletini müşahede ettiklerinden kemal-i teslimiyet ve rıza ile, rububiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlahiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azab çeksinler.
    İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler, -hadsiz tecrübelerle- Risale-i Nur'un îmanî ve Kur'anî derslerinde bulabilirler.
    * * *
    (88)
    Bugünlerde İki Hatıradan İki İhtar:
    Birincisi: Bu şehirde Risale-i Nur'a intisab eden ihtiyar hanımlar sebat ettiklerini ve başkalar gibi sarsılmadıklarını düşündüm. Birden bu Hadîs-i şerif ihtar edildi: عَلَيْكُمْ بِدِينِ الْعَجَائِزِ yani: «Âhir zamanda, kadınların samimî dinlerine ve kuvvetli ìtikadlarına tâbi olunuz.»
    Evet ihtiyar kadınlar fıraten zaife ve hassas ve şefkatli olmalarından, herkesten ziyade dindeki teselli ve nura muhtaç olduğu gibi; herkesten ziyade fıtratlarında fedakârâne şefkat cihetiyle, dinde bulduğu nihayetsiz şefkatperverâne bir nur-u teselli ve iltifat-ı merhamet-i Rahman ve nokta-i istinad ve nokta-i istimdada ihtiyacı var. Tam sebat etmek, fıtratlarının muktezasıdır. Onun için, bu zamanda o hâcâtı tam yerine getiren Risale-i Nur, herşeyden ziyade onların ruhlarına hoş geliyor ve kalblerine yapışıyor.
    sh: » (K: 131)
    İkincisi: Bugünlerde benim yanıma müteaddid ayrı ayrı zatlar geldiler. Ben onları âhiret için zannettim. Halbuki ya ticaret veya işlerinde bir kesad ve muvaffakıyetsizlik olduğundan, bize ve Risale-i Nur'a, muvaffakıyet için ve zarardan kurtulmak niyetiyle müracaat edip, dua ve istişare istediklerini anladım.
    Ben bunlara ne edeyim ve ne diyeyim? diye tahattur ettim. Birden ihtar edildi: "Ne sen divane ol ve ne de onları divanelikte bırakıp divanece konuşma. Çünki yılanlar zehirine karşı tiryak tedarikiyle ve onları kaçırmasıyla meşgul ve vazifedar bir tek adam, yılanlar içinde duran ve sineklerin ısırmasına mâruz olan ve sinekleri kaçırmak için çok yardımcıları bulunan diğer bir adama, yılanların ısırmasını bırakıp ona, sinekler ısırmamasına yardım için koşan divanedir. Ve onu çağıran dahi divanedir. O sohbet dahi divanece bir konuşmaktır."
    Evet, hadsiz hayat-ı uhreviyeye nisbeten muvakkat ve fâni kısacık hayat-ı dünyeviyenin zararları, sineklerin ısırması gibidir. Hayat-ı ebediyenin zararları, ona nisbeten yılanların ısırmasıdır.
    Otuz alİtı yapraktan ibaret ve İmâm-ı Ali Radıyallahü Anhın fevkalâde takdirine mazhar olan otuzikinci Söz'ün kendi kendine tekellüfsüz gelen << beşbin yediyüz onbeş>> tevafuku Risale-s Nur'un bu havâlideki gayet muhim bir talebesi olan Ahmed Nazif'in nüshasİından çıkmıştır. Demek o risalenin hatt-ı hakikìsine rast gelmiş ki bu harika kerameti göstermişşler.
    Hem aynı zat iki Hüsrev'i Risale-i Nur dairesine ve Bekir Sıdkı'ya kerametinigösterip imâna getiren ve «Tılsım-ı kainâtın üçten birisini hal eden »onbeş yapraktan ibâret Otuzuncu Söz yine kahraman Nazif'in kalemi, hatt-ıhakikîsine rast gelip kendi kendine «bin sekiz yüz otuz beş» tevafukunu, işte bizgözümüzle bu kerâmet-i tevâfukiye-i Nuriyeyi görüyoruz. (Hâşiye)
    Evet görüyoruz Evet Evet Evet Evet EvetEvet
    Halil Hilmi Emin Abdurrahman Selahaddin Said MehmetFeyzi
    -----------------
    (Hâşiye): Hem elifleri yüzkırk dört çıkmış; tam tamına (Said) olup, müllifinin imzâsını gösteriyor.
    sh: » (K: 132)
    (89)
    Çok Muhterem Üstadımız Efendimiz!
    Bin üçyüz yirmibir (1321) tarihinde, Mu'cizat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ı ve Keramet-i Gavsiye Risalelerini âlem-i menamda görmüştüm. Bunun hikmetini şimdiye kadar anlayamamıştım. Gördüğüm rü'ya aynen şöyle idi:
    Tarih-i mezkûrda, Ceziret-ül-Arab'ın Necid Kıt'asının Bilâd-ı Kasîm'de, bir gece rü'yamda; üç güneşin tulû' etmiş olduğunu gördüm. Yanımda tanıyamadığım bir zâta sordum: "Bu üç güneş nasıl olur?" dedim. Yanımdaki zât: "Bu güneşin birisi Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın güneşi; diğeri Gavs-ı Geylânî'nin; üçüncüsü de, diğer bir güneştir." Üçüncü güneşin Risale-i Nur olduğunu şimdi bildim.
    اَللَّهُ نُورُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ َاْلمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لاَ شَرْقِيَّةٍ وَلاَ غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ َتمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِى اللَّهُ لِنُورِهِ مَنْ يَشَآءُ
    Âyet-i Kur'aniye, o rü'ya hakikatına işaret etmiş. Bu nûrânî rü'ya, mezkûr Âyet-i Nûr'un on işaretle, on parmak ile gösterdiği hakikatı, aynen gösteriyor; otuzsekiz sene evvel haber veriyor. Evet üç nûr-u âzam olan güneşlerin -Allahu a'lem- tâbiri şu olmak gerektir.
    Güneşlerin birincisi: Bu asırda Risale-i Nur'dur. Ve en parlak bir nuru da, Mu'cizat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm namındaki risale-i hârikadır.
    İkincisi: Hazret-i İsa'nın din-i hakikîsinden çıkan nur-u semavî güneşidir.
    Üçüncüsü: Tarikatlar ruhunda ve tasavvuf menbaından çıkacak bir güneştir ki; şimdi Şeyh-i Geylânî timsaliyle o mâna
    sh: » (K: 133)
    gösterilmiş. Risale-i Nur'a işaret eden otuzüç âyât-i Kur'aniyenin en birinci âyeti olan Âyet-in-Nur on vecihle Risale-i Nur'a işaret ettiği Birinci Şua Risalesi'nde gözümle gördüm, isteyen görebilir.
    Sizi nefsinden ziyade seven âciz şakirdiniz
    Binbaşı Muhyiddin

    * * *
    بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ هَدِيَتِكُمْ
    (90)
    Azîz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim!
    Sizin bu def'a nurânî hediye-i kudsiyeniz o derece bizi mesrur ve minnetdar eyledi ki,ben ölünceye kadar bu hediye sahiblerini unutmıyacağım, İnşaallah benimnazarımda gittikçe kıymeti ziyâdeleşen ve yüz adam, belki bir köy hükmünegeçen ve çok Lütfü'leri gösteren ve taşıyan ve elhak ikinci bir Hüsrev olanTâhirî'nin fevkalâde kalemiyle fevkalâde hediyesi ise size gelen dehşetlitaarruzdan haberim olmadan bir aydan beri şiddetli endişe ederek sizin için ruhençektiğim mânevî sıkıntıları ve azabları bütün bütün izâle etti.Sürur ile kalbimi doldurdu.
    Ve kahraman iki Ali'nin muktedir kalemleriyle Tâhirî gibi imdadımıza koşanhediyeleri ve daha sair kardeşlerimizin ve mâsûmelerin hediyeleri, hususan HasanÂtıf'ın müstesnâ ve mümtaz kalemiyle hediyesi, küçük mikyastaTâhirînin aynı hediyesi gibi bizi ve bu havâlideki Risale-i Nur mensuplarınıminnettar ve mesrur eyledi. (Hâşiye).
    ------------
    (Hâşiye): Tâhirî'nin tahkiki tevafukatı Risale-i Nur'u hakikatennurlandırmış, güzelleştirmiş. Tevafukun Risale-i Nur cihetinde çok faideleriyleberaber bugünlerde iki küçük faidesini daha gördük.
    Birisi: Benim ifadedeki noksanımı tashih ediyor. Görüyordum ki, bir kelimelâzım iken ifadede noksan bırakıldığından, tevafuk o kelimeyi istiyor, onunlahem ifade, hem tevafuk tam oluyor.
    İkincisi: Tevafuku takib eden kalemin yanlışları pek az oluyor. Hem güzel veşiri
    sh: » (K: 134)
    Bilhassa mübarekler hey'et-i âliyesinden mübarek Hâfız Mustafa'nınkerâmetkârâne ve zafer müjdesini veren mektubu bize üç cihetle kerâmetligöründü. On mektub kadar kıymetdar, nusha gibi endişe hastalıklarınadevâdır. Allah sizden ebeden râzı olsun. Amîn..
    Şimdilik emâneti aldığımıza dair size haber vermek için bu pusulayıacele, dilimi iyi anlamayan birine yazdırdım.
    Umum kardeşlerimize ve hemşerelerimize ve birer birer ve mâsum vemâsumelere ve ümmî ihtiyarlara birer birer selam ve dua ederiz.
    Kardeşiniz vesize dâima minnettar
    ve sizinleiftihar eden
    SaidNursî

    (91)
    Azîz, Sıddık, Metîn, Sebâtkâr Kardeşlerimize!
    Biz bu havalideki Risale-i Nur talebeleri namına sizlere pek çok selâm ile beraber, arz-ı şükran ediyoruz. Ve sizlere ebeden minnetdarız ki, muktedir ve parlak kalemlerinizle bizleri hem uyandırdınız, hem yardım ettiniz. Bu vilâyeti, nuranî kalemlerinizle inşâallah Isparta'ya benzettireceksiniz. Ve bilhassa çok ehemmiyetli kardeşimiz kahraman Tâhirî'nin parlak ve muvaffakıyetli ve tevafuklu kalemi, kerametkârâne fütuhat yapıyor. Ve onun iki mâsumeleri ve mâsumların ve ümmî ihtiyarların rengârenk, çeşit çeşit meziyetlerini gösteren yazıları, bizleri teshir ediyor, herkesi şevkle okumağa sevkediyor. Cenâb-ı Hak sizlerden ebeden râzı olsun ve sizi muvaffak etsin, âmin.
    Çok mühim ve mübarek kardeşimiz Hâfız Mustafa'nın bize verdikleri ehemmiyetli hâdise-i taarruziye haberi, bizi hayrete düşürdü. Ve Üstadımızın o zamanda endişelerinin ve heyecanının hikmetini anladık. Bir hiss-i kablelvuku' ile mütemadiyen bizlere der idi: "Dikkat ediniz... Sebat ediniz! Münafıklar, taarruz plânı çeviriyorlar!" diye bizi ihtiyata sevkediyor; hem "Bir halt edemezler" diyordu.
    sh: » (K: 135)
    Evet Isparta'lı kardeşlerimizin bize haber verdikleri gibi, bu ehemmiyetli hâdise-i taarruziyeye teşebbüs vukuu zamanında muhaberemiz kesildiği halde, mütemadiyen her vakit Üstadımız, aynı taarruza mâruz bulunuyoruz gibi bizi, yani Emin ve Feyzi'yi ikaz ediyor... "Dikkat ediniz, dört cihetle bize taarruz var. Demir gibi sebat ediniz... Bir halt edemezler." Biz de bakıyorduk ki; bizde bir şey yok, hissetmiyorduk.
    Hem bu gaybî hâdiseyi bertaraf etmek için, tam mutabık bir mektub bize yazdırıp size göndermiştik.
    Risale-i Nur talebelerinden
    Nazif, Salâhaddin, Tevfik, Hilmi, Emin, Feyzi


    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ
    (92)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim; ve Hizmet-i Kur'aniyede Kahraman Arkadaşlarım!
    Bundan evvel üç mektub, emaneti aldıktan sonra göndermiştim. Bu def'aki Hâfız Ali'nin mektubunda onlardan bahsetmemiş, merak ettim. Nur fabrikası sahibi Hâfız Ali'nin hastalığı beni müteessir etti, bizi duaya sevketti. Cenab-ı Hak kuvvet ve şifa ihsan eylesin, âmin.
    Hâfız Ali'nin mektubuyla Risale-i Nur'un ehemmiyetli rükünlerinden olan Halil İbrahim'in ve eski Zekai'nin sisteminde Ahmed Feyzi'nin mektubları, şahsıma aid haddimden yüz derece fazla hüsn-ü zanları bir tarafta kalsa -ondan kat'-ı nazar- o havalide Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsine karşı, Halil İbrahim'le Ahmed Feyzi'nin sarsılmaz, gayet kuvvetli irtibatlarını gösterdiğinden, bizi cidden mesrur eyledi.
    Evet onların o şiddetli alâkadarlıkları, o havalide Risale-i Nur'u yerleştiriyor, idame ettiriyor. O ikisinin mektubları, suret-i zâhiriyede benim şahsıma atf-ı ehemmiyet etmeleri gerçi
    sh: » (K: 136)
    muvafık değil, mübalâğadır. Fakat o yanlış suretin altındaki hakikat, Risale-i Nur şakirdlerinin samimî tesanüdlerinden süzülen bir şahs-ı mânevîye ve Risale-i Nur'un Kur'an'dan gelen hakikatına karşı tam mutabık ve hak olarak sarfedilecek.
    O mektublardaki tâbirat, benim gibi, bir cüz'î bir ferde karşı sarfedilmiş. Benim haddimden bin derece fazla olmakla beraber, o şahs-ı manevî namına ve Risale-i Nur'un hakikatı hesabına ve o ehemmiyetli ve çok muhtaç memlekette fevkalâde bir alâka ve faaliyete alâmet olmak cihetiyle kabul ettim.
    Ahmed Feyzi'nin de, inşâallah Kastamonu Feyzi'si gibi, bütün kuvvetiyle Risale-i Nur'a çalışacak bir azm ve karar suretinde mektubunu telâkki ediyoruz. Fakat mahviyeti ve tevazuu pek fazla ve istedikleri de pek fazla ve mektubundaki duaları da güzel olduğundan, dâimî duamızda buranın Feyzi'siyle omuz omuza girdi.
    Halil İbrahim'in mektubu, belki her mektubu hem onun, hem İnce Mehmed'in namına kabûl ediyorum. İkisine, Hüsrev'le Rüşdü gibi, bir ruh iki cesed nazarıyla bakıyorum. Cenâb-ı Hak onları muvaffak etsin ve emsalini oralarda çoğaltsın. Ve o mektubda, Risale-i Nur'un talebelerinden Hâfız Mehmed Emin ve Mustafa Çavuş ile beraber, Siirt'li Ahmed ve Selâhaddin ve İzzeddin gibi zâtlar da Risale-i Nur'la alâkadar olduklarını bildiriyor. Biz de onlara birer birer hem selâm, hem onları da Risale-i Nur talebeleri içinde duada teşrik edeceğiz.
    Hâfız Ali'nin mektubunda, eline geçen mektubumuzu güzelce takdir ve hülâsa etmiş. «Risale-i Nur saadet-i ebediye dükkânı ve bâki elmasları sattığından; fâni, kırık cam parçaları ondan istenilmemeli...» tâbiri, çok güzel düşmüş.
    Hem Isparta, hem Manisa'daki bütün kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz: Ve dualarını istiyoruz. Hapishanede, Risale-i Nur'un son kâtibi kahraman Şefik acaba sağ mıdır? Nerededir? Merak ediyorum. Halil İbrahim'den sorunuz...
    * * *
    sh: » (K: 137)
    (93
    Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
    Şuhûr-u Muharreme'den sonra, hususan bahara yakın, hayat-ı dünyeviye gafleti bir derece fütur vermekle beraber; bazı sarsıntılar ve hastalıklar ve askerliğe gitme cihetinde Risale-i Nur'un hizmetine bir derece za'f gelmiş diye endişe ediyordum. Cenâb-ı Hakk'a şükür ki; mektublarınız ve Âtıf Hasan'ın gelmesiyle o endişe zâil oldu. O mektubunuzda, çok ehemmiyetli bir hâdise-i nuriyeden bahis var ki, Hizb-ül Ekber-ül-Kur'an'ı tab'etmek teşebbüsüdür.
    Evet o Hizb-ül-Ekber'deki âyât; bütün Risale-i Nuriye'nin ruhu, esası, mâdeni, üstadı ve güneşidir. Onun tab'ından sonra mümkünse, Risale-i-Nur'un Hizb-ül-Ekberi namında arabiyy-ül ibare ve iki Âyet-ül-Kübrâ ve Münâcât'ın hülâsası olan risaleyi dahi tab'etmek lâzımdır. Fakat elinizdeki nüsha, benim nüsham gibi mükemmel değil. Biz burada yazıp, isterseniz size gönderelim. İsterseniz, İstanbul'da matbaada olan vekiline gönderelim. Adresini bildiriniz.
    Kardeşimiz Hasan Âtıf, hakikaten Risale-i Nur'un hizmetine pek çok lâyık ve müstaiddir. Müstesna hattıyla beraber ihlâsı, irtibatı, alâkadarlığı, ciddiyeti, sadâkatı dahi mükemmeldir. Cenâb-ı Hak onun emsalini çoğaltsın. Bu kardeşimizi yirmi mektub yerinde, size canlı bir mektub olarak gönderdik.
    Hâfız Ali'nin buradaki kardeşlerine çok yüksek, çok tesirli yazdığı mektuba karşı başta Feyzi, Emin olarak umum namına Feyzi diyor ki: "Biz bu memleket talebeleri, Isparta kahramanlarının küçük kardeşleri, belki onların talebeleriyiz. Dersi, hizmeti ve ciddiyeti onlardan alıyoruz. Herbirisi, bizim için birer üstaddır. Onların ellerinden öper, arz-ı hürmet ederiz. Cenâb-ı Hak, o kahramanlardan ebeden razı olsun, âmin." diyorlar.
    Risale-i Nur'un iskele nâzırı Sabri'nin birinci talebesi ve Risale-i Nur'un ehemmiyetli küçük bir talebesinin küçücük mektubundaki güzel yazı bizi mesrur etti. Cenâb-ı Hak onu ve onun gibi Risale-i Nur'a çalışan mâsumlara tevfik ve selâmet ve saadet ihsan eylesin, âmin.
    sh: » (K: 138)
    Hâfız Mustafa'nın bizce pek çok ehemmiyetli olan mektubu, çoktan beri beklediğim bir hakikatı gösterdi ki; Risale-i Nur dairesindeki şakirdler, istişare suretinde, tab'etmek gibi çok ehemmiyetli işleri görmeye başlamalarıdır.
    * * *
    (94)
    DÖRT-BEŞ KARDEŞLERİME AİT BİRER KISACIK KONUŞACA&ETH;IM
    Birincisi: Medrese-i Nuriye'nin mürşidi, müessisi ve müdebbiri Hacı Hâfız kardeşimizin bu def'a üçüncü olarak bir teberrükünü gördük. Tâ Barla'da iken, tatlı lokmaların kerametli, acib bereketi ve Isparta'da İktisad Risalesi'ni tatlılaştıran iki buçuk okka balın hârika bir hâdiseye sebebiyet vermesi şimdi ben tahmin ediyorum, o bal da onun imiş; fakat tam tahattur edemiyorum. Bu üçüncü def'a da, bin mübarek ve mâsum hatırlarını ve iltifatlarını temsil eden ve parçalanmıyan bir hediyeyi göndermiş. Altmış senelik bir kaide-i hayatiyemi, onun hatırı için, o kaidemin hatırını kırdım. Şahsıma değil, belki talebelere sarfetmek niyetiyle, Risale-i Nur hesabına o tek altunu kabulettik.
    İkincisi: Âtıf Hasan'ın hakikaten fevkalâde yazdığı tevafuklu Mu'cizat-ı Kur'aniye'yi, o gittikten sonra temaşâ ettim. Elimden gelseydi, herbir yaprağına mukabil bir lira verecektim. İnşâallah o nüsha ile binler adam istifade edip, onun hayat-ı bâkiyesine bir çeşme hükmünde vâridat verecek. Hüsrev'in ve kahraman Tâhirî'nin bir üçüncüsü oluyor.
    Üçüncüsü: Risale-i Nur'un eski ve ehemmiyetli ve çalışkan bir şâkirdi olan Kâtib Osman'ın sâdık ve hikmetli rü'yâsı ve mutâbık tabiri onları müferrah ettiği gibi, bizleri de mesrûr eyledi. Ve o mektubuyla, merak ettiğim şeyleri; ve Hüsrev ve Rüşdü, Hâfız Ali, Zühdü Bedevi, Nuri ve Nur fabrikası sahibi, Tâhir'ler, mübarekler hey'eti, medrese-i nuriye ve ümmî ihtiyarlar ve masum çocuklar, umumlarının selâmlarını yazıyor. Biz de onlara birer birer selâm ediyoruz. Muvaffakıyetlerine ve selâmetlerine dua ediyoruz.
    sh: » (K: 139)
    Dördüncüsü: Ali köyünde Ali'lerin dördüncüsü olan ümmî Ali'ninmektubu bizleri derince mesrur eyledi. Gerçi kalemi ümmî kalemidir, fakat himmeti vegayreti, kahraman Ali'lerin gayretleri, himmetleri nev'indendir. Beş-altı ayda altmışçocuğu okutmasıyla Risale-i Nur'u öğretmesiyle ve o köyde böyle nurasarılmasıyla ali Köyü dahi Sava ve Kuleönü ve İslâm ve Aras köyleri gibiNursî karyesiyle beraber emvatı dahi mânevi kazanca girecek.
    Beşincisi: Hacılar Kebir köyünden çobanların yüzünü akeden ÇobanHasan'ın mektubu çok çalışkan ve fedakâr Marangoz Ahmed'den tam ders alanve Risale-i Nur'a ihlâs ve iştiyakları câzibesiyle Risale-i Nur kerametkârâneonlara koşması ve Topal Ahmed'in altmış, yetmiş çocukları okutmasiyle veRisale-i Nur'un fedakâr şakirdleri olan oradaki âhiret hemşirelerimizin evvelceMarangoz Ahmed'in ihbarıyle Risale-i Nur'un yardımına koştukları gibi yetimçocuklara da birer Kelam-ı Kadîm almaları bizlere ve buradaki Risale-i Nurşakirdleri olan hanımlara ulvî bir sürur derince bir sevinç verdi ve verecek.Onların hatırı için bugünden itibaren Hacılar Kebir köyü aynen Ali köyü gibiNursî köyüne arkadaş olacak.

    Bu havalide dahi, belki çok yerler de sizin faaliyetinizden şevke gelip, Risale-i Nur ziyade tevessü' ettiğinden; ehl-i dünyayı düşündürüyor, nazar-ı dikkati celbettiriyor. Bazı ufak tefek ilişmek de ondan ileri geliyor. İhtiyat her vakit olduğu gibi yine lâzımdır. Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anhü iki def'aسِرًّاتَنَوَّرَتْ demesi, Risale-i Nur perde altında tenevvür ve tenvir eder diye işaret ediyor. Mümkün olduğu kadar geçici rüzgârlara ehemmiyet vermeyiniz, bakmayınız. Zâten mabeyninizde samimî tesanüd ve meşveret-i şer'iye, sizi öyle şeylerden muhafaza eder. İçinizdeki şahs-ı mânevînin fikrini, o meşveretle bildirir.
    Kardeşiniz ve sizinle dünyada, berzahta, âhirette
    müteşekkirâne iftihar eden ve edecek, hizmet-i
    Kur'aniyede arkadaşınız
    Said Nursî

    * * *
    sh: » (K: 140)
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ كَلِمَاتِ الْقُرْاَنِ وَحُرُوفَاتِهَا
    (95)
    Azîz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim Ve Hizmet-I Kur'aniye'de Kuvvetli, Fa'al, Sebatkâr Kardeşlerim!
    Bugünlerde benimle altı adam, başta Marangoz Ahmed, âhirinde ben, mânevî ihtara binaen birer mes'eleye medar olmuşuz:
    Birincisi: Fa'al, cidden çalışkan, Risale-i Nur ve Medrese-i Nuriye talebelerinden Marangoz Ahmed'in mektubunda, Eşref namında on yaşında bir masum çocuğun; köyünü, malını terkedip, iki gün mesafeden gelip, hiç yazı yazmadığı halde, on gün zarfında Risale-i Nur'u yazmağa muvaffak olması, Risale-i Nur'un bir kerameti olduğu gibi, Medrese-i Nuriye'nin de hârika bir çiçeğidir deniliyor.
    Evet biz de deriz ki: Maddî bir kışta güzel çiçeklerin açılmasıyle, bir hârika-i kudret olduğu gibi; bu asrın mânevî ve dehşetli kışında, Sava Karyesinin, yâni Sava şeceresi bin güzel çiçekler ve Cennet meyveleri açması ve Isparta memleket bahçesi, binler gül-ü Muhammedî (A.S.M.) çiçekleri açması (Hâşiye); elbette hârika bir mu'cize-i rahmet ve bu memlekete hârika bir keramet-i inayet-i Rabbaniye ve Risale-i Nur talebelerine hârikulâde bir ikram-ı İlâhîdir diye itikad edip, Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükrederim.
    Marangoz Ahmed'in mektubunda, Dârıviran Köyü'nün eski zamanın çalışkan talebelerini andıran fedakâr talebeler, bizi ve eski zaman talebelerini tahassürle yâd eden medreseden yetişme, Risale-i Nur talebelerine derin bir sürur verdi. Medrese-i Nuriye'nin hanımları, talebeleri; evrad-ı Kur'aniye ile dualarıyla, evradlarıyla çalışkan kalemlere mânevî yardımları çok
    ___________________
    (Hâşiye): Ve her biri "sad berk" olarak, yani herbir çiçekte yüz parça yaprak.
    sh: » (K: 141)
    güzeldir. Bu havalideki hanımlara da tam bir ders olur. Cenâb-ı Hak onlardan ve o medresenin umum talebelerinden ve üstadlarından ebeden râzı olsun.
    Ahmed'in rü'yası çok mübarek ve güzeldir. Hazret-i İsa'nın (A.S.) kuvvetli sadasını işitmek, İsevîlerden kuvvetli bir imdad Hizb-ül Kur'an'a iltihak etmeye işaret olabilir.
    İkinci Adam ve Mes'elesi: Risale-i Nur talebelerinden bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: "Bende unutkanlık hastalığı tezayüd ediyor, ne yapayım?" Dedim: «Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme.» Çünki rivayette var. İmam-ı Şafiî'nin (R.A.) dediği gibi: «Haram nazar, nisyan verir.»
    Evet ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda sû'-i istimalât ile israfa girer. Haftada birkaç def'a gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına za'f gelir.
    Evet bu asırda açık-saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o sû'-i nazardan sû'-i istimalât, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeğe başlıyor. Herkes cüz'î, küllî o şekvadadır. İşte bu umumî hastalığın tezayüdüyle, hâdîs-i şerifin verdiği müdhiş bir haberin te'vili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: "Âhirzamanda, hâfızların göğsünden Kur'an nez'ediliyor, çıkıyor, unutuluyor." Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur'an'a sed çekilecek; o hadîsin te'vilini gösterecek. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ
    Üçüncü Adam ve Mes'elesi: Bizlerle pek çok alâkadar bir zât çok defa dehşetli şekva ediyor ki: "Ben adam olamıyorum, gittikçe fenalaşıyorum, mânevî hizmetlerimin neticelerini göremiyorum." diye meded istiyor. Ona yazıyoruz ki: "Bu dünya dâr-ül hizmettir, ücret almak yeri değildir. Â'mâl-i sâlihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirettedir. O bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, âhireti dünyaya tâbi etmek demektir. O amel-i sâlihin ihlâsı kırılır, nuru gider. Evet o meyveler istenilmez, niyet edilmez.
    sh: » (K: 142)
    Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder."
    Evet bu asırda, bir-iki mektubda beyan edildiği gibi, o derece hayat-ı dünyeviye damarına dokunmuş ve yaralamış ve heyecana getirmiş ki; mübarek ve ihtiyar ve hoca ve ehl-i salâhat olan bir zat dahi, dünyada bir nevi hayat-ı uhreviye ezvakını istiyor; birinci derecede, zevk-i hayat onda hükmediyor.
    Dördüncüsü: Bizimle alâkadar bir zât, pek çokların şekva ettikleri gibi; eskiden şiddetli bir tarikatta okuduğu evradındaki zevk ve şevkini kaybettiğini ve sıkıntı ve uyku galebe ettiğini müteessifâne şekva etti. Ona dedik: Maddî hava bozulduğu vakit nasılki sıkıntı veriyor, asabî sînelerde inkıbaz hali başlıyor; öyle de, bazan mânevî hava bozuluyor. Hususan mâneviyattan yabanileşmiş bu asırda ve bilhassa hevesat ve müştehiyat-ı nefsaniyeyi taammüm etmiş memleketlerde ve hususan şuhur-u muharreme ve şuhur-u mübarekede mânevî havayı tasfiye eden Âlem-i İslâmın intibah ve teveccüh-ü umumîsi, o mübarek şuhurun gitmesiyle tevakkuf etmesinden fırsat bulup havayı bozan dalâletlerin te'sirleri zamanında ve bilhassa kış tazyikatı altında, bir derece hayat-ı dünyeviye ve hevesat-ı nefsaniyenin tasallutlarının noksaniyetinden, ehl-i İslâm ve ehl-i îmanda, hayat-ı uhrevîyeye çalışmak iştiyâkı, baharın gelmesiyle hayat-ı dünyeviyenin ve hevesat-ı nefsaniyenin inkişafıyla o iştiyâk-ı uhreviyeyi gizlemesi ânında elbette böyle kudsî evradlarda zevk, şevk yerinde esnemek ve fütur gelir.
    Fakat mademخَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَا sırrıyla; meşakkatli, külfetli, zevksiz, sıkıntılı âmâl-i sâliha ve umur-u hayriye daha kıymetli, daha sevablıdır; o sıkıntıda, o meşakkatteki ziyade sevabı ve makbuliyeti düşünüp, sabır içinde mesrurane şükretmek gerektir.
    Beşincisi: Risale-i Nur'un bir talebesi, Risale-i Nur'a çalışamadığının bir sebebi, derd-i maişetin ziyadeleşmesi olduğunu söyledi. Biz de ona dedik: Risale-i Nur'a çalışmadığın için derd-i maişet sana şiddetlendi. Çünki bu havalide her talebe itiraf ediyor ve ben de ediyorum ki: Risale-i Nur'a çalıştıkça, yaşa-
    sh: » (K: 143)
    makta kolaylık ve kalbde ferahlık ve maişette sühulet görüyoruz.
    Altıncısı: Bu biçare Said'dir. Herkesin arzu ettiği ve istediği ve ferahla kabul ettiği, şahsına karşı hürmet ve muhabbet ve sohbet, fakat Risale-i Nur'a taallûk eden noktalar haricinde bana ağır geliyor, beni sıkıyor, müteessir oluyorum.
    Tahmin ediyorum ki, Risale-i Nur'un yüksek hâsiyetleri ve şakirdlerinin şahs-ı mânevîsinin pek büyük meziyetleri, şahsım gibi meslek-i aczde fazla ileri giden bir âciz ve biçârenin zaîf omuzuna o dağ gibi mânalar yüklense altında ezilir, sıkılır diye anladım. Bu âhirki iki mes'elede pek kısa kesmeye kâğıt mecbur etti. Nur, Gül ve Lütfü'nün kahraman varisleri, Mübarekler yüksek heyeti ve Medrese-i Nuriye ve masumlar ve ümmî ihtiyarların her birisine binler selâm ediyoruz.
    Duanıza muhtaç, size müştak kardeşiniz
    Said Nursî

    * * *
    (96)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Bu yeni hâdise-i taarruziyeden müteessir olmayınız. Çünki mükerrer tecrübelerle, Risale-i Nur inayet altındadır. Hiçbir tâife, şimdiye kadar böyle bir ehemmiyetli hizmette bizler kadar az meşakkatle kurtulan olmamış.
    Hem geçen Ramazan'daki hastalığım ve Eskişehir'deki musibetimiz gibi çok vâkıalarla zâhirî sıkıntılı meşakkatli hâlât altında Risale-i Nur'un faidesine olarak inkişafatı ve daha te'sirli fütuhatı görülmüş. İnşâallah, bu sıkıntılı hâdise dahi, münafıkların aks-i maksuduyla, Risale-i Nur'un fütuhatını başka bir mecrada teshile vesile olur.
    Beşinci Şua', yirmibeş sene evvel mesâili yazılan, yalnız bir-iki sahife tatbikat ilâve edilip Şualar'a giren Beşinci Şua' ellerine geçmesi ehemmiyetlidir. Fakat bunda da bir hikmet var. Belki onlara kendi mesleklerini bildirmek ve Cehennem'e gidenin mahiyetini bilmek için, fevkalâde iktidar haricinde bir
    sh: » (K: 144)
    kazâ-i İlâhîdir, diye Cenâb-ı Hakk'ın hikmetine ve înayetine ve hıfzına îtimad edip, merak etmeyiniz.
    Hem siz, hem onlar bilsinler ki sadaka belâyı def'ettiği gibi; Risale-i Nur Anadolu'dan, hususan Isparta, Kastamonu'dan âfât-ı semaviye ve arziyenin def' ve ref'ine vesiledir. Evet Sabri'nin يَآ اَرْضُ ابْلَعِى...وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِىِّ âyetinden istihrac ettiği mâna, haktır ve mutabıktır.
    Evet Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu'yu Cebel-i Cûdî hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına bir sebebdir. Çünki zaf-ı îmandan gelen tuğyan, ekser musibet-i âmmeyi celbettiği gibi; îmanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmağa rahmet-i İlâhiye tarafından vesile oldu. Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halkı Risale-i Nur'a girmeseler de ilişmesinler. Eğer ilişseler; yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, zelzeleler ve taunların istilâsına uğrayacaklarını düşünsünler, akıllarını başlarına alsınlar. Mâdem biz onların dünyalarına karışmıyoruz, onların da lüzumsuz bir halde bu derece âhiretimize karışmalarında onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.
    İşte bu sekiz aydır, hususan bu heyecan veren bu hâdisenizle beraber; şimdi yanımdaki Feyzi ile Emin ve bütün bana temas eden dostlar şahiddirler ki, bu sekiz ay zarfında bir tek def'a, ne Harb-i Umumî'yi, ne siyaseti sormamışım. Ve odamdan işitilen radyoyu da, üç senedir dinlemedim. Halbuki benim, binler adam kadar dünyaya bakmak münasebet var. Demek bize ilişen, doğrudan doğruya îmana tecavüz eder. Onları, Cenâb-ı Hakk'a havale ediyoruz.
    Hem ehl-i siyasete hiç münasebetimiz olmadığı halde, kat'î bilsinler ki; bu memlekette, bu asırda, milleti anarşilikten, tereddi ve tedenni-i mutlakadan kurtaracak yegane çaresi, Risale-i Nur'un esasatıdır. Bu hâdisede sıkıntı çeken mâsumlar ve üstadları bilsinler ki; ağır şerait altında bir saat nöbet, bir sene ibadet ve hakikî tefekkür-ü îmaniye ile bir saati, bir sene tâat hükmüne geçtiği gibi, inşâallah onların sıkıntıları da öyle sevaba medar olur. Onlar da, merak ve teessürle değil, ferah ve
    sh: » (K: 145)
    sürurla karşılamalı. Fakat Hazret-i Ali'nin (R.A) iki defaسِرًّا بَيَانَةً سِرًّا تَنَوَّرَتْdemesine binaen, biz her vakit tam ihtiyat ve tam sakınmak vaziyetini muhafaza etmekle mükellefiz.
    Risale-i Nur'un mensubları, şuur ve ihtiyarları haricinde birbiriyle münasebetdar, birbirinin hâdiseleriyle alâkadar olduğuna bir delil de bugünlerde oldu. Şöyle ki:
    Oradaki hâdisenin vukuundan bugüne kadar, buradaki muhtelif tabakalardaki talebelerin vaziyetleri, ehemmiyetli bir hâdise yüzünden değişmiş gibi çekinmek ve münafıkların nazarını kendilerine ve bizlere celbetmemek için bir tevakkuf devresi geçti. Ben de hayret ediyordum.
    Hem Nazif gibi birkaç zâtın rü'yalarının tabirleri, sizin hâdiseniz olduğunu anladık.
    Umum kardeşlerimize birer birer ve bilhassa musibetzedelere selâm ve dua ediyoruz. Cenâb-ı Hak onları çabuk kurtarıp vazifelerinin başına göndersin, âmin.
    * * *
    (97)
    Aziz, Sıddık, Sarsılmaz, Yılmaz, Sebatkâr, Fedakâr Kardeşlerim!
    Böyle şiddetli taarruzlara karşı sizi teşcie lüzum görmüyorum. Sizin kuvvetli metanetiniz ve Risale-i Nur'a gelen her hâdise-i elîmenin altında bir inayet ve rahmet bulunduğuna îtikadınız, teşciinize kâfidir, biliyoruz. Yalnız bir noktayı merak ediyorum. Elde edilen bütün Risale-i Nur, yalnız bir takım mıdır ve kimin imiş? Anlamak istiyorum. Her kiminse merak etmesin. Daha ehemmiyetli makamlarda onun hesabına fütuhat yaparlar, sevab kazandırır. Ona, bir takım Risale-i Nur tedarik edilebilir. Hem tevkif altında kimse var mı? Hem ona havale edilen hoca kimdir?
    Sâniyen: Sabri ile Hâfız Ali'nin re'yi ile teshil-i muhabere için verdiği karar ile bazan Atabey yoluyla muhabereyi, onlar gibi biz de kabûl ettik. Lütfi'nin bir vârisi Abdullah Çavuş nâmiyle,
    sh: » (K: 146)
    adresiyle gönderilecek.
    Sâlisen: Sabri'nin mektubunda, tevafuklu yazdığı Mu'cizat-ı Kur'aniye ve Risale-i Nur hakkındaki istihracı bizi fevkalâde mesrûr eyledi. Hasan Âtıf'ın bize yazdığı şaşaalı ve câzibedar Mu'cizat-ı Kur'an'ı esas yapıp, sair risalelerde, i'caz-ı Kur'an'ın nüktelerine dair mebahisi ona zeyiller şeklinde ilhak ettik, güzel bir surete geldi. Ezcümle: Âyet-ül Kübrâ'nın Kur'ana dair onyedinci mertebesi, Yirminci Söz ve Sûre-i Feth'in âhirki âyetin mu'cize olduğuna dair Yedinci Lem'a ve Fihriste'nin Rumuzat-ı Semaniye'ye dair mühim parçaları ve Kenz-ül Arş'ın iki nüktesi gibi parçalar o zeyillere girmiş. Aynen Mu'cizat-ı Ahmediye'nin zeyilleri gibi parlamış. Nurlar santralı Sabri, o yazdığı güzel Mu'cizat-ı Kur'aniyeyi inşâallah onlarla tam güzelleştirir.
    Râbian: Merhum Lütfi'nin hakikî ve pek ciddî bir vârisi olan Abdullah Çavuş'un mektubu, onun derece-i sadâkat ve ihlâsını ve irtibatını gösterdi. Her vakit İslâmköy'lü Abdullah ile o Abdullah Çavuş'u duada beraber yâdediyordum. Elhak o makama lâyık olduğunu gösteriyor. İstediği Fihriste'nin musahhah son kısmı inşâallah ona gönderilecek. Fakat zannettiği gibi çok tashihat edilmemiş. Çünki taksîm-ül-âmâl suretiyle, o mübarek kardeşlerimin yazılarını, mübarek yâdigâr gördüm ve değiştirmeğe kıyamadım.
    Hâmisen: Bugünlerde, o hâdisede, Risale-i Nur'un bir derece tevakkufuna ve dünyaya bakmağa ve yirmi senedir konuşmadığım adamlarla konuşmağa ve hizmet-i Kur'aniye noktasında memnu' olduğumuz siyasete temas etmeğe mecbur olacağım diye, endişeden gelen şiddetli bir teessürden, zâhir görülmez, mânen tehlikeli bir hastalık bana taarruz etti. Müstemir âdetimi bitemam yerine getiremediğimden, yine Ramazan hastalığı gibi, ben kardeşlerimden, yine manevî muavenetlerini çok rica ediyorum. Fakat merak etmeyiniz, yatakta değilim. Yalnız fazla yazılan nüshaları tashih edemiyorum.
    Sâdisen: Risale-i Nur bir cephede tevakkuf etse de, başka cephelerde fütuhatı o tevakkufun yerini tutar. Hattâ bu hâdise münasebetiyle burada bir derece ihtiyata binaen tevakkufa ni-
    sh: » (K: 147)
    yet edip tervic ettiğimiz halde; bilâkis Isparta tevakkufuna karşı, buralarda inkişafat ile tezahür etti.اَلْحَمْدُ لِلَّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى
    En ziyade bize nezaretle, bizimle ve siyasetle alâkadar mühim bir memur yanıma geldi. Ona dedim ki:
    "Bu onsekiz senedir sizlere müracaat etmedim ve hiçbir gazete okumadım; bu sekiz aydır, bir def'a cihanda ne oluyor, diye sormadım; üç senedir buradan işitilen radyoyu dinlemedim; tâ ki kudsî hizmetimize mânevî zarar gelmesin. Bunun sebebi şudur ki: İman hizmeti, îman hakaikı, bu kâinatta herşeyin fevkindedir; hiç bir şey'e tâbi' ve âlet olamaz.
    Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında o hizmet-i îmaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi veya âlet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur'an-ı Hakîm'in hizmeti bize kat'î bir surette siyaseti yasak etmiş.
    Sizler ey ehl-i siyaset ve hükûmet! Evham edip bizlerle uğraşmayınız... Bilâkis teshilât göstermeniz lâzım. Çünki hizmetimiz, emniyet ve hürmet ve merhameti te'sis ile hem âsâyişi, hem inzibatı, hem hayat-ı içtimaiyeyi anarşilikten kurtarmağa çalışıp, sizin hakikî vazifenizin temel taşlarını tesbit ediyor, takviye ve teyid ediyor."
    Sâbian: Hâfız Ali'nin mektubunda bazılara hitaben yazdığımız bir mektub ile ve hâdise-i hâzıra dair hafif geçeceğine ait son mektub, bugünden bir hafta evvel postaya verilmiş. Hâfız Ali, yoldaki o iki mektubu okumuş gibi mektubunu yazması, sıdkının bir lem'a-i kerameti olduğu gibi; aynı günde, -hiç vuku' bulmamış- yanıma ehemmiyetli büyük bir me'mur-u siyasî gelmesini Nazif'in arkadaşlarından Köroğlu Ahmed rü'yada aynen görüp, o me'murdan üç saat evvel rü'yayı bize hikâye edip tâbir istedi; tâbiri, tevilsiz çıktı.
    Umum kardeşlerimize birer birer, hususan musibetzedelere selâm ve dua ederiz.
    * * *
    sh: » (K: 148)
    (98)
    Aziz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniye ve Îmaniyede Sebatkâr, Sarsılmaz, Yılmaz Arkadaşlarım Ve Bu Misafirhane-i Dünyada Şefkatkâr ve Fedakâr ve Vefadar Yoldaşlarım!
    Bu def'a Nur fabrikasının sahibiyle ve tam bir muavini ve tam bir Hüsrev olan kahraman Tâhir'in beşaretli mektubları ve Medrese-i Nuriye'nin kahramanlarından Marangoz Ahmed'in ikinci rü'yası ve üçüncü rü'yanın âhirinde, malûm musibetin akibinde sarsılmayan fa'al Hâfız Mehmed'in çocuklara hatim duasını yapması ve Risale-i Nur'u okutması, üstümüzden dağ gibi mânevî ağırlıkları kaldırdılar. Cenâb-ı Hak sizleri ve onları âfât-ı mâneviye ve maddiyeden muhafaza etsin, âmin.
    Marangoz Ahmed'in ikinci rü'yası, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm ile alâkadarlık ve sürurlu olduğu cihetinden rü'ya-yı sâdıka olduğuna, o Medrese-i Nuriye'nin civarlarındaki kardeşlerin ve hemşirelerin maddî hizmetleri canlı ve ruhlu bir suret alıp, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sünnet-i seniyesinin ihyasına medar olacağına işaret verdiği münasebetiyle, mektubunuzu almadan iki gün evvel gördüğüm bir rü'yayı beyan ediyorum. Şöyle ki:
    Gördüm: Şimdiki reis veya şimdiki reisler, tanıdığım ehemmiyetli bir-iki hocaya, hilâfet rütbesini ve mes'elelerini tatbik etmeye ve hilâfet, o hocalara veya reislere hangisine verileceğini rü'yada anladım. Ve o netice-i kararları bana göstermek için, bana karşı geldiklerini gördüm. Sonra uyandım. Sabahleyin kardeşlerime söyledim. Dedim: Allahu a'lem, Isparta havalisinde, Risale-i Nur'un maddî mağlubiyeti içinde mânevî bir galibiyeti olmuş ki; büyük makamat-ı resmiyede en mühim mesail-i İslâmiye medar-ı bahs olacak. Biz Isparta'da o musibetin ne derece ileri gittiğini bilemediğimizden ve çoktan beri de ne hâl-i âlemden ve ne de resmî hâlden anlamayıp dinlemediğimiz halde, bu rü'yanın rü'ya-yı sâdıka olduğuna bir emare olan, beni bir gün baktırdı. O emare şudur ki:
    Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir talebesi Ankara'dan gelip, ben sormadan dedi: "Reis (İ.S.), Kur'an'a yeni bir tefsir yazmayı
    sh: » (K: 149)
    emretmiş, o da yazıyormuş."
    Hem söylemiş ki: Dâhiliye Vekili, yirmi senelik bir âdete muhalif olarak, "Dinsiz bir millet yaşayamaz" diye din lehinde beyanatta bulunduğunu ve Maarif Nâzırı da, âdâb-ı İslâmiye lehinde, eski prensiplerine muhalif olarak beyanatta bulunduğu gibi, ehemmiyetli bir değişikliği ihsas ettiğinden; kulağımı kapadığım sekiz aydan sonra, bu rü'ya hâtırı için, bu haberleri aldım. Bunun sebebini anlamak cidden arzu ettim. Birden ihtar edildi ki:
    Ehl-i dalâlet, memur-u siyasiyeyi aldatıp, Risale-i Nur aleyhinde genişçe, buradan oraya kadar bir daire içinde taarruz edip, derece-i kuvveti anlamak istediler. Gördüler ki, sökülmeyecek, mağlûb edilmeyecek bir kuvvette gördüklerinden, ehemmiyetli büyük makamat-ı resmiyede, mahiyetini medar-ı bahs ve dikkat ettiklerinden, bilmecburiye bir nevi musalâhaya yol hazırlamak; ve şimdiye kadar hakikat ve hikmete muhalif olarak iyilikleri ölen reise ve fenalıkları millete, orduya vermek yerinde, o hatâ-yı azîmeye bedel, bütün fenalıkları ölene verip, kendilerini bir derece o dehşetli hatîattan kurtarmak çaresini aramağa, bir zemin teşkil etmeye çalışmış ki; hem rü'ya, hem bu haberler haber veriyor. Birinci, ikinci Hulûsi'lerin müşterek mektubları, bu iki rükn-ü mühimmenin gayretleri, sadâkatleri çelikten daha metîn olduğu her hâdise ile gösteriliyor.
    Said Nursî

    * * *
    (99)
    Azîz, Sıddık Sebatkâr Kardeşlerim ve Hakikî Vârislerim!
    Bugünlerde Risale-i Nur'a sû'-i kasd edenlerin ve sizlere sıkıntı verenlerin haklarında, bana verdiği bir hiddet neticesinde bedduaya teşebbüs ettim. Birden Isparta'ya kıyamadım. Kaç defadır niyet ettim, Isparta'daki iyilerin yüzünden sû'-i kasdçılar kurtuldular. Kıyamadım, beddua yerine; "Yâ Rab! Mâdem Isparta Risale-i Nur'un bir Medreset-üz Zehrasıdır, sen oradaki fena memurları dahi ıslâh eyle ve hüsn-ü âkibet ver" diye dua eyledim ve ediyorum.
    sh: » (K: 150)
    Sâniyen: Bugünlerde Salâhaddin'in İstanbul'dan getirdiği Habbe, Katre, Şemme, Hubab gibi Arabî risalelere baktım. Gördüm ki: Yeni Said'in doğrudan doğruya harekât-ı kalbiyesinde müşahede ettiği hakikatlar, Risale-i Nur'un çekirdekleri hükmündedir. Zâten bunlar hem Şu'le ve Zühre, Risale-i Nur'un arabî parçalarıdır. Onlar, doğrudan doğruya benim nefsimin dersi olduğu için, Arabî ve kısa ibarelerle ifade edilmiş, başka adamlar nazara alınmamış.
    O zaman başta Şeyhülislâm ve Dâr-ül-Hikmet âzaları ve İstanbul'un büyük âlimleri, tahsin ve takdirle karşıladılar. Bunlar Yeni Said'in eserleri olduğundan, Risale-i Nur'un eczalarıdırlar. Eski Said'in ise, Arabî risalelerinden yalnız İşârât-ül-İ'caz, Risale-i Nur'da en mühim bir mevki almış.
    Hem her iki Said'in iştirâkiyle, bir tek Ramazan'da iki hilâl ortasında te'lif edilen ve kendi kendine, ihtiyarım haricinde bir derece manzum şeklini alan ve İşârât-ül-İ'caz kıt'asında elli-altmış sahife bulunan Türkçe olarak Lemeât namındaki risale dahi Risale-i Nur'a girebilir. Maatteessüf bir nüsha elde edemedim. Herkesin hoşuna gittiği için, matbu nüshaları kalmamış.
    Hem Eski Said'in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu Ta'likat'tan süzülen i'cazlı bir îcaz-ı hârikada, müdakkik ülemaları hayret ve tahsinle dikkate sevkeden, matbu "Kızıl Îcaz" nâmındaki risale-i mantıkîye Risale-i Nur'la bağlanmasına ve şâkirdlerinin âlimler kısmının nazarına göstermek lâyık gördüm. Fakat çok derindir. Bugünlerde Feyzi'ye bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi, başkasının da anlaması için dersini Türkçe kaleme alacak.
    * * *
    (100)

  3. #13
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: LAHİKALAR. (Kastamonu Lahikası.)

    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Size gönderdiğimiz حِزْبُ اْلاَكْبَرِاْلقُرْاَنِى nin başında yazılan ünvan içinde bir cümle noksan kalmış. Şöyle ki:
    (Mu'cizatlı bir vird okumak isteyen bunu okusun) yerinde, (Mu'cizatlı ve herbir harfi on ve yüz ve beşyüz ve bin ve binler kadar sevab ve meyve veren bir virdi okumak isteyen, bu semavî virdi okusun) yazılacak.
    Sâniyen: Bundan evvel müjdeli hâtırada, "Herbir hâlis ve hakikî müttakî şakird, kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar eder" fıkrasına, yine bir ihtar ile bu gelen cümle ilâve edilsin. Cümle de budur:
    "Risale-i Nur dairesine, sadakat ve hizmet ve takvâ ve içtinab-ı kebair derecesiyle, o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvâda, ihlâsta, sadâkatta çalışmak gerektir."
    Sâlisen: Leyle-i Kadr'inizi, hem bu gelen bayramınızı bütün ruh u canımızla tebrik ve tes'îd ediyoruz.
    * * *
    _______________
    (Hâşiye): Bu mübarek emaneti, Risale-i Nur talebelerinden ve âhiret hemşirelerimizden Âsiye namında bir muhterem hanımın eliyle aldım.
    sh: » (K: 96)
    (62)
    Azîz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim!
    Dünyada medar-ı tesellilerim ve berzah yolunda nuranî yoldaşlarım ve mahşerde inşâallah şefaatçilerim!
    Sizin hem Leyle-i Kadrinizi, hem bayramınızı bütün ruh u canımla tebrik ediyorum, tes'îd ediyorum.
    Sâniyen: Şimdiye kadar hiç görmediğim bir surette, dehşetli bir hastalıktan fevkalme'mul bir tarzda Risale-i Nur'un hâlis talebelerinin şifa duasının neticesi olarak, mu'cize gibi birden hârika bir kerametle şifa bulmamı size haber veriyorum. Bu vakıayı müşahede eden Emin ile Feyzi'nin o hârika hastalığa ait bu gelecek fıkrasını medar-ı ibret için size gönderiyorum. Bütün kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyorum. Hüsrev'i de merak ediyorum.
    Said Nursî

    (63)
    Isparta'daki Azîz Kardeşlerimize!
    Üstadımızın hastalığı hakkındaki meşhudâtımızı arz ve üstadımızın kesb-i âfiyetini sizlere müjde etmek istiyoruz.
    Ramazan-ı Şerif'te beş gün savm-ı visâl içinde gıda olarak, ekmeksiz muhallebi üç kaşık ve beş-altı kaşık da soğuk yoğurttan. Üçüncü gece, yarım kaşık muhallebi ve dördüncü gece iftarda sulu şehriyeden beş kaşık, sahurda yine o şehriyeden ve yoğurttan üç dört kaşık, su sayılmamak şartıyla şehriyeden beş dirhem, yoğurt süzülse on dirhem, muhallebi susuz altı-yedi dirhem; beşinci gecede, tanesiz gibi gayet hafif şehriye beş-altı kaşık, sahurda altı-yedi kaşık pirinç çorbası, mecmuu otuz dirhem (96 gr.) gıda ile beş gün savm-ı visali, teravih noksan olarak sair vazifelerin yapılması, Risale-i Nur şakirdlerini ihata eden inâyetin hârikalarından bir kerametini gördük.
    Üstadımızdan hiç görmediğimiz ikimiz yani Emin, Feyzi;
    sh: » (K: 97)
    Barla, Isparta Süleyman'ları gibi inceden inceye hastalık (Hâşiye) hiddetlerini tahrik etmemek için ihtiyat edemediğimizden, şiddetli hiddetini gördük. Bu hastalıkta yine eser-i rahmettir ki; hiç hatır u hayâle gelmeyen aşr-ı âhirin gayet mühim gecelerinde, üstadımızın tam îfa edemediği vazifesi yerinde bu havalide herbir şakird, kendi hususî çalışmasından başka, bir saati üstadı hesabına Risale-i Nur'un şakirdlerinin mücahede-i maneviyelerine iştirâk ve onları hedef edip onların defter-i âmâline geçmeye, aynı üstad gibi çalışmağa başladılar.
    Demek üstad yerinde onun birkaç saat çalışmasına bedel, pek çok saatler aynı vazifeyi görmeye başladılar. Hattâ üstadımız diyordu: Ehemmiyetsizliğimle beraber Isparta havalisinde kardeşlerimizin âmâl-i uhreviyesine bir medar, bir müheyyic hükmünde benim kusurlu çalışmam kâfi gelmiyordu; Cenab-ı Hak rahmetiyle, bu hastalık vesilesiyle bir şahs-ı manevî ve kuvvetli bir medar olacak bu tedbiri ihsan etti, cüz'iyetten külliyete çıkardı.
    Yine bu hastalığın letâifindendir ki; üstadımızın hiç sesi çıkmıyordu, konuşamıyordu. Hiç beklenilmeden, bir iftar vaktinde bir doktor geldi, elini tuttu. Üstadımız dedi ki: "Ben hastalığımı muayene ettirmem, ben hekimlere muhtaç değilim. Hekim, Cenab-ı Hak'tır." Birden canlandı, sesi çıkmağa başladı. Güya kendisi bir doktor şeklini aldı. Doktor ise, hasta vaziyetine girdi. Doktora ehemmiyetli bir mektub okudu, doktorun derdine deva olacak bir ilâç oldu. Sonra top atıldı. Doktora dedi ki: "Burada iftar et." Doktor dedi ki: "Bugün kusur etmişim, oruç tutamadım" demesiyle çok hayret ettiğimiz üstadımızın vaziyeti, orucunu bozmuş bir doktorun tıb noktasında hâkîmane vaziyetini kabûl etmediği için o vaziyet ona verildiğini bildik.
    Evet Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsinden gelen şifa duası, öyle yüzbin doktora mukabil gelir diye biz de tasdik ettik. Bu hastalığın Leyle-i Kadir'de Risale-i Nur talebeleri, hususan masumların ettikleri şifa duaları öyle bir derece hârika bir surette te'sirini gösterdi ki, üstadımıza sıhhat halinden daha ileri bir surette birden bir vaziyet verildi. Leyle-i Kadre lâyık bir tarzda
    _________________
    (Hâşiye): Hastalık o kadar şiddetli idi ki; dört gecede hemen bir saat kadar uyku geldi.
    sh: » (K: 98)
    çalışmağa başladı. Risale-i Nur şakirdlerinden gelen bu dua-yı şifa, hârika bir mu'cize gibi bir keramet olduğunu biz gözümüzle gördük.
    Orada bulunan kardeşlerimize birer birer selâm ve arz-ı hürmet eder, dualarını isteriz.
    Bura Risale-i Nur şakirdlerinden
    Kardeşiniz
    Emin, Mehmed Feyzi

    * * *
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
    (64)
    Azîz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Çalışkan ve Kuvvetli Arkadaşlarım ve Tarîk-ı Hakta ve Berzah Seyahatında ve Âhiret Yolunda Nuranî Yoldaşlarım!
    Sizin bayramınızı, Leyle-i Kadrinizi, Ramazan-ı Şerif'de makbûl dualarınızı bütün ruh u canımla tebrik ve tes'id ediyorum. Cenâb-ı Hak bu bayramın sürurunu, hakikî ve geniş ve umumî sürura mukaddeme ve vesile eylesin, âmin.
    Sâniyen: Sizin bu mübarek bayramın hediyesi olarak gönderdiğiniz nurlu kalem hediyelerinizi o kadar kıymetdar görüyorum ki, târif edemem. Cennet-ül Firdevs'te âb-ı kevser destileri gibi, kemâl-i iştiyâk ve şükranla ve sürurlu göz yaşıyla kabûl edip başıma koydum. Böyle elmas kılınç gibi kalemleri ve hakikat kahramanlarını Risale-i Nur'a ihsan eden Cenâb-ı Hakk'a hadsiz hamd ü şükrederim.
    Sizlere de o mübarek kitabların, yazıların herbir harfine mukabil Cenâb-ı Erhamürrâhimîn on hasene ihsan eylesin, diye niyaz ediyorum.
    Hakikaten Hüsrev'in infikâki beni çok müteessir etmişti. Fakat Tâhirî, o parlak kalemiyle benim o teessüratımı izâle eyledi. O bütün efrad-ı ailesiyle, peder ve validesiyle Risale-i Nur'un
    sh: » (K: 99)
    has talebeleri içinde her vakit hissedar olacaklardır.
    Hem bu Tâhir'in yüzünden bugünden itibaren Atabey de, İslâmköyü, Sav Köyü, Kuleönü Karyeleri gibi Nurs Karyesine arkadaş olup umum manevî kazancıı öyle bir derece hârika bir surette te'sirini gösterdi ki, üstadımıza sıhhat halinden daha ileri bir surette birden bir vaziyet verildi. Leyle-i Kadre lâyık bir tarzda
    _________________
    (Hâşiye): Hastalık o kadar şiddetli idi ki; dört gecede hemen bir saat kadar uyku geldi.
    sh: » (K: 98)
    çalışmağa başladı. Risale-i Nur şakirdlerinden gelen bu dua-yı şifa, hârika bir mu'cize gibi bir keramet olduğunu biz gözümüzle gördük.
    Orada bulunan kardeşlerimize birer birer selâm ve arz-ı hürmet eder, dualarını isteriz.
    Bura Risale-i Nur şakirdlerinden
    Kardeşiniz
    Emin, Mehmed Feyzi

    * * *
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
    (64)
    Azîz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Çalışkan ve Kuvvetli Arkadaşlarım ve Tarîk-ı Hakta ve Berzah Seyahatında ve Âhiret Yolunda Nuranî Yoldaşlarım!
    Sizin bayramınızı, Leyle-i Kadrinizi, Ramazan-ı Şerif'de makbûl dualarınızı bütün ruh u canımla tebrik ve tes'id ediyorum. Cenâb-ı Hak bu bayramın sürurunu, hakikî ve geniş ve umumî sürura mukaddeme ve vesile eylesin, âmin.
    Sâniyen: Sizin bu mübarek bayramın hediyesi olarak gönderdiğiniz nurlu kalem hediyelerinizi o kadar kıymetdar görüyorum ki, târif edemem. Cennet-ül Firdevs'te âb-ı kevser destileri gibi, kemâl-i iştiyâk ve şükranla ve sürurlu göz yaşıyla kabûl edip başıma koydum. Böyle elmas kılınç gibi kalemleri ve hakikat kahramanlarını Risale-i Nur'a ihsan eden Cenâb-ı Hakk'a hadsiz hamd ü şükrederim.
    Sizlere de o mübarek kitabların, yazıların herbir harfine mukabil Cenâb-ı Erhamürrâhimîn on hasene ihsan eylesin, diye niyaz ediyorum.
    Hakikaten Hüsrev'in infikâki beni çok müteessir etmişti. Fakat Tâhirî, o parlak kalemiyle benim o teessüratımı izâle eyledi. O bütün efrad-ı ailesiyle, peder ve validesiyle Risale-i Nur'un
    sh: » (K: 99)
    has talebeleri içinde her vakit hissedar olacaklardır.
    Hem bu Tâhir'in yüzünden bugünden itibaren Atabey de, İslâmköyü, Sav Köyü, Kuleönü Karyeleri gibi Nurs Karyesine arkadaş olup umum manevî kazancıma hissedar oldu.
    Isparta'nın Hâfız Ali'si -elhak- ikinci bir Hüsrev olduğuna, benim de kanaatım geldi. Cenâb-ı Hak onu ve Mehmed Zühdü gibi çok fedakârları ve Risale-i Nur'un hakikî sahiblerini Isparta'ya ihsân eylesin, âmin.
    Mübareklerin kahramanlarından büyük Abdurrahman'ın, Küçük Ali'nin, Hâfız Mustafa'nın faaliyet ve gayretleri ve Hâfız Mustafa'nın bu def'aki mektubundaki bazı noktaları, beni sürur yaşıyla ağlattırdı. Yalnız bu kadar var ki; bir zarf içinde gönderilen yirmibeş banknot bulundu, kimin zarfından olduğunu bilemedik.
    Bilirsiniz ki, bütün ömrümde kimseden hediyeleri kabûl edemiyorum. Hattâ Rüşdü'nün bu def'aki hediyesini reddedip hâtırını kırdım, geri çevirdim. Cenâb-ı Hak, beni muhtaç bırakmıyor. İnsanlara da muhtaç etmiyor. Beni merak etmeyiniz. Fakat Mübarekler Hey'etinde öyle bir şahs-ı manevî hissediyorum ki, kaidemi ona karşı muhafaza edemiyorum. O şahs-ı manevîyi kızdırmamak ve rencide etmemek için, yalnız o paradan borç olarak beş lirayı bu bayram umûr-u hayriyesine sarfetmek için kabûl ettim. Yirmisini Sabri vasıtasıyla ve nâmıyla geri gönderip iade ediyorum, gücenmeyiniz. Ve bilhassa (حسن . ع . م ) gayet müstesna kalemiyle dört güzel hediyeleri pek çok kıymetdar göründü. İnşâallah bu havalide çokları şevkle kitabete sevkedecek. Böyle kuvvetli kalemleri Risale-i Nur'a ihsan eden Cenâb-ı Hakk'a yüzbinler şükür.
    Mübârekler Hey'etinden Mehmed'in mektubu beni çok sevindirdi. Şimdi yazdığım vakitte yanımda bulunan memleketin eşrafına okudum. O eşraflar da "Mâşâallah, Bârekâllah" dediler, hayretle alkışladılar. O mektubun ve ötekilerin birer kısmını Lâhika'ya kaydedeceğiz.
    sh: » (K: 100)
    Abdurrahman'ın birinci vârisi ve Risale-i Nur'un birinci şakirdi Büyük Mustafa'nın kapı istikbalinde arkadaşı olan Hacı Osman'ın mektubu ve o mektubdaki rü'yaları mânidar ve ettiği tâbir de doğrudur.
    Azîz kardeşlerim, sizinle konuştuğum bu dakika iftar vaktine yarım saat kalmış. Bayram gecesidir, hastalık şiddetlidir. Onun için fazla konuşamıyorum. Bende büyük ve tehlikeli hastalıktan, Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinin mu'cize gibi şifa duası kerametiyle o tehlike geçti. Fakat öyle şiddetli bir öksürük, bir heyecan var ki, sizin gibi canımdan ziyade sevdiğim kardeşlerimle konuşmayı kısa kesiyorum.
    Yalnız bu kadar var ki, Isparta havalisinde yüzer genç Said'ler ve Hüsrev'ler yetişmişler. Bu ihtiyar ve zaif Said, dünyadan kemal-i istirahat-ı kalble veda etmeye hazırdır. Ve bilhassa mühim bir Medrese-i Nuriye olan Sav Köyü'nün başta Hacı Hâfız olarak Ahmed'leri, Mehmed'leri, hattâ muhterem hanımları (Tâhir'in refika ve kerimeleri gibi) ve mâsum çocukları Risale-i Nur'la meşgul olmalarını düşündükçe bu dünyada Cennet hayatının manevî bir nev'ini zevk ediyorum, görüyorum. Oranın Ahmed'lerinin hediyesini umum o köy hesabına bir teberrük deyip, öpüp başıma koydum.
    * * *
    (65)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Cenâb-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, gayet şiddetli ve dehşetli hastalığım, gayet merhametli ve çok sevablı olarak âfiyete yerini bırakıp gitti. Çok büyük bir nimet, içinde bulunduğunu ben ve buradaki arkadaşlarım tasdik ettik.
    Hem Cenâb-ı Hakk'a hadsiz şükür ve hamdediyorum ki; sizlerin bu def'aki hediye-i Ramazaniyeniz olan çok güzel nüshalarınız; bu bayramımı çok bayramları birden toplayan bir küllî bayram hükmüne geçti. Ve bilhassa ikinci Hüsrev olan birinci Tâhir'in gayet dikkat ve tevafuklu yazdığı risaleler beni o derece minnetdar ve mesrur ediyor ki, elimden gelseydi herbir nüshasına on altun lira verecektim. Bu derece kuvvetli bir
    sh: » (K: 101)
    şakird Risale-i Nur'a sahib çıkması, ümidlerimizi çok kuvvetlendirdi.
    Sav kahramanlarının ve Mübareklerin karyelerine kendi karyesini, onların safına getirdi. Atabey (Aras) onunla ve onun gibilerle iftihar etmeli. Onun nüshalarında yanlışlar pek çok azdır. Yalnız, oralardaki nüshalarda mânası anlaşılmayan bazı kelimeler varmış ki, istinsahta öylece kaydedilmiş. Benim tashihimden geçen nüshalara mukabele edilse iyi olur. O kuvvetli ve fedakâr kardeşimizin mâsum çocuklarının ve refikasının yazdıkları risaleleri güzelce bir cild yaptık. Görenlere, hususan buradaki Risale-i Nur'un kadınlar dâiresindeki kızlar ve hanımlara gayet te'sirli ve cazibedar bir nümune-i teşvik oldu.
    Aydın'lı Hasan'ın hakikaten gayet müstesna bir kalemi var ve yazılarında tam bir ihlâs görünür. Bu zât ne vakitten beri Risale-i Nur'a girdiğini ve ne halde olduğunu merak ediyorum.
    Bu def'a Hulûsi'den uzun bir mektub, Abdülmecid vasıtasıyla aldım. Elhak o kardeşimiz sebat ve metanet ve ihlâsda birinciliği muhafaza ediyor. Ben de Abdülmecid vasıtasıyla ona yazdım ki: Isparta'daki kardeşlerimize yazdığım mektublarda sen dahi bir muhatabımsın, seninle muhabere kesilmemiş diye yazdım.
    Hüsrev, Re'fet, Rüşdü'nün vaziyetlerini de merak ediyorum. Ve bilhassa Hüsrev ne haldedir? Ve Nur fabrikasının sahibi Hâfız Ali rahat mıdır?
    Umum kardeşlerimize birer birer selâm ediyoruz.
    (66)
    Azîz Kardeşlerim!
    Müdâfaat Risalesinin başında bu gelen parça yazılmalı. Hem sizlerdekiMüdâfaat Risalenizde lüzumsuz, nezâketli ve musalâhakârâne kelimeleri tayedebilirsiniz. Bu def'aki sizden gelen o risalede zalimleri fazla okşayan cümle var.Lüzumsuz, haksızları okşayan kelimeleri tay edebilirsiniz. Bu gelen fıkra sizlerdeki(Müdafaatın evveline yazılacak) yani 27. Lem'a ünvanının altında kayd edilecek.

    * * *
    sh: » (K: 102)
    Bu Müdafaa Risalesinde bulunan mülayimâne tâbirat ve müsalahakârâne ifâdeler ve zâlimleri okşayan kelimelerin bulunması, yüzden fazla taht-ı tevkife alınan Risale-i Nur'un kıymetdar talebelerini ve müsadere edilen Risale-i Nur'un eczalarını dehşetli zulmetlerden kurtarmak içindir. Yoksa mazlûmiyetimiz beni şiddetli konuşturacaktı. Bu risalede; asıl hücum Risale-i Nur'a karşı olduğu için, müdafaatda birinci derecede İlmî ve mantıkî bir tarzda Risale-i Nur'u müdafaa ediyor. İkinci derecede arkadaşlarını kurtarmağa çalışıyor. Kendi şahsını müdafaa değil, bilakis çürütüyor. Bu risaleyi okuyan evvelce âhirdeki layiha-i temyizi ve layiha-i tashîhi okumalı, sonra baştan okumalı.
    * * *

    (67)
    Azîz, Sıddık Kardeşimiz Hâfız Ali Efendi!
    Mektubunuzda yazmış olduğunuz (Sava ümmilerinden) kardeşimiz Mustafa veHüseyin'in rüyaları Üstadımız hakkında tam tamına zâhir tâbirinigözümüzle gördük. Hem Risale-i Nurun talebeleri telsiz telefon gibi mânevîhaber alıyorlar gibi bir hâdisedir.
    Evet Üstadımızın tesbihi kırıldı. Yani mübarek gecelerde evrâd-ımuntazamasını tesbihlerle çekmek vazîfesi parçalandı. Ehl-i dünyadoktorlarıyla (Hâşiye) Üstadımızı muayene edip, bahanelerle belki kendihastanelerinde misafir etmek yüzde yüz ihtimali vardı. Hem o tesbih tanelerinin bircihette sevaplarını onlar toplayacaktılar. Fakat Risale-i Nur'un masum şakirdlerişifâ duâsiyle o tesbihi tam toplattırdılar, devam ettirdiler ve fedakâr şakirdleriÜstadımızı kucağına alıp onların hastanelerindeki bakıcılardan dahamükemmel baktılar. Mânen misafir ettiler, Mustafa ve Hüseyin'in rüyalarını tamtamına tâbir ettiler.
    ------------
    (Hâşiye): Ramazanda hastalıkta muâyene için gelen şimdi Said namındao doktor yanımızda oturuyor. O zat on gün zarfında Otuzuncu Lem'ayımükemmel, tevafuklu, Hüsrev gibi yazdı. Hem mükemmel anladı, hem has birşakird oldu. Eski hallerinden sıyrıldı. Fevkalâde bir surette terakkî etti.

    Sh:»(K:103)
    Evet, kardeşimiz Hâfız Ali'nin Risale-i Nur'un esası menbaı olan, beşyüzayetten fazla olan âyât-ı Kur'aniyeden mürekkep (Elvird-ül-A'zam) KurânınınHâfız Ali Efendi'ye akşamda gelmesiyle, gecede ve fecirde Risale-i Nur şaktirdlerininerkanları, kahramanları aynı gecede ve fecrinde Hâfız Ali Efendi'nin yanınagelmeleri şüphesiz o mübarek (Hizb-ül Ekberin) bir kerâmeti olduğunu biz de tasdikediyoruz. Hem kardeşimiz Hâfız Ali'nin husûsi bir mektubun arzu etmek münasebetiile, Üstadımız son mektubunda "Nur fabrikası sahibi nasıl" diye yazmasiylekardeşimiz Büyük Hâfız Ali'nin bu defa yoldaki mektubunun mânâ-yıişârîsini bir hiss-i kablelvuku, ile hissetmiş gibi, bu mektubu yazmasıihlâsının bir nev-i kerâmeti olduğunu hissettik.
    Bunların münasebeti ile yirmi günden beri, Üstadımız musırrâne tekrarettiği bir mes'elenin ucunda garib bir vakıa gördük. Şöyle ki; yirmi günden beribizlere ısrar ile diyordu; iki üç rızık benim rızkım içine girmiş; benyiyemiyorum. Feyzi, birisi senin rızkın olmak kanaatim geliyor. İkisi daha var. Her haldeehemmiyetli iki misafirim olacak. Çünki ben bunu Barla'da çok tecrübe ettim. Ne vakitehemmiyetli bir misafirim gelecek, herhalde o vakte yakın bir rızık benim rızkımiçine girdiğine benim kat'î kanaatım gelmişti. Şimdi daha ehemmiyetligörüyorum, ya Isparta'dan veyahut başka yerden ehemmiyetli misafirim olacak.
    Bu hâdiseyi yirmi-otuz gündür musırrâne bize söylüyordu. Şimdi birdenbire hiç hâtır ve hayale gelmeyen, kardeşi Abdülmecid Efendi'nin büyük oğluNihat (R.H.) pederinden izin almadan bir hiss-i kabl-el vukû' ile o dehşetli hastalıkzamanında kendi parasıyla Ankara'ya gidip, merhum Abdurrahman'ın oğlu Vahdet'igörüp, "Gel berâber amcamıza gideceğiz" deyip acele olarak o geldi. Vahdet degelmek üzeredir. İnşâallah bahara kadar Üstadımızın yanında kalacaklar.
    Üstadımız diyor ki "Bu dehşetli hastalıktan sonra, neseben en ziyâdealâkadar olduğum iki biraderzâdelerim, belki eski zamanda Abdülmecid veAbdurrahman'ın sisteminde, bir küçük Abdulmecid ve bir küçük Abdurrahmanmedar-ı teselli olarak Cenâb-ı Hak feyziyle ihsan etti".

    Sh:»(K:104)
    Oradaki umum kardeşlerimize Üstadımızla beraber çok selam ve dua veistid'â ediyoruz.
    اَلْبِاقِىهُوَاْلبَاقِى
    Risale-i NurŞâkirdlerinden ve
    Âhiret Kardeşlerinizden
    Emin ve KüçükHüsrev olan Feyzi
    ***
    (68)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Hâfız Ali'nin bu def'aki mektubu birkaç cihette Risale-i Nur'a ait ikramât-ıİlahiyye ve Risale-i Nur talebelerinin birbiriyle bir cesedin azaları gibi alâkadarolduklarını gösterir. Medrese-i Nuriyye olan Sava'nın ümmileri Mustafa ve HüseyinDağlı kardeşlerimizin gördükleri rüya pek manidardır. Ve Isparta'nın HâfızAli'si Mehmed Zühtü ile (Hizb-ül Â'zam-ı Kur'ânî)'nin ihtiyarsız istikbalinegelmeleri, o hizbin Risale-i Nur'a çok menfaattar olacağını gösteriyor. Cenâb-ıHakka hadsiz şükrediyoruz ki; gittikçe Isparta, havalisiyle Risale-i Nur'a tam sahiboluyor; yerleştiriyor. Bir Said, bir Hüsrev'e bedel; pek çok Saidleri, Hüsrevleriyetiştiriyor, ikimizin çekilmesi ile daha ziyade gayretle faaliyete geçen nâşirleriyetiştiriyorlar.
    Bu anda, bu gelen kelimeler hatırıma geldi. (Üç keramet-i Aleviyye) Risale-iNur'a verdikleri kuvvet, üç Ali maddeten kalemleriyle o üç kerâmeti imza ediyorlar.Mübarek ve kıymetdar Hacı Hâfız'ın çok kıymetdar çok faal ve sebatkârköyünde, kahraman ahmedlerin ve Mehmedlerin gayretleri o havâlide o hâli, onlarınvaziyetlerini işitenleri, lâkaydları ve tenbelleri gayrete, şevke getiriyor.
    Hâfız Ali'nin bazı noktalarını tâbir ve cevab olarak Mehmed Feyzi'nin veEmin'in yazdıkları fıkrayı leffen gönderiyoruz. Bu defa bana gelen risaleler içindebazı mühimleri var. Kimin yazısı olduklarını bilemedim, tahminenSavlılarındır, diyorum. Hakikaten en lâzım risaleleri göndermişler. Eğer benistese idim, bunları isteyecektim. Başta Tâhiri olarak onları yazan zat

    sh: » (K: 105)
    ların defter-i âmâline Cenâb-ı Hak herbir harfine mukâbil on hasene ihsaneylesin (Âmin)...

    (69)
    Bugünlerde iki ince mes'ele kalbe geldi. Vaktinde kaleme alamadım. O vakit geçtikten sonra o ehemmiyetli hakikatlara birer işaret ederiz:
    Birincisi: Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül göstermesine binaen dedim: Namazdan sonraki tesbihatlar, tarîkat-ı Muhammediye'dir (A.S.M.) ve velayet-i Ahmediye'nin (A.S.M.) evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikatı böyle inkişaf etti: Nasılki risalete inkılab eden velayet-i Ahmediye (A.S.M.) bütün velayetlerin fevkindedir; öyle de, o velayetin tarîkatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarîkatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti ki:
    Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşide bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zât, namazdan sonra سُبْحَانَ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِdeyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ın müvacehesinde, yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder; o azamet ve ulviyetleسُبْحَانَ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ der. Sonra o serzâkirin emr-i mânevîsiyle ona ittibaen اَلْحَمْدُ لِلَّهِ اَلْحَمْدُ لِلَّهِ dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dairesi bulunan hatme-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ın dairesinde yüz milyonاَلْحَمْدُ لِلَّهِ اَلْحَمْدُ لِلَّهِ larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde اَلْحَمْدُ لِلَّهِ
    sh: » (K: 106)
    ile iştirâk eder ve hâkezâ... اَللَّهُ اَكْبَرْ اَللَّهُ اَكْبَرْ ve duadan sonraلآَاِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ لآَاِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ otuzüç defa o târikat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ın halka-i zikrinde ve hatme-i kübrâsında o sâbık mâna ile o ihvan-ı tarîkatı nazara alıp, o halkanın serzâkiri olan Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'a müteveccih olupاَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلاَمٍ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللَّهِder, diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm. Demek tesbihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var.
    İkinci Mes'ele: Otuzbirinci âyetin işâretinin beyanında, يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَوةَ الدُّنْيَا bahsinde denilmiş ki: Bu asrın bir hassası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yâni kırılacak bir cam parçasını, bâkî elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.
    Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki: Nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa sair âza vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar; öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı, zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede dercedilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbab ile yaralanmış, sair letaifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmağa çalışıyor.
    Hem nasılki bir cazibedar, sefihâne ve sarhoşâne şa'şaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini ta'til ederek iştirâk ediyorlar; öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklı bir vaziyet almış ki; insanın ulvî lâtifelerini ve kalb ve aklını, nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.
    Evet hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umûr-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer'iye var. Fakat yalnız bir ihtiyaca bi-
    sh: » (K: 107)
    naen, helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki; küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terkeder.
    Evet insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyle ve fakr u zaruret-i maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyle o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki; edna bir hâcât-ı hayatiyeyi, büyük bir mes'ele-i diniyeye tercih ettiriyor. Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın tiryak-misâl ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metîn, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sâdık, fedâkâr şakirdleri mukavemet ederler. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli. Sadâkatla, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam îtimad ile ona yapışmak lâzım ki; o acib hastalığın tesirinden kurtulsun.
    Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve duâ ediyoruz.
    * * *
    (70)
    Azîz, Sıddık, Sebatkâr, Metîn Kardeşlerim!
    Sizin faaliyetiniz ve sebatkârane çalışmanız, Risale-i Nur dairesinin zenbereği hükmünde bizleri ve çok yerleri harekete getiriyorsunuz. Allah sizden ebeden razı olsun. Bin âmin âmin.
    Size, Hizb-ül Kur'anî'den evvel gönderilen Risale-i Nur'un Vird-ül-Âzamına ilhak etmek için bir parçayı yazdık, bir parçayı da Yirmidokuzuncu Lem'ada yerini gösterdik. Benim hususî tefekküratım o neviden olduğu cihetle bana ihtar edildi, ben de yazdım.
    Sâniyen: Birkaç gün evvel size gönderdiğim son mektubdaki, hayat-ı dünyeviyenin hayat-ı diniyeye galebe etmesine dair ikinci mes'elesi münâsebetiyle gâyet ince ve kaleme alınmaz bir mâna kalbe zâhir oldu. Yalnız gâyet kısa o mânaya bir işâret
    sh: » (K: 108)
    edeceğim. Şöyle ki:
    Bu acib asrın hayatperest ehl-i dalâleti aldatan, sarhoş eden; fânilerden sûrî aldıkları zevki gayet acı ve elîm olduğunu ve ehl-i îmanın ve hidayetin aynı yerde ve o fânide bâkiyâne ve ulvî bir zevk bulunduğunu gördüm ve hissettim, fakat ifade edemiyorum.
    Risale-i Nur'un müteaddid yerinde nasıl isbat etmiş ki, ehl-i dalâlet için, zaman-ı hazırdan mâadâ herşey madum ve firakların elemleriyle doludur. Ehl-i hidayet için mazi, müstakbel müştemilâtıyla mevcuddur, nurludur.
    Aynen öyle de, fâniyatta, yani geçmiş muvakkat vaziyetler, ehl-i dünya için fena-yı mutlak karanlıklarında madumdur, ehl-i hidâyet için mevcuddur, diye gördüm. Çünki eski zamanda çok alâkadar olduğum zevkli veya kıymetli ve şerefli muvakkat vaziyetleri mütehassirane hatırladım, müştakane arzu ettim.
    Neden bu mübarek vaziyetler mâzide kalıp fâni olsun, düşünürken, İman-ı Billâh nuru ihtar etti ki; o vaziyetler gerçi sureten fânidirler, birkaç cihette mevcuddurlar. Çünki Cenab-ı Hakk'ın bâki isimlerinin cilveleri olan o vaziyetler, dâire-i ilimde ve elvah-ı mahfuzada ve elvah-ı misaliyede bâki oldukları gibi; nûr-u îmanın verdiği bâkiyane münasebet noktasında fevkazzaman bir vaziyette mevcuddurlar. Sen, o vaziyetleri çok cihetle ve çok manevî sinemalarla görebilir ve girebilirsin diye anladım. Ve dedim: "Madem Allah var, her şey var" darb-ı mesel cümlesi, bu büyük hakikatı da ifade eder. Kimin için Allah varsa, yani Allah'ını bilse, herşey mevcuddur; kim Allah'ı bilmezse, ona herşey mâdumdur, diye delâlet eder. Demek «Elemli, karanlıklı, tahassürlü bir dirhem zevki, aynı yerde yüz derece ziyade dâimî, elemsiz bir zevke, sefahetle tercih edenler, aksi maksudlarıyla aynı zevkte elîm elemleri alır.»
    Sâlisen: Şahsen görmediğim ve yazıları ile çok defa görüştüğümyeni meydana çıkan Risale-i Nur'un şakirdlerinden medrese-i Nuriye olan Sava'nın veHacılarkebir gibi köylerinin hâlis şakirdleriyle hayalen çok meşgul oluyoruz.
    Aydın şehri eskide Risale-i Nur'un mühim bir merkezi

    * * *
    sh: » (K: 109)
    olmak ümidimiz vardı. O ümidim kırılmıştı. Şimdilik Aydınla Hasan(Âtıf) nâmında mümtaz kalemiyle ve isabetli dirayetiyle ve hâlis sadakatiyle,Risale-i Nur dairesinde hususan Mehmed Zühdü gibi ehemmiyetli bir rükünle el eleverip çalışmakla o kırılmış ümidimi canlandırdı.
    Burada bulunan kardeşlerimizle beraber oradaki bütün Risale-i Nur talebelerineselam ve dua ve istid'a ederiz.
    ***
    (71)
    Yirmi Dokuzuncu Lem'ada ( اَللَّهُ اَكْبَرْ ) bahsinde metni bulunan ve Yirminci Mektubda kuvvetliîzah edilen ve ilim ve irade ve kudret-i İlâhîyi pek çok kuvvetli isbat eden buyazılan arabî fıkra ile beraber yine Yirmi Dokuzuncu Lem'anın İkinci Bâbının ( اَللَّهُ اَكْبَرْ ) meratibinden birinci mertebesinin yarım sahifeden sonra ( اِنْ اُسْنِدَ كُلَّ اْلاَشْيَاءِلِلْوَاحِدِ ) kelamından başlayıp, tâ (اَلْمَرْتَبَةُالثَّانِيَة ) kadar yazıp ( اَْلاَيَتُ اْلكُبْرَى ) dan çıkan ( اَلْوِرْدُاْلاَعْظَمُ ) da ( وَحْدَه )bâbında yedinci ( لاَاِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ ) bahsinin âhirinde ( وَفِىاْلكَثْرَةِ صُعُوبَةٌ مُنْغَلِقَةٌ ) cümlesinden sonra bir hâşiye veya metinolarak arzunuz varsa, muvafık görürseniz yazarsınız. Çünki benim hususîtefekküratımda dahildir.

    sh: » (K: 110)
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ثَوَابَاتِ قِرَائَةِ حُرُوفَاتِ الْقُرْاَنِ الَّتِى قَرَاْتُمُوهَا بِنِيَّتِنَا فِى رَمَضَانَ
    (72)
    Azîz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim!
    Hâfız Ali'nin bu def'aki mektubunda çok mübarek duaları beni ve bizi en derin ruhumuzdan mesrur edip şükre sevketti. Ve her musibetzedeye ve hüzün ve kederlere düşenlere mâna-yı işarîsiyle mededres ve halâskâr ve şifa ve medar-ı sürur olanاَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَve اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا her musibetzedeye baktığı gibi, bu geçen hastalık cihetiyle bize de baktığını yazıyor. Evet Hâfız Ali o noktayı tam görmüş. Ben de tasdiken derim ki: Eğer o hastalık yirmi derece tezâuf etseydi, bizlere kazandırdığı neticeye nisbeten yine ucuz düşerdi ve rahmet olurdu. Fakat Hâfız Ali'nin kendi üstadı hakkında, benim haddimden pek çok ziyade isnad ettiği meziyet ve mâsumiyeti; onun mâsum lisanıyla hakkımda medih olarak değil, belki bir nev'i dua olarak tasavvur ediyoruz.
    Hem Hâfız Ali'nin, Sav gibi yerler, karyeler ve Isparta, birer Medrese-i Nuriye hükmüne geçmesi ve Risale-i Nur'un sâdık şakirdleri hârikulâde olarak günden güne yükselmeleri ve tenevvür etmeleri, bizleri belki Anadolu'yu belki Âlem-i İslâm'ı mesrur ve müferrah eden bir hakikatlı haber telâkki ediyoruz.
    Âhir fıkrasında, Muhbir-i Sâdık'ın haber verdiği "Mânevî fütuhat yapmak ve zulümatı dağıtmak, zaman ve zemin hemen hemen gelmesi" diye fıkrasına, bütün ruh u canımızla rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz. Fakat biz Risale-i Nur şakirdleri ise: Vazifemiz hizmettir, vazife-i İlâhiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber; kemmiyete değil, keyfiyete bakmak; hem çoktan beri sukut-u ahlâka ve hayat-ı dünyeviyeyi her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettir-
    sh: » (K: 111)
    meğe sevkeden dehşetli esbab altında Risale-i Nur'un şimdiye kadar fütuhatı ve zındıkların ve dalâletlerin savletlerini kırması ve yüzbinler biçârelerin îmanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakikî mü'min talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sâdık'ın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuat ile isbat etmiş ve inşâallah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki; inşâallah hiçbir kuvvet Anadolu'nun sînesinden onu çıkaramaz. Tâ âhirzamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahibleri, yani Mehdi ve şakirdleri (Hâşiye) Cenâb-ı Hakk'ın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip, Allah'a şükrederiz.
    Hâfız Ali'nin kıymetdar bir kardeşimiz olan Aydın'lı Hasan Âtıf hakkında medhi ve tafsili bizi minnetdar etti. O kardeşimiz de haslar içinde her sabah yanımızdadır.
    * * *
    (73)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Sizi tebrik ediyoruz, hakikaten müdakkik hâfızlarsınız. Hüsrev'in yazdığı Kur'an'da incecik sehivlerini bulmanız, hıfzınızın kuvvetine tam delalet ediyor. Bizler size minnetdar olduk ve teşekkür ediyoruz. Cenab-ı Hak sizlerden ebeden razı olsun. Bu münasebetle Risale-i Nur'un kahramanı olan Hüsrev, Risale-i Nur'un hizmetinde gösterdiği hârikaları, nümune olmak için bir kısmını beyan edeceğiz. Şöyle ki:
    Bu zât, dokuz-on sene zarfında dörtyüz risale kadar dikkatli ve tevafuklu olarak Risale-i Nur'dan yazdığı gibi; hâfız olmadığı halde yazdığı iki mükemmel Kur'an ile ve üçüncüsü -müteferrik surette- gözle görünür bir nevi i'caz-ı Kur'anı gösterir bir tarzda üç Kur'anı yazmış; tam mukabele edilmeden bize gelmiş; biz de mukabele etmeden size göndermiştik. Sizler de kemal-i dikkatle hareke ve harflerde gördüğünüz kırk-elli sehiv, Hüsrev'in kaleminin ne derece hârika olduğunu gösterir. Çünki her Kur'an'ın üçyüzbin altıyüz yirmi harfinde, o kadar hareke ve sükûnlarında yalnız kırk-elli sehiv bulunması, o kalemin isabette hârika olduğunu göste-
    __________________
    (Hâşiye): Bu cümle Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken bizzat kendileri kontrol ve tashihden geçirdikleri 1958 de Ankara'da basılan (Tarihçe-i Hayatı Meslek ve Meşrebi) adlı kitabının 219. sahifesinde mevcuddur. (Nâşir)
    sh: » (K: 112)
    rir. Çünkü her Kur'an'ın üçyüz bin altıyüz yirmi harfinde o kadar hareke ve sükûnlarında yalnız kırk-elli sehiv bulunması, o kalemin isabette hârika olduğunu gösterir.
    Lâtiftir ki; Hüsrev'in sehvini bulan bir zat, iki harfte bir sehiv etmiş. Hüsrev yüzbin harfte bir sehiv etmiş. Tashih eden, iki harfte noktayı bırakıp sehiv etmiş. Demek o dikkatli hâfızın o sehvi, Hüsrev'in o sehvini afvettiriyor.
    Hem bu Hüsrev'in kalemi gibi; fikri, kalbi de o nisbette hârika diyebiliriz. Risale-i Nur'a karşı irtibatı ve iştiyakı ve kanaatı gittikçe terakki ve inkişaf ediyor. Hiçbir hâdise onu sarsmıyor, fütur vermiyor.
    Hem onun bir hârikası odur ki: Risale-i Nur'a beş sene yabanî kaldığı halde birden intisab edip, bir ay zarfında on dört risaleyi Risale-i Nur'dan yazmış.
    Hem Kur'anın gözle görülen bir nevi lem'a-i i'câziyeyi, beş-altı mushafta işaretler yaptım, hatt-ı arabî-i Kur'anîleri mükemmel olan kardeşlerime taksim ettim. Bunların içinde hatt-ı arabî-i Kur'an'da Hüsrev onlara yetişemediği halde, birden umum o kâtiblere ve hatt-ı arabî muallime tefevvuk eyledi. Ve hatt-ı arabîde, en mümtaz kardeşlerimizden on derece geçti. Umumen onlar tasdik edip: "Evet bizden geçti, biz ona yetişemiyoruz" dediler. Demek Hüsrev'in kalemi, Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan'ın ve Risale-i Nur'un mu'cizevari kerametleri ve hârikalarıdır.
    Kardeşiniz
    Said Nursî

    (74)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Bu def'a gelen Halil İbrahim'in Risale-i Nur'a gayet kuvvetli irtibatını ve gayetyüksek derece-i takdirini ve fevkalâde sadakat ve ihlâsını gösteren mektubulâhikaya girdi. Benim bedelime ona yazınız ki, daima onu Risale-i Nur'un ehemmiyetlibir rüknü ve gayet kuvvetli ve emniyetli bir sahibi olarak, dâima nazarımızdakıymetini muhafaza ediyor, belki terakki ediyor.

    Sh:»(K:113)
    İnce Mehmed ve Hâfız Mehmed, emin gibi Risale-i Nur'a alâkadar olanlarıda, Risale-i Nur'un has talebeleri içinde hergün pek çok def'alar dua ve mânevîkazançlarda hissedardırlar. Hem size hitab ettiğimiz zaman daima Halil İbrahim veHulûsi içiniz-de düşünüp öyle konuşuyorum.

    * * *
    (75)
    EVVELCE, HAYAT-I DÜNYEVİYEYİ HAYAT-I UHREVİYE-
    YE TERCİH ETMEYE DAİR YAZILAN İKİ PARÇAYA
    TETİMMEDİR
    Bu acib asrın hayat-ı dünyeviyeyi ağırlaştırması ve yaşamak şeraitini ağırlatması ve çok etmesi ve hâcât-ı gayr-ı zaruriyeyi, görenekle tiryaki ve mübtelâ etmekle hâcât-ı zaruriye derecesine getirmesiyle, hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksad ve gayesi yapmıştır. Onunla hayat-ı dîniye ve ebediye ve uhreviyeye karşı ya sed çeker veya ikinci, üçüncü derecede bırakır. Bu hatâsının cezası olarak öyle dehşetli bir tokat yedi ki, dünyayı başına Cehennem eyledi.
    İşte bu dehşetli musibette, ehl-i diyanet dahi büyük bir vartaya düşüyorlar ve kısmen anlamıyorlar.
    Ezcümle: Ben gördüm ki; ehl-i diyanet belki de ehl-i takva bir kısım zâtlar, bizimle gayet ciddî alâkadarlık peyda ettiler. O bir-iki zâtta gördüm ki; diyaneti ister ve yapmasını sever, tâ ki hayat-ı dünyeviyesinde muvaffak olabilsin, işi rastgelsin. Hattâ tarikatı keşf ü keramet için ister. Demek âhiret arzusunu ve dinî vezâifin uhrevî meyvelerini, dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapıyor. Bilmiyor ki, saadet-i uhreviye gibi saadet-i dünyeviyeye dahi medar olan hakaik-i dîniyenin fevâid-i dünyeviyesi, yalnız müreccih (tercih edici) ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet derecesine çıksa ve o amel-i hayrın yapmasına sebeb o faide olsa, o ameli ibtal eder; lâakall ihlâsı kırılır, sevabı kaçar.
    Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın belâ ve vebâsından ve zulüm ve zulmetinden en mücerreb bir kurtarıcı, Risale-i Nur'un mizanları ve muvazeneleriyle, neşrettiği nur olduğu-
    sh: » (K: 114)
    nu kırkbin şâhid vardır. Demek Risale-i Nur'un dairesine yakın bulunanlar, içine girmezse, tehlike ihtimali kavîdir.
    Evet يَسْتَحِبّوُنَ اْلحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلاَخِرَةِ işaretiyle bu asır, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye, ehl-i İslâm'a da bilerek severek tercih ettirdi.
    Hem bin üç yüz otuz dört tarihinden başlayıp, öyle bir rejim ehl-i İslâm içine de sokuldu. Evet عَلَى اْلاَخِرَةِ cifir ve ebced hesabıyla 1333 veya dört ederek, aynı vakitte eski harb-i umumî'de İslâmiyet düşmanları galebe çalmakla, muahede şartlarını, dünyayı dine tercih rejimi mebdeine tevafuk ediyor. İki-üç sene sonra bilfiil neticeleri görüldü.
    * * *
    (76)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Bu şiddet-i soğukta sizden haber almadığım için merak eyliyorum. Size, bu soğuğun bana verdiği şefkatli bir endişeden çıkan arkadaki mes'eleyi gönderiyorum. Belki size de faidesi olur.
    Hem buraca faidesi görülen haşre dair parçaları Onuncu Söz'ün âhirinde toplayıp, bir lâhikası hükmüne gelmiştir. Birinci parça, Dokuzuncu Şua olan mukaddeme-i haşriye, Onuncu Söz'ün arkasında yazılacak; ve bunun arkasında, o mukaddeme-i haşriyenin birinci makamının yerinde ve bedeline Otuzuncu Lem'anın İsm-i Hayy'a dair Dördüncü Remiz yazılacak. Bunun arkasında, İkinci Şuâ olan Tevhid Risalesinin haşri isbatına dair hâtimesinin başından, tâ "Bu haşrin dört mes'elesi şimdilik yeter. Yine sadedimize dönüyoruz." cümlesine kadar yazılacak. Sonra bunun arkasında İhtiyarlar Lem'asının Beşinci Ricasının ortasından başlayan, "Evet, nass-ı hadîs ile nev'-i beşerin en mümtaz şahsiyetleri olan yüz yirmi dört bin Enbiyanın ilâ âhir.." tâ Altıncı Rica'ya kadar yazılacak. Eğer haşre îit, sair risalelerde bunlar gibi parçalar varsa, münasib görseniz ilâve
    sh: » (K: 115)
    edersiniz. Bunların heyet-i mecmuasının te'siri büyüktür.

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    (77)
    (Gayet ehemmiyetlidir)

    Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçârelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu.
    Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semâviye, mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.
    Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa'da Rusya'daki çoluk-çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:
    O musibet-i semâviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehîd hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.
    Onbeşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarır. Çünki âhir zamanda mâdem fetret derecesinde din ve dîn-i Muhammedi'ye Aleyhissalâtü Vesselama bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhir zamanda Hazret-i İsa'nın (A.S.) dîn-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek.
    Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaifler, müstebid büyük zalimlerin cebr ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar.
    sh: » (K: 116)
    Elbette o musibet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber; yüz derece onlara kârdır diye hakikattan haber aldım. Cenab-ı Erhamürrahimîn'e hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem-i şefkatten teselli buldum.
    Eğer o felâketi gören zâlimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzâr eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.
    Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esasat-ı dîniyeyi ve mukaddesat-ı semâviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın mânevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir.
    (78)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Sav medrese-i Nuriyesi'nin kahraman bir talebesi olan Marangoz Ahmed'in onun ve Savamedresesinin safvet ve ihlâsını ve kuvvet ve irtibatlarını gösteren mektubundabir-iki noktayı merak ediyorum. Bir-iki cihetle çok mesrur oldum. Mûcib-i merak birisi;Sav'da Risale-i Nur'u yerleştiren mübarek Hacı Hâfızlar beraber çalışan veondan ders alan Hâfız Mehmed kimdir. O zat bence hizmet cihetinde pek ehemmiyetligöründü.
    İkincisi; o mektubda küçük talebelerden Hüseyin namındaki zât HâfızAli'nin bir-iki def'a ondan bahsettiği ondört yaşında iken ve hastalıkla beraberfevkalâde Risale-i Nur'la meşgul olan kıymetdar çocuk mudur?
    Eski Said'in ondört yaşındaki garip vaziyetini bana ihtar ettiği için merak ettim.Bizi mesrur eden bir cihet ise, Risale-i Nur'un dairesine masum çocukların çokluklagirmesiyle sahife-i amâlimize onların reddedilmez duaları ve âmâl-i sâlihaları girmesidir.

    Sh:»(K:117)
    Üçüncüsü; Sav medresesi etraf köylerine nurları neşretmesi ve onlarınmasum çocuklarını da Hâfız Mehmed'in daire-i dersine celb etmesidir, diyemektubunda Ahmed yazıyor. Hem onun mektubunda Risale-i Nur'un okunmasınıHüsrev'in hastalığına ilaç olduğu gibi pek çok def'alar da hattâ geçenmüthiş hastalığımda gelen doktora okudum, hem ona hem bana ilaç olduğunugördük. Evet mânevî devâ olduğu gibi bazan maddî ilaç da oluyor.
    ***
    (79)
    Risale-i Nur'un santralı olan Sabri'nin mektubunda iki nokta nazar-ı dikkati celbetti.
    Birincisi: Risale-i Nur'un yüksek talebelerine ve erkânlarına izin ve icazetnoktasıdır. Madem Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi onları çok zamandairesinde muhafaza edip çalıştırmıştır. Elbette o sebatkâr hâlislere icazetvermiş, izin onlarla beraberdir. Ben de ondan icazet alıyorum. Bu nokta şimdilik yeter.
    İkinci Nokta: Hüsrev ve Süleyman Rüştü her vakit berâberdüşündüğüm gibi Sabriyle, Sıddık Süleyman da aynen öyledir. Mektublaveya hayâlen Sabriyle konuşsam dâima Süleyman da beraberdir. Bu def'amektubunda Süleyman'dan ve Risale-i Nur mescidinin müezzini Şem'in'inselâmını yazması münasebetiyle benim için çok ehemmiyetli bulunanBarla'daki dostlarımı, hususan Risale-i Nur'un başkâtibi Şamlı Hâfız veTevfik'i tahassürle tahattur ettirdi. Acâba o dostlarımdan vefat edenler kimlerdir,onlardan sağ olanlara selâm ve vefat edenlere dua..

    (80)
    Kardeşlerim!
    Bugünlerde Rumuzat-ı Semaniye'ye ait iki risaleyi ehemmiyetli talebelere, bir yere gönderdim. Yol kapandı, gitmedi. O iki risaleyi tekrar dikkatle mütalâa ettim. Fikren dedim ki: "Bu zevkli, güzel, meraklı, şirin bir maksada giden bu tevafuklu yolda ne için sevkedilmeden perde indi, başka yolda sevkedil-
    sh: » (K: 118)
    dik, çalıştırıldık."
    Birden ihtar edildi ki: "O gaybî esrarı açacak olan meslekten yüz derece daha ehemmiyetli ve kıymetli ve umumî ihtiyaca medar ve herkes bu zamanda ona şiddetle muhtaç ve İslâmiyetin temel taşları olan hakaik-i îmaniye hazinesine hizmet etmeye ve istifadeye zarar gelecekti. En büyük ve en yüksek maksad olan hakaik-i îmaniyeyi, ikinci derecede bırakacaktı. Onun için idi."
    Sure-i اِذَا جَآءَ نَصْرُ اللَّهِ remzinde, esrar-ı gaybiye gösterildi; birden kapandı, perde indi.
    Hem bu sır içindir ki, o yolda fazla istihdam edilmedik, yalnız o meslek-i tevafukiyenin tereşşuhatından Risale-i Nur'un hakkaniyetine bir imza ve cezaletine bir zînet ve huruf-u Kur'âniyenin intizamından ve vaziyetlerinden tezahür eden bir nevi i'caz çıktı. Daha o yolda çalıştırılmadık.
    Umum kardeşlerimize ve Risale-i Nur'da ders arkadaşlarıma birer birer selâm ve dua ederiz ve dualarını rica ederiz.
    * * *
    (81)
    Aziz, Sıddık, Mübarek, Mâsum Kardeşlerim!
    Sizin çok mübarek ve nazarımızda çok kıymetdar ve benim nazarımdaCennetin وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ tarafından ebedî ve Firdevsî bir hediye-i kudsiye gibi geçen ve gelen iki bayramı, Cennetin şekerlemeleri ve tatlıları gibi tatlılaştıran ve zînetlerin venakışların yetmiş tarzlarını giyen hurilerin hulleleri ve libasları gibi, mânevîmeclisimizin zinetlendiren kalem hediyenizi aldık. Bu hediye, Risale-i Nur hizmetinoktasından ne derece ehemmiyetli olduğunu bu günlerde başıma gelen verü'yama giren bir hâdise ile anlayınız Şöyle ki:
    Bu çok kıymetdar mânevî hediyeyi almazdan üç gün evvel, aynenhediyeniz Kastamonu'ya geleceği anında rü'yada görüyorum ki; terfi- makam verütbe içinde bizlere bir ferman-ı

    Sh:»(K:119)
    şâhâne mânevî bir canibden geliyor kemal-i hürmetle ellerinde tutup bizegetiriyordular. Biz baktık ki; o ferman-ı âlî, Kur'an-ı Azîmüşşân olarakçıktı. O halde bu mâna kalbe geldi:
    «Demek Kur'an yüzünden Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsi ve bizşakirdleri, bir terfi ve terakki fermanını âlem-i gaybdan alacağız.»
    Şimdi tâbiri ise, o fermanı temsil eden mâsumların kalemiyle manevî tefsir-iKur'ân'ı aldığımızdır. Bu rü'yanın şimdiki tâbiri çıkmadan bir-ikisaat evvel Feyzi ile Emin'i gösterdikleri tâbir dahi haktır ve ehemmiyetlidir.
    Hem bu medar-ı sürur ve ferah olan hediye-i nûraniyeyi bir hiss-i kablelvuku' ilebenim ruhum tam hissetmiş, akla haber vermemiş idi ki; o gelmeden iki gün evvel, Feyzive Emin'in fıkrasında beyan edilen, rü'yayı gördüğüm gecenin gününde,sabahtan akşama kadar; ve ikinci günü de, kısmen hiç görmediğim bir tarzda birsevinç, bir sürur hissedip mütemadiyen bir bahane ile ferahımı izhar edip, otuz-kırk def'a tebessüm ile güldüm.
    Hem ben ve hem Feyzi, taaccüb ve hayret ettik. Otuz günde (Hâşiye) bir def'agülmeyen, bir günde otuz def'a gülmek bizleri hayrette bıraktı. Şimdianlaşıldı ki; o sürur, o sevinç mezkûr mânevî fermanı temsil edenmâsumların ve ümmîlerin kalemlerinin yazıları nesl-i âtînin sahaif-ihayatlarına, Âlem-i İslâmın sahife-i mukadderatına ve ehl-i îman istikbalinindefterlerine neşr-i envar edeceklerinin ve o mâsumların hâlis ve sâfi amelleri vehizmetleriyle sahife-i âmâlimizde hasenatlarını yazıp kaydetmesinin, Risale-i Nurşakirdlerinin mukadderatını mes'ûdâne idamesinin haberini veren, o daha gelmiyenhediyeden geliyordu. Benim, o azîm yekûnden hisseme düşen binden bir cüz'üruhan hissedilmiş, beni mesrurane heyecana getirmiş idi.
    Evet, böyle yüzer mâsumların makbul amelleri ve reddedilmez duâları sairkardeşlerimin defterlerine geçmesi misillû,
    -----------------
    (Hâşiye): Evet, hiç bir vakit Üstadımızı bu kadar neş'eli görmemiştik.Sebebini bilmediğimizden hayret ediyorduk.
    Emin,Feyzi
    Sh:»(K:120)
    benim gibi bir günahkârın sahife-i âmâline dahi girmesi, binler sürur vesevinç verebilir. Böyle karanlık bir zamanda, bu ağır şerait altında böylemâsumane ve kahramanâne çalışmak için biz,hem o mâsumları veümmîleri ve muallimlerini tebrik, hem peder ve validelerini tebrik, hem köylerini, hemmemleketlerini, hem milletlerini, hem Anadolu'yu tebrik ederiz.
    Mübarek mâsumların ve ümmîlerin herbirisine birer hususîteşekkürnâme ve tebriknâme yazmak elimden gelseydi yazacaktım; öyle isearzumu bilfiil yazılmış gibi kabul etsinler. Ben onların isimlerini bir daire suretindeyazacağım, dua vaktinde bakacağım. Hem onları Risale-i Nur'un has şâkirdleridairesine dâhil edip, bütün mânevî kazançlarıma hissedar edeceğim.
    Benim tarafımdan onların peder ve validelerine veya akrabalarına veüstadlarına selâmlarımızı tebliğ ediniz. Cenâb-ı Hak onları veevlâdlarını dünyada ve âhirette mes'ud eylesin, âmin.
    Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ederiz ve dualarını Kur'an'ınmedh ü senasına mazhar olan bu leyâli-i aşr olan on gecelerde rica ediyoruz. Emin'inve Feyzi'nin rü'yaya dair fıkralarını da leffen gönderiyoruz.

    (82)
    Isparta'daki Kardeşlerimize;
    Latif bir rü'yanın, kadere ait bir mes'eleyi şuhud derecesinde bize kanaat verdiği gibi, o latif rü'yanın ciddî ikinci parçası, bizlere manevî bir müjde ve beşaret verdiği cihetle, siz kardeşlerimize beyan ediyoruz. Şöyle ki:
    İki gün evvel Üstadımız rü'yada görüyor ki; ben yani Feyzi ile beraber gezmeye çıkıyoruz. Giderken, birden ben Üstadıma söylüyorum ki: (Buradan ben ayının tesbihini toplayacağız.) Üstadım da bakıyor ki, beyaz ipler gibi dolaşmış birşey görüyor. Bu acib güldürecek sözümden ve ayıya tesbih isnad etmek vaziyetimden çok şiddetli gülerek uyanmış. Uyandıktan sonra da gülmüş. Akşama kadar hiç görülmemiş bir tarzda, yirmi-otuz
    sh: » (K: 121)
    def'a o hâdise-i nevmiyeyi gülerek benimle mülatafe etti. Münasebet olmayan bazı şeyler ile tâbire çalıştıksa da, tâbire münasebet tutmadı.
    Sonra ikinci gün, âdet-i müstemirrede, kendi tecrübesiyle, rü'ya-yı sâdıkanın kısmen aynı günde, kısmen ikinci günün aynı saatinde bana benzeyen bir dost -ki, rü'yada Üstadıma benim suretimde görünmüş- Üstadımızın yanına geldi dedi ki: "Ayının yağını toplayanlardan alıp ve müezzin ve tesbih yapan bir adamın tavsiyesiyle mühim bir adama, her sabah hastalık için yutmasını nasıl görüyorsun?" Üstadımız da, rü'yada güldüğü gibi aynen öyle gülmüş. Birden rü'ya hatırına gelip bu acib ve aynı aynına tâbiri kemâl-i taaccüb ve hayretle karşılayıp, ona demiş: "Sakın istimal etmesin."
    Yirmisekizinci Mektub'un rü'yaya ait Birinci Risalesi'nin Altıncı Nüktesi'nde; rü'ya-yı sâdıka, kader-i İlâhinin herşeyi ihâta ettiğine bir hüccet-i katıa hükmünde. Üstadımız binler tecrübe ile gördüğü gibi, aynen bu vâkıa dahi bizlere şuhud derecesinde kat'î isbat etti ki; hâdisat, vücuda gelmeden evvel mukadderdir, mâlumdur, muayyendir. Kader-i İlâhînin mizanıyla geliyor diye, bu rükn-ü îmaniye bize gayet lâtif ve kat'i bir nümune oldu.
    Hem aynı rü'yanın ikinci tabakasında Üstadımız görüyor ki; Risale-i Nur'un heyetine bir ferman geliyor. Birden geldi, o kudsî ferman Kur'an çıktı. Bunun tâbiri, aynı günün aynı tecrübe saatinde, Kur'an'ın Hizb-ül-Ekber'i -ümid edilmediği bir vakitte, malûm Âsiye Hanım'ın hanesinde etrafı tezyin edilen Hizb-ül-Ekber'i- yüz senelik bir güzel kab içinde, o kabın üstünde sırma ile padişahların mühim fermanlarında turra-i şâhâne işlenmiş olduğunu gördük. Üstadımız dedi ki: Ferman geldi diye Kur'an çıktı. Şimdi de, Kur'an'ın Hizb-ül-Ekber'i geldi. Üstünde ferman turrası bulunduğundan, Risale-i Nur'un heyetine beşaretli ve medar-ı feyz ü terakki bir Ferman-ı Rabbanî hükmüne geçeceğini rahmet-i İlâhiyeden isteriz. Bu tâbirden sonra ikinci günü, sizin çok kıymetdar hediyeniz, hakikî tâbirini güneş gibi meydana çıkardı.
    Risale-i Nur talebelerinden ve daimî hizmetçilerinden
    Emin ve Küçük Hüsrev olan Feyzi

    * * *
    sh: » (K: 122)
    (83)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Bütün ruh-u canımla bayramınızı tebrik ederim. Ve bu bayramımı çok mübarekleştiren mübarek mâsumların ve muhterem ümmî ihtiyarların ve üstadlarının bu def'a gönderdikleri kıymetdar risaleleri beş cild olarak güzelce cildlettirdik, tanzim ettik.
    İnşâallah onlardan çok istifade edilecek. O mübarek mâsumların ve muhterem ümmîlerin mâsumane ve hâlisane yazdıkları risaleler, Risale-i Nur'un kerametine yazıları da bir keramet ilâve ettiğini ve en güzel yazılardan ziyade te'sirli olduğunu hissediyoruz.
    Hattâ Feyzi'nin güzelce cildlettiği çocukların tevafuklu mecmuasını getirdiği vakit kuluncum ziyade ağrıyordu. Dedim: "Aman kardeşim! Benim kuluncumu tut, pek ağrıyor." Birden o mecmuayı açtık, baktım; birden öyle bir şifa oldu ki, kuluncumu unuttuk. Sonra tahattur ettik, hayret ettik. Hem o risaleleri yazanların isimlerini, hem yaşlarını, o beş mecmuanın başlarında medar-ı ibret ve onlara dua ettirmek için dercedeceğiz. Onları ve hususan üstadlarını ve peder ve validelerini benim tarafımdan birer birer, hem bu hizmetlerini hem bayramlarını tebrik ediniz.
    Hem Isparta hakkında benim büyük ümidimi fiilen isbat ettikleri için, bana büyük bir teselli verdikleri için, ölünceye kadar minnetdarlığımı onlara ve Mübarekler Hey'etine ve Medrese-i Nuriye ve Nur ve Gül fabrikası sahiblerine tebliğ ediniz.
    Namaz tesbihatının sırrına göre: Nasılki namazdan sonra tesbih ve zikir ve tehlil ile bir hatme-i muazzama-i Muhammediye (A.S.M.) ve zikir ve tesbih eden ve rûy-i zemin kadar geniş bir halka-i tahmidat-ı Ahmediye (A.S.M.) dairesine tasavvuran ve niyeten girmek medar-ı füyûzat olduğu gibi; ben ve biz de, Risale-i Nur'un geniş daire-i dersinde ve halka-i envarında ders alan ve dua eden ve çalışan binler masum lisanların ve mübarek ihtiyarların duâlarına ve âmâl-i salihalarına hissedar olmak ve dualarına âmin demek hükmünde olarak, onlarla tayy-ı mekân ederek, hayalen omuz omuza, diz dize bulunmak
    sh: » (K: 123)
    hayaliyle ve niyetiyle ve tasavvuruyla kendimizi fevkalhad bahtiyar biliyoruz. Hususan âhir ömrümde böyle kıymetdar, mâsum, mânevî evlâdları ve yüzer küçük Abdurrahman'ları bulmak, benim için dünyada bir Cennet hayatı hükmüne geçiyor.
    Geçen Ramazan-ı Şerif'te, hastalığım münasebetiyle, herbir kardeşim benim hesabımla birer saat çalışmalarının pek büyük neticelerini aynelyakîn ve hakkalyakîn gördüğümden; böyle duaları reddedilmez mâsumların ve mübarek ihtiyarların ve bahtiyar üstadlarının, benim hesabıma arasıra lisanen ve kalben duaları ve çalışmaları, kalemleriyle yardımları, benim Risale-i Nur'a hizmetimin uhrevî bir netice-i bâkiyesini dünyada dahi bana gösterdi. اَلْحَمْدُ ِللَّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى
    * * *
    (Çok ehemmiyetlidir)

    (84)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Bugünlerde gayet sâdık ve dikkatli bir kardeşimizin ihtiyatsızlığından küçük bir tokat yemesi münasebetiyle, hem bu dört ay müddetçe, binler adam kadar alâkadar olduğum halde; ahval-i âlemden, siyaset ve harbden kat'iyen bir haber almayıp ve istemeyip ve merak etmez bir tarzda bulunmamdan, Feyzi ve Emin gibi has kardeşlerimin hayretleri ve istifsarları sebebiyle bir hakikattan, çok def'a beyan ettiğim gibi yine bir parça ondan bahsetmek lüzum oldu. Şöyle ki:
    Hakaik-i îmaniye, herşeyden evvel bu zamanda en birinci maksad olmak ve sâir şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur'la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve medar-ı merak ve maksud-u bizzat olmak lâzım iken; şimdiki hâl-i âlem hayat-ı dünyeviyeyi hususan hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhassa hayat-ı siyasiyeyi ve bilhassa medeniyetin sefahet ve dalâletine ceza olarak gelen gadab-ı İlahînin bir cilvesi olan harb-i umumînin tarafgirane, damarları ve âsabları tehyic edip bâtın-ı kalbe kadar, hattâ hakaik-i îmaniyenin elmasları derecesine o zararlı, fâni arzuları yerleştirecek derece-
    sh: » (K: 124)
    sinde bu meş'um asır öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşılamış ve aşılıyor ki; Risale-i Nur dairesi haricinde bulunan ulemalar, belki de velîler; o siyasî ve içtimaî hayatın râbıtaları sebebiyle, hakaik-i îmaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp, o cereyanların hükmüne tâbi olarak hemfikri olan münafıkları sever, kendine muhalif olan ehl-i hakikatı belki ehl-i velâyeti tenkid ve adâvet eder, hattâ hissiyat-ı dîniyeyi o cereyanlara tâbi yaparlar.
    İşte bu asrın bu acib tehlikesine karşı, Risale-i Nur'un hizmet ve meşgalesi, şimdiki siyaseti ve cereyanlarını o derece nazarımdan iskat etmiş ki; bu harb-i umumîyi bu dört ayda merak etmedim, sormadım.
    Hem Risale-i Nur'un has talebeleri, bâki elmaslar hükmünde olan hakaik-i îmaniyenin vazifesi içinde iken, zâlimlerin satranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini onlar ile bulaştırmamak gerektir.
    Cenâb-ı Hak bize nur ve nuranî vazifeyi vermiş; onlara da, zulümlü zulümatlı oyunları vermiş. Onlar bizden istiğna edip yardım etmedikleri ve elimizdeki kudsî nurlara müşteri olmadıkları halde, biz onların karanlıklı oyunlarına vazifemizin zararına bakmağa tenezzül etmek hatâdır. Bize ve merakımıza, dairemiz içindeki ezvak-ı mâneviye ve envar-ı îmaniye kâfi ve vâfidir.
    Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve bayramlarını tebrik ederiz.
    اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
    Kardeşiniz
    Said Nursî

    * * *
    sh: » (K: 125)
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ قَطَرَاتِ الثَّلْجِ
    (85)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Tekrar bayramlarınızı bu havalideki kardeşlerimiz ile beraber tebrik ediyoruz. Sizin beş-altı mektubunuza mukabil beş-altı mektub yazmak hakkınızdır; fakat benim ümmîliğim için kusura bakmazsınız. Bir kısa mektub ile iktifa ediyorum.
    Evvelâ: Hüsrev'in mektubu, Risale-i Nur'a hizmet edemediği için teessüfüne mukabil ona yazınız ki: Hüsrev'in câzibedar yazıları ve nüshaları onun yerinde pek parlak bir surette hizmet ediyorlar; ve Hulûsi'nin Yirmiyedinci Mektub'a giren mektubları dahi onun bedeline çalışıyorlar; vazifesini kısmen görüyorlar. Ve merhume validesine -mahsus- dua edilecek.
    Ve Aydınlı Hasan Âtıf'ın, Hâfız Ali'nin mektubunun Hâşiyesinde yazdığı, misli görülmemiş şu dua: "Yâ Rab! Güldür Said'i, tâ gülmesinden güller açılsın" diye pek garib fıkrası, Risale-i Nur'a onun sadâkat ve ihlâsının acib bir kerametidir ki; otuz günde bir defa gülmeyen o bîçâre Said, bir günde otuz def'a güldüğünün yazılması ve size o mektubun gönderilmesi zamanına tam tamına tevafuk ediyor.
    Marangoz Ahmed'in, cidden beni sürurla ağlattıran ve çok meraklarımı izale eden Risale-i Nur'un mübarek şakirdlerinin kerametkârane, bir gecede oraya gelen mektubları lâzım gelen yerlere göndermek için yazmaları, beni fevkâlâde mesrûr ve müteşekkir eden mektubu, bir kitab kadar ve on mektub yerinde kabûl ettik.
    Merhum ve kıymetdar ve çok vefakâr ve fedakâr ve sekiz sene bana hizmet eden bir kardeşimiz Marangoz Mustafa Çavuş yerine, Cenâb-ı Hak rahmetiyle, kahraman Marangoz Ahmed'i verdi.
    sh: » (K: 126)
    Nur ve Gül fabrikasının sahibi Hâfız Ali'nin mektubları, çok ince ve çok yüksek hissiyatını ve kerametkârâne ihlâsının derecelerini gösterdiğinden, pek uzun bir mukabele ister. Fakat şimdilik bu kadar deriz: O, umumun hesabına bizlerin bayramını tebrik ettiğine, biz de onu tevkil edip, umumumuz namına herbir kardeşimize tebriki tekrar ediyoruz.
    Mübarekler, Tâhir ile beraber; Tâhirî'nin bize o kıymetdar kalemiyle Cennet taamları gibi çok tatlı ve hurî libası gibi çok güzel yazıları, burada herkesi lezzetle mütalâaya sevkediyor. Ve onun masume iki mübarek kızlarının yazdıkları nüshalar burada kadınlar, kızlar âleminde geziyor; görenleri Risale-i Nur'a cezbediyor. Çok çalışkan ve fedakâr Tâhirî'nin kesretli hediyeleri, bizleri çok borç altında bıraktı.
    Risale-i Nur'un postacısı mübarek Abdullah ne halde olduğunu soracaktım. Hâfız Ali'nin mektubunda, sormadan cevabımı aldım. Allah, ikisinden râzı olsun. O mektubun âhirinde, mâzi ve müstakbel ve semavat ehlini dahi mesrur eden mâsumların ve mübarek ümmî ihtiyarların hediye-i mâsumaneleri beyanındaki fıkrası gayet güzel düşmüş.
    Hâfız Ali'nin mektubunda, Tâhiri'nin yazdığı ve göndereceyi sözleri daha alamadık. Nur iskelesinin nâzır-ı bînazîri Sabri, basiret-i basîrin hususî mektubunda yazdığı mübarek bir hemşiremin Cevşen-ül-Kebîr'i ezber etmesi; eskiden beri o hemşire, Risale-i Nur talebeleri içinde bulunduğuna istihkakını gösteriyor. Onun nâmıyla beraber duada namı zikredilen ve Hazret-i Mevlâna Hâlid'in cübbesini tam muhafaza edip bize yetiştiren Âsiye Hanım'ın birden lisanına gelen bir fıkra size gönderilecek.
    O Kozca Hatîbi, Risale-i Nur'la tam alâkadarsa, Sabri benim bedelime ona selâm etsin. Bize gelen mâsum ve ümmîlerin ve üstadlarının risalelerini, yedi cild olarak güzelce tasnif ettik. Mâsumların tevafuklu güzel parçaları bir cild; ve ihtiyarların güzel parçaları içinde kahraman Şükrü'nün Mu'cizat-ı Ahmediye güzel nüshası içinde olarak ikinci cild. Yedi cildin herbirinin başında üçüncü sahifede gelen fıkra, medar-ı ibret olarak yazılmıştır.
    sh: » (K: 127)
    Risale-i Nur'un küçük ve mâsum şakirdlerinin elli-altmış talebesinin ve kırk-elli ümmi mübarek ihtiyarların ve kıymetdar üstadlarının yazdıkları tevafuklu ve şirin nüshaları bize göndermişler. O parçaları yedi cild içinde cem'ettik.
    Bu mübarek ümmî ihtiyarların kırk sene sonra Risale-i Nur hatırı için her işe tercihan yazıya başlamaları ve mâsum çocukların, Risale-i Nur'dan ders aldıkları ve yazdıkları risalelerin bir kısmıdır. Onların bu zamanda, bu ciddî çalışmaları gösteriyor ki, Risale-i Nur'da öyle mânevî zevk ve cazibedar bir nur var ki, mekteblerde çocukları okumağa şevkle sevketmek için ìcad ettikleri her nevi eğlence ve teşviklere galebe edecek bir lezzet, bir sürur, bir şevk Risale-i Nur veriyor ki; çocuklar ve ümmî ihtiyarlar böyle hareket ediyorlar.
    Hem bu hal gösteriyor ki, Risale-i Nur kökleşiyor. İnşâallah onu hiçbir şey koparamayacak; ensal-i âtiyede de devam edip gidecek.
    Aynen bu mâsum küçük şakirdler gibi, Risale-i Nur'un cazibedar dairesine giren bu ümmî ihtiyarların, kısmen çobanların ve yörük ve efelerin bu zamanda, bu acib şerait içinde herşeye tercihan Risale-i Nur'a bu surette çalışmaları gösteriyor ki, bu zamanda Risale-i Nur'a ekmekten ziyade ihtiyaç var ki; çiftçiler, çobanlar, yörük efeler (Hâşiye) hacat-ı zaruriyeden ziyade bir hacat-ı zaruriyeyi, Risale-i Nur'un hakaikını görüyorlar."
    * * *
    Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
    Bu tarafta yol kapandı, posta gelmiyordu. Sizlerden gelecek bir mektub veya bir risaleyi bekliyordum. Şimdi ruhuma bir ihtar ile daha beklemeyerek, burada hüsn-ü tesirini gösteren üç parçayı gönderiyorum. Masumların ve ümmi mübarek ihtiyarların ve kahraman Tahirî'nin nüshaları parlak bir tarzda fütuhat yapıyorlar. Yalnız cüz'î birkaç parçayı tashih ederken
    ---------------------
    (Hâşiye): Bilhassa Risale-i Nur kahramanlarından Şükrü Efe ve bilhassa dağ kumandanı Çoban Veli'nin ve yörük aşiretlerinden Bahadır Süleyman'ın ve emsalinin gayretlerine işarettir.
    sh: » (K: 128)
    zahmet çektim. Fakat o zahmet, bana tatlı geliyordu. Hem ayn-ı rahmet oldu. Beni de o masum ve mübareklerin kafilesine dahil ederek, benim hattıma benzedikleri için, kendim o parçaları yazmış gibi tam sahib oldum. Eğer ben yazsaydım, aynen onlar gibi olurdu.
    * * *
    (87)

  4. #14
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: LAHİKALAR. (Kastamonu Lahikası.)

    ŞEFKAT YÜZÜNDEN, ESASÂT-I İSLÂMİYENİN
    HARİCİNDEKİ BİD'AT VE DALALET YOLLARINA
    SAPANLARI ÇEVİREN BİR HAKİKATTIR
    Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan; elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmeten-lil-Âlemîn Zâtın (A.S.M.) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalâlete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sakam-ı kalbîdir.
    Meselâ: Kâfir ve münafıkların Cehennemde yanmalarını ve azab ve cihad gibi hâdiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve te'vile sapmak, Kur'an'ın ve edyân-ı semâviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzib olduğu gibi, bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir.
    Çünki: Mâsum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârâne şefkat etmek, o bîçare hayvanlara şedid bir gadr ve vahşi bir vicdansızlıktır.
    Ve binler müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i îmanın sû'-i âkibetine ve müdhiş günahlara sevkeden adamlara şefkatkârâne tarafdar olmak ve merhametkârâne cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i îmana dehşetli bir merhametsizlik ve şeni' bir gadirdir.
    Risale-i Nur'da kat'iyetle isbat edilmiş ki; küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azîmdir ve rahmetin ref'ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hattâ deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki; "İstirahatımızın selbine sebeb oldular" diye rivâyet-i sahîha vardır.
    O halde kâfirin azab çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkate lâyık hadsiz mâsumlara acımıyor ve şefkat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir. Yalnız bu var ki, müstehaklara âfât geldiği zaman mâsumlar da yanarlar, onlara acımamak olmuyor. Fakat cânilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkında gizli bir merhamet var.
    Bir zaman, eski Harb-i Umumî'de, düşmanların ehl-i İslâma
    sh: » (K: 70)
    ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyâde olduğundan, tahammülüm hâricinde azab çekerdim.
    Birden kalbime geldi ki, o maktûl mâsumlar şehîd olup velî olurlar; fâni hayatları, bâki bir hayata tebdil ediliyor ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup, bâki bir mal ile mübadele olur. Hattâ o mazlumlar kâfir de olsa, âhirette kendilerine göre o dünyevî âfâttan çektikleri belâlara mukabil rahmet-i İlâhiyenin hazinesinden öyle mükâfatları var ki; eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tezahür-ü rahmet görünüp, "ya Rabbî... Şükür Elhamdülillah." diyeceklerini bildim ve kat'î bir surette kanaat getirdim. Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli te'sir ve elemden kurtuldum.
    (45)
    Te'lifinden otuzdört sene sonra, Münazarat namındaki esere bakdım!
    Gördüm ki; Eski Said'in o zamandaki inkılâbdan ve o muhitten ve te'sirat-ı hariciyeden neş'et eden bir hâlet-i ruhiye ile yazdığı bu gibi eserlerinde hatîat var. O kusurat ve hatîatımdan bütün kuvvetimle istiğfar ediyorum ve o hatiattan nedamet ediyorum. Cenâb-ı Hakk'ın rahmetinden niyazım odur ki, ehl-i îmanın me'yusiyetlerini izale niyetiyle ettiği hatîat, hüsn-ü niyetine bağışlansın, afvedilsin.
    Eski Said'in bu gibi eserlerinde iki esas-ı mühim hükmediyor. O iki esasın hakikatları vardır; fakat ehl-i velâyetin keşfiyatı te'vilâta ve rü'ya-yı sâdıkanın te'vile muhtaç oldukları gibi; o hiss-i kablelvuku'un dahi daha ince tâbirlere lüzumu varken, Eski Said'in o hiss-i kablelvuku' ile hissettiği o iki hakikatın te'vilsiz, tâbirsiz bir surette beyanı, kısmen kusurlu ve kısmen hilaf görünüyor.
    Birinci Esas: Ehl-i îmanın me'yusiyetine karşı, "İstikbalde bir nur var" diye müjde verdiğidir. Bir hiss-i kablelvuku' ile Risale-i Nur'un istikbâlde, dehşetli bir zamanda, çok ehl-i îmanın îmanlarını takviye edip kurtarmasını hissedip; o adese
    sh: » (K: 71)
    ile hürriyet inkılâbındaki siyaset dairelerine bakmış; tâbirsiz, te'vilsiz tatbike çalışmış. Siyaset ve kuvvet ve kemmiyet noktasında zannetmiş. Doğru hissetmiş, fakat tam doğru diyememiş.
    İkinci Esas: Eski Said, bazı dâhi siyasî insanlar ve hârika ediblerin hissettikleri gibi, çok dehşetli bir istibdadı hissedip ona karşı cebhe almışlardı. O hiss-i kablelvuku' tâbir ve te'vile muhtaç iken bilmeyerek resmî, zaif ve ismî bir istibdad görüp ona karşı hücum gösteriyorlardı. Halbuki onlara dehşet veren, bir zaman sonra gelecek olan istibdadların zaif bir gölgesini asıl zannederek öyle davranmışlar, öyle beyan etmişler. Maksad doğru, fakat hedef hatâ.
    İşte Eski Said de, eski zamanda böyle acib bir istibdadı hissetmiş. Bazı âsârında, ona hücum ile beyanatı var. O müdhiş istibdâdât-ı acîbeye karşı meşruta-i meşruayı bir vasıta-i necat görüyordu. Ve hürriyet-i şer'iye, Kur'an'ın ahkâmı dairesindeki meşveretle o müdhiş musibeti def'eder diye düşünüp öylece çalışmış.
    Evet zaman gösterdi ki; hürriyet-perver namını alan bir devletin, o istikbalde gelen istibdadın bir nümunesi olarak, üçyüz müstebid me'murlarıyle, üçyüz milyon Hindistan'ı üçyüz seneden beri üçyüz adam gibi kolay bağlayıp deprenmeyecek derecede istibdad altına alarak, eşedd-i zulmü âzamî bir derecede, yâni birisinin hatâsıyla binler adamı tecziye etmek olan kanun-u müstebidanesine inzibat ve adalet namını vermiş, dünyayı aldatmış, ateşe vermiş.
    Münâzarat nâmındaki eserde, bazı lâtife suretinde bazı kayıdlar, hâşiyecikler bulunur. O eski zaman te'lifinde zarif-üt-tab' talebelerine bir mülâtafe nev'indedir. Çünki onlar, o dağlarda beraberinde idiler. Onlara ders suretinde beyan ediyormuş. Hem bu Münâzarat Risalesi'nin ruhu ve esası hükmünde olan, hâtimesindeki Medreset-üz-Zehrâ hakikatı ise, istikbâlde çıkacak olan Risale-i Nur'a bir beşik, bir zemin ihzar etmek idi ki; bilmediği, ihtiyarsız olarak ona sevkolunuyordu. Bir hiss-i kablelvuku' ile o nuranî hakikatı, bir maddî surette arıyordu.
    sh: » (K: 72)
    Sonra o hakikatın maddî ciheti dahi vücuda gelmeye başladı.
    Sultan Reşad, ondokuzbin altun lirayı Van'da temeli atılan o Medreset-üz-Zehrâ'ya verdi, temel atıldı. Fakat sâbık Harb-i Umumî çıktı, geri kaldı.
    Beş-altı sene sonra Ankara'ya gittim, yine o hakikata çalıştım. İkiyüz meb'ustan yüzaltmışüç meb'usun imzalarıyla, o medresemize yüzellibin banknota iblağ ederek o tahsisat kabûl edildi. Fakat binler teessüf medreseler kapandı, onlar ile uyuşamadım, yine geri kaldı. Fakat Cenâb-ı Erhamürrâhimîn o medresenin mânevî hüviyetini Isparta Vilâyetinde te'sis eyledi, Risale-i Nur'u tecessüm ettirdi. İnşâallah istikbâlde Risale-i Nur şakirdleri, o âlî hakikatın maddî suretini de te'sis etmeye muvaffak olacaklar.
    Eski Said'in İttihad Terakki komitesine şiddet-i muhalefetiyle beraber, onların hükûmetine ve bilhassa orduya karşı tarafgirâne yüksek takdiratı ve iltizamları ise, bir hiss-i kablelvuku' ile yağı içinde bulunan o cemâat-ı askeriyede ve o cem'iyet-i milliyede bir milyona yakın evliya mertebesinde olan şühedayı, altı-yedi sene sonra tezahür edeceğini hissetmiş. İhtiyarsız olarak, meşrebine muhalif onlara dört sene tarafgir bulunmuş. Sâbık Harb-i Umumî çalkamasıyla o mübarek yağı alındı, yağı alınmış bir ayrana döndü. Yeni Said dahi Eski Said'e muhalefet edip mücahedesine döndü.
    * * *
    (46)
    Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
    Size bu defa iki parçayı gönderiyorum:
    Birisi: Evvelce bir kısmını size göndermiştim. Şimdi bir ihtar-ı mânevî ile o parça hem tekmil edildi, hem ehemmiyetli olduğu bildirildi. Eski Said'in siyasetle münasebetdar eski eserlerini görenlere faidesi var; fakat bir parça mahremcedir, lâhika'ya girmeli.
    İkinci parça: Mânevî bir ihtara binâen, Risale-i Nur'un hizmetine bilmeyerek zarar verebilen bazı yeni eserleri alan bir kardeşimizi bir îkaz, bir ihtardır ki; sair Risale-i Nur talebeleri
    sh: » (K: 73)
    vazifelerine halel vermemek için bir tenbihtir. Bu da lâhika'ya girsin.
    Hulûsi-i Sâlis imzasıyla ehemmiyetli ve beni çok mesrur eden ve Küçük Lütfü'nün bir vârisi olan bir zâtın, Risale-i Nur'a kıymetdar hizmeti ve tesahubunu beyan eden bir mektubunu aldım. O zat kimdir? Ben, çok selâm ve dua ile onu tebrik ediyorum.
    Gül ve Nur fabrikaları ve Mübarekler başta olarak, umum kardeşlerime birer birer selâm ediyorum. Bu memleketi tenvir eden ve Cennet kokularıyle rayihalandıran o fabrikaları, Cenâb-ı Hak muvaffak ve dâim eylesin, âmin. Biz burada onların parlak nurlarıyla ve şirin güzel kokularıyle Âlem-i Beka'nın rayihasını istişmam ediyoruz.
    * * *
    (47)
    Risale-i Nur talebelerinin hasları olan sâhib ve vârisleri ve haslarının hasları olan erkân ve esasları olan kardeşlerime bugünlerde vuku' bulan bir hâdise münasebetiyle beyan ediyorum ki: Risalet-in-Nur, hakaik-ı İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor. Başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat'î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risalet-in-Nur'dadır. Evet onbeş sene yerine, onbeş haftada Risalet-in-Nur o yolu kestirir, îman-ı hakikîye îsâl eder.
    Bu fakir kardeşiniz yirmi seneden evvel, kesret-i mütalâa ile bazan bir günde bir cild kitabı anlayarak mütalâa ederken; yirmi seneye yakındır ki, Kur'an ve Kur'an'dan gelen Resail-in-Nur bana kâfi geliyorlardı. Bir tek kitaba muhtaç olmadım, başka kitabları yanımda bulundurmadım. Risalet-in-Nur çok mütenevvi hakaika dair olduğu halde, te'lifi zamanında, yirmi seneden beri ben muhtaç olmadım. Elbette siz, yirmi derece daha ziyade muhtaç olmamak lâzım gelir.
    Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum; siz dahi Risalet-in-Nur'a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda elzemdir.
    sh: » (K: 74)
    Hem şimdilik bazı ulemanın yeni eserlerinde meslek ve meşreb ayrı ve bid'atlara müsaid gittiği için, Risalet-in-Nur zındıkaya karşı hakaik-ı îmaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid'ata karşı da huruf ve hatt-ı Kur'an'ı muhafaza etmek bir vazifesi iken; has talebelerden birisi bilfiil huruf ve hatt-ı Kur'aniyeyi ders verdiği halde, sırrı bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ı Kur'aniyeye ilm-i din perdesinde tesirli bir surette darbe vuran bazı hocaların darbede istimâl ettikleri eserleri almışlar. Haberim olmadan dağda şiddetli bir tarzda o has talebelere karşı bir gerginlik hissettim. Sonra ikaz ettim. Elhamdülillâh ayıldılar. İnşâallah tamamen kurtuldular.
    Ey kardeşlerim! Mesleğimiz, tecavüz değil, tedafüdür, hem tahrib değil tamirdir, hem hâkim değiliz mahkûmuz. Bize tecavüz eden hadsizdirler. Mesleklerinde elbette çok mühim ve bizim de malımız hakikatlar var. O hakikatların intişarına bize ihtiyaçları yoktur. Binler o şeyleri okur, neşreder adamları var. Biz onların yardımlarına koşmamızla, omuzumuzdaki çok ehemmiyetli vazife zedelenir ve muhafazası lâzım olan ve birer taifeye mahsus bir kısım esaslar ve âlî hakikatlar kaybolmasına vesile olur.
    Meselâ: Hâdisat-ı zamaniye bahanesiyle Vehhabîlik ve Melâmîliğin bir nevine zemin ihzar etmek tarzında, yani ruhsat-ı şer'iyeyi perde yapıp eserler yazılmış. Risalet-in-Nur gerçi umuma teşmil suretiyle değil; fakat her halde hakikat-ı İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velâyet ve esas-ı takva ve esas-ı azîmet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniyye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisatın fetvalarıyla onlar terkedilmez.
    * * *
    (48)
    Âhirzamanda Hazret-i İsa (A.S.) nüzulüne ve Deccal'ı öldürmesine ait ehadîs-i sahîhanın manâ-yı hakikîleri anlaşılmadığından, bir kısım zâhiri ülemalar, o rivayet ve hadîslerin zâhirine bakıp şübheye düşmüşler; veya sıhhatini inkâr edip veya hurafevari bir mâna verip âdeta muhal bir sureti bekler bir tarzda, avâm-ı müslimîne zarar verirler.
    sh: » (K: 75)
    Mülhidler ise, bu gibi zâhirce akıldan çok uzak hadîsleri serrişte ederek, hakaik-ı İslâmiyeye tezyifkârâne bakıp taarruz ediyorlar. Risale-i Nur, bu gibi ehâdîs-i müteşâbihenin hakikî te'villerini Kur'an feyziyle göstermiş. Şimdilik nümune olarak bir tek misal beyan ederiz. Şöyle ki:
    Hazret-i İsa (A.S.) Deccal ile mücadelesi zamanında, Hazret-i İsa onu öldüreceği vakitte, on arşın yukarıya atlayıp sonra kılıncı onun dizine yetiştirebilir derecesinde, vücudca o derece Deccal'ın heykeli Hazret-i İsa'dan büyüktür, diye meâlinde rivayet var. Demek Deccal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'dan on, belki yirmi misli yüksek kametli olmak lâzım gelir. Bu rivayetin zâhir ifadesi sırr-ı teklife ve sırr-ı imtihana münafî olduğu gibi, nev'-i beşerde câri olan âdetullaha muvafık düşmüyor.
    Halbuki bu rivayeti, bu hadîsi, hâşâ muhal ve hurafe zanneden zındıkları iskât ve o zâhiri ayn-ı hakikat itikad eden; ve o hadîsin bir kısım hakikatlarını gözleri gördükleri halde daha intizar eden zâhirî hocaları dahi ikaz etmek için, o hadîsin bu zamanda da ayn-ı hakikat ve tam muvafık ve mahz-ı hak müteaddid mânalarından bir mânası çıkmıştır. Şöyle ki:
    İsevîlik dini ve o dinden gelen âdât-ı müstemirresini muhafaza hesabına çalışan bir hükûmet ile, resmî ilânıyla, zulmetli pis menfaati için dinsizliğe ve bolşevizme yardım edip terviç eden diğer bir hükûmet ki, yine pis menfaati için İslâmlarda ve Asya'da dinsizliğin intişarına tarafdar olan fitnekâr ve cebbar hükûmetlerle muharebe eden evvelki hükûmetin şahs-ı mânevîsi temessül etse ve dinsizlik cereyanının bütün tarafdarları da bir şahs-ı manevîsi tecessüm eylese, üç cihetle, bu müteaddid mânaları bulunan hadîsin, bu zaman aynen bir mânasını gösteriyor. Eğer o galib hükûmet netice-i harbi kazansa, bu işarî mâna dahi bir mâna-yı sarîh derecesine çıkar. Eğer tam kazanmasa da, yine muvafık bir mâna-yı işarîdir.
    Birinci Cihet: Din-i İsevî'nin hakikîsini esas tutan İsevî ruhanîlerin cemaati ve onlara karşı dinsizliği tervice başlayan cemaat tecessüm etseler, bir minare yüksekliğinde bir insanın yanında bir çocuk kadar da olamaz.
    İkinci Cihet: Resmî ilânıyla, Allah'a istinad edip dinsizliği
    sh: » (K: 76)
    kaldıracağım, İslâmiyet'i ve İslâmları himaye edeceğim diyen bir hükûmet yüz milyon küsur iken, dörtyüz milyona yakın nüfusa hükmeden bir diğer devlete ve dörtyüz milyon nüfusa yakın ve onun müttefiki olan Çin'e ve Amerika'ya ve onlar ise zahîr ve müttefik oldukları olan bolşeviklere galibane, öldürücü darbe vuran o hükûmetteki muharib cemaatin şahs-ı mânevîsi ile, mücadele ettiği dinsizlerin ve tarafdarlarının şahs-ı manevîleri tecessüm etse, yine minare boyunda bir insana nisbeten küçük bir insanın nisbeti gibi olur. Bir rivâyette, "Deccal dünyayı zabteder" mânası; ekseriyet-i mutlaka ona tarafdar olur demektir. Şimdi de öyle oldu.
    Üçüncü Cihet: Eğer Küre-i Arz'ın dört kıt'aları içinde (Hâşiye) en küçüğü olan Avrupa'nın ve bu kıt'anın da dörtte biri olmayan bir hükûmetin memleketi; ekser Asya, Afrika, Amerika, Avusturalya'ya karşı galibane harbederek Hazret-i İsa'nın vekaletini dâva eden bir devletle beraber dine istinad edip çok müstebidane olan dinsizlik cereyanlarına karşı semavî paraşütlerle muharebe ve mücadele eden o hükûmet ile ötekilerin şahs-ı manevîleri insan suretine girse; ceridelerin eskiden beri yaptıkları gibi, devletlerin kuvvetlerini ve hükûmetlerin derecelerini göstermek nev'inden o mânevî şahıslar dahi rûy-u zemin ceridesinde, bu asır sahifesinde birer insan suretinde tersim ve tasvirleri gibi temessül etseler; aynen ve tam tamına hadîs-i şerifin mu'cizane ihbar-ı gaybî nev'inden beyan ettiği hâdise-i âhirzamanın tam bir mânası çıkıyor.
    Hattâ şahs-ı İsa'nın (A.S.) semavattan nüzulü işaretiyle bir mâna-yı işarîsi olarak, Hazret-i İsa'yı (A.S.) temsil ederek ve namına hareket eden bir taife dahi, şimdiye kadar işitilmemiş ve görülmemiş bir tarzda tayyarelerle, paraşütlerle semadan bir belâ-yı semavî gibi nüzûl ettiriyor; düşmanların arkasına indiriyor. Hazret-i İsa'nın nüzûlünün maddeten bir misâlini gösteriyor.
    Evet, o hadîs-i şerifin ifadesiyle Hazret-i İsa'nın semavî nüzûlü kat'î olmakla beraber; mâna-yı işarîsiyle, bu hakikata da mu'cizane işaret ediyor.
    Küçük Hüsrev olan Feyzi ve Emin'in sûali ve ilhahlarıyle
    ___________________
    (Hâşiye): Avusturalya nazara alınmamış.
    sh: » (K: 77)
    bazı bîçarelerin îmanlarını şübehattan muhafaza niyetiyle bu mes'eleye dair yalnız bir, iki, üç satır yazmak niyet edip başlarken, ihtiyarımız haricinde olarak uzun yazdırıldı; hikmetini de anlamadık, belki bir hikmeti var diye öylece bıraktık, kusura bakmayınız. Bu fıkrada tashihe ve dikkate vakit bulamadık, müşevveş kaldı.
    * * *
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ الْقُرْآنِ
    (49)
    Aziz Kardeşlerim ve Sıddık Arkadaşlarım!
    Var olunuz, bahtiyar olunuz! Sizin pek ciddî sa'y ü gayretiniz hem burada, hem başka yerlerde şevk u gayreti uyandırıyor. Cenâb-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, gittikçe Risale-i Nur'un fütuhatı ziyadeleşiyor. Ehl-i îman yaralarını hissedip, ilaçlarını ondan buluyorlar.
    Hâfız Ali'nin mektubunda yazdığı iki âyetin işâretine dikkat ettik. Bizler dahi Nur fabrikasının sâhibi gibi, çok mesrur ve müferrah olduk. Fakat Risale-i Nur'a bir işâret-i gaybiyle haber veren otuzüç aded âyât شَهِدَ اللَّهُ âyetiyle hitam bulduğundan, bu yeni iki âyetin müstakil bir surette işaretlerine kapı açılmadı. Hem otuzüç âyetten hangisinin tetimmesi olacak şimdilik bilinmedi. Yalnız bu kadar anlaşıldı ki,
    بِاَيْدِى سَفَرَةٍ * كِرَامٍ بَرَرَةٍ fıkrası Risale-i Nur'un nâşir ve kâtiblerine mâna-yı işâri ile bakıyor. Hemيَتْلوُا صُحُفًا مُطَهَّرَةً * فِيهَا كُتُبٌ قَيِّمَةٌ fıkrası dahi, Risale-i Nur'un eczalarına ve suhuflarına ve kitablarına mâna-yı işâriyle bakıyor. Fakat cifir hesabıyla, bin üçyüz altmış (1360) küsurdan sonra bu parlak vaziyeti gösterecekler diye icmalen fehmettik.
    sh: » (K: 78)
    Gül fabrikasının bizlere parlak bir Gül-ü Muhammedî (A.S.M.) bahçesini hediye edecekti. Onu, bütün ruh-u cânımızla bekliyoruz.
    Bu zamanda lillâhilhamd sünnet-i seniye dairesinde kemâl-i îmanı kazanan Risale-i Nur şakirdleri evliyaların, mürşidlerin nazar-ı dikkatini celbedecek vaziyeti aldığından; her zamanda bulunan hakikî mürşidler, her halde bu zamanda Risale-i Nur şakirdlerine müşteri olurlar. Birisini elde etse, yirmi mürid kadar kıymet verirler.
    Hem zevkli ve cazibedar velâyet tereşşuhatı karşısında Risale-i Nur'un hizmetindeki meşakkat, mücahede, külfet bulunduğundan, Feyzi'ye hitaben beyan edilen hakikat o tarafa da faidesi olur diye leffen size gönderildi.
    Umum kardeşlerime birer birer selâm ediyorum.
    Feyzi kardeşim!
    Sen, Isparta Vilâyetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan tam onlar gibi olmalısın. Hapishanede -Allah rahmet eylesin- mühim bir şeyh ve mürşid ve câzibedar bir Nakşî evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risale-i Nur'un elli-altmış şakirdleri içinde celbkârâne sohbet ettiği halde, yalnız bir tek şakirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebakisi, o cazibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nur'un yüksek, kıymetdar hizmet-i îmaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.
    O şakirdlerin gayet keskin kalb basireti şöyle bir hakikatı anlamış ki:
    Risale-i Nur'a hizmet ise, îmanı kurtarıyor; tarikat ve şeyhlik ise, velayet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın îmanını kurtarmak ise, on mü'mini velâyet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevablıdır. Çünki îman, saâdet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü'mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bakiyeyi te'min eder. Velâyet ise, mü'minin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın îmanını kurtarmak, on adamı velî yapmaktan daha sevablı bir hizmettir.
    sh: » (K: 79)
    İşte bu dakik sırrı, senin Isparta'lı kardeşlerin bir kısmının akılları görmese de umumun keskin kalbleri görmüş ki; benim gibi bîçâre, günahkâr bir adamın arkadaşlığını evliyalara, belki de eğer bulunsaydı, müçtehidlere dahi tercih ettiler.
    Bu hakikata binaen, bu şehre bir kutub, bir Gavs-ı A'zam gelse, seni on günde velayet derecesine çıkaracağım dese, sen Risale-i Nur'u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.
    * * *
    بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حَاصِلِ ضَرْبِ حُرُوفِ مَا اَرْسَلْتُمْ لَنَا مِنَ الرَّسَائِلِ فِى عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ هذِهِ الَّيْلَةِ الرَّغَائِبِ وَ لَيْلَةِ المِعْرَاجِ وَلَيْلَةِ الْبَرَاتِ وَلَيْلَةِ الْقَدْرِ وَ اَعْطَا كُمُ اللَّهُ بِعَدَدِهَا ثَوَابًا وَحَسَنَاتٍ آمِينَ
    (50)
    Azîz ve Sıddık Kardeşlerim ve Fedâkâr ve Sâdık Arkadaşlarım!
    Evvelâ: Sizin, bu mübarek şuhur-u selâse ve içindeki kıymetdar leyâli-i mübarekeleri tebrik ediyoruz. Cenâb-ı Hak, herbir geceyi sizin hakkınızda birer Leyle-i Regâib ve Leyle-i Kadir kıymetinde size sevab versin, âmin.
    Sâniyen: Sizin bu def'a nurlu hediyelerinizin her harfine mukabil, Cenâb-ı Erhamürrahimîn defter-i a'mâlinize bin hasene yazsın ve Âsım'ın ruhuna bin rahmet versin, âmin.
    Sâlisen: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın ve Risale-i Nur'un hazinelerinin kerametli ve yaldızlı bir anahtarı olan kalem-i Hüsrevî, elhak Mu'cizat-ı Ahmediye'nin (A.S.M.) gizli güzelliğini her göze gayet parlak ve güzel gösteriyor. Cenâb-ı Hak bu kalemi, bu hizmette muvaffak ve daîm eylesin, âmin.
    Mübarek Heyeti'nin büyük bir kahramanı Büyük Ali'nin
    sh: » (K: 80)
    sisteminde Küçük Ali'nin Mu'cizat-ı Kur'aniye'si, Mu'cizat-ı Ahmediye'nin tam mutabık bir bâki pırlanta tarzında mevki aldı. Erhamürrâhimîn her harfine mukabil yazana on sevab ihsan eylesin, âmin.
    Mehmed Tahirî, Küçük Lütfü'nün hayr-ul-halefi ve Atabey'in kahramanı, bu havaliye nurlu ve güzel hediyeleri çok kıymetdardır. Rahmânirrahîm hazine-i rahmetinden ona ve pederine her hurufuna ve her kelimeye mukabil rahmet etsin, âmin.
    Aydınlı Hasan Ulvi'nin kuvvetli kalemi, inşâallah merhum Âsım'ın noksan bıraktığı vazife-i nuriyeyi tekmil edecek ve o güzel kalemle Âsım'ın ve Lütfü'nün ruhlarını şâdedecek. Onun küçük hediyesi, ilerideki kıymetdar hizmetlerini ihsas ederek büyük bir mevki aldı. Allah ondan razı olsun, âmin.
    Risale-i Nur'un erkân-ı mühimmesinden ve resail içinde suâlleriyle ehemmiyetli bir mevki tutan ve onunla beraber mânen yaşayan kardeşimiz Re'fet Bey'in mektubuyle ve Gül fabrikasının Gül-ü Muhammedî (A.S.M.) bahçesini yetiştiren Hüsrev'in mektubuna ayrı birer mektubla cevab yazmak isterdim; fakat şimdilik vakit müsaade etmedi.
    * * *
    (51)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Sizin mektublarınızdan o kadar mesrûr oldum ki, târif edemem. Hususan Hüsrev'in çok kıymetdar iki mektubunda, Hacı Hâfız'ın köyünde Risale-i Nur'un pek fevkalâde bir surette tevessüü, o iki mektubu nüsha gibi ve bir hüccet-i katıa gibi saklayıp, bu havalideki talebelere bir tâziyâne-i teşvik olarak gösteriliyor.
    Risale-i Nur, Kur'an'ın bir mu'cize-i mânevîsi olduğu gibi; Hüsrev'in kalemi de, Risale-i Nur'un pek kuvvetli bir kerameti olduğunu buraca hergün tasdik ediyoruz. Hüsrev'in mektubuna karşı uzun mektub yazmak istiyorduk, arzumuza muvaffak olamadık.
    Mübarekler kahramanlarından Küçük Ali'nin mektubunda
    sh: » (K: 81)
    bana büyük bir ümid verdi. Merhum Abdurrahman'ın elhak tam bir halefi olan kıymetdar ve mübarek büyük kardeşi olan Mustafa Hulûsi'nin, Hâfız Ahmed isminde mübarek bir mahdumu, peder ve amcaları sisteminde Risale-i Nur'a hizmet etmesi, yeniden Abdurrahman dünyaya gelmesi kadar beni müferrah etti.
    Aras Atabey'de, eskide Lütfü, Zekâi gibi iki kıymetdar şakirdlerin yerlerini boş bırakmayan, Aras kahramanları olan Tahir ve Abdullah Çavuş'un Risale-i Nur'a hizmetleri, Aras hakkında endişelerimi tamamen izâle etti.
    İsmail oğlu Hüseyin'in hastalığı beni müteessir etti. İnşâallah tam bir Lütfü olacak, çok da hizmet edecek. Sizlerin buraya gelen mektublarınız, kısmen tensîkla lâhika'ya dercediliyor. Size bu defa mahrem Sırr-ı اِنَّآاَعْطَيْنَا da istihrac-ı gaybîdeki mücmel hakikata dair birden kalbe ihtar edilen bir fıkra ile Tesettür Risalesi'ne hâşiye gönderiyoruz. Bu şuhur-u selâse, seksen küsur sene bir ömrü kazandırıyor. Elbette sizler gibi mücahidler, onu kazanmağa çalışacaksınız. Cenâb-ı Hak her bir gecesini sizin hakkınızda Leyle-i Mi'rac ve Leyle-i Berât ve Leyle-i Kadir kadar kıymetdar eylesin, âmin.
    (52)
    Azîz Kardeşlerim!
    Mahrem Sırr-ıاِنَّآاَعْطَيْنَا da cifirle istihracım, aynen Münâzarât Risalesi'nde "Bir nur çıkacak ve göreceğiz" diye gaybî müjdeler gibi, ilhamî ve hak bir hakikatı, fikrimle olan tatbikatımda bir kusur vardı. O kusur, beni düşündürüyordu. Münâzarât ve Sünûhat gibi risalelerdeki müjde-i nuriye ise, Risale-i Nur tam halletti. Geniş daire-i siyasiye yerine, yüksek bir daire-i nuriye ile o kusuru izale ettiği gibi,اِنَّآاَعْطَيْنَا sırr-ı mahreminde, oniki onüç sene sonra "İslâmiyet'e darbe vuranların
    sh: » (K: 82)
    başlarında öyle müdhiş bir patlayış olacak ki, kıyamete kadar unutulmayacak" meâlindeki istihrac-ı cifrî çok geniş bir dairede olduğu halde, nur müjdesi sırrının aksine olarak dar bir dairede ve hususî bir hükûmette tatbik etmek suretiyle, fikrim o geniş daireyi ihâta edemeyerek o hakikatın suretini değiştirmiş.
    Halbuki o istihracın gösterdiği aynı tarihte, o rejimin müessisi ve başı dünyadan göçtü, darbesini yedi. Ve aynı senede, perde altında bilinmeyen ve küre-i arzın ekserini ve nev'-i beşerin kısm-ı âzamını istibdadı altına alan bir müdhiş cereyanın düğümü ve düğmesi ve mânen binler başından bir başı ve en müdhişi olan o göçüp giden adam, tokat yediği aynı zamanda, daha sene tamam olmadan, o müdhiş cereyanın bütün başları ve tarafdarları öyle semavî müdhiş tokatlara ve şiddetli fırtınalı musibetlere tutulmaya başladılar; kıyâmete kadar azâbını çekecekler ve çekiyorlar. Ve edyân-ı semaviyeye ve İslâmiyet'e ettikleri cinayetlerin cezasını, çok geniş bir dairede gördüler ve görüyorlar.
    Mimsiz medeniyetin pisliği ile dünyayı mülevves ettikleri için, aynı istihracın gösterdiği tarihte, o mimsiz medeniyetin başına da öyle bir semavî tokat indi ki, en karanlık vahşetten daha aşağı indirdi.
    Elhâsıl: Sırr-ıاِنَّآاَعْطَيْنَاda çok geniş bir daire, dar bir dairede tatbik edilmiş. Nur müjdesi ise; dar ve manevî fakat yüksek bir daireyi, geniş ve maddî bir daire suretinde tasvir edilmişti. Cenâb-ı Hakk'a yüzbin şükür ediyorum ki; bu iki kusurumu, kuvvetli bir ihtar-ı manevî ile ıslah etti.يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ sırrına mazhar eyledi. اَلْحَمْدُلِلَّهِ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ اْلكَائِنَاتِ

    Azîz Kardeşlerim!
    Sakın bu fıkranın vasıtasıyla o sırr-ı mahremi fâş etmeyin ve o risaleyi de araştırmayın. Yalnız bu fıkrayı zararsız görseniz haslara gösterebilirsiniz.
    * * *
    sh: » (K: 83)
    (53)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Bu def'aki mektublarınız gelmeden evvel, bir ihtar ile kendi cevabını kerametkârâne yazdırmış. Demek, mektub sahiblerinin fevkalâde sadakatları keramet derecesine çıkmış.
    Kardeşlerim, mektublarınızda çok yüksek düşünce ve takdirat, binden bir hisse de benim olsa hadsiz şükrederim. Belki Risale-i Nur'un manevî şahsiyeti ve çok kesretli talebeleri içinde bilmediğimiz gayet yüksek bir makam sahibi bir zâtın te'siratı ve kumandası hissediliyor. Benim gibi bin derece uzak bir bîçârede tasavvur ediliyor. Hakkım olmadan bana verilen ziyade ehemmiyetiniz inşâallah size zararı olmaz, fakat Risale-i Nur'un hüsn-ü cereyanına zarar ihtimali var. Siz bir hakikatı hissediyorsunuz ve fevkalâde sadakat ve ihlasınız inşâallah hak görür, fakat surette bazan aldanılır. Biz, hizmetle mükellefiz. Neticeleri ve muvaffakıyet, Cenab-ı Hakk'a aittir.
    * * *
    (54)
    (Ehemmiyetlidir)
    Risale-i Nur talebelerinden bir kısım kardeşlerimin benim
    haddimin çok fevkinde hüsn-ü zanlarını ve ifratlarını tadil
    etmek için ihtar edilen bir muhaveredir.
    Bundan kırk-elli sene evvel, büyük kardeşim Molla Abdullah (R. H.) ile bir muhaveremi hikâye ediyorum:
    O merhum kardeşim, evliya-i azîmeden olan Hazret-i Ziyaeddin (K. S.)nun has müridi idi. Ehl-i tarîkatça, mürşidinin hakkında müfritane muhabbet ve hüsn-ü zan etse de makbul gördükleri için o merhum kardeşim dedi ki: "Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta, kutb-u âzam gibi her şeye ıttılâı var." Beni, onunla rabtetmek için çok hârika makamlarını beyan etti.
    Ben de o kardeşime dedim ki: "Sen mübalâğa ediyorsun. Ben onu görsem, çok mes'elelerde ilzam edebilirim. Hem sen, benim kadar onu hakikî sevmiyorsun; çünki kâinattaki
    sh: » (K: 84)
    ulûmları bilir bir kutb-u âzam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaeddin'i seversin; yâni o ünvan ile bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde açılsa ve hakikat görünse, senin muhabbetin ya zâil olur veyahut dörtte birisine iner.
    Fakat ben o zât-ı mübâreki, senin gibi pek ciddî severim, takdir ederim. Çünki Sünnet-i Seniye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i îmana hâlis ve te'sirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açılsa hakikî makamı görünse, değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak; bil'akis daha ziyade hürmet ve takdir ile bağlanacağım. Demek ben hakikî bir Ziyaeddin'i, sen de hayalî bir Ziyaeddin'i seversin." (Hâşiye)
    Benim o kardeşim insaflı ve müdakkik bir âlim olduğu için, benim nokta-i nazarımı kabul edip takdir etti.
    Ey Risale-i Nur'un kıymetdar talebeleri ve benden daha bahtiyar ve fedakâr kardeşlerim!
    Şahsiyetim itibariyle sizin ziyade hüsn-ü zannınız belki size zarar vermez; fakat sizin gibi hakikatbîn zâtlar vazifeye, hizmete bakıp, o noktada bakmalısınız. Perde açılsa, benim baştan aşağıya kadar kusurat ile âlûde mahiyetim görünse, sizi kardeşliğimden kaçırmamak, pişman etmemek için, şahsiyetime karşı haddimin pek fevkinde tasavvur ettiğiniz makamlara irtibatınızı bağlamayınız.
    Ben size nisbeten, kardeşim; mürşidlik haddim değil. Üstad da değilim, belki ders arkadaşıyım. Ben sizin, kusuratıma karşı şefkatkârâne dua ve himmetlerinize muhtacım. Benden himmet beklemeniz değil, bana himmet etmenize istihkakım var.
    Cenâb-ı Hakk'ın ihsan ve keremiyle sizlerle gayet kudsî ve gayet ehemmiyetli ve gayet kıymetdar ve her ehl-i îmana menfaatli bir hizmette, taksîm-ül mesaî kaidesiyle iştirak etmişiz. Tesanüdümüzden hâsıl olan bir şahs-ı mânevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir.
    _________________
    (Hâşiye): Çünki sen muhabbetini ona pek pahalı satıyorsun. Verdiğin fiatın yüz def'a ziyade bir mukabil düşünüyorsun. Halbuki onun hakikî makamının fiatına, en büyük muhabbet de ucuzdur.
    sh: » (K: 85)
    Hem mâdem bu zamanda her şey'in fevkınde hizmet-i îmaniye en ehemmiyetli bir vazifedir; hem kemmiyet ise keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır; hem muvakkat ve mütehavvil siyaset âlemleri ebedî, daimî, sabit hidemat-ı îmaniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medar da olamaz.
    Risale-i Nur'un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.
    اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
    Kardeşiniz
    Said Nursî

    * * *
    (55)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Risale-i Nur'un kahramanı olan Hüsrev'in bu def'aki iki hediye-i kudsiyesi ve kerametkârâne o iki semavî hediyenin manevî i'cazlarını gözlere de gösterir bir tarzda bu şuhur-u selâsede bizlere ve bu muhite hediye etmesi, Risale-i Nur nokta-i nazarında mu'cizane bir hizmettir. İnşâallah o Gül fabrikasının kalemi, buraları da gülistana çevirecek. Cenâb-ı Hak o kalem sahibine, yazdığı her harf-i Kur'an'a mukabil Leyle-i Kadir'deki gibi otuzbin sevab ve rahmet ve hasene versin; âmin, âmin âmin.
    Elhak, Tâhiri'nin de Lemeat hediyesini pek çok kıymetdar gördük. İnşâallah bu havalide ona çok sevap kazandıracak, tam bir Lütfi'dir. Allah muvaffak eylesin.
    Azîz kardeşlerim! Sadakatınızdan tereşşuh eden ve haddimin pek çok fevkinde hüsn-ü zannınıza karşı bundan evvel verdiğim cevabın bir tetimmesi olarak, bu gelecek fıkrayı iki gün evvel yazmıştık. Sizin fevkalâde sadâkat ve ulüvv-ü himmetinizden tereşşuh eden bir hafta evvelki mektubunuza karşı hüsn-ü zannınızı bir derece cerheden benim cevabımın hikmeti şudur ki:
    sh: » (K: 86)
    Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşey'i kendi hesabına aldığı için, faraza hakikî beklenilen ve bir asır sonra gelecek (Hâşiye) zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.
    Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri şeriat, biri îmandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en azamı, îman mes'elesidir.
    Fakat şimdiki umumun nazarında ve hâl-i âlem ilcaatında en mühim mes'ele, hayat ve şeriat göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç mes'eleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev'-i beşerdeki cârî olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, her halde en âzam mes'eleyi esas yapıp, öteki mes'eleleri esas yapmayacak. Tâ ki îman hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın ve avâmın çabuk iğfal olunabilen akıllarında, o hizmet başka maksadlara âlet olmadığı tahakkuk etsin.
    Hem yirmi seneden beri tahribkârâne eşedd-i zulüm altında o derece ahlâk bozulmuş ve metanet ve sadâkat kaybolmuş ki, ondan belki de yirmiden birisine îtimad edilmez. Bu acîb hâlâta karşı, çok fevkalâde sebat ve metanet ve sadâkat ve hamiyet-i İslâmiye lâzımdır; yoksa akîm kalır ve zarar verir.
    Demek en hâlis ve en selâmetli ve en mühim ve en muvaffakıyetli hizmet, Risale-i Nur şakirdlerinin daireleri içindeki kudsî hizmettir. Her ne ise... Bu mes'ele şimdilik bu kadar yeter.
    Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve bu eyyam-ı mübarekede dua ederiz; ve makbul dualarını, gelecek eyyam ve leyâli-i mübarekede istiyoruz.
    * * *
    ___________________
    (Hâşiye): Bu cümle Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken, kendileri kontrol ve tashihden geçirdikleri 1958 tarihinde Ankara'da basılan (Tarihçe-i Hayat Meslek ve Meşrebi) adlı kitabının (215) ci sahifesinde mevcuddur. (Nâşir)
    sh: » (K: 87)
    (56)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Evvelâ: Sizin Leyle-i Berâtınızı ve gelecek Ramazanınızı tebrik eder ve bu gelecek Leyle-i Kadr'i hakkınızda ve hakkımızda bin aydan daha hayırlı olmasını ve defter-i a'mâlimize böyle geçmesini Cenâb-ı Hak'tan niyaz ediyoruz ve böylece, bayrama kadarاَللَّهُمَّ اجْعَلْ لَيْلَةَ قَدْرِنَا فِى هذَا الرَّمَضَانَ خَيْراً مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ لَنَا وَ لِطَلَبَةِ الرَّسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ duasını etmeye niyet ettik.
    Hem sizin iki mu'cizeli Kur'an'ı bizlere bu mübarek aylarda göndermeniz, inşâallah o derece medar-ı bereket ve sevab ve hasenat ve fütuhat olacak ki; hakkımızda bu Ramazan'ın herbir günü bir Leyle-i Kadir hükmüne geçeceğini rahmet-i İlâhiyeden ümid ederiz.
    Şimdiden biz tedbir ettik ki: İki Kur'an'ı, Risale-i Nur'un buradaki has talebeleri Ramazan-ı Şerif'te, herbiri her günde bir cüz'ünü sizin ile beraber okumak ile, Ramazan'ın her gününde bir hatme-i Kur'aniye olarak, manevî ve çok geniş bir mecliste, Isparta ve Kastamonu'yu ihata ederek bir dairede halka tutan Risale-i Nur talebelerinin ve o dairenin merkezinde sizler bulunmak cihetiyle Risale-i Nur şakirdlerinin etrafınızda olarak; Nakşî'de hatme-i hâcegân tarzında, fakat çok büyük bir mikyasta Risale-i Nur'un bütün şakirdleri mânen hazır ve o dairede bulunuyor niyetiyle, tasavvuru ile okunmak, o kudsî hatmeyi yapmak, Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden tevfik niyaz ederiz.
    Sâniyen: Hacı Hâfız'ın Sav Köyü'nün kahraman talebelerinin fevkalâde hizmetleri, oralarda sebeb-i teşvik ve medar-ı gayret ve nümune-i imtisal olduğu gibi, bu havalide dahi onların o hârikulâde sa'y ve gayretleri, fevkalâde hüsn-ü misal ve nümune-i gayret olarak ehemmiyetli bir intibah ve iştiyâka sebebiyet vermiş. Kahraman Hüsrev'in onlara dair mektubları,
    sh: » (K: 88)
    mübarek nushalar gibi, tenbellik, lâkaydlık hastalıklarına mübtelâ olanlara şifa olur, ellerde gezer.
    Sâlisen: Sizin buraya gelen bu kıymetdar mektublarınızı Lâhika'ya yazmışız, fakat bazı kelimeleri tayyettik. Müfritane hüsn-ü zandan gelen cümleleri tâdil ettik, gücenmeyiniz.
    Râbian: İslâmköyü, Kuleönü ortasında olan ve Sıddık Sabri ve Lütfi gibi talebeleri yetiştiren Atabey Karyesi, çok def'a hâtırıma geliyordu. "Acaba bu köy neden geri kaldı, söndü?" diye düşünüp müteessir oluyordum. Fakat Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki; Tahir ve Abdullah Çavuş o endişemi tamamıyla izale ettiler, büyük bir teselli bana verdiler. Hattâ bu def'a Tâhir'in bize hediye ettiği Lem'alar ve Yedinci Şua'yı bir cild içinde cild ettikten sonra mütalâa ettim.
    O Tahir'de, bir Hüsrev, bir Lütfi, bir Âsım gördüm. Cenab-ı Hak ondan ve sizlerden ebediyen râzı olsun. Onun o nüshası, burada çok iş görecek inşâallah.
    Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ederiz. Ve bu mübarek eyyamda ve leyâlide dualarını isteriz.
    Kur'an-ı Azîmüşşân ve Mu'ciz-ül Beyan'ın Hizb-ül Ekber-ül-Âzam namında, Resail-in Nuriye'nin menba'ları ve esasları olan beşyüzden fazla âyetleri yazdık. Bu Ramazan'da size göndermeye muvaffak olamadık. İnşâallah bir vakit size gönderilecek.
    * * *

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
    (57)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Gavs-ı A'zam'ın فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ te'minkârâne fıkrası, şimdiye kadar Risale-i Nur'un şakirdleri hakkında ta-
    sh: » (K: 89)
    mamen mutabık çıktı. İnşâallah Hüsrev, Rüştü, Re'fet gibi kardeşlerimizin, bilhassa Hüsrev gibi çok metîn bir rüknün müfarakatı sureten elîm ve zararlı göründüğü halde, gayet hayırlı bir suret almasını rahmet-i İlâhiyyeden ümidvârız.
    Hattâ hapsimiz musibeti, gerçi zâhirî bir azab idi, fakat hakikat noktasında hizmetimiz hakkında büyük bir inâyet ve rahmete çevrildi. Lillâhilhamd sizlerin gayretinizle o havalide çok Hüsrev'ler var, meydana çıkmağa başlamışlar. Belki çok zamandan beri mütemadiyen çalışmaktan Hüsrev'e bir istirahat verildi ve kıymetdar kalemi yerinde mübarek lisanı ve hâlisane ahvali yine kudsî hizmetini idame etmesini inâyet-i İlâhiyyeden ümidvârız. Nasılki Feyzi ve Salâhaddin'in askerliği de öyle mübarek oldu.
    Kardeşlerim! Bu hâdise münasebetiyle Risale-i Nur'un tam mutabık çıkan bir ihbar-ı gaybîsini beyan ediyorum:
    Hüsrev ve Hulûsi ve Rüştü ve Re'fet gibi Risale-i Nur'un çok şakirdleri, meslek-i askeriye ve bu ikinci Harb-i Umumiye'ye münasebetdar bir surette girmelerini ve İkinci bir Harb-i Umumî olacağını ve iştirâkimizi altı-yedi sene evvel haber vermiş. Çünki Yirmisekizinci Lem'a olan İkinci Keramet-i Aleviye'nin İkinci Emare'de فَيَا حَامِلَ اْلاِسْمِ bahsinde فَقَاتِلْ وَلاَ تَخْشَ beraber olsa, bin dokuzyüz kırk küsur oluyor. Allahu a'lem, o tarihte bir harb-i umumîye iştirâkimizi işaret ediyor diye haber vermiş. İşte şimdi aynı tarihtir ki, Risale-i Nur'un erkân-ı mühimmesi iştirâk ediyor.
    Kardeşlerimize birer birer selâm ederiz. Hilmi, Feyzi, Nazif ve Emin sizlere selâm ve arz-ı hürmet ederler.
    اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
    Kardeşiniz
    SAİD NURSÎ

    * * *
    sh: » (K: 90)
    بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حَاصِلِ ضَرْبِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ لَىْلَةِ الْقَدْرِ فِى حُرُوفِ الْقُرْاَنِ
    (58)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Evvelâ: Bütün ruh u canımla mübarek Ramazanınızı tebrik ederim. Ve o mübarek şehirde ettiğiniz duaların, Cenâb-ı Hak yanında makbul olmasını Erhamürrâhimîn'den niyâz ederim.
    Sâniyen: Bu seneki Ramazan-ı Şerif hem Âlem-i İslâm için, hem Risale-i Nur şakirdleri için gayet ehemmiyetli ve pek çok kıymetlidir.
    Risale-i Nur şakirdlerinin iştirak-i a'mâl-i uhreviye düstur-u esasiyeleri sırrınca, herbirisinin kazandığı mikdar, her bir kardeşlerine aynı mikdar defter-i a'maline geçmesi o düsturun ve merhamet-i İlâhiyenin muktezası olmak haysiyetiyle, Risale-i Nur dairesine sıdk ve ihlâs ile girenlerin kazançları pek azîm ve küllîdir. Herbiri, binler hisse alır. İnşâallah emval-i dünyeviyenin iştirâki gibi inkısam ve tecezzi etmeden herbirisine aynı, amel defterine geçmesi; bir adamın getirdiği bir lamba, binler âyinelerin herbirisine aynı lâmba inkısam etmeden girmesi gibidir.
    Demek, Risale-i Nur'un sâdık şakirdlerinden birisi, Leyle-i Kadr'in hakikatını ve Ramazan'ın yüksek mertebesini kazansa, umum hakikî sâdık şakirdler sahib ve hissedar olmak, vüs'at-i rahmet-i İlahiyeden çok kuvvetli ümidvârız.
    Sâlisen: Fedâkar ve sebatkâr kardeşimiz Halil İbrahim'in haddimden binderece ziyâde hüsn-ü zannı ile istîmal ettiği tabirat, mektubunda gösterdiğisamimiyet; şiddet-i merbûtiyeti ve sarsılmaz alâkasını gösteriyor. OnunÜstadına karşı tâbiratını Risale-i Nur hakkında muvâfıkbulduğumuzdan «Üstad» kelimesini kaldırdık, onun yerine «Risale-i Nur'u»bıraktık. Risale-i Nur'u onun merhabalarına muhatab ettik. ضylece Lâhikafıkraları içine girdi. Benim tarafından ona yazınız ki:

    * * *
    sh: » (K: 91)
    Şimdiye kadar, onu Risale-i Nur'un erkân-ı mühimmesindendir diye erkanlariçinde her vakit benim kazancımda ismiyle hissedardır. Onunla teşrik-i mesâi edenİnce Mehmed gibi ve hapiste kitâbetiyle Risale-i Nurun tesvidinde çok hizmet edenŞefik Bey gibi kardeşlerime selâm ederim. Halil İbrahim'in Hüsrev hakkındakinurlu fıkrası beni mesrur etti.
    Râbîan: Hulusi Beyin gayet samimî ve dikkatli ve nükteli olan Sabri'yeyazdığı mektub; Hulûsinin daima ihlâsı ve sadâkat ve terakkisini gösteriyor.Benim tarafımdan da ona yazınız ki, şakirtlerin erkânında birinciliği daimamuhafaza ediyor. O benden hiç ayrılmamış gibi bir vaziyettedir.
    Hâmisen: Mübareklerin köyünden ve cemaatinden ve merhum Lütfü'nünhaleflerinden ve askere giden Küçük Hüseyin bana bir iki mektub yazdı, bencevabını yazmıştım, şimdi ise mektubun cevabını alamadım diyeyazıyor. ضyleyse o mübarekler benim tarafımdan ona cevab yazsınlar, daimâkalemi işlediği gibi, yine askerliği müddetince öylece hissedardır. Mektubyazmadığıma gücenmesin. Hem terhisten sonra benim yanıma gelmek arzu edipyazıyor, gelmek münâsib değil. Mübareklerin ve başta birinci Abdurrahman,Büyük Mustafa ve Hâfız Mustafa ve kahraman Küçük Ali olarak cemaatlerimeselam ederim.
    İslâm Köyü ile Atabey başta kahramanı Ali Hâfız ve Lütfü varisleri vehalefleri Sav Köyünün başta Hacı Hâfız Efendi ve kahramanları olarak pekçok selâm ederim ve o havalilerde bulunan bütün kardeşlerimize ve Isparta'da vebilhassa Barla ve Bedrede, Eğirdirde bulunan kardeşlerimize birer birer selam ederim vedua ve Ramazanlarını tebrik ederim, duâlarını da isterim. Buradaki kardeşlerinizde sizlere selam ve Ramazanınızı tebrik ediyorlar.
    اَلْبَا قِىهُوَالْبَاقِى
    Duanızaçok muhtaç kardeşiniz
    SaidNursî
    ***

    sh: » (K: 92)
    (59)
    Azîz, Sıddık, Mübarek, Kahraman Kardeşlerim.
    Evvelâ: Bu mübarek Ramazan'da iştirâk-i a'mal düstur-u esasiyle, her bir has kardeşimizin kırkbin dili bulunan bir melâike hükmünde, kırkbin diller ile, yani kardeşlerin adedince mânevî dilleri ile ettikleri ve edecekleri dualar, rahmet-i İlâhiye nezdinde makbûl olmasını o lisanlar adedince, Cenâb-ı Erhamürrâhimîn'den niyaz ediyoruz. Bu mahiyetteki Ramazanınızı tebrik ediyoruz.
    Sâniyen: Bu def'aki müteaddid te'sirli ve sürurlu ve müjdeli mektublarınıza karşı, bir kitab kadar cevab vermek lâyık iken, vaktin müsaadesizliği ile kısa cevabımdan gücenmeyiniz. En başta, kahramanlar yatağı olan Sav Köyü'nün ehemmiyetli bir talebesi olan Ahmed'in mektubunda öyle büyük bir mes'ele gördüm ki, beni sürur yaşlariyle ağlattırdı.
    Cenâb-ı Hakk'a yüzbinler şükür olsun, Risale-i Nur'un tamam kıymetini, o köyün mübarek valideleri ve hanımları tamam anlamışlar. O mübarek hanımların ve kıymetdar ve hâlis âhiret hemşirelerimin, Risale-i Nur'un intişarına gösterdikleri fedakârlık, beni ve bizi kemâl-i sürurdan ağlattırdı.
    Zâten Risale-i Nur'un mesleğindeki en mühim bir esası, şefkat olduğundan ve şefkat madenleri de hanımlar olduğundan, çoktan beri beklerdim ki, kadınlar âleminde Risale-i Nur'un mahiyeti anlaşılsın.
    Elhamdülillâh, bu havalide de, bu yakında erkeklerden ziyade bir iştiyâk ve faaliyetle buradaki hanımlar tam çalışıyorlar; Sav'lı mübareklerin hemşireleri olduklarını gösteriyorlar. Bu iki tezahür bu zamanda bir fâl-i hayırdır ki; o şefkat madenlerinde Risale-i Nur parlayacak, fütuhat yapacak.
    Hem Sav Köyü'nün bahadır çobanları, torbalarında Risale-i Nur'u yazmak için taşımaları, aynı oradaki hanımların fedakârlıkları gibi bu havalide gayet te'sirli bir medar-ı teşvik olacak. O hanımların ve o çobanların hususî isimlerini bilmek arzu ediyoruz. Tâ hususî isimleri ile has talebeler içine girsinler.
    Kâtib Osman'ın hakikatlı rü'yası elhak büyük bir hakikata
    sh: » (K: 93)
    işaret veriyor; çok mübarek ve müjdelidir. Rüşdü'nün rü'yasında,Peygamberimizin (A.S.M.) emriyle Hazret-i Sıddık (R.A.) minberde Yirmidokuzuncu Sözü hutbesinde göstermesi gibi; o gökten inen Hurîye de, lâhikayı, hutbeokuması Risale-i Nur'un makbûliyetine güzel bir işarettir.
    Büyük Hâfız Ali'nin mektubu bizi çok mesrur ettiği gibi tevafukata dairkeşfettiği hakikat icmâlen haktır. Küllî olmasa da ekserisince gördüğümânâ görünür. Ben de ayrı bir mânâ Hâfız Ali gibi hissediyordum.Bugünlerde bana kanaat geldi ki; fıtrî kendi kendine gelen tevafukat-ı Nûriye,müellifin tabirâtındaki noksanları tekmil ve kusurlarını tashih ediyor gibigördüm. Yüz yerde fıtrî tevâfukun tam tamına gelmesi ve bir kelimeye ihtiyaçgösteriyor, bakıyorum ki, o kelime te'lif vaktinde noksan bırakmıştım. Eğerşimdi yazsa idim o kelimeyi yazmak lazım geliyordu. Bu vak'â pek çok tekrar etti.Yüzer def'a gördüm. Demek bir vazîfesi de bana îbârenin tam ifâdesinibildiriyor.
    Aydınlı Hasan'ın pek güzel kalemiyle cem'iyetli mektubu beni fevkalâde mesrureyledi. Cenâb-ı Hak öyle kalemleri Risale-i Nur hizmetinde devam ettirsin. Yine SavKöyünün diğer kardeşimiz Ahmedin, Risale-i Nur'un küçük masum talebelerininhakkında haber verdiği hâdise o kadar medâr-ı sürûr ve şükrandır ki, tarifedilmez. O çok mübarek köyün başta Hacı Hâfız Mehmedi, Ahmedleri,Mehmedleri gibi pek çok Risale-i Nur'a sahib ve nâşir veren o köy bizim için taşve toprağıyla mübarektir.
    Sorduğunuz mes'ele : Ulemâ-i Şeriat cevab vermiştir. Hayvanat birer istihalemakinası olduğundan yedikleri pis şeyi temizlettirir Yalnız pis şeyin kokusu gelsemekruhtur demişler.
    Bize evvelce Tâhir kalemiyle gönderilen Lem'alar aynen Hüsrev'in tarzında gayetgüzel ve şirin yazılmış. Burada çok istifâde ediliyor. Acâba o Tâhir AtabeyliTâhir midir, yoksa Savlı Tâhir midir?

    * * *
    sh: » (K: 94)
    (60)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Lâtif ve mânidar ve beşaretli iki hâdiseyi beyân ediyorum:
    Birincisi: Me'yusâne bir hâtıradan müjdeli bir ihtar:
    Bugünlerde hâtırıma geldi ki:
    Hayat-ı içtimaiyeye giren hangi şey'e temas etse, ekseriyetle günahlara marûz kalıyor. Her cihette günahlar serbestçe insanı sarıyorlar. Bu kadar günahlara karşı insanın hususî ibadeti, takvası nasıl mukabele edebilir? diye me'yusâne düşündüm.
    Hayat-ı içtimaiyedeki Risale-i Nur talebelerinin vaziyetlerini tahattur ettim. Risale-i Nur şakirdleri hakkında necatlarına ve ehl-i saâdet olduklarına dair kuvvetli işaret-i Kur'aniyeyi ve beşaret-i Aleviyeyi ve Gavsiyeyi düşündüm.
    Kalben dedim ki: "Herbiri bin yerden gelen günahlara karşı bir dil ile nasıl mukabele eder, galebe eder, necat bulur?" diye mütehayyir kaldım. Bu tahayyürüme mukabil ihtar edildi ki:
    Risale-i Nur'un hakikî ve sâdık şakirdlerinin mabeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirâk-i a'mâl-i uhreviye kanunuyla ve samimî ve hâlis tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakikî şakird bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar eder.
    Risale-i Nur dairesinde sadâkat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebâir derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada, ihlâsta, sadakatta çalışmak gerektir.Bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder.
    Bazı melâikenin kırkbin dil ile zikrettikleri gibi; hâlis, hakikî, müttaki bir şakird dahi, kırkbin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata müstehak ve inşâallah ehl-i saâdet olur.
    İkincisi: Eski zamanda, ondört yaşında iken icâzet almanın alâmeti olan üstad tarafından sarık sardırmak, bir cübbe bana giydirmek vaziyetine mâniler bulundu. Yaşımın küçüklüğüyle, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisveyi giymek yakışmadığı...
    Sâniyen: O zamanda büyük âlimler, bana karşı üstadlık va-
    sh: » (K: 95)
    ziyeti değil, ya rakib veyahut teslimiyet derecesine girdikleri için, bana cübbe giydirecek ve üstadlık vaziyetini alacak kendilerine güvenenler bulunmadı. Ve evliya-yı azîmeden dört-beş zâtın vefat etmeleri cihetinde, elli altı senedir icazetin zâhir alâmeti olan cübbeyi giymek ve bir üstadın elini öpmek, üstadlığını kabul etmek hakkımı bugünlerde, yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlânâ Zülcenâheyn Hâlid Ziyâeddin (R.A.) kendi cübbesini, o cübbeye sarılan bir sarık ile pek garib bir tarzda bana giydirmek için gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaat geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi giyiyorum. Cenâb-ı Hakk'a yüzbinler şükrediyorum (Hâşiye).
    * * *
    (61)

  5. #15
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: LAHİKALAR. (Kastamonu Lahikası.)

    Aziz kardeşlerim!
    Âhirzamana işaret eden hadîsin âhirinde مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ âyetine dair iki dakika içinde ve hadîsin işaretini tashih ânında âni olarak mücmelen hatıra gelen işaret-i gaybiyenin gayet acelelik ile tevafuk-u cifrîsinde, zararsız bir küçük sehiv vuku' bulmuş idi. O vakitten beri daha ona dikkat etmemiştim.
    Bu def'a, cidden ve hakikaten mübarekler hey'etinin cem' ve te'lif ettikleri Lâhika Risalesi'nin o âyete dâir fıkranın kitâbetinde bir kasdî sehiv gördüm. O ihtardârâne kasdî sehiv, benim kusurkârâne sehvimi bildirdi. O çok müdakkik ve çok mübarekler hey'etine beni çok minnetdar ve mesrur eyledi.
    Sh: » (K: 56)
    Şöyle ki:كَلِمَةً طَيِّبَةً makamı, bin iki (1002) diye sehven yazılmıştı.( ط ) sayılmamış; doğrusu, bin onbirdir (1011). Risalet-ün Nur'un makamına onüç farkla tevafuk etmekle beraber, izafeden tavsife geçse ( رِسَالَةٌ نُورِيَّةٌ ) olur. ( طَيِّبَةً ) deki tenvin, bir derece vakfolduğundan sayılmazsa, tam tamına bir tek fark ile; şedde sayılmazsa, farksız olarak tevafuk eder.
    Hem mana cihetiyle iki âyet, iki cereyana işaretleri ve münasebetleri ve tetabukları çok kuvvetli bulunduğundan, nâkıs bir tevafuk ve zaîf bir emare dahi kâfidir.
    Hem, böyle makamlarda, böyle büyük yekûnlerde bu gibi küçük farklar zarar vermez. Ben tahmin ederim bu sehiv, beşinci âyetin işaretindeki sehiv gibi ehemmiyetli bir kısım işârât-ı gaybiyenin anahtarı olacak; ve bu muazzam âyet, otuzüçüncü âyet olmasına bir işaret idi. İnşâallah, istikbalde bir kardeşimiz o hazineyi açacak.
    * * *
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

    (36)
    Âli Cenab Kardeşlerim!
    Bu kusurlu kardeşinizin kusurlarını, sehivlerini görmek istemiyorsunuz, görsenizde kerimâne, âlicenâbâne setrediyorsunuz. Fakat sizin gibi hâlis ve sıddıkkardeşlerime karşı kusurlarımı itiraf etmek ve söylemekle mesrur oluyorum,mahcub olmuyorum.
    İşte binler kusurlarımdan bir kusurum da budur ki; İşârât-ül-İ'caz'ıntevafukatına dair birinci defa Şamlı Tevfik'le beraber baktığımız vakitte,Mucizat-ı Ahmediye bahsi sahifesi açıldı diye satırbaşında elifler ondörttür,birbiriyle muvafık nihaye

    Sh:»(K:57)
    tindeki ( تا ) lar dahi sevincimin verdiği acele ile tam dikkat etmemiştik üç ( تا ) yıgörmemiştik, ona da muvafık demiştim. O vakitten beri bakmamıştım. Benim busehiv ve kusurumu fihristede tashih edersiniz. Fakat bu sehiv altında İşârât-ül-İ'caz'ın hurufatının vaziyetinde gayet ince ve derin bir intizam ucunu gördük, belkio kusûra keffaret olur. Şöyle ki; aynı iki sahifede yetmişaltının sahifesininbaşında beş harfi (ن ) dan ( و ) dan başka beş harfi (bir) de ittifak ediyorlar. O sahifeninsatırlarının âhirinde (تا ) dan başka, yine beşi (bir) den ittifak edip, ikisi ikidetevafuk ediyor. Karşıki sahifenin satır başında ( ا ) ( و ) dan başka on harf var,altısı (bir) de tevafuk, dördü de (iki) de tevafuk ediyor. Satırların nihayetlerindealtı tane ( تا ) dan başka iki tane (bir) iki tane (iki) de beraber, iki (iki), üç (dört), o ikisahifede (tâ) altı, (Sâkin elif) altı, ( ن ) altı, ( و ) beş, sakîn elif (beş), elif(Ondört).
    İşte bir iki dakikada bu iki sahifedeki sehiv ve kusurumun altında, kusurumu tamiredecek mecmu-u kitabta başka bir tarzda bir derin intizamın bu ucunu gördüm.Şimdi yanımdaki Küçük Hüsrev, Hilmi, Şamlı'nın halefi Hâfız Tevfik,bunlar da bu ucu görüp derin bir hakikatın emaresidir deyip, size yazdılar. Ben de bukardeşlerimle ve Emin ve beraber, hem selam ve hem dualarınızı istiyoruz.
    Kalemi harika, hem kerâmetli Hüsrev'in bu def'a ona havale ettiğimiz Mûcizat-ıAhmediyye zeyilleriyle beraber bizce o kadar ehemmiyeti var ki, târif edilmez. Nur ve Gülfabrikalarının bu havâlide tâ uzaklara kadar tüm fütuhat..

    Bugünlerde Tefsir'in ve Onuncu Söz'ün tevafukatına baktım. Kendi kendime dedim ki: Bu ziyade tafsilât israftır, ehemmiyetli mes'eleler çoktur, vakit zayi olmasın. Birden ihtar edildi ki: O tevafuk altında çok ehemmiyetli bir mes'ele vardır. Hem madem tevafukta bir inâyet-i hâssa ve iltifat-ı Rahmanî, Risale-i Nur'a karşı tezahür etmiş. O iltifata karşı hiss-i şükran
    Sh: » (K: 58)
    ve memnuniyet ve müteşekkirâne sevinç, ne kadar ifratkârane de olsa israf olamaz. Bu ihtar mücmelini iki cihetle izah edeceğim:
    Birincisi: Her şeyde -ne kadar cüz'î de olsa- bir kasd ve iradenin cilvesi bulunmasıdır; tesadüf, hakikî olarak olmamasıdır. Evet kesretin en küçük dağınık ve en ziyade tesadüfe verilen, kelimattaki hurufatın vaziyetleridir. Hususan kitabette, mâdem hiç münasebeti olmıyan ve ihtiyar-ı beşerî karışmıyan hurufatın vaziyetlerinde bir tenasüb, bir nizam bulunuyor; elbette bir irade-i gaybî tahtında vaziyetler veriliyor.
    Hiçbirşey dâire-i ilim ve kudretinden hariç olmadığı gibi, dâire-i irade ve meşietinden dahi hariç değildir ki; böyle cüz'î ve dağınık şeylerde dahi bir tenasüb gözetiliyor ve tanzim ediliyor. Ve o tanzim içinde ve irade-i âmme cilvesinde, bir inâyet-i hassa suretinde, Risale-i Nur'a bir imtiyaz nev'inde, hususî bir teveccüh ve iltifat görülmüş. Ben bu derin mes'eleyi görmek için, İşârât-ül İ'caz tefsîrinin tevafukatına dikkat ettim; kat'î bir kanaat ile o sırrı bildim ve hissettim.
    İkinci cihet: Nasılki çok mübarek ve kudsî büyük bir zat, gayet fakir ve muhtaç bir adama, ümid edilmediği bir tarzda, iltifatkârane, bir kabda bazı kâğıtlara sarılı bir hediye ihsan etse; elbette o bîçare adam, o pek büyük zâta karşı, hediyenin binler mislinden fazla teşekkür etmek ister. Ve bin o hediye kadar kıymetli bulunan, o hediye ile gösterilen iltifatına karşı ne kadar teşekkürde israf ve ifrat etse de makbûldür. Ve o çok mübarek zâtın o hediyesine sardığı kâğıtları da teberrük deyip şeker gibi yese, hâttâ o hediye içindeki cevizlerin sert kabuklarını da teberrük diye ekmek gibi yutsa ve o hediyenin kabını mübarek bir kitab gibi öpse ve başına koysa, israf olmadığı gibi; aynen öyle de, Risale-i Nur yüzünde irade-i âmme, inâyet-i hâssa iltifatını tevafuk zarfıyla ihsan edilmiş. Elbette tevafuka dair tafsilât, tasvirat fiilî teşekküratın bir nev'idir ve sevincin ve minnetdarlığın heyecanlı tereşşuhatıdır. Kusura bakılmaz. Evet böyle bir zâtın iltifatını gösteren maddî kırk para ihsanına karşı kırk bin teşekkür edilse israf değil.
    İkinci Mes'ele: Ben hem kendimde, hem bu yakındaki Risale-i Nur talebelerinde, şuhur-u Muharremeden sonra bir yor-
    Sh: » (K: 59)
    gunluk ve şevkte bir fütur görüyordum. Sebebini vâzıhan bilmiyordum. Şimdi, eskide söylediğim tahminî sebeb, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki:
    Nasıl maddî hava fena ise, fena te'sir ediyor. Mânevî hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u selâse ve muharremede Âlem-i İslâm manevî havası, umum ehl-i îmanın âhiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı sâfileştiriyor, güzelleştiriyor. Müdhiş ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder.
    Fakat o şuhur-u mübareke gittikten sonra, âdeta o âhiret ticaretinin meşheri ve pazarı değiştiği gibi; dünya sergisi açılmağa başlıyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti değişiyor. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o manevî havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir.
    Bu havanın zararından kurtulmak çaresi, Risale-i Nur'un göziyle bakmak ve ne kadar müşkilât ziyadeleşse kudsî vazife itibariyle daha ziyade ciddiyet ve şevkle hareket etmektir. Çünki başkaların füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin şevkini, gayretini ziyadeleştirmeğe sebebdir. Zira gidenlerin vazifelerini de bir derece yapmağa kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.
    * * *
    بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ تَوَافُقَاتِ الْكَلِمَاتِ وَحُرُوفَاتِهَا فىِ كِتَابِ الْكَائِنَاتِ
    (37)
    Azîz, Sıddık, Âlîcenab Kardeşlerim!
    Nur ve Gül Fabrikalarının vaziyetlerinden, bu acîb zamanda ne tarzda olduğunu haber vermiyorsunuz. Halbuki bu dünyada en ziyade alâkadar olduğum onlardır. Her ne ise... (Hâşiye)
    __________________
    (Hâşiye): Huruf-u Kur'aniyeyi tercüme ile tahrif, tebdil, tağyir etmek; mülhidlerin dehşetli cinayetlerine mukabil cihad eden Said, ifratkârane ve müsrifane tevafukta çok tedkikatı lüzumsuz değil, mânasız olmaz. (Bu yazı Üstad Hazretlerinin kendi el yazısı iledir.)
    Sh: » (K: 60)
    Bu def'a hakikatların yemişleri nev'inde ve Risale-i Nur talebelerinin medar-ı teşviki olan letaif-i tevafukiyeden birisini, Feyzi'nin sebebiyle ve arzusuyla size gönderildi. Şöyle ki:
    Bir gün tashihat işim yoktu. İşarat-ül İ'caz'ın ( ت ) tevafuku hakkında yanlışım ve sehvim hâtırıma geldi. Bir keffaret-üz zünub aradım. Birden Lafzullah'ın başı olan elif, Risale-i Nur'un bir muhtasar fihristesi ve çekirdek-i aslîsi olan İşârât-ül İ'caz'da ve resail-i sairede kerametkârâne vaziyetler gösterdiğini düşündüm. Acaba Lâfzullah'ın (ل ) ve ( ه ) harfleri dahi ne vaziyet gösterecek diye baştan aşağıya bütün (İşârât-ül-İ'caz'ı) sahifelerdeki satır başları ve nihayetlerini saydım. ( ل ) ve ( ه ) nin elif gibi kerametkârâne vaziyetini gördüm. Belki inşâallah, tevafukta sehivden gelen kusurlarıma ve yanlışlarıma bu da bir küçük keffaret-üz zünûb olur.
    Evvelki mektubda, İşârât-ül İ'cazda, sair hurufatın mecmuu başka bir tarzda ehemmiyetli bir vaziyet-i hârikaları bulunduğuna bir işaret, bir uç, bir emare gördüğümüzü size yazmıştık; fakat o geniş sırrı tamamen görmek çok zamana muhtaç olduğundan, çok ehemmiyetli vazifeler şimdilik onunla iştigale müsaade etmedi.
    Aziz kardeşlerim! Bu sıkıntılı zamanda ve tazyikat altında akıl ve kalbi eğlendiren ve keyiflendiren böyle tefekkühat-ı ilmiyeyi israf saymayınız. Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadır ki; şişeleri, elmasa çevirir;toprağı, altun yapar. İnşâallah o hüsn-ü niyetle, bu tefekkühat dahi hakikî bir gıda anbarına bir anahtar olur; ve hizmette zaafa düşenlere kût ve kuvvete yol açar.
    Lâfzullah'ın âhir harfi seksenbeş def'a o Lâfza-i Celâl'in evvelki harfi oluyor.
    ( اَللَّهُ وَاحِدٌ ) adedine manidar bir tek farkla tevafuk lisanıyla ( اَللَّهُ وَاحِدٌ) der. ( ه ) bir adedi, seksenbeş def'a hemen hemen umumiyetle tevafuk eder. Yalnız bazan bir sahife fâsıla olur. ( ه ) iki adedi, kırkiki def'a ekseriyet-i
    Sh: » (K: 61)
    mutlaka ile tevafuk eder. ( ه ) üç adedi, yirmibeş def'adır, ekseri tevafukdadır. Hecede ikinci; ve Kur'anda ve Bismillahda birinci harf olan ( ب ) yine seksenbeş def'a bir oluyor. ( اَللَّهُ وَاحِدٌ ) der. (ب ) iki adedi kırküç olup, bir farkla ( ه ) nin ikisine tevafuk eder. ( ب ) üç adedi yirmiyedi olup ( ه ) nin üçüne iki farkla tevafuk eder. ( ت ) beş adedi yirmiüç def'a, ( ه ) nin üç adedine iki farkla tevafuk eder. ( ت ) altı adedi onbeş def'a, ( و ) ın dört adedine tevafuk eder. ( و ) altı adedi yirmialtı veya yirmiyedi def'adır. ( و ) ın beş adedi yirmibeş def'a olup, altı adedine bir veya iki farkla tevafuk eder. ( ا ) altı adedi, sekiz def'a ve ( ا ) beş adedi sekiz defa birbiriyle tam tevafuk eder.
    Elhasıl: Beş (ه ) ile altı ( هُوَ ) ism-i mukaddesi oldukları için kerametkârâne vaziyetler gösteriyorlar. Lafzullah'ın ortadaki harfi olan (ل ) yetmişbeş def'a evvelki harfi olan elif oluyor. Hemen hemen umumiyetle tevafuk ile (هُوَ اَللَّهُ ) adedine üç farkla tevafuk lisanıyla ( هُوَ اَللَّهُ ) okuyor. ( ل ) ın iki adedi altmışbeş def'a olup, ekseriyet-i mutlaka ile tevafuk ederek, farksız veya iki farkla ( اَللَّهُ ) adedine tevafuk lisanıyla ( اَللَّهُ ) der, zikreder. Ve ( ل ) ın üç adedi ekseri birbirine tevafuk ile otuzüç def'a olarak, otuzüç aded-i mübarekine tevafukla ve lâmın makam-ı cifrîsine üç farkla tevafuk etmekle beraber yalnız mânidar bir farkla (وَاحِدٌ) ( اَحَدٌ ) adedine tevafuk lisanıyla ( وَاحِدٌ اَحَدٌ ) der, hükmeder. ( ل ) ın dört adedi onsekiz olup ( وَاحِدٌ ) adedi olan ondokuza yalnız bir
    Sh: » (K: 62)
    manidar farkla, tevafuk lisanıyla ( وَاحِدٌ ) der; Tevhidi ilân eder. Bu dört adedi, iki aded ile beraber, yalnız iki farkla, tevafuk diliyle لآَاِلَهَ اِلاَّ هُوَ okurlar.
    İşte seksenbeş, yetmişbeş, altmışbeş olması ve bir adedi seksenbeş ve iki adedi onun yarısı olan kırka ve üçü onun nısfı(Hâşiye) yirmiye inmesi ve birbiriyle tevafukları ve Lafza-i Celal'in ve Kelime-i Tevhid'in lem'alarını ifade etmeleri gibi, muntazam niseb-i adediye ve manidar münasebat-ı tevafukiye bize kanaat veriyor ki; tesadüfî değil, belki alâmet-i kabul bir tevfiktir, bir tanzimdir.
    Kardeşiniz
    Said Nursî

    * * *
    RİSALE-İ NUR'A İŞARET EDEN OTUZÜÇÜNCÜ
    ÂYETİN İSTİHRACINA DAİR HAFIZ ALİ'NİN
    BİR FIKRASIDIR
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
    (38)
    Azîz Üstadım Hazretleri!
    Dün akşam namazını kılarken ikinci rek'atta, Fâtiha-i Şerife'den sonraشَهِدَ اللَّهُ اَنَّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ وَاْلمَلاَئِكَةُ وَاُولُو الْعِلْمِ قَآئِمًا بِالْقِسْطِ لآَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ âyetini okurken, hiç düşünmediğim, akıl ve kalbimde bir şey, taharriye bir sebeb yokken, birdenbire ruhun penceresine şu
    ______________________
    (Hâşiye): Seksendördüncü sahifenin ikinci Hâşiyesinde,همزه âhiri ة dir.
    Sh: » (K: 63)
    azîm âyet-i kerimenin Risale-i Nur'a, müellifine bir münasebet-i maneviye ile işareti gösterildi. Namazdan sonra düşündüm. Hakikaten kuvvetli bir münasebet-i maneviyesi var. Şöyle ki:
    Bu kâinatta, vahdaniyet-i İlâhiyeyi cinn ve ins ve ruhaniyata karşı kat'î bir surette gösterip isbat eden birinci, Kur'an-ı Azîmüşşan olduğu gibi; bu asırda ikinci, üçüncü derecede kemal-i adaletle ve sâdık ve musaddak hüccetlerle vahdaniyeti vâzıh ve bâhir bir surette, kâinat safahatında ins ve cinnin enzarına arzedip isbat eden Risale-i Nur; bütün tabakat-ı beşere hem medrese, hem mekteb, hem kışla, hem hakîm, hem hâkim olarak, en âmî avamdan en ehass-ı havassa kadar ders verip, talim ve terbiye etmesi bizce meşhud olmasıyla, bu âyet-i kerimenin bir mevzuu, bir mâsadakı da Risale-i Nur olmasına şübhesiz bir kanaat veriliyor.
    İkinci kelime-i tevhidden sonra اَلْعَزِيزُاْلحَكِيمُ isimleriyle Cenâb-ı Hak (Celle Celalühü) zâtını tavsif buyurup, ikinci derecede aynı isimlerin mazharı olan Risalet-in Nur şahs-ı manevîsine işaret etmesi Kur'an-ı Azîmüşşan'ın şe'nine yakışır bir keyfiyettir.
    Çünki: Belki bütün dünyaya muhalif olarak fakr-ı hâliyle beraber İzzet-i İlâhiyye ve İzzet-i İlmiyeyi muhafaza için ölümden beter musibetlere karşı göğüs geren, tahammül eden Risale-i Nur müellifi olduğu gibi; zeminde ve semavatta hikmetle tasarrufatın muammasını açan yine Risale-i Nur olduğu sâdık ve musaddaktır. Bu kuvvetli münasebet-i mâneviyeyi te'yid eden bir emaresi de şudur ki: اُولُوا الْعِلْمِ makam-ı cifrîsi ikiyüz ondört olup, Risale-i Nur'un bir ismi olan بَدِيعُ الزَّمَانْ nın {şeddeli ( ز ) Lâm-ı aslî sayılır} makamı olan ikiyüz ondörde tam tamına tevafuku ve müellifinin hakikî ve daimî ismi olan (Molla Said'in) makamı olan ikiyüz onbeşe bir tek farkla tevafuku, elbette bu kelime-i kudsiyenin her asra baktığı gibi, bu asra da medar-ı nazar bir ferdi Resail-in Nur olduğuna bir emare olduğu gibi;
    Sh: » (K: 64)
    وَ اُولُوا الْعِلْمِ قَآئِمًا بِالْقِسْطِ (okunmayan ikinci vav ve hemze sayılmaz) makamı olan altıyüzbir adediyle, Risale-i Nur'un beşyüz doksandokuz makamına ve Resail-in Nur makamına yalnız iki farkla, iki ismine tevafuku dahi bir emare olduğu veشَهِدَ اللَّهُ اَنَّهُ لآَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ وَاْلمَلاَئِكَةُ وَاُولُو الْعِلْمِ cümle-i tevhidiye-i kudsiyesinin makam-ı cifrîsi ve ebcedîsi olan bin üçyüz altmış adediyle (Hâşiye) tam tamına bu acib isyan, tuğyan ve temerrüd asrının ve garib küfran ve galeyan ve ilhad zamanının bu senesine ve bulunduğumuz bu tarihe tevafuku ve tetabuku elbette kuvvetli bir emaredir ki; bu pek büyük ve geniş ve âmm olan tevhid ve şehadetin medar-ı nazar ehemmiyetli efradı ve mâsadakları, her zamandan ziyade bu şehadete muhtaç bu asrın bu vaktinde bulunacaktır. Ve şimdilik o şehadeti te'sirli bir surette isbat eden Resail-in Nur o efraddan birisi ve hususî medar-ı nazar olduğuna pek çok emareler ve işaretler ve beşaretler vardır.َاللَّهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللَّهِ
    سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
    Risale-i Nur şakirdlerinden
    Hâfız Ali (R.H)

    * * *
    (39)
    BİRDEN İHTAR EDİLEN BİR MES'ELE:
    Âhir zamanda bir şahsın hatîat ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiğine dair rivayetler vardır. Eskide, «Acaba âdi bir adam, binler adam kadar günah işleyebilir mi? Ve o âhir zamanda bildiğimiz günahlardan başka hangi günahlardır ki kâinatın heyet-i mecmuasına dokunur, kıyametin kopmasına ve dünyaları başlarına harab olmasına sebebiyet verir?» diye düşünürdüm. Şimdi bu zamanda mütead-
    _______________
    (Hâşiye): Okunmayan iki hemze sayılmaz.
    Sh: » (K: 65)
    did esbabını gördük.
    Ezcümle: Müteaddid o vücuhundan «radyom ile» anlaşıldı ki: O bir tek adam bir tek kelime ile, bir milyon kebairi birden işler. Ve milyonlarla insanı dinlettirmekle günaha sokar.
    Evet, küre-i havanın yüzbinler kelimeleri birden söyliyen ve bir dili olan radyo unsuru, nev-i beşere öyle bir nimet-i İlâhiyedir ki: Küre-i havayı bütün zerratıyle şükür ve hamd ü senâ ile doldurmak lâzım gelirken, dalâletten tevellüd eden sefahet-i beşeriye, o azîm nimeti şükrün aksine istimal ettiğinden elbette tokat yiyecek.
    Nasılki havârik-ı medeniyet nâmı altındaki ihsanat-ı İlâhiyeyi, bu mimsiz, gaddar medeniyet hüsn-ü istimâl ile şükrünü edâ etmiyerek tahribata sarfedip küfran-ı nimet ettiği için öyle bir tokat yedi ki, bütün bütün saadet-i hayatiyeyi kaybettirdi. Ve en medenî tasavvur ettiği insanları, en bedevi ve vahşi derekesinden daha aşağıya indirdi. Cehenneme gitmeden evvel, Cehennem azâbını tattırıyor.
    Evet radyonun küllî ni'metiyet ciheti, küllî bir şükür iktiza eder; ve o küllî şükür de, Hâlık-ı Arz ve Semâvât'ın Kelâm-ı Ezelîsinin şimdiki bütün muhatablarına birden yetiştirmek için, küllî yüzbin dilli semavî bir hâfız hükmünde, her vakit kâinatta Kur'an'ı okumalıdır, tâ o nimetin küllî şükrünü idame etsin.
    S. A.

    (40)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Bu defaki Nur ve Gül fabrikalarının ve iki Hulûsi'nin mektubları bizi o derecemesrur ve memnun ve minnetdar ve müteşekkir eylemiş ki, tarif edilmez. Mahkemedekimüdafaatımda, (sizlerden otuz zâtı, otuz bine mukabil olduğunu) diye iddiama,davama hiç cerhedilmez şâhidler gösterdiniz ve gösteriyorsunuz. Allah sizdenebeden râzı olsun.


    * * *

    Sh: » (K: 66)
    (41)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Sizin, yani Nur fabrikasının sahibi ve mübarek cemaatin imamının Atabey'den gelen mektubları bizi çok mesrûr eyledi. Üç-dört ay zarfında, üç-dört köyde ümmîlerden elli aded kalem Risale-i Nur'u yazmağa muvaffak olmaları, elbette Ali'lerin ve Mustafa'ların şübhesiz hârika bir keramet-i sadâkatlarıdır. Kerametkârâne bu vâkıa, bu havâlide Risale-i Nur şakirdlerini çok kuvvetle ümidlendirdi, ziyade şevk verdi. Size de ve o ümmî kâtiblere de yüzbin Bârekâllah.
    Nur fabrikasının, Gül fabrikasının Risale-i Nur'a derece-i hizmetlerini merak edip sormuştum. Ümid ve tahminimin pek fevkinde olarak, Hüsrev'in mektubundan, bin kalemle Risale-i Nur'a hizmet haberini ve bilhassa sizin de yalnız ümmîlerden birkaç köyde elli kalemin imdada yetişmesi, bâki bir hazinenin müjdesi kadar bizi memnun etti.
    Allah sizlerden ebedî razı olsun, âmin. Ve sizi, hizmet-i îmaniye ve Kur'aniyede muvaffak eylesin, âmin. Büyük Hâfız Ali'nin, Nazif'le tevafuku, yalnız bir-iki cihetle değil, çok cihetlerle mabeynlerinde tevafuk var.
    Umum kardeşlerimize birer birer selâm ederim.
    * * *
    (42)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Sizler, ümîdimin pek fevkinde gayret ve faaliyetiniz, beni âhir hayatıma kadar mesrûr ve müteşekkir edecek bir mahiyettedir. Bu def'a mektubunuzda, "Hıfz-ı Kur'an'a çalışmak ve Risale-i Nur'u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?" diye suâlinizin cevabı bedihîdir. Çünki: Bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur'anındır. Ve her harfinde, ondan binler sevab bulunan Kur'anın hıfzı ve kıraati, her hizmete mukaddem ve müreccahtır. Fakat, Resail-in Nur dahi, o Kur'an-ı Azîmüşşan'ın hakaik-i îmaniyesinin bürhanları ve hüccetleri olduğundan ve Kur'anın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikı, tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur'an hıfzıyle
    Sh: » (K: 67)
    beraber ona çalışmak elzemdir.
    Nur fabrikası ve Gül fabrikası devâirinde, mübarekler heyeti'nde, Lütfü'ler nümunelerinde, Hacı Hâfız'lar cemaatinde, Sıddık Süleyman, Hakkı'nın makamlarında bulunan herbir kardeşlerimize, hususan elli ümmiden çıkan Risale-i Nur talebelerine birer birer selâm ve dua ediyoruz ve dualarını istiyoruz.
    S. A.

    * * *
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
    (43)
    Sevgili ve Kıymetli Üstadım, Fazîletmeâb Efendim Hazretleri!
    Ebedî minnetdarı ve hâdimi bulunduğum Risale-i Nur'un feyzinden, lâyık olmadığım pek çok eltâf-ı Rabbaniyeye mazhariyetimi, gözlerimden sevinç yaşları akıtarak görmekte ve ne suretle şükranlarımla mukabele edeceğimden âciz bulunmaktayım. Dünün menfur-u umumîsi Nazif, bugünün parlak bir vatanperveri veya hakikatçısı bulunmaktadır. Elhamdülillâh hâzâ min fadli rabbî...
    Senelerden beri müştâkı bulunduğum Nur ve Gül fabrikaları, Mübarekler Heyeti'nin ve o mukaddes fabrikanın makine ve çarklarının nurlu sadalarını kulaklarımla işitmek ve şu âciz ve kasır ve cahil vaziyetimle, o yüksek ve Aşere-i Mübeşşere-i Kur'aniye'den olan Ashâb-ı Güzîn (Rıdvânullahi aleyhim ecmaîn) Efendilerimizin bugün şahsiyet-i mâneviyelerini küçük bir mikyasta temsil eden sıddıklar, mücahidler, fedâkâr kahramanlar cemaatinin iki mühim uzvu bulunan aziz kardeşlerimizden Mübarek Sabri ve Büyük Hâfız Ali'nin hakkımda gösterdikleri âlîcenâbâne muhabbet ve merbutiyet-i kalbiye.. ve hâdiselerin aynen tevafuku, bu yüksek ve muktedir nur der-
    Sh: » (K: 68)
    yasının nurlu rüzgârlarından hâsıl olan dalgaların hışırtılarından sızan bir keramet-i gaybiye bulunduğundan, bizce pek kıymetdar olan bu mühim tevafukatın, günahkâr ve bütün geçmiş ömrü isyanla dolu bu âdi şahsiyetimin öyle yüksek ve mukaddes bir hey'etin mübarek iki uzvu tarafından hüsn-ü kabûl görülerek iltifatlarına mazhar ve kıymetli mesâi ve hizmet-i kudsiyelerine tevafukla, pek cüz'î ve değersiz hizmetimize iştirâk ederek benimsemek ve kabûl etmek yüksekliğinde bulunmaları, Risale-i Nur'un kudsî kerametiyle Cenâb-ı Rabb-ı İzzet'in nihayetsiz eltaf-ı Sübhâniyesinden büyük bir lûtf-u Rabbanî bulunduğunu şükranla arzeder ve bu kıymetli kardeşlerimizin hizmet-i kudsiyelerinin denizinden bir katre mesabesindeki ve çok hatâlı ve kıymetsiz ve cüz'î olan hizmetimizin âsâr-ı fiiliyesi olarak, bugün bendenizi lâyıkı bulmadığım halde, âciz ve câhil ve günâhkâr şahsiyetim böyle yüksek ve erişilmesi muhâl olan Ashâb-ı Resûlullah (Rıdvanullahi aleyhim ecmaîn) Hazeratının şahsiyet-i mâneviyesinin küçük bir cilvesinin gölgesini temsil eden Mübarekler Heyetinin iki âzasının yüksek iltifatlarına mazhar etmiştir ki; bendenizi bu kudsî mazhariyete eriştiren Risale-i Nur delâletiyle Kadîr-i Mutlak ve Hâlık-ı Zülcelâl'e, Risale-i Nur'un hurufatı ve mevcudatın mikdarınca hamd ü sena eder ve bu güzîde ve kıymetdar Mübarekler Hey'etinin herbir âzalarına ve bütün kardeşlerimize ayrı ayrı ihtiramla minnet ve şükranlarımı arzeder ve kendilerini ikinci üstad olarak kabul ettiğimden kıymetli irşatlarından mahrum bırakmamaları ve daimi dualarını daima taleb etmekde bulunduğum iblağını, büyük üstadımdan diliyerek, mubarek el ve ayaklarınızdan öper ve rızâ-i ilahiye ve rü'yet-i Cemal-ul-laha ebedî mazhariyetinizi Cenab-ı Haktan niyaz eylerim efendim.
    Talebeniz ve hizmetkârınız
    Ahmed Nazif

    * * *

    sh: » (K: 69)
    (44)
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  6. #16
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: LAHİKALAR. (Kastamonu Lahikası.)

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حَاصِلِ ضَرْبِ عَاشِرَاتِ دَقَآئِقِ رَمَضَانَ فِى حُرُوفِ مَا كَتَبْتُمْ مِنَ الرَّسَآئِلِ

    Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
    Hem mübarek Ramazanınızı, hem inşâallah hakkınızda bin ay kadar meyvedar Leyle-i Kadrinizi, hem saadetli bayramınızı, hem çok kıymetdar hizmetinizi bütün ruhumla tebrik ve tes'id ederim.

    Kardeşlerim! Bu defa kudsî kalemle hediyeleriniz o kadar beni minnetdar ve mesrur etti ki, güya dünyayı ışıklandıracak bir nur fabrikası ve mazi ve istikbali rayiha-i tayyibesiyle muattar edecek bir gül fabrikası semadan bizim imdadımıza gönderilmiş ve benim arkamda kuvvet-üz zahr olarak duruyor ve mütemadiyen çalışıyorlar diye mesrur yüzbinler elhamdülillah.
    Sabri kardeş! Senin fâsılalı iki mektubun, hizmetinin makbuliyetine iki şahid-i gaybî gösterdi. Senin tabirin ile Nur fabrikasına ben de اَلْفُ اَلْفِ مَاشَأَللَّهُ بَارَكَ اللَّهُ وَفَّقَكَ اللَّهُ derim. Sen ile Sıddık Süleyman, benim nazarımda ve fikrimde ve duamda daima beraber bulunduğunuzdan, senin ile konuştuğum vakit, omuz omuza ikinizi beraber görüyorum. Masum ve mübarek çocuklarınız duadan hissedardırlar.
    Hâfız Ali kardeş! Senin mektubundaki tevazuun ve ihlasın ve Hüsrev'e ait medhin ve Risale-i Nur talebeleri bir tek vücud hükmündeki kanaatın, senin hakkında büyük bir ümidimi ve hüsn-ü zannımı tam kuvvetlendirdi. Risale-i Nur'un iki Lütfü'leri ve Mustafa'ları ve Hâfız Ali'leri, Küçük Sabri olan Nu
    Sh: » (K: 43)
    reddin ile beraber has talebeler dairesinde, Ramazan feyzine, mânevî kazançlara inşâallah hissedar kâbul edildi. Her bir sahifelerini birer kıymetdar hediye hükmünde olan nüshaların yüzünden, ben sana çok hem pek çok borçlu kaldım.
    Hüsrev kardeş! Kasem ederim benim elimden gelseydi, yalnız bu defa altun yaldızla yazdığın Mu'cizat-ı Ahmediyey(Hâşiye) mukabil herbir sahifesine, yalnız maddî bir ücret olarak birer altun hediye edecektim. Hakikaten ebedî bir gül fabrikasına kâtib tâyin edildiğinize kanaatım kat'iyet kesbetti. Rabb-ı Rahîm'e hadsiz hamd ü senâ olsun. Tasavvurumda Hüsrev, Rüşdü bir tek isim gibi olmuş. İkinizi, Risale-i Nur'a ait herşeyde beraber biliyorum ve buluyorum. Size اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا âyetine ait ve birden hatıra gelen ve Sabri'nin iki mektubunun daha gelmeden- manevî tesiriyle yazılan bir tetimmeyi gönderdim. bir derece mahremdir, has ve eminlere mahsustur. Şamlı Tevfik, Âyet-ül Kübra Şua'ını, Hâfız Ali'nin otuzüç لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُile tevafuklu tarzda bana yazsa iyi olur. Kardeşlerime birer birer selâm.

    Duanıza muhtaç


    Said Nursî


    بِاسْمِهِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ اِشَارَتِ اْلقُرْآَنِ وَرُمُوزِهِ وَحَقَآئِقِهِ وَحُرُوفِهِ آَمِينَ

    (29)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
    Mübarek Ramazanınızı tebrik ederim. Hâlık-ı Rahîm sizin için buRamazan'ın her bir gecesini, bir Leyle-i Kadir kadar se
    ------------
    (Hâşiye): Ondokuzuncu mektub Ramazanın 19. gecesine tevâfuku Latîf oldu..
    Sh: » (K: 44)
    vabdar ve her bir günü bir Ramazan kadar meyvedar eylesin, âmin...
    Size garib bir sehvimi beyan etmek münasebetiyle derim ki, Kur'andan kalbime ilhamolunan doğru ve Hak hakikatler bazen icmalen olduğundan tafsilatında sehiv venisyanım karışır, karıştırır.
    Ezcümle: Eskişehir hapishanesinin son meyvesi ve Otuzbirinci Lem'a'nın BirinciŞuaı olan İşârât-ı Kur'âniye Risalesi'nin beşinci Âyeti bulunan (1)
    اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِىالنَّاسِ
    deki işaretini, kuvvetli hissetmiştim. Fakat gayet acele olarak üçbuçuk seneevvel, karakol içinde şiddetli tarassud altında tebyiz ettiğimden, o işyârâtıntasvirinde bir sehiv olmuş, ehemmiyetli sureti gizli kalmıştı. Mükerrer mtaharriyatneticesinde o vakittenberi ve benim eski abamın cebinde saklanmıştı. Ancak bugünlerde tedkik ettim. Size doğrusunu yazacağım. Nüshalarınızdakiyanlışı ona göre tashih ediniz.

    Şöyle ki: Beşinci Âyet:
    اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِىالنَّاسِ
    dır. Bu Âyetin remzi latîftir. Çünki hem kuvvetli münasebet-i mânevîyeile, hem cifirle efrad-ı kesiresi içinde, hususi bir surette Risale-i Nur'a ve müellifinebakar.
    Şöyle ki; مَيْتًا kelimesi, tenvin (nun) sayılmak cihetiyle beşyüz eder. Said El-Nursî adedi olan beşyüze tevafukla işaret eder ki, Said meyyit hükmünde idi.Risale-i Nur ile ihya edildi, taze bir hayat buldu.
    Evet فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِىالنَّاسِ deki iki tenvin
    (1) : Sure-ı Enâmdan

    Sh: » (K: 45)
    (nun) durlar. Bin üçyüz otuz dört eder ki, o aynı zamanda Said umumi harptemaddi ve dehşetli bir mevtten hârika bir tarzda kurtulması, felsefe ve gafletten gelenmânevî ve şiddetli bir ölümden necat bulması ve Kur'an'ın âb-ı hayatı iletaze bir hayata girmesi tarihidir. Ve bu tevafuk-u mânevî ve muvafakat-ı cifriye delaletderecesinde bir işarettir.
    Hem فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِىالنَّاسِ de tenvin (nun), ve şeddeli nun (iki nun), ve ( بِهِ) de telaffuz edilen( ى ) sayılmak cihetiyle (1294) bin iki yüz doksan dört eder ki, veladetinin ve hayatınınbirinci senesidir. Demek bu cümle ile hayat-ı maddiyesine, evvelki cümle ile hayat-ımânevîyesine işaret eder.
    Elhasıl: Bu âyet manasının müteaddid çok tabakalarından bir işârîtabakadan hem Risalet-in-Nur'a, hem müellifine, hem bu ondördüncü asrınibtidasına, hem ibtidasında Risalet-in Nur'un mebdeine remzen belki işâreten belkidelaleten bakar.
    İşte bu parçayı o âyetin bahsinde derc ile o sehiv izale olur.


    SaidNursî
    ***
    Azîz kardeşlerime!
    Temadî eden tahribat-ı mânevi'ye karşısında -lillahilhamd- gittikçe Risale-i Nur'un mu'cizane mukavemeti ve satveti ve kıymeti tezayüd ediyor. Dâlaletin temel taşı ve nokta-i istinadı olan tabiat tâgutunu dağıtıp, Kur'an elinde bir elmas kılınç olarak her tarafta nurları saçar, zulümatı dağıtır. Fakat dalaletlerin enva'ı çoktur. O nisbette risalelerin dahi ayrı ayrı meziyetleri, ehemmiyetleri var. Eğer kolay ise, Tabiat Lem'asını da bize gönderiniz.
    Umumunuza binler selak, makbul dualarınızdan çok istifade eden ve halis dualara çok muhtaç kardeşiniz
    Said Nursi

    Sh: » (K: 46)

    * * *

    Emin'le Feyzi'nin imzası altında şu cevab evvelce size gelen fıkralarının âhirindeki cevabın tetimmesidir. Size onlar gönderiyor.
    Sual: Bize verdiğiniz cevabda diyorsunuz: "Siyasî geniş daireleri merak ile takib eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder." Bunun izahını istiyoruz?
    Elcevab: Üstadımız diyor ki:
    Evet bu zamanda merak ile, radyo vasıtasıyla, ciddî alâkadarane küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve mânevî pek çok zararları vardır. Ya aklını dağıtır manevî bir divane olur, ya kalbini dağıtır mânevî bir dinsiz olur, ya fikrini dağıtır mânevî bir ecnebî olur.
    Evet ben kendim gördüm: lüzumsuz bir merak ile, mütedeyyin iken âmi bir adam ,beride ilme mensubiyeti varken-eskiden beri İslâm düşmanı olan bir kâfirin mağlubiyetiyle ağlamak derecesinde bir mahzuniyet ve Âl-i Beytden Seyyidler Cemaatinin bir kâfire karşı mağlubiyetinden mesruriyetini gördüm. Böyle âmî bir adamın, alâkasız bir geniş daire-i siyaset hâtırı için, böyle kâfir bir düşmanı mücahid bir seyyide tercih etmek, acaba divaneliğin ve aklı dağıtmaklığın en acib bir misali değil midir?
    Evet hâricî siyaset memurları ve erkân-ı harbler ve kumandanlara bir derece vazifece münasebeti bulunan siyasetin geniş dairelerine ait mesaili; basit fikirli ve idare-i ruhiye ve dîniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine ait lüzumlu vazifesini geri bıraktırmakla, onları meraklandırıp ruhlarını serseri, akıllarını geveze ve kalblerini de hakaik-i îmaniye ve İslâmiyeye ait zevklerini, şevklerini kırıp havalandırmak ve o kalbleri serseri etmek ve manen öldürmek ile dinsizliğe yer ihzar etmek tarzında, kemal-i merak ile onlara göre mâlâyâni ve lüzumsuz mesail-i siyasiyeyi radyo ile ders verip dinlettirmek, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye öyle bir zarardır ki; ileride vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir.
    Evet herbir adam vatanla, milletle, hükûmetiyle alâkadardır. fakat bu alâkadarlık, muvakkat cereyanlara kapılıp millet vatan,


    Sh: » (K: 47)
    hükûmetin menfaatini bazı şahısların muvakkat siyasetlerine tâbi' etmek, belki aynını telâkki etmek çok yanlış olmakla beraber; o vatanperverlik, milletperverlik hissinden ve vazifesinden herkese düşen vazife bir ise, kendi kalb ve ruhundan, idare-i şahsiye ve diniye ve hâkeza: Çok dairelerden hakikî vazifedar olduğu hizmet ve alâka ve merak on, yirmi belki yüz'dür. Bu ciddî ve lüzumlu bu kadar çok alâkaların zararına olarak, o bir tek lüzumsuz ve ona göre mâlâyâni olan siyaset cereyanlarına feda etmek, divanelik değil de nedir?
    Üstadımızın bize gayet acele ile verdiği cevabı bu kadar. Biz de, o acele ifadeyi acele kaydettik, kusura bakmayınız.
    Biz de, bütün kuvvetimizle bunu tasdik ediyoruz. Çünki bunu kendimizde ve gördüğümüz dostlarımızda tecrübelerle müşahede ettik. Hattâ çokları meraklarından, cemaati belki de namazı terkeder derecede ifratla, tam namaz vaktinde konuşan radyoyu dinleyip, mimsiz medeniyetin sefahet ve dalâlet ve İslâm'a ettiği ihanet cezası olarak mütemadiyen başına gelen tokadlara ve boğuşmalarına ve geniş siyaset dairelerine alâkadârâne dikkat etmekle; ve nefesi zehirli şahıslardan radyoda ders almak, kudsî ve mühim vazifelerine de tam zarar ediyorlar.

    Risale-i Nur şakirdlerinden


    Emin,


    (R.H.)

    (31)
    Salahaddin'in bir fırkasıdır.
    (Otuzbirinci ve Otuzikinci âyetlerin Risale-i Nur'a işaretlerini istihrac etmeğemuvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salâhaddin, Risale-i Nur'un ehemmiyetlişâkirdlerinden olduğundan, Salâhaddin'in şu fıkrası, Yirmiyedinci Mektub'unfıkraları içine girmeye lâyıktır.)
    Salahaddin diyor ki; Bin üçyüz ellisekiz senesi Danzig'den çıkan birkıvılcım Avrupa içerisine sür'atle yayılarak büyük bir yangın halinialdığından, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduğundan Türkiye dekısmî seferberlik yaptı, 1359'da 27,28,29 doğumluları silâh altına aldı. Bumeyanda, Risalse-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi çok talebeler de, bir hik


    * * *


    Sh: » (K: 48)
    mete binâen askere alınmıştı. Üstadımız, yalnız altı-yedi ay kadar,Risale-i Nur'un intişarı hususunda başka muhitte bulunmamız icab ettiğinden, kalb,fikir ve avucunu Cenâb-ı Hakk'ın rahmetine açtığı mânenanlaşıldığından, bu duasının kabûlü Risale-i Nur'un mühim bir mkerametineticesi olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur'a hizmet içingönderildik. Altı-yedi ay sonra, Feyzi ve Salâhaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra,mezkûr kur'aların en tehlikeli bir zamanda Alman orduları Romanya'yı işgal,Bulgaristan'ı tazyik, İtalya da Yunanistan'la harbettiği bir sırada, terhisleriyle, okeramet anlaşılmıştır. (Hâşiye)
    Hem Salâhadddin emsalinden bir ay sonra ordudan sevkedilmesi, İneboludaemsalleriyle beraber bulunmadığı memleket halkından bazı kimselerin gözünebatarak, müteaddit ihbaratta bulunmaları üzerine, askerlik şubesi tarafından reis,polis vasıtasiyle babasını şubeye celb ile oğlunun nerede olduğu sorulduğunda,oğlundan bir gün evvel gelen telgrafı göstererek, İzmit Deniz Alayı'na mürettebolduğunu ve oğlunun kasden gitmediği, bir ay ticarete gittiği anlaşılmasiyle,babası Ahmed Nazif serbest bırakılmasıdır.
    Hem mâdem direğine yazılıp askerlikleri tehir edilenler içinde, her günbenimle görüşen kâtib bir arkadaşım, beni unutup kaydetmediği, sonra da o teciledilenler hem askere alındığı hem de fena nazariyle bakıldığı veSalâhaddin o zarardan kurtulmasıdır.
    Hem Salâhaddin'in müretteb olduğu alaya, onbeaş gün geç iltihak etmesindendolayı bir ceza verilmeden ve hiçbir tavsiyeye muhtaç kalmadan alay yazıcısıolarak alınması, hem terhisleri zamanında bakayaların üç gün dahi olsa,mahkemeye verildiği halde, kendisinin bir ay bakayalığı olduğu halde, bir cezagörmeden terhis ve alay kumandanı ve yâverinin teessüründen gözleri yaşararakayrılışı, Risale-i Nur'a ait bir keramet olduğuna bizce kat'î kanaat gelmiştir.
    Hem bir vakit Tosya'dan Kastamonu'ya gelirken, beraberim
    ---------
    (Hâşiye): Buradaki Haşiyeyi Üstadımız kalemiyle işaretliyerekçıkartmıştır. (Nâşir)

    Sh:»(K:49)
    de Risale-i Nur'un Lem'a ve Şuâlar'ı vardı. Haşre ait bir mebhas okuyordum.Kamyon yokuşları tırmanıyordu. Havanın ve makinenin harareti bana ağırlıkve fikrime de«Bu Risale-i Nur muazzam bir mu'cize-i Kur'aniyedir. Başka sahada mu'cizegösterebilir mi? Halbuki mu'cize, Enbiye Aleyhimüsselâm'a mahsustur. Resûl-i EkremAleyhissalâtü Vesselâm'dan sonra mu'cize gösterilmeyecektir» mülâhazasıesnâsında kamyon müdhiş sadmelerle üç takla, yirmibeş-otuz metre yerdenaşağı yuvarlandık. Şehadet getiriyordum. Yaralımıyım diye kendimiyokladım. Yüzbin şükür hiç bir yaram yok. Korkarak doğruldum, şoförünkafası gözü parçalanmış, «ah, of» çekiyor. Etrafımı tetkik ettim;şoför tarafındaki kapı ve camlar hurdahaş olmuş. Benim tarafımdaki ince cambile kırılmamış. O anda bunun büyük bir keramet olduğunu, mu'cizeolmadığını ve bu daha böyle mâcerâlı şeyleri tefekkür etmemek içinkerâmetkarâne gaybî bir tokat olduğunu anladım.
    Risale-iNur Şakirtlerinden
    Salahaddin
    ***
    (32)
    Feyzi'nin yediği Şefkat tokadıdır.
    Üstadım bana kardeşim Husrev Efendi tarzında Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesi'niyazdırıyordu. Ben -yâni Feyzi- bir parça tenbellik ettim. Birden, 28'lilerle askereistenildim. Üstadım dedi: «Git, mu'cizat-ı Ahmediye'yi yaz, seni şimdivermiyeceğim.» Başladım. O emir bir hafta geri kaldı. Tekrar bir ârıza ile yazınoksan kaldı. Tekrar askere çağırıldım. Yine Üstadım: «Git yaz!».Ciddî çalışmaya başladım. Fevkalme'mul, yine emir geri kaldı. Bir hafta sonra,tekrar bir mazerete binâen yazıyı bıraktım. Üstadım dedi: «Senin şimdivazifen Risale-i Nur noktasında askerliktedir.» Birden emir geldi, bir şefkat tokadıyeyip vazifeme gönderildim.
    Cenâb-ı Hakk'a şükür Risale-i Nur'a alâkadar-it-tâka (Hâşiye)çalıştım ve çalıştırıldım. Üstadımız bize söyledi gibi
    ----------------
    (Hâşiye): Alakadar-it-taka ( اَلَىقَدَرِالطَّاقَه ) gücüm yettiği nisbette.
    (Nâşir)
    Sh:»(K:50)
    yedi ay sonra terhis edilip Üstadımıza ulaştım. İnşâallah bu kabahatimde afvolmuştur.
    Risale-i Nur'u, hem bizi hizmet-i Kur'aniyede sebkat eden Husrev, Hâfız Ali,Rüştü, Sabri gibi hâlis, sıddık, metin, çalışkan kardeşlerimi şefi' tutarakafvımı Üstadımdan isterim. Evet ben itiraz ediyorum ki, tenbelliğimin neticesi olarakbu şefkat tokadını yedim.
    Mehmed Feyzi
    ***

    (33)
    AHMED NAZİF'İN BİR FIKRASIDIR:
    Kıymetli Üstadım! Yüksek şahsiyetinizin aczi ve fakrı içinde inâyet-i Rabbaniye ve rahmet-i İlâhiye ile Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın i'cazlarını güneşin parlak ve keskin şuaları gibi kalblerimize nüfuz ettiren ve hakaik-ı dîniye ve îmaniyenin, dalâlete yüz tutan zaif ve âciz mü'minlerin halâsı ve selâmeti ve hidayete çıkarılmasına hâdim ve kudsî Risale-i Nur'un, elbette bir hâdî ve bu zamanın muhtaç bulunduğu bir sâhib-i zuhûr nâmını taşıyacağı şübhesizdir.
    Binaenaleyh hem Kur'an'ın tercümanı ve dellâlı ve hem de bu Risale-i Nur'un müellif ve hâdim-i yegânesi bulunmanız, hem de âciz ve fakir bir nefer iken, manevî hizmetinizle müşiriyet derece-i âliyesine terfi ve tefeyyüze istihkak kesbetmiş bulunmanızdır ki; Âlîm-i Mutlak, Hakîm-i Mutlak, Kâdir-i Mutlak olan Zülcelâl Hazretleri, bu kudsî vazife-i âliyeyi, kıymetsiz gördüğünüz, çok kıymetli ve faziletli ve feyizli ve âlî derecelerde yüksek bir dellâla tevdi ve nasib ve bilhassa me'mur etmiştir. (Hâzâ min fadli rabbî)
    Biz âciz ve âsi ve günahkâr hizmetkârlarınızı dahi lûtuf ve keremiyle irşada ve hidayete siz Üstadımızı rehber ve mürşid ve vasıta buyurmuştur ki; ebedî minnet ve şükranlarımızı edadan âciz bulunuyoruz.
    İşte Üstadım, çok kıymetli arkadaşımız ve hizmet-i Kur'aniyede kıymetli refikimiz ve şerikimiz Küçük Hüsrev ve Mehmed Feyzi'nin mektubundan, başka yerde ve mahalde
    Sh: » (K: 51)
    mevsimsiz olduğunu idrak ederek, bu hakikî kelimeyi ve mübarek ism-i şerifi Risale-i Nur'a dahi henüz zâhiren takmak haddim değildir ve istimalinden hazer ediyorum. Çünki Üstadımın izin ve müsaadesi olmadıkça, bu gibi lâkabların kıymeti olamaz. Ancak Risale-i Nur'dan aldığım ilham üzerine, muhitimizde birinciliği ihraz eden bir kardeşimiz olan Feyzi'nin mektubunda bahsedilmesi, sırf hüsn-ü niyet ve fart-ı merbutiyet ve sadâkattan ve ihlastan doğmuştur.
    Bu izharın hatâsından hâdis olan meşguliyetinize sebebiyet verdiğimden çok müteessir oldum.. af buyurunuz. İkaz ve irşad edici nimet ve himmet, itabınızla af buyurulmasını ve Risale-i Nur'un mânevî tokatlarından muhafaza edilmekliğimizi kemal-i hulûsla istirham eylerim.
    Aziz ve kıymetli Üstadım! Cenab-ı Hakk'ın lûtuf ve keremiyle ve hadsiz ihsanatıyle, intisaben hizmet-i kudsiyesinde bulunduğum Risale-i Nur'un maddî ve manevî pek çok kerametlerini ve bereketlerini aynelyakîn görmüş ve lezzetini tatmış olan bu âciz hizmetkârınızın noksanlarını hüsn-ü niyete ve hulûs-u kalbine bağışlamanızı rica ederken, bu mübarek Risale-i Nur'un pek çok kerametlerinden birkaçını arzediyorum.
    Şöyle ki:
    Risale-i Nur tercümanı ve müellif ve sahibi bulunan zât, bin üçyüz yirmidört (1324) ve yirmibeş (25) rumî senelerinde, İstanbul'da iştiharla "Bediüzzaman" nâmı ve lâkabı altında matbuatın sitayişle neşriyatından mütehassis olarak, o zaman onyedi yaşımda bulunduğum ve çok cahil ve çocukluk devresinde iken, bu mübarek isim kalbimde yer tutmuş. Ve bu kalbî muhabbet hürmeti için olacak ki; bin üçyüz yirmialtı (1326) senesinde Hazret-i Üstad'ın, "Bediüzzaman Said-i Kürdî" lâkabı altında Karadeniz seyahatında iki hizmetkârı ile İnebolu'yu ziyaret ederek, o zaman İnebolu'nun meşhur ulemasından Hacı Ziya ve diğer ulema arasında vapura teşyi edildiği sırada tesadüfen çarşıda karşılaştığım ve çok derin muhabbet hissiyle bu mübarek zâta selâm durarak mütebessim ve nuranî sîmalarıyle ve keskin nazarlarıyle selamlarına ve manevî nazarlarıyle iltifatlarına mazhar olduğum günden beri artan muhabbet ve
    Sh: » (K: 52)
    alâkamı, otuz senelik hâtırımdan kat'iyen silinmediğini aynelyakîn görüyordum.
    Tahminen ve takriben altı sene evvel bir gazete sütununda, Isparta'da halkın fazla alâka göstermesinden, din ve îman telkin etmesinden ürken ehl-i dünya tarafından tevkif edildiğini teessürle okumuştum. Otuz senelik uzun bir zaman içinde bir def'a böyle acı haber aldığım halde, âkibetinden kat'iyyen başka bir malûmat edinememiştim.
    On seneden beri Cenâb-ı Rabb-ül Âlemîn Hazretlerinden niyazımda, daima beş vakit dualarımda, "Ya Rab! Bana bir mürşid-i kâmil ihsan buyur" niyazında iken, bundan üç sene evvel yani hicrî bin üçyüz elliyedi (1357) ve milâdî bin dokuzyüz otuzsekiz (1938) senesinde, İnebolu'da bir kahvede, Kastamonu'lu bir zavallı sarhoşun sitayişle bahsettiği bir zâtın Kastamonu'da mevcudiyeti ve menfî olarak bulunduğunu işittim. Dikkat ettim ve tahkik ve tamik ettim. Anladım ki; otuz senedir kalbimde saklı olarak taşıdığım o zamanki Said-i Kürdî olduğunu hayretle öğrendim. Ve kalbimdeki sevgi günler geçtikçe ateşlendiğini hissettiğimden, her tehlikeyi göze alarak ziyaret edip, mübarek ellerini öpmek lâzım ve şart olduğunu bildim. Ve ziyaretimde, Eski Said'in ism-i mübarekleri Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur'un müellifi ve sahibi olarak buldum. Kemâl-i aşk ve ihlâs ile sarıldım. Ve benim yegane mürşidim ve rehberim ve büyük üstadım o Risale-i Nur'dur dedim. Ve bana bu hadsiz ihsanatı hidayet ve inayet buyuran Cenab-ı Hakk'a, Kur'an-ı Hakîm'in harfleri adedince şükrederek Elhamdülillâh.. Hâzâ miİİİİn fadİİİİli rabbî dedim. (Hâşiye)
    Risale-i Nur'a intisab etmezden evvel, maddî ve dünyevî her işlerimizde ve ticarethanemizin kazançlarında ve şahsî ve hususî işlerimizde, Risale-i Nur'a intisabdan sonraki hârikulâ-
    ______________________________ _________
    (Hâşiye): Evet bazı ehl-i velâyetin ileride talebesi olacak zâtlar, daha dünyaya gelmeden, hiss-i kablelvukuun inkişafıyla kerametkârane keşfettikleri gibi; Risale-i Nur'un talebelerinin mühimlerinden birkaç zât dahi, çok zaman evvel, bir hiss-i kablelvuku' ile, ileride Said ile alâkadar bir surette bir Nur'a hizmet edeceğini hissetmişler. İşte, onların birisi de Nazif'dir.
    Sh: » (K: 53)
    de farkları ve bereketleri görmekle beraber; en büyük bir ticaret ve mes'ud bir zenginin müferrah ve serbestliğinden daha fazla ferah ve sürur ve serbest ve yaşayış tarzında sıhhat ve âfiyetle -Elhamdülillah- mes'udane imrar-ı hayat eylemekte olduğumuzu ve Risale-i Nur'un kudsî lütuf ve kerametlerine medyun bulunduğumuzu itiraf ve tasdik ederiz.
    Üstad Hazretlerinin me'zuniyet-i hususiyesiyle, Risale-i Nur namına neşriyat ve hakaik-i îmaniye noktasında, bilhassa ibadet ve namaz hakkında şahsımın câhil ve âciz, nâkıs, iktidarsız vaziyetim ile vâki' olan ve olacak bulunan telkinat-ı diniyedeki kuvvetli ikna' ve müessir hitabelerin âsâr-ı fiiliyesini aynen müşâhede ettiğimi; üstadım Risale-i Nur namına kemâl-i fahirle, bir çok namazsız müslümanları -Elhamdülillah- namaza ve Camilere devama muvaffak bulunmak gibi kudsî hizmetlerin âsâr-ı fiiliyesinden, Risale-i Nur'un büyük hârika kerâmetinden tulû' ettiğini ve etmekte olduğunu tasdik ederiz.
    Bu içinde bulunduğumuz Alman ve İngiliz harbinin bidayetinden, devamı müddetince, hadsiz zındıka ve münafıkların hiç yoktan sebebsiz olarak, şahsıma bir isnâdat olsun için, gerek münevver fikirli âlim ve gerekse cahil mülhid hemen hemen birkaç dostlarım müstesna, memleket halkı kudsî hizmetimden küstürmek için, şeytan (aleyhi mâyestehık) bütün memleket halkını iğfal ederek aleyhime tahrik etmiş olacaktır ki; "Nazif, muhalif bir siyasetle ittihad-ı İslâm'a tarafdar eder, siyaset propagandası yapıyor" zihniyetini şiddetle aleyhimde, memleket halkına ve erkân-ı hükûmete kadar sirayet ettiriyorlar.
    Ve bütün şeytanların tecessüsleri tahrik edilmiş. Güya aleyhdarlarım benden bir intikam almak hasebiyle gıyabımda, hem müdhiş cereyanı şiddetlendirmek için, kendilerince menfur telakki ettikleri Almancı nâmiyle hakaretlere maruz bırakmaktan çekinmediler.
    Halbuki ben, Lillâhilhamd Risale-i Nur'un irşadiyle, hakaik-i îmaniye ve Kur'aniyeyi bütün kâinatın fevkınde gördüğümden ve îtikad ettiğimden, değil küre-i arzdaki cereyanlara, belki bana verilse de, bütün dünya saltanatına da âlet edemem. Ben, yalnız hakikatçı ve îmancı ve Kur'ancı Risale-i Nur'un bir
    Sh: » (K: 54)
    hâdimiyim. Kaç senedir bütün bu hücumlariyle beraber, iki eser-i inâyet var:
    Birisi Risale-i Nur'un neşriyatındaki hizmetime zarar verilmediği gibi, fevkalme'mul muvaffak olduk.
    İkincisi: Her ne vakit şiddetli hücum edileceği zaman, Üstadımızdan dikkat emrini alıyorduk. Hem de Risale-i Nur'un âşikâr bir kerametidir ki, bin üçyüz ellidokuz (1359) sene-i hicrî Ramazan-ı Şerif'in on veya onikinci günlerinde -Allah rahmet etsin- vefat eden kardeşlerimizden Hâtib Mehmed namındaki zât, Yirmialtıncı Lem'a olan İhtiyarlar Risalesini yazarken hasta olarak yazmağa kadir olmadığından (لآَاِلَهَ اِلاَّ هُوَ ) kelime-i tevhidi yazarak bıraktığı, ziyaretine gelen diğer kardeşimiz ve fa'al arkadaşımız, Mehmed Feyzi Efendi'ye ikmalini rica ederek dünyaya veda ve ebedî hayatına, inşâallah bu kelime-i tayyibe ile hayatının sonunu mühürliyerek îmanlı olarak kabre girdiğini izhar ve Risale-i Nur'un talebelerine açık bir müjde ve tebşiratta bulunmuştur.
    İşârât-ı Kur'aniye'nin yirmialtıncı âyetinin فَفِى اْلجَنَّةِ خَالِدِينَ sırrıyla, "Risale-i Nur talebeleri, îman ile kabre gireceklerdir" tebşiratının sıdkını gösteren bu açık kerametin ve tebşirat-ı azîmenin bütün kardeşlerimize tamim olunmasını, Risale-i Nur'un derece-i ulviyetini ve hâdimle-rinin mükâfatlarının ne zaman ve ne suretle verilmekte olduğunu aynel-yakîn bilinmek ve görülmek üzere, şu hakikat muvafık ise İşarat-ı Kur'aniye Risalesine tahşiye olunmasını rica ederim, kıymetli Üstadım.

    Risale-i Nur şakirdlerinden


    Ahmed Nazif Çelebi


    (R.H)


    * * *


    (34)
    Aziz Kardeşlerim;
    Sizin mübarek yazılarınız ve gönderdiğiniz risaleler hususan tevafuklular,hususan Aliler'in kıymetdar risaleleri, bilhassa Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesi bu havalideçok fütuhatı var,
    Sh:»(K:55)
    Altı - yedi aydır İstanbul'da da fütuhat yapıldı. Şimdi de vilâyât-ışark'a, Diyarbekir tarafına gitti. Hüsrev bilse ki, o risale vasıtasiyle ne kadar sevapkazanmış, pek fevkâlade memnun ve mesrur olacaktı. Şimdilik o yaldızlı veçok kıymetdar risale elimden çıktı. Hüsrev hesabına geziyor.
    Buna mukabil o kerametli kalem bana bir nüsha, aynı tarzda yaldızlı yazmak veOndokuzuncu Söz'ü de, onun âhirine zeyli gibi ilhak etmek ve Mirac Risalesi'nin deüçüncü esasının âhirinde üç müşkilden birinci müşkilin (Elcevap)deyip, Risalet-i Ahmediyye delail'ini fihriste suretinde beyan eden üç, dört yaprağı taikinci müşkilin cevabına kadar, onu da âhirinde bir hâtime ve Ayet-ül-Kübra'nınonbeşinci mertebesindeki Risalet-i Ahmediyye bahsini de, eğer münasip görülse o dailhak edilsin.


    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ مَا اَرْسَلْتُمْ لَنَا

    (35)
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  7. #17
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: LAHİKALAR. (Kastamonu Lahikası.)

    Aziz Sıddık Kardeşlerim!
    Bayramınızı tebrik ve hizmetinizi takdir ve muvaffakıyetinize dua ederek, Hâlık-ı Rahîm'e hadsiz şükür ederim ki; sizler gibi sebatkâr ve fedakâr kardeşleri Risalet-in-Nur'a sahib ve nâşir yapmış. Ben sizleri düşündükçe, ruhum inşirah ve kalbim ferahlarla dolar. Daha dünyadan gitmek benim için medar-ı teessüf olamaz. Sizler kaldıkça ben yaşıyorum diye mevte dostane bakıyorum, ecelimi telaşsız bekliyorum. Allah sizden ebeden râzı olsun. Âmin, âmin, âmin.
    Sh: » (K: 26)
    Kalemi kerametli mübarek Hüsreve Rüştü'nün bu def'aki mektubları üçcihetle medar-ı sürur ve şükran oldu.
    Birincisi: Hüsrev'in kerametkârâne faaliyette devamı.
    İkincisi: Başta Tevfik olarak, Mes'ud ve Zekâi'nin kuvvetli kalemleri ile yardımakoşmaları.
    Üçüncüsü: Hacı Hâfız'ın karyesi bir Medrese-i Nuriyeye dönmesidir.Lillah-il-hamd bu havalide dahi, hususan Nazif'in civarında Risalet-in-Nur sür'atle kendikendine intişar ederek her tarafta îmanı kurtarıyor.

    Kardeşlerim!
    Size lâtif bir hikâye:
    Bir zaman Barla'da bir zat, ağaçtan bir kutuda cevizli bir tatlı bana göndermişti. Mukabilini verdiğim o birbuçuk kilo lokmalardan her gün altışar tane ben kendim yerdim ve bazan o kadar ve daha ziyade başkalara teberrük olarak verirdim. Sıddık Süleyman bu hâdiseyi belki tahattur eder. Bir aydan ziyade devam etti. Sonra merhum Galib Bey ile hesab ettik, onun beş-altı misli bereket, içinde olduğuna kanaatımız geldi. Ben o vakit dedim: "Bu zâtta ehemmiyetli bir bereket, bir ihlas var." Şimdi tahmin ve tahattur ediyorum ki, o zat Hacı Hâfız imiş. O acîb bereketin şimdi sırrı çıkmış.اَلْحَمْدُ ِللَّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى
    Nur fabrikasının sahibi Hâfız Ali'nin ve mübareklerin köyleri ortasında, duada Sav köyü mevki almış. Tam bir senedir ahya yüzünden emvat dahi hisse alıyorlar.
    * * *
    (17)
    Aziz ve Sebatkar ve Sadakatta Namdar ve Benim Tesellilerime Medar Kardeşlerim!
    Onuncu Şua nâmını alan, güzelce yazdığınız ve te'lif ettiğinizFihristenin ikinci cildi mükemmeldir. Yalnız Birinci Şuadaki kısadır. Benden daha iyiyazmışsınız. Ben sizlerle

    Sh: » (K: 27)
    konuşmak ve sizi dinlemek arzu ettikçe ona bakıyorum. Cidden zevk alıyorum.Allah sizden ebeden râzı olsun. Âmin.

    Risalet-in-Nur'un hizmetinde ekser şakirdleri birer nevi keramet ve ikram-ı İlahî hissettikleri gibi; bu âciz kardeşiniz çok muhtaç olduğu için, çok nevilerini ve çeşitlerini hissediyorum. Ve bu sıralarda bu havalideki şakirdler, yeminle itiraf ediyoruz ki: Biz Nur'un hizmetinde çalıştıkça hem maişetçe, hem istirahat-ı kalbçe bir genişlik, bir ferah zâhir bir surette hissediyoruz. Ben kendimce o kadar hissediyorum ki, nefis ve şeytanım dahi o bedâhete karşı hayret ederek sustular.
    Sabri kardeş! Bazı mektublarında Nureddin için Risalet-in-Nur'un küçük talebeleri içinde duada bir mevki istiyordun. Biliniz ki; bir seneden ziyadedir, ben duada, Risalet-in-Nur'un şâkirdlerinin risalelerle alâkadar olan ezvac ve evlâd ve vâlideynlerini dahi dâhil ediyorum. Bunun bir sebebi; başta Sabri olarak, orada burada bazı zatlar, çoluk ve çocukları ile daireye girmeleri ve bir sebebi Sabri'nin Nureddin'i ve Vesile'si ve Süleymanlar'ın (Sıddık Süleyman ve Süleyman Rüştü) çocuklarıdır ve vâlidelerinin sebebi burada ve oradaki başta Büyük Hüsrev olarak bu havalide de müteaddid küçük Hüsrevler var, onların vâlideleridir.
    Adalet-i İlâhiye, İslâmiyet'e ihanet eden mimsiz medeniyete öyle bir azâb-ı mânevî vermiş ki, bedeviliğin ve vahşiliğin derecesinden çok aşağıya düşürtmüş. Avrupa'nın ve İngiliz'in yüz sene ezvak-ı medeniyesini ve terakki ve tasallut ve hâkimiyetin lezzetlerini hiçe indiren mütemadi korku ve dehşet ve telâş ve buhran yağdıran bombaları başlarına musallat etmiş. İşte böyle bir zamanda en lüzumlu, en ehemmiyetli, en birinci vazife îmanı kurtarmak olduğundan; bu zamana ve bu seneye bakan beşaret-i Kur'aniye ve فَضْلاً كَبِيرًا * فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَآءُ âyetlerin müjdesi en büyük bir fütuhat suretinde Risalet-in-Nur'un mânevî fütuhat-ı îmaniyesini gösteriyor.
    Evet bir adamın îmanı, ebedî ve dünya kadar bir mülk-i bâkînin anahtarı ve nurudur. Öyle ise, îmanı tehlikeye mâruz
    Sh: » (K: 28)
    her adama, bütün küre-i arzın saltanatından daha faideli bir saltanat, bir fütuhat kazandıran Risalet-in-Nur; elbette bu âyetlerin, bu asırda, bu beşaretlerinin kasdî bir medar-ı nazarlarıdır. Nur ve Gül fabrikalarının hademe ve sahibleri, insanın başında iki göz gibidir; zâhiren ikidir, fakat bir görürler. Ahvel (şaşı) gözlü iki görür. Lillâhilhamd bu iki cereyan-ı nuranî kemâl-i ittihaddadırlar.
    * * *

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَآئِقِ الْفِرَاقِ
    (18)
    Azîz, Mübarek, Sıddık, Sâdık, Ruhum, Canım Kardeşlerim!
    Sizin beni çok mesrur eden son mektubunuza Isparta yoluyla cevab vermediğimin sebebi; benim, Isparta merkeziyle olan münasebetime buraca çok dikkat edilmesidir. Hem öteki yolda size gelinceye kadar, Risalet-in-Nur'un müteaddid merkezlerinin istifadesidir.
    Hüsrev kardeş! Son mektubumda demişim: Hüsrevler'in valideleri sebebiyet verdiler ki; bir seneden ziyade bir vakitten beri bütün talebelerin peder ve valideleri duaya dahil olmuşlar. Sakın yanlış zannetmeyiniz. Senin validen gibi, on seneden beri Risalet-in-Nur'un has şakirdlerinin dairesinde bulunan orada çok ahiret hemşirelerim var. Onlar, yeniden başkalarının duaya dâhil olmalarına sebeb olmuşlar demektir.
    Size Risalet-in-Nur'un kerametinin bu havalide zuhur eden çok tereşşuhatından bir-iki hâdise beyan ediyorum:
    Birisi: Hatib Mehmed (Rahmetullahi Aleyh) namında ciddî bir ihtiyar talebe, İhtiyarlar Risalesi'ni yazıyordu. Tâ Onbirinci Rica'nın âhirlerinde ve merhum Abdurrahman'ın vefatının tam mukabilinde, kalemi لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ yazıp ve lisanı dahi
    Sh: » (K: 29)
    لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُ diyerek hüsn-ü hâtimenin hâtemiyle sahife-i hayatını mühürleyip, Risalet-in-Nur talebelerinin îmanla kabre gireceklerine dair olan işarî beşaret-i Kur'aniyeyi vefatıyla imza etmiş. (Rahmetullahi Aleyhi Rahmeten Vâsia.)
    İkincisi: Sizin te'lifiniz olan Fihriste'nin tashîhinde, bir müstensihin noksan bıraktığı bir sahifeyi, Tahsin'e dedim: "Yaz!" O da yazmağa başladı. Simsiyah bir mürekkepten ve temiz kalem ile birden yazdığınız ikinci cild fihristenin makbûliyetine hüccet olarak o siyah mürekkep güzel bir kırmızı suretini aldı. Tâ yarım sahife kadar bu garib hâdiseye taaccüb edip bakarken, o mürekkep simsiyaha döndü. Sahifenin öteki yarısı, aynı kalem, aynı hokka tam siyah yazıldı. Bir zaman Barla'da, bağlardaki köşkte, Şamlı, Mes'ud ve Süleyman'ın müşahedesiyle aynı hâdiseyi başka şekilde gördük. Şöyle ki:
    Ben, sevmediğim için siyah bir mürekkebi kısmen döktüm; birden mütebâkisi çok beğendiğim güzel bir kırmızıya tahavvül etti. Risalet-in-Nur'un kâtiblerini şevklendirdi. Gözümüze silsile-i kerametin bir ucunu ve bir tereşşuhunu gösterdi.
    * * *
    (19)
    Âhiret Kardeşlerime Mühim Bir İhtar "İki Madde"dir:
    Birincisi: Risale-i Nur'a intisab eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, Risale-i Nur talebesi ünvanını alır. Ve o ünvan altında, her yirmidört saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazan daha ziyade hayırlı dualarımda ve manevî kazançlarımda hissedar olmakla beraber; benim gibi dua eden kıymetdar binler kardeşlerin ve Risale-i Nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olur.
    Hem dört vecihle dört nevi ibadet-i makbule hükmünde bulunan kitabetinde hem îmanını kuvvetlendirmek, hem başkalarının îmanlarını tehlikeden kurtarmasına çalışmak, hem hadîsin hükmüyle, bir saat tefekkür bazan bir sene kadar bir ibadet hükmüne geçen tefekkür-ü îmanîyi elde etmek ve et-
    Sh: » (K: 30)
    tirmek, hem hüsn-ü hattı olmayan ve vaziyeti çok ağır bulunan üstadına yardım etmek ile hasenatına iştirak etmek gibi çok faideleri elde edebilir. Ben, kasemle temin ederim ki; bir küçük risaleyi kendine bilerek yazan adam, bana büyük bir hediye hükmüne geçer; belki herbir sahifesi bir okka şeker kadar beni memnun eder.
    İkinci Madde: Maatteessüf Risale-i Nur'un îmansız ve emansız cinn ve ins düşmanları, onun çelik gibi metîn kal'alarına ve elmas kılınç gibi kuvvetli hüccetlerine mukabele edemediklerinden, çok gizli desiseler ve hafî vasıtalar ile; haberleri olmadan yazanların şevklerini kırmak ve fütur vermek ve yazıdan vazgeçirmek cihetinde şeytancasına hücum edip darbe vuruyorlar. Hususan burada ihtiyaç pek çok ve yazıcılar çok az ve düşmanlar çok dikkatli, kısmen talebeler mukavemetsiz olduğundan; bu memleketi o Nurlardan bir derece mahrum ediyor. Benimle hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam, hangi risaleyi açsa; benimle değil, hâdim-i Kur'an olan üstadıyla görüşür ve hakaik-ı îmâniyeden zevkle bir ders alabilir...
    (20)
    Manevî bir ihtar ile, bir-iki ince mes'eleyi size yazıyorum:
    BİRİNCİSİ: Geçen Ramazan-ı Şerif'te, Ehl-i Sünnet'in selâmet ve necatı için edilen pek çok duaların şimdilik aşikâre kabulleri görünmemesine hususî iki sebeb ihtar edildi:
    Birincisi: Bu asrın acib bir hassasıdır. (Hâşiye) Bu asırdaki ehl-i İslâm'ın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli canileri de âlîcenâbâne afvetmesi; ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler mânevî ve maddî hukuk-u ibadı mahveden adamdan bir tek haseneyi görse, ona bir nevi tarafdar çıkmasıdır. Bu suretle ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatâsına terettüb eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşeddüdüne kader-i İlâhiyyeye fetva verirler; biz buna
    __________________________
    (Hâşiye): Yani elması elmas bildiği halde, camı ona tercih eder.
    Sh: » (K: 31)
    müstehakız derler.
    Evet elması bildiği (âhiret ve îman gibi) halde, yalnız zaruret-i kat'iye suretinde şişeyi (dünya ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ı şer'iye var. Yoksa küçük bir ihtiyaçla veya heves ile veya tama' ve hafif bir korku ile tercih edilse; eblehane bir cehalet ve hasarettir, tokada müstehak eder. Hem âlîcenabane afvetmek ise, yalnız kendine karşı cinayetini afvedebilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başkalarının hukukunu çiğniyen canilere afuvkârane bakmağa hakkı yoktur, zulme şerik olur.
    İkinci Sebeb: Yazmağa izin olmadığından yazılmadı.
    İKİNCİ MES'ELE:Kardeşlerim!
    Eskişehir hapishanesinde, âhirzamanın hâdisatı hakkında gelen rivayetlerin tevilleri mutabık ve doğru çıktıkları halde, ehl-i ilim ve ehl-i îman onları bilmemelerinin ve görmemelerinin sırrını ve hikmetini beyan etmek niyetiyle başladım; bir-iki sahife yazdım, perde kapandı, geri kaldı.
    Bu beş senede, beş-altı defa aynı mes'eleye müteveccih olup muvaffak olamıyordum. Yalnız o mes'elenin teferruatından bana ait bir hâdiseyi beyan etmek ihtar edildi. Şöyle ki:
    Hürriyetin bidayetinde, Risale-i Nur'dan çok evvel, kuvvetli bir ümid ve itikad ile, ehl-i îmanın me'yusiyetlerini izale için, "İstikbalde bir ışık var, bir nur görüyorum" diye müjdeler veriyordum. Hattâ Hürriyetten evvel de talebelerime beşaret ederdim. Tarihçe-i Hayatımda merhum Abdurrahman'ın yazdığı gibi, Sünuhat misillü risalelerde dahi "Ben bir ışık görüyorum" diye dehşetli hâdisata karşı o ümid ile dayanıp mukabele ederdim. Ben de herkes gibi o ışığı siyaset âleminde ve hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyede ve çok geniş bir dairede tasavvur ederdim. Halbuki hâdisat-ı âlem beni o gaybî ihbarda ve beşarette bir derece tekzib edip ümidimi kırardı.
    Birden bir ihtar-ı gaybî ile kat'î kanaat verecek bir suretde kalbime geldi. Denildi ki: "Ciddî bir alâka ile senin eskiden beri tekrar ettiğin "Bir ışık var, bir nur göreceğiz" diye müjdelerin tevili ve tefsiri ve tabiri, sizin hakkınızda belki îman cihetiyle,
    Sh: » (K: 32)
    âlem-i İslâm hakkında dahi en ehemmiyetlisi, Risale-i Nur'dur. Bu ışıktır, seni şiddetle alâkadar etmişti. Ve bu nurdur ki, eskide de tahayyül ve tahminin ile geniş dairede belki siyaset âleminde gelecek mes'udane ve dindarane haletlerin ve vaziyetlerin mukaddemesi ve müjdecisi iken, bu muaccel ışığı o müeccel saadet tasavvur ederek, eski zamanda siyaset kapısıyla onu arıyordun.
    Evet otuz sene evvel bir hiss-i kablelvuku ile hissettin. Fakat nasıl kırmızı bir perde ile siyah bir yere bakılsa, karayı kırmızı görür. Sen dahi doğru gördün, fakat yanlış tatbik ettin. Siyaset cazibesi seni aldattı."
    * * *

    بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ عُمْرِكُمْ فِى الدُّنْيَا وَاْلاَخِرَةِ اَمِينَ
    Aziz, Sıddık Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Muktedir, Kuvvetli Arkadaşlarım!
    Bu defa me'mulüm fevkindeki kaleminizle manevî hediyeniz isbat etti ki: İhtiyar, zaîf, âciz bir Said yerine; genç, kavî, iktidarlı çok Said'ler sizlerde vardır. Aynı ruh, aynı ifade, aynı îman... Hadsiz şükür ve sena olsun ki; Rabb-ı Rahîm sizleri Risale-i- Nur'a hâmi, nâşir, sahib, şakird eylemiş. Bizlere pek çok ağır müşkilât içinde kudsî hizmete muvaffakıyet ihsan etmiş. Zaman ve zemin, sizler ile çok müştak olduğum uzun konuşmayı hoş görmediği için kısa kesip, ruh u canımla herbirinize binler selâm, Mâşâallah Bârekâllah derim.
    Bu mübarek şuhur-u selâsede duanıza çok muhtaç kardeşiniz
    SAÎD NURSÎ
    * * *

    Sh: » (K: 33)
    ÂHİRZAMANDAN HABER VEREN MÜHİM BİR HADİS:
    لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ حَتَّى يَاْتِىَ اللَّهُ بِاَمْرِهِ
    Ramazan-ı şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadîs-i şerif hatırıma geldi. Belki Risale-i Nur şakirdlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi.لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى (şedde sayılır, tenvin sayılmaz) fıkrasının makam-ı cifrîsi bin beşyüİz kırkiki ederek nihayet-i devamına îma eder. ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ
    (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi binbeşyüz altı
    edip, bu tarihe kadar zâhir ve aşikârane, belki galibane; sonra tâ kırk ikiye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın îma eder. وَ الْعِلْمُ عِنْدَ اللَّهِ لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ
    حَتَّى يَاْتِىَ اللَّهُ بِاَمْرِهِ (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi binbeşyüz kırk beş olup, kâfirin başında kıyamet kopmasına îma eder. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ
    Cây-ı dikkat ve hayrettir ki, üç fıkra bil'ittifak bin beşyüz tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına manidar, makul ve hikmetli bir surette binbeşyüzaltı'dan tâ kırkiki'ye, tâ kırkbeş'e kadar üç inkılab-ı azîmin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu îmalar gerçi yalnız birer tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat'î tarzda kimse bilmez; fakat

    Sh: » (K: 34)
    böyle îmalar ile bir nevi kanaat, bir galib ihtimal gelebilir. Fatiha'da صِرَاطِ مُسْتَقِىمٌ ashabının taife-i kübrâ sını tarif eden اَلَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ fıkrası, şeddesiz bin beşyüz altı veya yedi ederek tam tamına ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ fıkrasının makamına tevafuku ve manasına tetabuku ve şedde sayılsaلاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى fıkrasına üç manidar farkla tam muvafakatı ve manen mutabakatı bu hadîsin îmasını teyid edip remz derecesine çıkarıyor. Ve müteaddid âyât-ı Kur'aniyede صِرَاطٌ مُسْتَقِىمٌ kelimesi, bir mana-yı remziyle Risalet-in Nur'a manaca ve cifirce îma etmesi remze yakın bir îma ile; Risalet-in Nur şakirdlerinin taifesi, âhirzamanda o taife-i kübra-i azamın âhirlerinde bir hizb-i makbul olacağını işaret eder diye def'aten birden ihtar edildi.
    اَلْعِلْمُ عِنْدَ اللَّهِ لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ
    Azîz Kardeşlerim!
    Bu saatte ben Kur'an okurken, Risale-i Nur ile ziyade alâkadar olan Sure-i İbrahim'de bir âyet beni meşgul ederken, Emin size göndereceği mektubu getirdi ve dar vaktimizde bu geniş âyetin denizinden ancak bir katrecik bu parçaya girebildi. Birkaç dakika zarfında yazdık, vakit bulamadık, kusura bakmayınız.
    Sh: » (K: 35)
    * * *
    بِاسْمِهِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشَرَاتِ دَقَائِقِ اَيَّامِ الْفِرَاقِ
    Aziz, Sıddık, Vefadar, Sebatkâr Kardeşlerim!
    Cenâb-ı Hakk'a yüzbinler şükür ve hamdolsun Sizin gibi sadık, ciddî, fa'al zatları Risale-i Nur'un etrafında toplayıp bağlamış; îman ve Kur'an hizmetinde kuvvetli ve nurlu kalemlerini çalıştırıyor.
    Kardeşlerim! Bu def'a irsalatınız o kadar beni memnun ve minnetdar etti ki; herbir sahifesi bir kıymetdar hediye ve güzel bir mektub hükmünde göründü. Hüzünlerimi, gamlarımı izâle edip ve kalbimi sürur ve sevinç ile doldurdu. Cenab-ı Erhamürrâhimîn onların hurufları adedince size rahmet etsin ve sizden râzı olsun.
    Hâfız Ali Kardeşim! Bir zaman Barla'da Cuma gecesinde dua ederken, senin âmîn sesini iki defa sarihan işittim. Arkama baktım. Dedim: "Hâfız Ali ne vakit gelmiş." Dediler: "O burada yoktur." Ben şimdi o vakıadan diyebilirim ki; üç-dört saat mesafeden duama âmînini işittirmesi, otuz günlük mesafeden buradaki zayıfdavet ve duama kuvvetli ve tesirli bir âmîn hükmünde olan yazıların imdadıma yetişmesi çok manidar bir tevafuktur.
    Sıddık Sabri! Senin cisminde (ayağında) kardeşliğimin sikkesini gördüğüm zaman bir hiss-i kalbelvuku ile kalbime geldi: <Bu zât mühim bir vakitde bana çok ehemmiyetli bir kardeşlik edecek.> Ve muvaffak oldun, yaptın. Allah senden ebeden râzı olsun.
    (........P Mehmet) Bilsin ki Risale-i Nur'a intisâbı zamanında beri günde yüz defa talebe ünvanı altında dua ve manevî kazancıma hissedar olmakla beraber, bu bir ehemiyerli Mehmet arkadaş olarak Mehmet Mehmet.....ve Mehmet diye sarih ismişşşyle namları yad edilen has talebelerin dairesi hususiyelerine girdiğini
    Sh: » (K: 36)
    girdigini haber ver.
    Abdülmecid'e, Beşinci Şua'ı haber vermiştim, cevab gelmedi. Belki ihtiyaten sükût ettiler, göndermedim. Siz, evvelce muhabere ediniz sonra gönderebilirsiniz. Eğer Hastalar Risalesini bana gönderirseniz, İhtiyarlar Risalesi de beraber olsa daha iyi olur. Mektubunuzda selâm gönderen vefadar kardeşlerime binler selâm.

    Bu günlerde, manevî bir muhaverede bir sûal ve cevabı dinledim. Size bir kısa hülâsasını beyan edeyim:
    Biri dedi:
    Risale-i Nur'un îman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî techizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?
    Ona cevaben dediler:
    "Risale-i Nur, yalnız bir cüz'î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor. belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan, dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal'ayı tamir ediyor. ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslahına çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun bâhusus avam-ı mü'minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeairler kırılmasiyle ile bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur'an'ın i'cazıyla o geniş yaralarını Kur'anın ve îmanın ilâçları ile tedavi etmeğe çalışıyor.
    Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hasiyetinde mücerreb ilâçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki; bu zamanda Kur'an-ı Mu'ciz-ül beyan'ın i'caz-ı manevîsinden çıkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, îmanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır." diyerek uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim. Kısa kesiyorum.
    Bu hâdise münasebetiyle yine bugünlerde hatırıma gelen bir vakıayı beyan ediyorum:
    Sh: » (K: 37)
    Ben namaz tesbihatının âhirinde, otuzüç defa kelime-i tevhidi zikrederken, birden kalbime geldi ki: Hadîs-i Şerifte "Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer" Risale-i Nur'da o saat var; çalış, o saati bul, ihtar edildi.
    Âdeta ihtiyarsız bir surette, Kur'anın Âyet-ül Kübrasının iki tefsiri olan

    iki Âyet-i Kübra Risalelerinden mülahhas tefekkürî bir tekellüm, tam bir saat devam etti. Baktım; size gönderdiğim Âyet-ül Kübra Risalesi'nin birinci makamı'nın hülâsasından müntehab güzel bir sırrını hülâsa ile, Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiye'den müstahrec nurlu, tatlı fıkralardan terekküb ediyor. Ben, kemal-i lezzetle, her gün tefekkürle okumağa başladım.
    Birkaç gün sonra hâtırıma geldi ki: Madem Risale-i Nur bu zamanın bir mürşididir, talebelerine bir vird-i ekber olabilir diye kaleme aldım. Ve bütün risalelerin hususî menba'ları, madenleri olan binden ziyade Âyât-ı Kur'aniye'yi, kendi Kur'anımda evvelce işaretler koyup bir Hizb-i Azam-ı Kur'anî yapmak niyet etmiştim. Şimdi bu Hizb-i azam ve bu Vird-i Ekber, Risale-i Nur mensublarına bazı eyyam-ı mübarekede okunması için bir zaman size de göndermek hakkınız var. İnşâallah bir zaman sonra size gönderilecek. Bazı kelimelerini tercüme ve bir kısım kayıdlarını tefhim için, vakit bulsam gayet kısa Hâşiye gibi bir şeyi yazacağım.
    Umum kardeşlerime ve hizmet-i Kur'aniyede bütün arkadaşlarıma hasret ve iştiyâk ile binler selâm.
    Dualarınıza muhtaç
    SAÎD NURSÎ

    * * *
    Aziz Kardeşlerim!
    Sizlere her gün birer uzun mektub yazmak hakkınız var iken, maatteessüf üç seneden beri size göndermek için yazdığım bir mektub şimdiye kadar bekliyor, eski sakomun cebinde duruyor. Demek Risale-i Nur, ehl-i dünya dinsizlerine çok dehşet vermiş ki, dünyalarına karışmadığım halde bu tazyikatı yapıyorlar. Her ne ise... Hiç unutmadığım sebatkâr ciddî
    Sh: » (K: 38)
    kardeşlerime, hususan ikinci vatanım Barla'daki vefadar sıddıklara pek çok selâm ve dua ederim.
    Binler hasret ve iştiyakla sizleri düşünen ve her yirmidört saatte belki yüz defa dua ile tahattur eden ve duanıza muhtaç olan
    Said Nursî

    * * *

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ
    Ey Fedakâr Kardeşlerim!
    Sizinle dört-beş kelime konuşacağım:
    Birincisi: Bu defaki mektubunuzun verdiği şevk ve sürur ile derim ki: Ben, hizmet-i Kur'aniyedeki tam sadakat ve gayret ve sebat ve metanetinizi gördükten sonra tam bir istirahat-ı kalb ile mevti ve eceli kabul eder, "Arkamda siz varsınız, yeter" diyerek dünyadan sürurla vedaya hazırım.
    İkincisi: Burada Âyet-ül Kübra'nın birinci tebyizi, aynen bir sene sonra, oradaki birinci tebyiz gibi, Âyet-ül Kübra'nın namına tevafuku var. İki tevafukun tetabuku, tesadüfe havalesi imkânsız bir keyfiyet olmakla.. kalemi, zülfikar-misal zâtın kalemiyle otuzüç kelime-i tevhidin tevafukundaki gaybî imzayı cidden tenvir ve tasdik eder.
    Üçüncüsü: Hatırımdan çıkmayan Hafız Tevfik ve kardeşi Risale-i Nur'a hizmetleri büyüktür.fazla bir ihtiyat cihetinde çekinmesi, kuvvetle ümit ederim ki, zâhiridir ve kalben sadakattan devam ederler.
    .............................. .............................. .........................
    Dördüncüsü: Ben, üç senedir burada herşeyden tecrid edildim. Tahammülsüz tazyik altında bulunduğumdan, sizin ile muhabere edemedim. Burada emsalsiz bir evham hükmediyor. Mümkün olduğu kadar, Eşrat-üs Saat buradan gönderildiğini demeyiniz. Belki, onun bir eseridir, başka yerden elimize geçmiş deyiniz.

    Sh: » (K: 39)

    بِاسْمِهِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
    Aziz ve Vefadar ve Fedakâr, Sadık Kardeşlerim!
    Bu def'a çok kıymetdar ve fevkalme'mul hediyenizden küçücük üç-dört mes'ele hatıra geldi:
    Birincisi: Üçüncü Keramet-i Aleviye'de, risalelerde yalnız iki zeyl vardır demesi, risale şekline girmiş olan zeyillere zeyl diyor. Sair zeyiller ise; hâtimeler, ilâveler, Hâşiyeler hükmünde görmüştür.


    İkincisi: İki Âyet-ül Kübra'nın vird-i ekberinde -hatırıma gelmediği halde- ehemmiyetli kısımlarını Yirminci Mektub ile Otuzikinci Söz, bana ihtiyaç bırakmayacak derecede beyan ve tercüme ettiklerinden, niyet ve va'dettiğim halde tercümesinde istihdam edilmedim.

    Üçüncüsü: Risale-i Nur'un benden ayrılması ve ben de daire-i tenviriyesinden uzak düştüğümden, bu havali ve Eskişehir gibi sair yerleri de onun ehemmiyetli ve lüzumlu bir kısım hakikatlarından hissedar etmek için, inayet-i İlahiye, yeni yazılıyor gibi- tekrar ile o kısım hakikatların, fakat letafetli başka tarzlarda izah edilmelerinde âdeta ihtiyarım olmadan beni istimal ettiğini bildim, çok şükrettim.
    Bu def'a hediyelerinize mukabil elimden gelseydi yalnız maddî fiatına göre herbir risaleye on lira ve Yirmibeşinci Söz'e yirmibeş altun belki elmas ve Yirmidokuzuncu Söz'e yirmidokuz yakut verirdim. Öyle ise, verilmiş gibi kabul ediniz.
    Evet, tevafukta muvaffakıyetli olan kalem-i Alevî, Keramet-i Aleviye'ye göze görünür güzel bir delil göstermiş. Yüzbin mâşâallah. Hüsrev'in çok şirin ve fevkalâde yazdığı Hastalar Lem'ası ile Esma-i Sitte Lem'ası, benim nazarımda el
    Sh: » (K: 40)
    masla yaldızlı yazılan ve onlar kadar uzun iki mektub- sadakatmedar hükmünde bana göründü; Risale-i Nur'a çok ehemmiyetli hizmetlerini göz yaşıyla hatırlattı ve Firdevsî hediyenizdeki risalelerin harfleri adedince, Cenab-ı Erhamürrâhi-mîn sizlere rahmet, bereket, saadet ihsan eylesin. âmîn.
    Yorulmaz ve usanmaz ciddî, samimî Kardeş! Tevafukta muvaffakıyetli kalemin ile yazılan İ'caz-ı Kur'an'ın âhirinde senin hakkındaاَللَّهُمَّ وَ فِّقْهُ فِى خِدْمَةِ الْقُرْاَنِ وَ اْلاِيمَانِ olan dua, bu defa şübhem kalmadı ki, tam kabul olmuş.
    Umum kardeşlere birer birer selâm.
    Said Nursi

    * * *

    بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ رَسَائِلُ النُّررِ وَمَعَانِيهَا الْمُتَمَثِّلَةِ فِى الْهَوَاءِ وَ فِى اْلاَفْهَامِ اِلَى يَوْمِ الْقِيَامِ
    Aziz, Sıddık ve Sadık Kardeşlerim!
    Bu def'a pek çok alâkadar olduğum zâtların dört aded mektubları beni o kadar mesrur etti ve Risale-i Nur hesabına o kadar memnun eyledi ki; güya yeniden o kahraman arkadaşları buldum diye sürur yaşları çok hüzünlerimi sildi. Evet dört mektuba dört cevab yazmak isterim ve hakkınızdır; fakat samimî ittihadınıza binaen bire iktifa edildi. Ayrı ayrı beş-altı küçük mes'eleleri beyan ediyorum:
    Birincisi: Eskiden beri, îman kurtarmak zamanıdır dediğimiz ve ihtiyarım olmadan tekrar ile erkân-ı îmaniyeye dair bürhanlardan tahşidat-ı azîmeyi yaptığımız, çok haklı ve lüzumlu olduğunu zaman gösterdi. Size bir ay evvel, manevî bir muhaverede, Risale-i Nur'un azîm tahşidatına dair gaybdan
    Sh: » (K: 41)
    gelen bir cevabı yazmıştım. Bazı zatlar o fıkrayı Âyet-ül Kübra Risalesi'nin âhirine ilhak ettiler.
    İkincisi: Şamlı Tevfik Kardeş! Senin mektubun beni derinden derine hem müteessir hem müferrah eyledi. Sende bir hayırlı tahavvülât bulunduğunu ihsas etti.
    Merhum Hâfız Ahmed'in akrabasına benim tarafımdan taziye ile beraber de ki: Bir-iki ay evvel -birdenbire- dua ederken, en has akraba ve en hâlis talebelerin dairesine Hâfız Ahmed girdi: "Benim de bu dairede hakkım var" dedi gibi hissettim. Onu o has daire içinde, her vakit manevî kazançlarıma hissedar olmak için bıraktım ve öyle de kalacak inşâallah. Ve anladım ki; ikiniz bidayeten, beraber Risale-i Nur'a hizmetiniz içindir.
    Ve Barla'da bütün dostlara selâm.
    Üçüncüsü: Sabri kardeş! Kıymetdar Hulusi'nin mektu

    bu hem Hulusi'nin, hem Beşinci Şua'ın ehemmiyetini ve kıymetlerini gösterdiğinden çok beğendim.
    Evet Beşinci Şua, umumun ve bilhassa ehl-i ilmin îmanlarını tashih edip kurtarıyor.
    Hem sen, hem Hüsrev, Halil İbrahim'den bahsediyorsunuz. O zât, Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir talebesi ve iktidarlı bir naşiridir, hem haslardandır. Sâbık hâdisemizden tam bir ihtiyat ve ciddî bir alâkadarlık dersini aldığı kanaatındayım. Selâmımı ona ve rüfekasına tebliğ ediniz.
    Dördüncüsü: Hüsrev kardeş! Senin mektubun, benim meraklarıma (Hasan, ve Mustafa'lar gibi) bir şifa ve arzularıma bir deva (Mu'cizat-ı Ahmediye gibi) ve ümidlerime bir ziya (Re'fet, Konyalı Sabri gibi) hükmüne geçti.
    Hem Risale-i Nur'un muhterem bir talebesi ve has dairesinde bulunan âhiret hemşirem validenizin hastalığı ve ihtiyarlığı seni Isparta'ya celbi hayırdır. Elbette sen ona, Hastalar ve İhtiyarlar Risalelerini okumuşsun. O risaleler, benim bedelime onun keyfini sorup teselli versinler.
    Sadakatta imtiyazlı namdar Rüştü ile Şükrü'nün ticarette iştirakleri hayırlıdır.

    Ben, onları dua ile çok tahattur ediyorum.
    Sh: » (K: 42)

    Onları unutamıyorum. Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyorum.
    Said Nursî

    * * *
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  8. #18
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: LAHİKALAR. (Kastamonu Lahikası.)

    Azîz, Sıddık ve Fedâkâr ve Vefâkâr Kardeşlerim; ve Hizmet-i Kur'aniye ve İmaniyede Kuvvetli ve Kıymetli ve Çalışkan ve Muktedir Arkadaşlarım!
    Bu dünyada benim için medar-ı tesellî sizlersiniz ve hakkınızda büyük ümidlerimi doğru çıkardınız. Cenâb-ı Hak sizden ebeden razı olsun, âmîn...
    İrsâlâtınız ve bilhassa Onuncu Söz buraya o derece faide verdi ki, herbir sahifesine mukabil elimden gelseydi büyük bir hediye verirdim. Çoktan beri göremediğim için ben hangisini okursam "En birinci budur" derdim. Ötekine bakardım, "Bu birincidir." Daha öbürüsüne baktıkça hayret ederek kat'î kanaatım geldi ki; Risalet-in Nur'un kitabları birbirine tercih edilmez. Her birinin, kendi makamında riyaseti var. Ve bu zamanı tenvir eden bir mu'cize-i mâneviye-i Kur'aniyedir.
    Onuncu Sözün tatlı bir kerameti; iki üç senedir bana hapiste verdikleri gibi arzuma muhalif olarak her gün bir tayın veriliyordu. Ehemmiyetli iki sebebe binaen kabul etmeye mec-
    Sh: » (K: 13)
    burdum. Fakat onu yemezdim, tebdil ederek, şeker, çay, ekmek tedarik ederdim. Bir gün iskan memuru geldi, tayın verdi ve dedi, bundan sonra daha sana tayın vermiyeceğiz. Ben memnun oldum. Fakat birden hatırıma geldi ki, şeker, çay lazımdır. Hediyeleri de kabul etmem diye, bir endişeye düştüm. Aynı günde beş sene şeker ve çayımı temin eden ve merhum Abdurrahmana beş senede aldığı yaraları tedavi ile kuvvetli bir îman kazandıran, vefatından bir iki ay evvel imdadına yetişen ve ehl-i ilhadı azm ettikleri inkar-ı haşirden vazgeçiren Onuncu Söz'ün (fevkal-me'mul, ne nüshalarının ve ne vücudundan ve ne de gelmesinden hiç haberim yokken) müteaddit nüshaları o vakitte geldi. Lisan-ı hal ile dedi: "Merak etme, senin hem vazifene hem hayatına yardım için geldim, inayet-i Rabbaniye, tarafından gönderildim."
    Evet bu asrın ehemmiyetli ve mânevî ve ilmî bir mürşidi olan Risalet-in-Nur'un hey'et-i mecmuası, sâir şahsî büyük mürşidler gibi kendine muvafık ve hakikat-ı ilmiyeye münasib olarak, bir kaç nevide ve bilhassa hakaik-ı îmaniyenin izharında, intişarında azîm kerametleri olduğu gibi; üç keramet-i zâhiresi bulunan Mu'cizat-ı Ahmediye, Onuncu Söz ve Yirmidokuzuncu Söz ve Âyet-ül Kübrâ gibi çok risaleleri dahi herbiri kendine mahsus kerametleri bulunduğunu çok emâreler ve vakıalar bana kat'î bir kanaat vermiş. Hattâ sekeratta bulunan talebelerine îmanını kurtarmak için bir mürşid gibi yetiştiğine müteaddid vakıalar şübhe bırakmıyor.
    -Bir saat tefekkür, bir sene ibâdet-i nâfile hükmünde... - Bir misali "Nur'un Hizb-i Ekberidir" diye müşahede ettim ve kanaat getirdim. (Hâşiye)
    Sizlere Risalet-in-Nur'un Hizb-i Ekberini ve Kur'an'ın Hizb-i Âzamını göndermek isterdim. Fakat Hizb-i Âzam çok uzun olduğundan daha yazdıramadım. Hizb-i Ekber ise, tercüme etmek istedim; şimdilik vazgeçtim. Sizin gibi kardeşlerin
    _______________________
    (Hâşiye): Âyet-ül-Kübrâ'nın üçüncü menzilinin başında, Ahmed-i Fârukî Risale-i Nur hakkında demiş ki: "Mütekellimînden biri gelecek, bütün hakaik-i îmaniyeyi kemal-i vuzuh ile beyan ve isbat edecek." Zaman isbat etti ki; o adam, adam değil belki Risale-i Nur'dur. Ehl-i keşf Risale-i Nur'u, ehemmiyetsiz olan tercümanı suretinde keşiflerinde müşahede etmişler, bir adam demişler.
    Sh: » (K: 14)
    tercümeye muhtaç olmadığını düşünüp, yalnız Arabî suretini göndereceğim, inşâallah.
    Sizlere evvelce Âyet-ül-Kübrâ'nın Birinci Makamı'nın hülâsası namıyle gönderdiğim parça, o Hizbin esasıdır. İhtiyarsız, o esasa küçük fıkralar ve bazı kayıdlar ilâve edildiği vakit, birden başka bir şekil aldı; inkişaf ve inbisat ederek Âyet-ül-Kübra'nın misal-i musaggarı gibi şehadet-i tevhidiyesi parladı, mânaları ziyalandı; ruhuma, kalbime, fikrime büyük bir inşirah vermeye başladı. Ben de en yorgunluk ve usanç zamanımda onu mütefekkirane okudum, büyük zevk ve şevk hissettim.
    Bir suale cevab olarak yazdığım bir fıkrayı, size de faidesi olur ihtimaliyle beyan ediyorum:
    Evliya dîvanlarını ve ulemanın kitablarını çok mütalâa eden bir kısım zâtlar taraflarından soruldu: "Risalet-in-Nur'un verdiği zevk ve şevk ve îman ve iz'an onlardan çok kuvvetli olmasının sebebi nedir?"
    Elcevab: Eski mübarek zâtların ekser dîvanları ve ulemanın bir kısım risaleleri îmanın ve marifetin neticelerinden ve meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederler. Onların zamanlarında îmanın esasatına ve köklerine hücum yoktu ve erkân-ı îman sarsılmıyordu. Şimdi ise köklerine ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir surette taarruz var. O dîvanlar ve risalelerin çoğu has mü'minlere ve ferdlere hitâb ederler, bu zamanın dehşetli taarruzunu def'edemiyorlar.
    Risalet-in-Nur ise, Kur'an'ın bir mânevî mu'cizesi olarak îmanın esasatını kurtarıyor ve mevcud îmandan istifade cihetine değil, belki çok deliller ve parlak bürhanlar ile îmanın isbatına ve tahkikine ve muhafazasına ve şübehattan kurtarmasına hizmet ettiğinden; herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar. O divanlar derler ki: «Veli ol, gör; makamata çık, bak; nurları, feyizleri al.»
    Risalet-in-Nur ise der: "Her kim olursan ol; bak, gör, yalnız gözünü aç, hakikatı müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı
    Sh: » (K: 15)
    olan îmanını kurtar."
    Hem Risalet-in-Nur, en evvel tercümanının nefsini iknaa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna eden ve vesvesesini tamâmen izâle eden bir ders, gayet kuvvetli ve hâlistir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı mânevî-i dalâlet karşısında tek başıyle gâlibane mukabele eder.
    Hem Risalet-in-Nur, sâir ulemânın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders verip hakikat ile; ve evliya misillü yalnız kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor; Belki akıl ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh vesâir letâifin teavünü ayağıyle hareket ederek evc-i alâya uçar; taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar; hakaik-ı îmâniyeyi kör gözüne de gösterir.
    * * *
    (7)
    Azîz, Tam Sıddık Kardeşlerim!
    Benim bu dünyada medar-ı tesellim ve sürurum sizlersiniz. Eğer sizler olmasaydınız, bu dört sene azaba dayanamazdım. Sizin sebat ve metanetiniz, bana da kuvvetli bir sabır ve tahammülü verdi. Birden hatıra gelen dört nokta:
    Birincisi: Kardeşlerim, bu zelzele benim îtikadımda Şakk-ı Kamer gibi bir mu'cize-i Kur'an'dır. En mütemerridi dahi tasdika mecbur eder bir vaziyete girdi.
    İkincisi: Eski zamandan beri hiçbir cemaat, Risale-i Nur'un şâkirdleri kadar hak ve hakikat mesleğinde pek çok iş görmekle beraber, pek az zahmetle kurtulmamışlar. Bizim hizmetimizin ondan birini yapanlar, zahmetimizin on mislini çekmişler. Demek biz, daima «Şükür ve Elhamdülillah» dedirten bir haldeyiz.
    Üçüncüsü: Ben gönderilen risaleleri mütalâa ettim. Bir kısım hakikatları mükerrer gördüm. Makam münasebetiyle tekrar edilmiş. Benim arzu ve belki ihtiyarım olmadan ne için böyle olmuş, kuvve-i hâfızama gelen nisyandan sıkıldım. Birden şiddetli bir ihtar ile: "Ondokuzuncu Söz'ün âhirine bak!"
    Sh: » (K: 16)
    denildi. Baktım, Risalet-i Ahmediye'nin (A.S.M.) Mu'cize-i Kur'aniye'sinde tekraratının çok güzel hikmetleri, tam tefsiri olan Risalet-in-Nur'da tamamiyle tezahür etmiş. O tekrarat, o hikmetler için tam yerinde ve münasib ve lâzım olmuş.
    Hem Lütfü, hem Abdurrahman, hem Hâfız Ali hükmünde Küçük Ali sizin namınıza da Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiyenin tefsiri ve tercümesini istemiş. Benim şimdi onun ile meşgul olmaya ne vaktim var, ne de halim müsaade eder. İnşâallah -ileride- Risalet-in Nur'un başka bir şâkirdi o vazifeyi yapacak.
    Hem Yirminci Mektub ile Otuzikinci Söz bir derece o lem'ayı izah ederler. Hazret-i Ali (R.A.) iki defa
    تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا sırrıyle, perde altında gizli parlamasına işareti bizi ihtiyata sevk ve emreder.
    Bir mes'eleye gayet kısacık bir remiz ile, zekâvetinize fehmini havale ediyorum...
    Sual: Yerin korkudan titremesi ve hiddeti neden Rus'a gelmiyor ve yalnız...?
    Cevab: Çünki nesholup tahrif olmuş bir dine karşı, dinsizlik ile ihanet başkadır. Ve hak ve ebedî bir dine karşı ihanet ise yeri titretiyor, kızdırıyor.
    Mukaddeme-i Haşriye'nin Makamatını istiyorsunuz. Şimdiki vaziyetim hiçbir vecihle müsaade etmediği gibi, haşre dair yazılan hakikatlar, bürhanlar umuma nisbeten ihtiyaca tam kâfi olduğundan, çabuk yazmasına manen icbar edilmiyorum. Bir parça te'hir edildi ve ta'cil edilmedi. Hem ben, burada kayıdlar altındayım. اَلصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ وَ السُّرُورِ
    * * *
    Sh: » (K: 17)
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
    (8)
    Aziz, Sebâtkâr, Fedâkâr, Sıddık Kardeşlerim!
    Evvelâ: Gelecek bayramınızı tebrik ederim.وَالْفَجْرِ * وَ لَيَالٍ عَشْرٍ kasem-i Kur'aniyle fevkalâde kıymetleri tahakkuk eden o mübarek gecelerde ve seherlerde mübarek kardeşlerimin mübarek duaları hem bana, hem ehl-i imânâ çok bereketli ve nurlu olmasını rahmet-i Rahman'dan niyaz ederim.
    Sâniyen: Size bir küçük sehvin büyük bir nükte-i gaybiyesiyle, karşı sahifedeki Hâşiyeyi, mevkilerinde yazmak için gönderdim.
    Sâlisen: Hulûsi'nin bir gailesi var diye hissediyorum. Merak etmesin; Risale-i Nur'un şâkirdlerine inâyet ve rahmet, nezaret ve himayet ederler. Dünyanın meşakkatleri madem sevab verir, geçerler; o musibetlere karşı sabır içinde şükür ile, metanetle mukabele edilmek gerektir. Hem o, hem sizler bütün dualarımda ve kazançlarımda benimle berabersiniz.
    Râbian: Risalet-in-Nur kendi kendine Kur'an'ın himayeti ve hıfz-ı Rabbânî altında intişar ediyor. İmam-ı Ali (R.A.) iki def'a "sırren, sırren" demesi işaret eder ki, perde altında daha ziyade feyiz ve nur verir. Sizin gibi kardeşlerim, zamanın sarsıntılı hâdisatına karşı, -şimdiye kadar gibi- yine tam mukavemet eder ümidindeyim.مَنْ اَمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِdüsturumuz olmalı.
    * * *
    Sh: » (K: 18)
    (9)
    Aziz kardeşlerim!
    Bilmukabele bayramınızı tebrik ederim.
    Sıhhatimi soruyorsunuz. Buranın çok şiddetli kışı ve odamın çok soğuğu ve üç hazin gurbetin te'siri ve üç asabî hastalığın sıkıntısı ve bütün bütün yalnızlık ile kabil-i tahammül olmayacak çok zahmetlere maruz olduğum halde, Hâlıkıma hadsiz şükür ederim ki, her derdin en kudsî dermanı olan îmanı; ve îman-ı bilkaderden, kazâya rıza ilâcını imdadıma gönderdi; tam sabır içinde şükrettirdi.
    * * *
    (10)
    Aziz ve Sıddık ve Hâlis Kardeşlerim!
    Rabb-ı Rahîmime hadsiz şükür olsun ki; sizin gibileri Risalet-in-Nur'a sahib ve nâşir ve muhafız halketmiş, benim gibi âciz bir bîçarenin zaif omuzundaki ağır yükü çok hafifleştirmiş.
    Kardeşlerim! Bu def'a üç mektubunuzu birden üç Hulûsi, üç Sabri, üç Hakkı gibi kıymetdar dokuz kardeş gördüm. Hapiste, Abdurrahman'ın pederi yerinde benim elbiselerimi yamalayan Hakkı'nın ciddî ve hakikatlı uhuvvetini ve talebeliğini, tahminimden daha ileri terakki ettiğini bildim, çok mesrur oldum.
    Sabri kardeş! Beni saran ve bağlıyan ağır kayıdlara ehemmiyet vermiyorsun. Halbuki buradaki evhamlı ehl-i dünya benim ile pek fazla meşgul ve alâkadardırlar. Hattâ.. hattâ.. hattâ... Her ne ise.
    Hem benim hakkımda bin derece haddimden ziyade hüsn-ü zan ile kıymet ve makam vermek, yalnız Risale-i Nur namına ve onun hizmeti ve Kur'an elmaslarının dellâllığı hesabına kabul olabilir. Yoksa hiç ender hiç olan şahsım itibariyle kabûle hakkım yok. Parlak ve çalışkan kalemiyle hem Risalet-in-Nur'un, hem bizim hâtıralarımızda çok ehemmiyetli mevki tutan ve yerleşen Hâfız Tevfik'in yazdığı Âyet-ül Kübrâ Risalesini münasib gördüğünüz zamanda gönderirsiniz. Dokuz sene yazılarıyle mesrurane ünsiyet eden gözlerim, hasretle o yazıları
    Sh: » (K: 19)
    görmek istiyor.
    Kıymetdar Hulûsi ve Hakkı gibi kardeşlerim!
    Hakkı'nın dediği gibi, Sabri'nin mektublarını aynen onların yerine kabûl olmuş; o cihette Hulûsi ile muhabere kesilmemiş, devam ediyor. Hadsiz şükür ve hamd ü sena olsun ki; Risalet-in-Nur gittikçe parlak, hârikane fütuhat-ı îmaniye yapar. Kendi kendine inşâallah her görenin kalbinde yerleşir, muannidleri susturur. Bir hıfz-ı gaybî altında düşmanları şaşırtmış, kör gözleri onu görmüyor. İzini bulamadığı halde, parlak faaliyetini müşahede ediyorlar. Bu vakit pek ziyade ihtiyat lâzım.
    * * *
    (11)
    Aziz, Sıddık, Kıymetdar Kardeşlerim; ve Hizmet-i Kur'aniyede Metin, Ciddî, Çalışkan Arkadaşlarım!
    Yeni bir medar-ı keramet ve inâyet ve sürur olan mektubunuzu aldım. Ve Risalet-in-Nur'a ait bir ikram ve inayet-i İlahiyeyi gösterdi. Şöyle ki:
    Bundan dört-beş gün evvel, şiddetli bir taharri ile menzilim teftiş edildi. Her tarafa baktıkları halde hıfz-ı İlâhî ile bizi mahzun edecek bir şey bulamadılar. Yalnız İktisad, Hastalar, İstiaze gibi altı-yedi risaleyi zararsız buldular. Sonra da Hüsrev'in ezan mes'elesi gibi müsadere kaidelerine tam muhalif olarak noksansız iade ettiler.
    Ben o hâdiseden size endişe edip -dağdan dönerken- Abdülmecid, Sabri, Hüsrev, Hâfız Ali ile beraber konuşmak, acaba size de bir taarruz var mı diye sormak istedim. Ve lisanla bağırdım, geldim. Birden Emin kapıyı açtı, dördünüzün mübarek mektublarınızı verdi. Her ikimiz bu ikram ve taharrideki keramet-i hıfzıyeyi ve Hüsrev'in hilâf-ı me'mul öyle bir istida, öyle bir netice vermesindeki inâyet-i Rabbaniyeye aynı zamanda muvafık gördük; ve Risalet-in-Nur her vakit inâyete mazhardır diye şükrettik.
    Aziz Kardeşlerim! Fihrist bâkiyesinin te'lifi size havale edilmişti, taksim-ül-âmâl tarzında yapsanız iyi olur.
    Sh: » (K: 20)
    ''Maşâallah, Bârekâllah, kalemlerinizin mükemmel çalışmaları devam etmekle beraber tezayüd etmeleri ve hususan Sav'da birden çoğalması (Hacı Hâfız'a ve köyüne bin Bârekâllah) bizi fevkalâde mesrur etti. Ve Hüsrev'in tevâfuklu yazıları, hususan yaldızlı Mu'cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) nüshası ve Büyük ve Küçük Ali'lerin risaleleri buralarda tatlı, hem çok fütuhatı var. İnşâallah o mübarek kalemlerin daha çok fütuhatı olacak ve göreceğiz.
    * * *
    (12)
    Aziz, Kıymetdar, Sadık ve Sebatkâr Kardeşlerim!
    Fihristeyi taksim-ül-a'mâl tarzında mütesanid hey'etinizin şahs-ı manevîsine tevdiiniz çok güzeldir. Tam ve dâimî bir üstad buldunuz. O manevî üstad, bu âciz kardeşinizden çok yüksektir; daha bana ihtiyaç bırakmıyor.
    Sabri kardeş! Senin rü'yan mübarektir ve manidardır. İnşâallah zaman onu tabir edecek.
    Kardeşlerim! Sizin hâtırınız ve askerliğiniz endişesi için hâdisat-ı zamana baktım; kalbime böyle geldi: Menfî esasata bina edilen ve Karun gibi اِنَّمَآ اُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ deyip, ihsan-ı Rabbanî olduğunu bilmeyip şükretmeyen ve maddiyyun fikriyle şirke düşen ve seyyiatı hasenatına galib gelen şu medeniyet-i Avrupaiye öyle bir semavî tokat yedi ki; yüzer senelik terakkisinin mahsulünü yaktı, tahrib edip yangına verdi.
    Avrupa zalim hükümetleri zulümleriyle ve Sevr muahedesiyle Âlem-i İslâm'a ve merkez-i hilâfete ettikleri ihanete mukabil öyle bir mağlubiyet tokadını yediler ki; dünyada dahi bir cehenneme girip çıkamıyorlar, azabda çırpınıyorlar.
    Evet bu mağlubiyet, aynen zelzele gibi, ihanetin cezasıdır. Burada çok zatlar kat'iyen hükmediyorlar ki: Risalet-in-Nur'un iki merkez-i intişarı olan Isparta ve Kastamonu vilayetleri sâir yerlere nisbeten âfât-ı semaviyeden mahfuz kaldıklarının sebebi, Risalet-in-Nur'un verdiği îman-ı tahkikî ve kuvvet-i
    Sh: » (K: 21)
    îtikadiyedir. Çünki böyle âfatlar, za'f-ı îmandan neş'et eden hatâların neticesidir. Hadîsçe, sadaka belâyı def'ettiği gibi, o kuvve-i îmaniye dahi o âfâta karşı derecesiyle mukabele ediyor.
    * * *
    بِاسْمِهِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
    بِعَدَدِ حُرُوفِ رَسَآئِلِ النُّررِ الْمَكْتُوبَةِ وَالْمَقْرُوئَةِ وَالْمُتَمَثِّلَةِ فِى الْهَوَآءِ

    اِلَىَ يَوْمِ الْقِيَامِ اَمِينَ
    (13)
    Aziz ve Sıddık ve Sâdık ve Fedâkâr ve Vefâdar Kardeşlerim!
    Sizin bu def'aki manevî ve nurlu hediyeniz benim nazarımda, Cennet-ül-Firdevs'den bir desti âb-ı kevser hediyesi, âlem-i bekadan bize gelmiş gibi ruhum inşirah ile doldu, bütün duygularım sürûr ile şükrettiler. Size uzun bir mektub yazmak arzu ediyorum fakat zaman ve halim müsâade ve muvafakat etmediğinden kısa kesmeye mecbur oldum. Yalnız o hediyelerin hususî sahiblerine mâşâallah, bârekâllah, veffakakümullah, es'adekümullah derim.
    Bilhassa Yirmiyedinci Mektub'un medresesinde mütehassirane müştak bulunduğum kardeşlerimle maziye gidip, tekrar görüştüm ve mükerreren ayrı ayrı görüşüyorum.
    Otuzbirinci âyetin birinci mukaddemesi olan
    وَ اِنْ كُنْتُمْ مَرْضَى cümlesi, binbeşyüz küsur olan makam-ı cifrisiyle, ehl-i dalâlet tarafından aşılanan manevî hastalıkların kısm-ı âzamı, Risalet-in-Nur'un Kur'ânî ilâçlarıyle izale edilebilir diye işaret etmekle beraber; maatteessüf ikiyüz sene kadar dünyanın ömrü bâki kalmışsa, bir fırka-i dâlle dahi devam edeceğine îma ediyor. فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا cümlesi, mâna-yı işarîsinde, ikinci emarenin birinci noktasında "Sin" harfi "Sad" harfinin altında gizlenmesi ve "Sad" görünmesinin iki sebebi var.
    Sh: » (K: 22)
    Birisi: Said tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-u mutlakta bulunmak şarttır; tâ ki Risalet-in-Nur'u bulandırmasın, te'sirini kırmasın.
    İkincisi: Şimdiki bataklığa ve manevî tâûna sukutun sebebi ise, terakki fikrinden neş'et ettiği cihetle, onların hatâlarını gösterip; suud ve terakki, müslüman için ancak İslâmiyette ve îmanlı olmakta olduğuna işaret etmektir.
    * * *
    (14)
    Kardeşlerim! Bugünlerde biri Risalet-in-Nur talebelerine, diğeri bana ait iki mes'ele ihtar edildi. Ehemmiyetine binaen yazıyorum:
    Birinci Mes'ele: Birinci Şua'da iki-üç âyetin işârâtında, Risalet-in-Nur'un sâdık talebeleri îmanla kabre gireceklerine ve ehl-i Cennet olacaklarına dair kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük mes'eleye ve çok kıymetdar işarete tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim. Çoktan beri muntazırdım. Lillâhilhamd iki emare birden kalbime geldi:
    Birinci Emâre: İman-ı tahkikî ilmel-yakînden hakkal-yakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler; ve demişler ki: «Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şübheler verip tereddüde düşürebilir.» Bu nev'i îman-ı tâhkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin îmanı zevalden mahfuz kalıyor. Bu îman-ı tahkikînin vusûlüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikata yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, îman-ı şuhûdîdir.
    İkinci Yol: İman-ı bilgayb cihetinde sırr-ı vahyin feyziyle bürhanî ve Kur'anî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizaciyle hakkalyakîn derecesinde bir kuvvet ile, zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakîn ile hakaik-i îmaniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol; Risalet-in-Nur'un esası, mâyesi, temeli, ruhu, ha-
    Sh: » (K: 23)
    kikatı olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa, Risalet-in-Nur hakaik-ı îmaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni' derecesinde gösterdiğini görecekler.
    İkinci Emâre: Risalet-in-Nur'un sâdık şakirdleri, hüsn-ü âkibetlerine ve îman-ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimî dualar oluyor ki, o duaların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor.
    Ezcümle: Risalet-in-Nur'un bir hâdimi ve bir tek şakirdi, yirmidört saatte, Risalet-in-Nur talebelerinin hüsn-ü âkibetlerine ve saâdet-i ebediyeye mazhar olmalarına, yüz def'a Risalet-in-Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi-otuz def'a selâmet-i îmanlarına ve hususî hüsn-ü âkibetlerine ve îmanla kabre girmelerine aynı duayı en ziyade kabûle medar olan şerait içinde ediyor.
    Hem Risalet-in-Nur'un talebeleri bu zamanda her cihetten ziyade hücuma mâruz îman hususunda birbirine selâmet-i îman hakkındaki samimî, mâsum lisanlarıyla dualarının yekûnu öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmezler. Faraza mecmuu itibariyle reddedilse, tek bir tane onların içinde kabûl olunsa, yine her biri selâmet-i îman ile kabre gireceğine kâfi geliyor. Çünki herbir dua umuma bakar.
    İkinci Mes'ele: Yirmi sene evvel tab'edilen Sünuhat Risalesi'nde, hakikatlı bir rü'yada Âlem-i İslâm'ın mukadderatını meşveret eden ruhanî bir meclis tarafından, bu asrın hesabına Eski Said'den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir. O zaman, o manevî meclis demiş ki: "Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harbde, Osmanlı Devleti'nin mağlubiyetinin hikmeti nedir?"
    Cevaben Eski Said demiş ki: Eğer galib olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. -Nasılki yedi sene sonra edildi.- Ve medeniyet namıyla Âlem-i İslâm hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki-i mübarekeye Anadolu'da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnayet-i İlahiye ile onların muhafazası için, kader mağlû-
    Sh: » (K: 24)
    biyetimize fetva verdi.
    Aynen bu cevabdan yirmi sene sonra, yine gecede, "Bîtaraf kalıp, giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hind'i de kurtararak, bizimle ittihada getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken; şübheli, dağdağalı, faidesiz bir düşmana (İngiliz) tarafdarlık göstermekle muzâaf bir surette ve zararlı bir yolu tercih etmek, böyle zeki, belki dâhi insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?" diye suâl benden oldu.
    Gelen cevab mânevî cânibden geldi. Bana denildi ki: "Sen, yirmi sene evvel manevî suale verdiğin cevab, senin bu sualine aynı cevabdır. Yâni: Eğer galib taraf iltizam edilseydi, yine mimsiz medeniyet namına galibane mümanaat görmiyecek bir tarzda bu rejimi, Âlem-i İslâm'a, mevaki-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti. Üç yüz elli milyon İslâm'ın selâmeti için bu zâhir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler."
    * * *
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    (15) اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ رَسَآئِلِ الَّتِىكَتَبْتُمْ وَتَكْتُبُونَ
    Aziz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim!
    Sizlerin bu bayram manevî hediyeniz, bayramımı öyle bir tebrik etti ki, binler kederim olsaydı silerdi. Bin Bârekâllah. Böyle bir zamanda böyle ihlaslı sadakat, livechillah uhuvvet ve fîsebîlillâh muavenet ancak âlî himmet sıddîkînlerde bulunur. Hâlık-ı Zülcelâl'e hadsiz hamd ve şükür olsun ki, sizin gibileri Kur'ân-ı Hakîm'e hâdim ve Risale-i Nur'a şâkird eylemiş.
    Hüsrev kardeş! Senin, umum kardeşlerin namına bayram tebriki hesabına başta Kur'an'ın baştaki çok şirin ve güzel cüz'leri olarak Mektubat'ın kısm-ı azamını hediye etmekliğiniz, bin tebrik hükmünde oldu. Bin Bârekâllah.
    Sh: » (K: 25)
    Küçük Ali kardeşim! Senin, büyük manevî hediyen beni cidden çok şaşırttı, çok mütehayyir etti. O mükemmel yazılar, Büyük Ali'nin mi, yoksa Küçük Ali'nin mi bilemedim. Benim için yeniden dünyaya bir Abdurrahman, bir Lütfü gelmiş gibi, Büyük Hâfız Ali'nin sisteminde bir kahraman yardımcı ve iki mübarek ve hâlis ve kıymetdar Mustafa'ların elinde bir elmas kılınç, buranın fethinde benim gibi bir âcizin muavenetine koşuyor gördüm.
    Mâşâallah, Büyük Hâfız Ali'nin nuranî ve büyük fabrikası Kuleönü'nü de içine almış gibi; aynı kalem, aynı tarz, aynı iktidar göstermişsin. Risale-i Nur'un tam kametine yakışacak nakışlar, murassa' elbise giydirmişsiniz.
    Kardeşlerim; Fihristeden sonra te'lif edilen risalelerin fihristelerini, ötekilerin tarzındayazmasını size bırakıyorum. Ben şimdi eski gibi her risaleyi hülasa edesmiyorum.Sizler eski genç Said'in değil, belki yeni ihtiyar Said'in genç, dinç Saidlerisiniz, onunvazifesini yaparsınız.
    Kardeşlerim; Üçüncü Keramet-i Aleviyede, sahabe ve Şakk-ı Kamer'e aidzeyillere işaret bahsinde denilmiş: «Sözlerin ve bir nüshada risalelerin, risaleşekline giren yalnız iki zeyl var. Başka küçük zeyiller ya hâtimedir, yahâşiyedir. Onun için İmam-ı Ali (R.A.) Onları müstakil bir risale nazarıylabakmamış. Hem bu iki zeyli, çok ehemmiyetleri olduğundan ayrı bir tarz ibare ileişaret etmiş.»

    * * *
    (16)
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  9. #19
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: LAHİKALAR. (Kastamonu Lahikası.)

    بِاسْمِهِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
    بِعَدَدِ حُرُوفِ رَسَآئِلِ النُّررِ الْمَكْتُوبَةِ وَالْمَقْرُوئَةِ وَالْمُتَمَثِّلَةِ فِى الْهَوَآءِ اِلَىَ يَوْمِ الْقِيَامِ اَمِينَ
    (2)
    Azîz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniye ve Îmaniyede İhlaslı ve Şanlı Arkadaşlarım!
    Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür ve hamd ederim ki, İhtiyarlar Risalesi'ndeki ümidimi ve Müdâfaat Risalesi'ndeki iddiamı si-
    Sh: » (K: 7)
    zinle tasdik ettirdi. Evet لِلَّهِ الْحَمْدُبِعَدَدِالذَّرَّ اتِ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَىاْلاَبَدِ sizin ile otuz bine mukabil gelen otuz Abdurrahman'ı, belki yüz otuz, belki bin yüz otuz Abdurrahman'ı Risalet-in Nur'a ihsan etti.
    Hem unutulmıyan, her vakit yanımda bulunan kardeşlerim, Risale-i Nur'a sizin gibi pek ciddî sahib ve muhâfız ve vâris ve hakikatbîn ve kıymetşinas zatların benim yerimde benden daha kuvvetli, ihlâslı olarak vazife-i Kur'âniye ve îmaniyede çalıştıklarını gördüğümden, kemal-i ferah ve sürur ve itminan ve istirahat-ı kalb ile ecelimi ve mevtimi ve kabrimi karşılıyorum, bekliyorum.
    Ben, sizi yazılarınızda ve hatırımdan çıkmayan hidematınızda günde müteaddid defalar görüyorum. Ve size olan iştiyâkımı tatmin ediyorum. Siz de bu bîçare kardeşinizi Risalelerde görüp sohbet edebilirsiniz. Ehl-i hakikatın sohbetine zaman, mekân mâni olmaz; manevî radyo hükmünde biri şarkta biri garbda, biri dünyada biri berzahta olsa da râbıta-i Kur'âniye ve îmaniye onları birbiriyle konuşturur.
    Mâşâallah, Bârekâllah Kerâmât-ı Aleviye'nin Risalet-in Nur'a imzasını bu zamanda tam tasdik ettiren kerâmât-ı kalem-i Alevî (Ali) ve Kur'an'a çok kıymetdar hizmeti ve Mu'cizât-ı Ahmediye'nin (A.S.M.) hârika bir kerametini gözlere gösteren ve Kur'anın altun bir anahtarı olan kalem-i Hüsrevî; değil yalnız bizleri, belki ruhânîleri ve melekleri de sevindiriyorlar.
    Bu def'a, elmas kalemli mübarekler tarafından bir sual var. Şimdilik cevab elimde değil. Eğer elime verilse, size gelir. Her gün hâtırımda bulunan Rüşdü, Re'fet, Süleyman, ves&thorn;air ( ت ، م ) ve ( ح ، ق ) ve Abdullah ve sâir isimlerini beyan etmediğim kıymetdar kardeşlerim ile hususî konuşmadığımdan gücenmesinler; çünki hizmetinizin azameti ve ehemmiyeti ve muarızların kuvveti ve şeytaneti nisbetinde ihtiyata ve dikkate mecburuz.
    Hâfız Ali ile Hüsrev'in birbirleriyle ciddî bir mahviyet içinde kardeşlik irtibatları, Risale-i İhlâs'ın tam sırrına mazhar
    Sh: » (K: 8)
    olduğunuzu bana ihsas etti, ümidlerimi fevkalâde kuvvetlendirdi.
    Ben daha ziyade yazacaktım, fakat şimdi birisi postahaneye gitmek üzere olduğu için acele ettiğinden kısa kestim.
    Duanıza muhtaç

    S. N.
    * * *
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ اَيَّامِ الْفِرَاقِ

    (3)
    Azîz, Sıddık Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Kuvvetli, Dirayetli Arkadaşlarım!
    Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı maneviye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı. Hususan benim gibi bir bîçarenin kıymetinden bin derece ziyade ehemmiyet vermekle, bir batmanı kaldırmıyan zaîf omuzuna, binler batman ağırlığı yüklense altında ezilir.
    Lillâhilhamd, Risalet-in-Nur, bu asrı, belki gelen istikbâli tenvîr edebilir bir mu'cize-i Kur'aniye olduğunu çok tecrübeler ve vâkıalar ile körlere de göstermiş. Ona ait medh ü senanız tam yerindedir; fakat bana verdiğinizden, binden birine de kendimi lâyık göremem.Yalnız, pek büyük bir nimete ve muvaffakıyete sizin gibi hakikatlı talebelerin iştirak ve sa'y ü gayretleriyle mazhariyetim noktasında, Risale-i Nur hesabına ebede kadar iftihar ederim.
    Nur iskele me'muru Sabri kardeş! Sabri, Süleyman ve Hüsrev üçünüzün sohbetinde, benim de iki cihette belki üç cihette iştirakim var.
    Nur fabrikası nam sahibi Hâfız Ali kardeş! Fevkalâde mektubun, ehemmiyetsiz şahsiyetim hariç kalmak şartiyle bana hârika göründü. Senin hâlis ve yüksek dirayetin terakkide
    Sh: » (K: 9)
    olduğunu gösterdi. Bana, "İşte çok Abdurrahman'ları taşıyan bir Ali" dedirdi.
    Mustafa'lar, Küçük Ali, mübarek ve münevver kardeşler! Mektubunuz, Büyük Ali'nin mektubu gibi acib bir hakikatı ifade eder. O hakikat, Risale-i Nur hakkında haktır. Fakat benim haddimden değil ki, o hududa gireyim.
    Evet عُلَمَآءُ اُمَّتِى كَاَنْبِيَآءِ بَنِى اِسْرَآئيِلَ ferman etmiş. Gavs-ı Â'zam Şâh-ı Geylânî, İmam-ı Gazâli, İmam-ı Rabbânî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve harika zatlar bu hadîsi, kıymetdar irşâdâtlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan hikmet-i Rabbaniye onlar gibi feridleri ve kudsî dâhileri ümmetin imdadına göndermiş.
    Şimdi ise aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı mânevî hükmünde bulunan Risalet-in Nur'u ve sırr-ı tesanüd ile bir ferd-i ferîd mânasında olan şakirdlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş. Bu sırra binaen, benim gibi bir neferin, ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir dümdarlık vazifesi var.
    Re'fet kardeş! Senin ile hiç olmazsa her dört günde bir kerre görüşmeye ihtiyaç ve iştiyakım varken, dört sene sonra hususî görüşebildik. Senin gibi hem kıymetdar te'sirli diliyle ve kuvvetli, letafetli kalemiyle Risalet-in Nur'a çok ehemmiyetli hizmet edenler her vakit hâtırımda mânevî muhatablarım ve hayâlen yanımda hazır arkadaşlarımdırlar. Risalet-in Nur'un fevkalâde te'sirli intişarı nazar-ı dikkati celbetmesinden, şimdilik ziyade ihtiyat lâzımdır.
    İktisad Risalesi'yle, Çocukların Ta'ziyenamesi risaleleri gönderilse münasibdir.
    Umum kardeşlerime, hususan haslarına birer birer selâm ve dua ederim. Ve o mübarek ve kıymetdar arkadaşlarımın hatırları için hem akrabalarını, hem karyelerini, kendi akrabam ve karyem içine alıp öylece dua ederek mânevî kazançlarıma teşrik ediyorum.
    * * *
    Sh: » (K: 10)

    (4)
    Aziz Kardeşim Hüsrev!
    Şükür, hakkımda inayet-i İlahiyye devam ediyor. Ben burada rahatım, fakathizmete şiddetle ihtiyacım var. Sizlerden biriniz yanımda bulunmazsa çoküzüleceğim. En evvel hizmet nöbeti senin alâkasızlığın için sanadüştü, sonra başkası yapar. Bu husus için ben burada hükümete ve emniyetmüdürüne müracaat ettim. Eğer senin yol masrafın verilse veya teshilat gösterilseçok iyi olur. Yoksa borç ediniz, burada beraber çalışıp o borcu vereceğiz.Gelirken beraber mu'cizeli Kur'anımızı ve matbu Onuncu Sözü ve Hâfız Ali'ninel yazısı ile benim için tevafuklu yazılan Onuncu Sözü ve altı Esma-iİlahiyenin altı nükteleri eğer yazmışsan birlikte getir. Bu husus hakkındaburadaki zabıtaya ve hükümete bildirdim. Süleyman ve kardeşlerime çok selam.

    11 Mayıs 1936 Kardeşiniz
    Kastamonu Emniyet
    SaidNursî

    Müdürüyeti Eliyle
    ***



    (5)
    Azîz, Sıddık, Fedâkâr, Vefâkâr Kardeşlerim,
    Sizler ile muhabere edemediğimin sebebi, fevkalâde bir dikkat ve tazyik ve tecrid altında bulunduğumdur. Hâlık-ı Rahîm'ime hadsiz şükürler olsun ki, kuvvetli bir sabır ve tahammülü ihsan ederek sû-i kasdlarını akîm bıraktı. Burada müfarakat zamanımın her bir ayı bir sene haps-i münferid hükmünde ezici olduğu halde, dualarınız berekâtıyla, inayet-i İlâhiye her günümü bir ay kadar mes'udane bir ömre çevirdi. Benim istirahatım cihetinde merak etmeyiniz, rahmetin iltifatı devamdadır.
    Sabri kardeş! Sabırlı ol, ehemmiyetsiz ve zararsız olan vehmî ve asabî hastalığına ehemmiyet verme. Şifaya dua edilmekle beraber; zararsız, hatarsızdır. Çünki eğer hatarât, seyyie ise; nasılki âyinede temessül eden pislik, pis değil ve âyinedeki yılan sureti ısırmaz ve ateşin timsali yakmaz. Öyle de, kalbin ve hayâlin âyinelerinde rızasız, ihtiyarsız gelen pis ve çirkin ve küfrî hatırâlar zarar vermezler.
    Sh: » (K: 11)
    Çünki: İlm-i Usulde tasavvur-u küfür, küfür değil ve tahayyül-ü şetm, şetm olmaz.Hasene ise nuranî olduğundan, tasavvur ve tahayyülü dahi hasenedir. Çünki âyinede nurânînin timsali ziya verir, hâsiyeti var; kesifin misali ölüdür, hayatsızdır, te'siri yoktur. Eğer sair teellümât-ı ruhaniye ise; sabra, mücahedeye alıştırmak için Rabbanî bir kamçıdır. Çünki emn ve ye'sin vartasına düşmemek hikmetiyle havf ve reca müvazenesinde, sabır ve şükürde bulunmak için kabz-bast hâletleri, Celâl ve Cemâl tecellisinden intibah ehline gelmesi; ehl-i hakikatça medar-ı terakki bir düstur-u meşhurdur.
    Şamlı Tevfik'in ihtiyatını takdir etmekle beraber, eski kıymetdar hizmetlerinin onun defter-i a'mâline dâimî bir surette yazı yazmaları için, o dahi dâimî çalışması gerekti. Şükür yine, elmas kalemiyle vazifesine başlaması, ruhumu ümidler ve iştiyaklarla neş'elendirdi; Barla hayatını hasretle hatırlattı.
    Sabri kardeş! İmamet vazifesinde Risalet-in Nur'a zarar yok, ruhsatla amel niyetiyle şimdilik çekilme.
    Hüsrev kardeş! Beşinci Şua'ın kıymetini tam beyan ve takdîrin beni çok mesrûr etti. İkinci def'a yaldızlı bir Kur'anı yazdığın, beni fevkalâde müferrah etti. Hem benim için de yeni risaleleri mübarek kaleminle (Hâşiye) istinsah ettiğin, beni minnetdarlık hissinden mesrûrane ağlattı.
    Rüşdü ve Re'fet'in sıhhatleri ve kemâl-i sadakat ve sebatları, hazin endişelerimi izâle etti. Isparta talebeleri hatırları için, ben Isparta'yı kendi karyem (Nurs) ile beraber duamda dâhil ediyorum. Hattâ emvâtına, Nurs emvâtı gibi dua ediyorum. Hakikî vatanım ve memleketim nazarıyla o vilâyete bakıyorum.
    Makinası kuvvetli Ali kardeş! Sizlerin hâlisâne ve ciddi faaliyetinizden, Risale-i Nur'a sizler gibi sarsılmaz çok talebeler zuhur ve devam ettiklerini ümid ederdim. Bildiğim Abdullah gibi ve bilmediğim umum kardeşlerime selâmımı ve bütün manevî kazançlarıma onları teşrik ettiğimi tebliğ ediniz. Muhaberemde isimlerini yazmadığım ve hatırımda yazdığım
    ______________________
    (Hâşiye): Medar-ı hayret bir lütf-u bereket: Gül fabrikasının kâtibliğiyle Risalet-in Nur'a intisab eden Hüsrev, iki buçuk sene evvel bir küçük şişe gülyağı göndermişti. Mütemadiyen istimal ettiğim halde daha bitmedi, devam eder. Kardeşiniz Emin yanımdadır, bu berekete şehadet eder, hem size selâm eder.

    Sh: » (K: 12)
    kıymetdar kardeşlerimle çok alâkadarım.
    Kardeşlerim! Çok ihtiyat ediniz, münafıklar çoktur.
    Mümkün oldukça risalelerin buradan irsal edildiğini söylemeyiniz; tâ Risale-i Nur hizmetine zarar gelmesin.
    Maatteessüf ben burada bütün bütün yalnız kaldığım için, çok ehemmiyetli hakikatlar yazılmadan, kaydedilmeden geldiler ve gittiler. Kuleönü'nün hâlis ve ciddî ve mübarek çalışkanlarına ve İslâmköyü'nün sâdık ve gayretli ve kesretli talebelerine ve Barla'da vefadar ve kıymetli dostlarıma ve bilhassa Eğirdir'de fedakâr ve vefadar Hakkı ve Mehmed gibi kardeşlerime ve sâir umum ihvanıma binler selâm ve dualar.
    Dualarınıza kuvvetli îtimad eden ve çok muhtaç bulunan
    Kardeşiniz
    Said Nursî

    * * *
    (6)
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  10. #20
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: LAHİKALAR. (Kastamonu Lahikası.)

    Risale-i Nur Külliyatından




    (Yirmiyedinci Mektub' tan)




    KASTAMONU LÂHİKASI



    İSTİZAH

    Bu KASTAMONU LÂHİKASI'nı Bediüzzaman SaidNursî Hazretleri Kuleönlü küçük Ali Ağabeye yazdırıp, tashih ettikten sonrahangi mektubların neşredilip, hangilerinin neşredilmiyeceğini bizzat kendi elleriyle işaretleyip, tek neşir nüshası olarak Ankara'ya göndermişlerdir.
    Malumunuz matbaa ile basım devresinden evvel binlerce insan Risale-i Nur'a hizmetetmek ve Bediüzzaman Hazretlerinin duasını almak için, Risale-i Nur kitabların veLâhika mektublarını elle yazıp Üstada tashih ve sonuna dua için göndermişlerdir. Üstad hazretleri de gelen elle yazılmış eski yazılı risaleleri velâhika mektublarını tashih ederek sahiblerine bir dua yazıb geri gönderiyordu.Bilhassa bu nüshalar ve lahika mektubları (Neşir Nushası olmayıp) matbaa ilebasım neşriyatı için medar ve asıl olamaz. Çünkü o zaman etrafa gönderilenbazı mektublar, hususi mşahısları alakadar edip, muvakkat bir zaman içinyazılmıştı, dâimî ve umuma neşr olunacak mektublardan değildi. Ve bunlarda lahikalara yazılmıştı. Nitekim Üstad Hazretleri matbaa ile neşir için tashihederek bize gönderdiği Emirdağ Lâhika mektublarında, neşrolunacakmektubların baş ve sonlarını bizzat parantezlerle işaretlemiştir. Bazımektubların bir kısmını ve hatta bazan mektubun baş ve son kısımlarını neşir hârici bırakmışlardır.
    Kastamonu Lâhikasında da 4. cü kısmına kadar neşrolmıyacak mektubların etrafını bir çizgi ile çevirmişler, neşrolacak mektubları da tashihedip dokunmamışlar.
    Kastamonu Lâhikasınanın 5. ci son kısmını da neşrolacak mektubların baş ve sonlarını parentezlerle işaretlemişler, neşrolmayacakları öylece bırakmışlar. Denizli, Emirdağ 1 ve Emirdağ 2 ve Kastamonu lâhika mektubları umuma matbaa ile neşir için, Üstad Hazretleri tarafından bu şekilde tesbit ve tayin edilerek Ankara'ya tek nüsha olarak gönderilmiş olup, bizler de Üstad Hazretlerinin butesbit ve tayinine uyarak bu lâhikaları Allah-u Tealanın yardımı ve Üstad Hazretlerinin bizzat izinleri ile neşretmiş bulunuyoruz.
    Bütün diğer neşriyatların da, Üstad Hazretlerinin yalnız neşirnüshalarında tesbit ve tayin ettiği şekle uymaları lazım geldiği kanaatindeyiz.
    İnşaallah Bilâhere bütün lâhikalar da Üstad Hazretlerinin tayin ve tesbitleriile neşrini istediği ve tashih ettikleri mektubların orijinal asılları bilgisayarla kopyaları alınıp, tıbkı basım olarak neşir olunacaktır.
    Hidayet ve tevfiki Cenab-ı Erhamürrahîminden niyaz ederiz
    Nâşir

    Sh:»(K:5)
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْمِنْ شَئٍْ اِلاَّيُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ
    (1)
    Aziz Vefadar ve Sıddık Kardeşim Sabri!
    Benim yanımda zâyi olmak ihtimali bulunan kendi müşevveş yazımlayazılan müsveddeleri size göndermek için bir vâsıta bulamadığımdan ve ikisene evvel Risale-i Nura ait İşârât-ı Kur'aniyenin bir kısım müsveddesini Hüsrev'e gönderdiğim halde vusulünde hiç bir haber alamadığımdan ve ehl-idünya bana çok dikkat ve tecessüs ettiklerinden çok mahzun idim, daha muhabereedemedim.
    Ne olursa olsun diye, şimdi niyet ettim ki, bir vasıta ile sana o kıymetli emanetlerimuhafaza etmek ve benim için tebyiz etmek için cevabın gelirse göndereceğim. Birkeseye bazı âdi şeyler içinde, emanet suretinde bir hediye ve başka bir adamtarafından gönderilmesini, siz nasıl münasib görürseniz öyle yapalım.
    Sen bilirsin, oralardaki kardaşlarıma ne kadar alakadarım. Eğer isimlerini yazabilseydim, kimleri yazacağımızı da bilirsin, seni tevkil ediyorum.
    Yalnız müsveddeleri güzelce tebyiz et ve benim hattımı tam okuyabilen vehatırımdan çıkmayan ve hayat ve sıhhatlarından haberim olmayan ŞamlıHâfız Tevfik, Hüsrev, Hâfız Ali gibi kardaşlarım mahremce o müsveddeleritebyiz etsinler. Bilemedikleri biryeri beraberce baksınlar.
    Kardeşlerim! Kat'iyyen biliniz ki, her yirmi dört saatte yirmi
    Sh:»(K:6)
    defa sarih isimlerle dua ve münacatlarımda bulunmakla beraber, Risale-i Nur'unSâdık talebeleri ünvanı ile, yüz defadan ziyade ve niyet ve tasavvurca beşyüzdenfazla bulunduğunuzu size haber veriyorum. Bundan Risale-i Nura sadakat ve hizmet nekadar ehemmiyetli olduğunu kıyas ediniz. Müsveddeler içinde bulunan ve tevafuk-ucifrî perdesini bırakıp, sarih bir surette Risale-i Nurun meşhur parçalarına daişaret eden, üçüncü keramet-i Âleviye bütün hüzünlerimi izale ettiği gibi,size de dahi o tesiri edecek ümit ederim.
    Hem İmam-ı Ali (R.A.) Âyet-i Kübra nâmını verdiği misilsiz bir Risaleninmüsveddeleri de beraberdir. Hem iki seneden beri sakladığım ve göndermesineçare bulamadığım, Risale-i Nura işaret eden otuzüç âyâtın müsveddesiiçinde var. Eğer evvelce gönderdiğim noksan müsvedde vâsıl olmuşsamukabele edilsin..
    Pek çok hasretler ve iştiyaklarla sâdık kardeşlerine ve sıddîkarkadaşlarına selam ve dua ve istid'a eden ve beş nev'i gurbetlere ve dört çeşithastalıklara da kemal-i ferah ve şükür ve tam rıza ve sabır bulan ve bütünbütün yalnız kalan...

    Kardeşiniz


    Said Nursî



    * * *
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

Sayfa 2/2 İlkİlk 12

Benzer Konular

  1. LAHİKALAR. (Denizli Lahikası.)
    By MaHiR 01 in forum Risale-i Nur Külliyatı
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 20.05.11, 03:03
  2. Cevaplar: 8
    Son Mesaj: 20.05.11, 02:06
  3. LAHİKALAR (Emirdağ. İfadet-ül Meram )
    By MaHiR 01 in forum Risale-i Nur Külliyatı
    Cevaplar: 12
    Son Mesaj: 20.05.11, 01:25
  4. LAHİKALAR (Emirdağ. İfademin Kısacık bir tetimmesi )
    By MaHiR 01 in forum Risale-i Nur Külliyatı
    Cevaplar: 7
    Son Mesaj: 18.05.11, 15:44
  5. LAHİKALAR (Emirdağ lahikası. I_Mektub)
    By MaHiR 01 in forum Risale-i Nur Külliyatı
    Cevaplar: 35
    Son Mesaj: 16.05.11, 20:24

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •